HAKİKATİ ARAYANLARIN DÜŞMANI: KİBİR
Haldun Mete Aslan
Yaşamımız, kibrin gölgesi altında sürdürülen kimi zaman üstü kapalı kimi zaman da ayan beyan ortada olan yarışmalarla yoğrulmuş durumdadır. Sözü edilecek olan bu yarışmalar, iyi bir kariyer edinme ve iş dünyasında hakim konuma erişme mücadelesine kıyasla daha az göze çarpmasına rağmen onlardan daha büyük bir öneme haizdir. Söz konusu bu yarışmalar; inançlar, değerler ve düşünceler üzerinden yapılmaktadır. İnsan doğasında yer alan farklı farklı hissiyat ve düşünme tarzlarının büyük bir zenginlik olarak değerlendirilmesi gerekirken bu farklılıklar bir yarışma aracı olma seviyesizliğine itilmektedir. Dinler ve ideolojiler bin yıllardır bu bazda adeta yarıştırılmaktadır. İnsanlığın huzura kavuşmasına hizmet etmek adına ortaya çıkmış olan bu dinler ve ideolojilerden her biri kendi savunucuları tarafından insanlık için tek kurtuluş yolu olarak gösterilmektedir. Bu, binlerce doğru olduğu anlamına gelmez mi? İnançlar içinde başka inançlar, doğrular içinde başka doğrular… Ne kadar din ve ideoloji olursa olsun görecelilikten kurtulmuş tek bir hakikat vardır ancak bu yazıda o tek hakikatin ne olduğu üzerinde durulmamaktadır. Bir hakikatin olduğu bu dünyada ya gerçek yoldayız ya da hiçliğin peşinde sürüklenip gidiyoruz. Mesele şu ki acı çekiyor muyuz? Sanırım insanlar acı çekmek yerine doğru yolda olduğunu kabul etmenin memnuniyetiyle yaşamayı tercih etmektedir. Aksi halde bunca bağırış çağırış ve üstün çıkma çabası acı çeken insanların yapacağı iş değildir. Üzülmek insanoğluna ağır gelen bir duygudur. İnsanlar elbette mutlu olmalıdır ancak mutlu olmak adına hayatı haklı çıkma yarışmasına dönüştürmenin insanlığa bir faydası var mı?
Bu yazının ilk satırında küçücük bir kelime geçiyor ve ondan henüz tam anlamıyla bahsedilmedi: Kibir. Kendini üstün görme veya büyüklenme duygusuna kapılmayan kaç insan vardır ki bu dünyada? İster kabul edilsin ister kabul edilmesin yaşamımız boyunca kibir bataklığına saplandığımız olmuştur. Kimisi bu bataklıktan kendini çıkarmaya çalışırken kimisi belki de hayatı boyunca böyle bir bataklığa saplandığının bile farkına varamayacak kadar talihsiz olabilir. Bunu gafletle açıklamak mümkün olabilir ama bu gafletin de ötesinde kendisini bir başkasından üstün görme ayrıcalığına sahip olması gerektiğine inandıracak özellikler taşıdığını düşünen insanlar da olabilir. Bu özellikler soy, güç, para, mevki vs. olarak sayılabilir. Bütün bu örneklerin yanında insanı kibre yönelten iki haslet üzerinde durulabilir; akıl ve zayıflık. Şu açıktır ki kibir başlı başına bir zayıflık halidir ancak insan oldukça hassas ve savunmasız bir varlık olması hasebiyle zayıftır. Ta ki akıl devreye girene kadar… İnsan, aklı sayesinde hayatta kalmanın daha da ötesinde dünyadaki diğer canlılara üstünlük kurabilmiştir. Kibrin ilk emareleri bu noktada aranabilir. Diğer canlılara karşı üstünlük kuran insanoğlu bunu kendi türündekiler üzerinde uygulamaktan da geri durmamıştır ve denilebilir ki aklı, insanı kibir duygusuyla zayıf düşürmeye başlamıştır. Kendi aklını diğerlerininkinden daha üstün gören bir insan, çevresindekileri kendi düşünce ekseninde toplama gayretinde olabilir. Böyle bir davranış, kendini üstün bir akla sahip olarak telakki eden birçok insan tarafından da gerçekleştirilmeye çalışıldığında ortaya büyük bir kaos çıkmaktadır. Bu noktada insanlar arasında sağlıklı bir iletişim kurulamamaktadır. İletişimin ortadan kalkıp gürültünün hakim olduğu bir yerde insanların huzurlu olması beklenilemez. Yukarıda bahsedilen çok sayıda din ve ideolojinin ortaya çıkışının tamamının kibirli insanlara mal edilmesi söz konusu olamaz ama şunu söyleyebiliriz ki dinlerin ve ideolojilerin ayrı ayrı birçok taraftarı vardır ve bu taraftarlar arasında kibirli olan insanların azımsanmayacak sayıda ve etkide olduğunu iddia edilebilir. İçinde bulunduğumuz bu karmaşa ve huzursuzluk halinin sebebi de bu olsa gerektir.
Kibirli bir insanın doğruyu arama gayretinde olduğundan bahsedemeyiz çünkü doğru zaten onun aklındakilerden ibarettir. Nitekim doğruyu arama çabası içinde olan insanlar kendi akıllarıyla övünmenin ne denli zararlı olduğunu anlamakta zorlanmazlar. Doğruluğun peşinde olan insanlar zihnen acı çeken insanlardır. Hakikat arayışından kopup da hiçliğe sürüklenmenin kaygısı taşımaktadırlar. Zihnen acı çeken bu insanlar bu hakikat arayışlarında kibirli insanlarla da mücadele etmek zorunda kaldıkları için kimi zaman bedenen de acı çekmeye maruz kalmışlardır.
Çağımızda insan haklarının evrensel boyutta ele alındığına şahit olmaktayız. Demek ki dünya çapında bir anlaşmayla; ayrımcılığın, ırkçılığın, sömürünün ve benzeri birçok zilletin insan onuruna yakışmadığını anlayacak kadar erdeme sahip olabilmişiz. Ne yazık ki bu erdemlerden çok uzakta olan insanlar da hala mevcudiyetini korumaktadır. Bu insanlar kibirlerinin gölgesinde debelenip durmaktadır. Onlar, duyguları ve düşünceleriyle doğru yola uzak kalmaktadır. Doğru yolu arama çabasından ziyade hep haklı çıkmanın peşinde koşmaktadırlar. Denilir ki insanlar konuşa konuşa anlaşır. Bu ifade bir yanlış değilse de eksik tarafı olan bir görüştür. İnsanların anlaşmaları için önce karşılıklı samimiyet duygusunun olması gerekir. Tarihin en eski devirlerinden bu yana insanoğlunu en çok zorlayan ve ona en derin sarsıntıları yaşatan o en masum duygu olan samimiyet; İnsanın şahsi hırslarından sıyrılıp doğruyu aramak üzere hareket etmesi değil midir? İnsanın şahsi hırslarından kurtulmasının anlamı nedir? Dönüp dolaşıp yine o küçücük kelime de düğümleniyoruz: Kibir…