Fakültelerdeki hoca odaları, hocaların ders aralarında dinlenme, derslerin olmadığı saatlerde çalışma mekânları olmaları yanında, hocaların uzmanlık alanlarıyla ilgili konuların tartışma yerleridir. Bazen konu hakkındaki bir bilginin tasdik ettirilmesi hedeflenirken bazen de konu dışındaki kişilerin kendi aralarındaki bilgi uyuşmazlığının sahanın uzmanı tarafından giderilmesi amaçlanır. Bu tartışmalar, kaynağını araştırma zahmetine girmeden işin kolayına kaçıp kısa yoldan güvenilir bilgi almanın yöntemlerinden biridir aynı zamanda. İşin bu tarafı bir yana dursun, öte yandan çok verimli geçen zamanlardır bu tartışmalar. İnsan neyi ne kadar bilip bilmediğinin de farkına varır bu istişareler sayesinde. Kafkas Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nin odaları bu yönüyle zengin bir kültür mirası sunar çevresine. Fakültemizin öğretim üyelerinden Türk Halk Bilimi uzmanı Yrd. Doç. Dr. Cengiz Gökşen hocamızdan bu itibarla pek çok bilgi devşirmişizdir.
Sohbetlerimiz, Müslüman Anadolu insanı için dinin vazgeçilemez bir olgu olduğu ve insanımızın Müslüman kimliğiyle bütünleştiği hakikatine ulaştırmıştır bizleri. Ancak bu pembe tablo, teoriden uygulamaya geçince yerini önce ara renklere, kimi zaman iç karartan karamsarlığa bırakmaktadır. Aşağıda hocamızın kendi dilinden aktaracağımız hikâye, kültür tarihimizle ilgili dinlediğimiz pek çok ilginç hikâyeden biridir.Bu hikâye, tertemiz Anadolu insanımızın aydınlatılmaması halinde ne gibi menfi davranışların normalmiş gibi varlığını sürdürmeye devam ettiğini/edeceğini göstermektedir. Okuyucu, hikâyenin bitiminde “bunca iletişim vasıtasının yaygın olarak kullanıldığı bir ülkede onca zahmet çekilerek yetiştirilen hayvanların bâtıl bir inanç uğruna telef olmasının son derece düşündürücü olduğu” şeklindeki fikrimize katılacaktır.
Bu insanların, güven duydukları takdirde, hocalardan dinlediklerine itiraz edip yine de aslı astarı olmayan inanç temelli davranışları sürdürmeyecekleri temennisiyle kaleme aldığımız bu yazı, umarız bir nebze şifa olur.
HİKÂYE
Bizim oralarda kadınlar ve kızlar canlı bir şey kesmezler. Bunun sebebi kadınların kestiğinin yenmemesidir. Bu davranışın oluşmasında, ortaya çıkmasında şüphesiz çeşitli psiko-sosyal ve bazı kültürel sebepler vardır. Konar-göçer hayatta erkek çocuğunu hayata hazırlamak, gücünü, kuvvetini kabul etmesini, kandan korkmamasını sağlamak gibi birçok sebep sıralanabilir. Ancak bu davranış bir inanç haline gelmiş ve bu sebepten birçok hayvan kadınların gözünün önünde mundar olmuştur. Kesildiğinin yenmeyeceğini bilen kadın, yanında bıçak olmasına rağmen süne süne ölen keçisini, koyununu kesmemiştir. Kestiyse de (bazen kesenler de oluyor) eti yenilmemiştir. Bu konuyla ilgili şöyle bir hatıram var:
İlkokul dördüncü sınıftaydım. Bir gün okuldan köyün kuyusuna su getirmeye gidiyordum. Yolun üzerinde köyümüzün tek bakkalı olan evin önünde üç kadın oturmuş sohbet ediyorlardı. Elimde su bidonlarıyla okul kapısından çıkıp kendilerine doğru geldiğimi görünce,
– Aman çocuk, koş koş! diye bana seslendiler. Ben de aceleyle yanlarına doğru koştum,
– Ne var? diye cevap verdim.
Bakkalın sahibi olan teyze,
– Aman gülüm koyun ölüyor, şu koyunu kesiver. Hayvan mundar olacak, dedi.
Hemen bıçağı getirip elime tutuşturdu. Hakikaten koyun ölüyordu. Hayvan ayaklarını uzatmış cansız gibi yatıyordu. Koyunu kestim. Ama can damarını bulamadım. Kadınlara,
– Koyunu kestim ama can damarını bulamadım, şimdi koyun kalkar gider. Böyle ölürse de mundar olur, dedim. Kadınlar,
– Yok yok, gülüm sen kesmişsindir, dediler. Ne kadar ısrar ettiysem de gelip bana yardım etmediler. Ben de koyunu bıraktım. Koyun can havliyle kalkıp başını sallaya sallaya öte doğru gitmeye başladı. Bunu gören kadınlar hemen kalkıp koyunu tuttular ve koyunu yeniden kestim.
Kadınların kestiğinin yenmeyeceğine dair inanç kanaatimce Anadolu’nun birçok yöresinde vardır. Şu anda Kars’ta çalışıyorum. Kars’ta da aynı inanç mevcut.
Adını vermek istemediğim bu kadınların ikisi sağ ve Tarsus’un Sandal Köyünde yaşıyorlar. Hayvandan veya kandan korkan, güçsüz kuvvetsiz insanlar değiller. Çünkü hayatları hayvancılıkla geçmiştir.
HÜKÜM
Kesilecek hayvana ve kesim işlemine dair şartlar mevcutsa kadının kestiği ile erkeğin kestiği arasında bir fark yoktur, kadının kestiği yenir. Çünkü kesim işleminin şartları arasında Müslüman olmak, erkek olmak, temiz olmak (cünüp, hayızlı, nifaslı olmamak) gibi şartlar bulunmamaktadır.
“Rabbin için namaz kıl, kurban kes”[1] âyetinde Allah’ın hitabı doğrudan Peygamberimiz Hz. Muhammed’edir (s.a.s.). O’na yönelik bu hitap kadın-erkek ayrımı olmaksızın Müslümanların hepsini kapsar. Bu genellik “Kim imkânı olduğu halde kurban kesmezse bizim mescidimize yaklaşmasın”[2] hadisinde de mevcuttur. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.s.) zamanında davar güden bir kadın, bir koyunun ölmek üzere olduğunu görmüş, derhal bir taş kırıp sivri uç elde etmiş ve onunla koyunu kesmiştir. Koyunun sahibi olan kişi böylesi bir durumla ilk defa karşılaştığı için koyunun etinin yenip yenmeyeceği hakkında kuşkuya düşmüş, “ondan yemeyin. Peygamber’e (s.a.s.) sorayım” demiş ve olayı Peygamberimize (s.a.s.) anlatmıştır. O da yemelerini emretmiştir.[3]
Kanaatimizce, kesim işini genellikle erkekler yaptığı için bu iş bir süre sonra erkeklere özgü sayılmaya başlamış, daha sonra da kadının kesemeyeceği, bir başka deyişle kadının kestiğinin yenmeyeceği şeklinde dini temeli olmayan bir inanca dönüşmüştür. Bu hükme göre kasaplık tecrübesi olan bir kadın varken hiç deneyimi olmayan birisi sırf erkek diye hayvanı kesmeye yeltenmemelidir. Aksi halde her kurban bayramında televizyonlarda seyrettiğimiz trajikomik acemi kasap sahneleri sona ermeyecektir. Buradan “kadınlar kasap olsun” sonucunu çıkaranlar olabileceğinin farkındalığı bir yana, vurgunun “meslek becerisi”ni hedeflediği açıktır.
Bu hükmü öğrenen okuyucu, “hayvanın niçin kesildiğini” bilmelidir. Zira İslam’da et ihtiyacını karşılamak amacıyla hayvan kesimi yapmanın ötesinde ibadet niyetiyle kesilen, ortak ve farklı hükümleri olan kurban çeşitleri vardır. Bunlar kurban bayramında kesilen kurban, adak kurbanı, akîka kurbanı, hacda kesilen “hedy” adı verilen kurban ve yine hacda yasakların çiğnenmesi halinde kesilen ceza ve kefaret kurbanıdır.
Et ihtiyacı için kesiliyorsa hayvanın koyun, keçi, sığır, manda, deve yahut tavuk, horoz, kaz, ördek, ceylan vs olmasında bir sakınca yoktur. Kesme işini becerebilen kadın erkek herkes bu tür hayvanı kesebilir. Bu tür kesimde hayvanın etinin yenebilmesi için iki şart vardır:
1) Kesen kişi kesim anında Allah’ın adını anmalıdır. Bunu da “Bismillahi Allahu ekber” diyerek söyler. Kendisine hatırlatıldığı halde Allah’ın adını anmayı kasten söylemeden kesen kişinin kestiği hayvanın eti yenmez. Ama unuttuğu için söylememişse yenebilir.
2) Kesilen hayvan henüz yaşıyor olmalıdır. Öldükten sonra hayvan leş hükmündedir. Bu hayvan murdar (halk ağzında pis/kirli anlamında sıfat olarak “mundar” şeklinde kullanılır) olmuştur. İslam’ın kurallarına göre kesilmeyen hayvana murdar denir.
Hayvan ibadet amacıyla kesiliyorsa, kurban çeşitlerinden hangisi olduğuna bakılır. Kurban bayramında kesilen kurban hayvanı ise, hayvan sahibinin ya da sahiplerinin kadın erkek ayrımı yapmaksızın Müslüman, akıllı, ergen ve yeteri kadar zengin olması lazımdır. Bu şartları taşıyan kişiler, kurban olmaya engel kusurları bulunmayan bir yaşını doldurmuş küçükbaşı (koyun, keçi), iki yaşını doldurmuş büyükbaşı (sığır, manda) ve beş yaşını doldurmuş deveyi kurban kesme vakti içinde kurban edebilirler. Koyun veya keçi bir kişi adına, diğerleri yedi kişiye kadar ortak olarak kurban edilebilir. Kurban etinin üç parçaya ayrıldıktan sonra bir parçanın aile fertleri tarafından tüketilmesi, diğer iki parçadan birinin akrabalara ötekinin fakirlere dağıtılması tavsiye edilmiştir. Bu tavsiyeyi kişiler kendi durumlarına göre ayarlayabilirler.
Burada önemli noktalardan biri, kurban sahiplerinin ibadet niyetiyle kesiyor olmalarıdır. Tek başına kesen kişi ya da ortaklardan biri sadece et ihtiyacını karşılamak niyetiyle kesiyorsa o hayvanın eti yenir ama kurban ibadeti yerine gelmiş olmaz. Diğerlerinin de ibadeti bozulmuş olur. Bu yüzden ortakların dikkatli davranması lazımdır.
Hayvan adak (nezir) kurbanı ise, kesen kişinin usulü (annesi, babası, dedeleri, nineleri) ve füru (çocukları, torunları) ve eşi yiyemez. Çünkü bunlar o kişinin bakmakla yükümlü olduğu kimselerdir. Bu kişiler adak kurbanının etinden yerse, yedikleri kadar etin bedelini fakirlere sadaka olarak vermeleri gerekir.
Hayvan akîka kurbanı ise, kurban bayramında kesilen hayvan için gerekli olan şartlar geçerlidir. Akîka, yeni doğan çocuk için şükür niyetiyle kesilir. Tavsiye edilen kesim zamanı çocuğun doğumdan sonraki ilk yedinci gündür.
Konunun uzmanı olan kişiler açısından yukarıda anlatılanlara ilişkin usul ve füru kaynakları malum olmakla birlikte, halkımızın kolaylıkla ulaşabilecekleri tavsiye niteliğindeki şu ilmihal kitaplarında ilgili başlıklar altında anlatılanlar konu hakkında yeterli bilgi sunmaktadır:
1. Heyet, İlmihal, I-II (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi, DİVANTAŞ), I, 143 vd;
2. Ömer Nasuhi Bilmen, İslam İlmihali (sadeleştiren, Ali Fikri Yavuz), Bilmen Yayınevi, İstanbul 1990, s. 415 vd.
3. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam İlmihali, Erkam Yayınları, İstanbul 1991, s. 607 vd.
4. Mehmet Zihni Efendi, Nimeti İslam (sadeleştiren, M. Rahmi), Huzur Yayınevi, İstanbul ts., s. 875 vd.
5. Kadı Ebû Şuca, Delilleriyle Büyük Şafiî İlmihali (tercüme, Nizameddin ERSÖZ), İpek Yayıncılık, İstanbul 2005, s. 560 vd.
6. Vehbe Zuhaylî, İslam Fıkıh Ansiklopedisi (tercüme, Heyet), İstanbul 1992, c. 4, s. 392 vd.
* Yrd. Doç. Dr. Ayhan Hıra. Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Eğitimi Bölümü. (hiraayhan@kafkas.edu.tr)
[1] Kevser suresi 108/2.
[2] İbn Mâce, “Edâhî”, 2; Müsned, 2, 321.
[3] Buhâri, “Zebâih”, 18, 19, Muvatta, “Zebâih”, 4.