Ben, bilmediklerimi bildiğim için diğer insanlardan akıllıyım.
Apologie Sokratus (-469 -399)
Bilim, yeni teknolojiler üretimi ve ekonomi arasındaki bağıntı gelişmiş ülkelerde uzun yıllardır bilinmektedir ve diğerlerinde de duyulmuştur. Ülkelerin ekonomik durumları ve elde edilen bilim sonuçlarının kalitesi arasında sıkı bağlantının olmasını gelişmiş ülkelerdeki bütün yöneticiler biliyorlar, detayları anlamasalar da. Amerika Birleşik Devletlerinin geçmiş Cumhurbaşkanı Clinton: “Amerika’da iyi üniversitelerin olması, bizim ekonomik durumumuzun iyi olmasından kaynaklanmıyor. Biz zenginiz, çünkü iyi üniversitelerimiz vardır.” Bilinmelidir ki, günümüzde çalışma zamanını uzatmak ve işteki çalışma temposunu arttırmak yalnız kendi toplumunu daha fazla istismar etmeye yarar.
Bilim, patentler (yeni teknoloji üretimi) ve ekonomik durum arasında, gelişmiş Batı ülkelerinde ki istatistik verilere dayanılarak şöyle sonuçlara varılmıştır: 1979 yılında kişi başına (bilimci değil, her bir vatandaşa) düşen bilimsel makaleler ve kişi başına düşen milli gelir arasında korelasyon (ilgileşim) katsayısı 0.766 olmuş. Aynı yılda kişi başına düşen yayınlara olan atıf ve kişi başına düşen milli gelir arasında korelasyon katsayısı 0.94 olmuştur (Hemen belirtelim ki bizlerde bilimsel çalışmaların kalitesi göz önüne alınmadığından ve yalnız makale ve atıf sayısı ile uğraştığımızdan bilim çöküyor. Daha ötesi, bu sayıları kullanarak gelişmiş ülkeler bizler gibi ülkelerden kendi bilim ve teknolojilerini geliştirmek için para transferi yapıyorlar). Aynı ülkelerde 1985 yılında kişi başına düşen patent ve kişi başına düşen milli gelir arasındaki korelasyon katsayısı 0.739 olmuş, yani daha düşük. Çünkü gelişmiş ülkeler yeni bilim üretiminde tekel durumuna gelmişler ve bizim bilimcilerde onların yeni elde edilmiş sonuçlarına ve verilerine atıf vermek zorundalar. Daha ötesi, onların dergilerinde yayın yapmak için onların makalelerine durmadan atıf vermelisin. Genelde bu korelasyonlar bilim ve yeni teknoloji üretiminde çalışanların bilinçli ve eğitimli olmalarını, düşünme seviyelerinin çok yüksek olmasını gösterir.
Eğitim, bilim ve yeni teknolojiler ile ekonomi arasındaki bağlantıyı gelişmekte olan ülkelerin yöneticilerinin çoğu halen anlamamıştır, ama ilk anlayanlardan biri Çin Devlet Başkanı Deng Siao Ping olmuştur. O, 1985 yılından başlayarak çok sayıda üniversite mezununu Amerika’nın en iyi üniversitelerine eğitimlerini devam ettirmeleri için göndermeye başladı. Okuyucular, bizim ülkemizin zaten yurt dışına öğrenci göndermekte olduğunu biliyorlar ve bu süreç 50 yıldan az olmayan bir zaman değildir. Doğru, öğrenci göndermekteyiz, ama gidenlerin çoğu ne yazık ki önemli bir şeyler öğrenmemiş olarak dönüyorlar. Çünkü ülkemizde zaten iyi bilimci ve eğitimsiz biri arasında bir fark koyulmuyor ve eğitimsiz biri iş başına gelerek iyi bilimciyi de engelliyor. Çin ise bizim ülkemiz gibi bir ülke değildir, orada daha iyilere saygı gösterirler ve iş başına getirirler.
Fizik bilimi Galileo zamanından (1564-1642) başlıyor. Bu bilim dalının ve buna bağlı olan teknolojinin yaklaşık %90’ı Avrupa kökenliler (ilk önce Yahudiler, İngilizler ve Almanlar) ve Japonlar, yani Dünya nüfusunun çok küçük bir kısmı tarafından geliştirilmiştir. Buda göstermektedir ki, yaklaşık olarak tüm Dünya toplumlarında (Türkler dahil) fiziksel (bilimsel) düşünce az gelişmiş ve bu toplumların kültüründe iyi fizik eğitiminin, bilimin ve bunlara bağlı olan, yeni teknolojiler üretiminin de pek önemli yeri yoktur. Bu toplumlar temel bilimler ve mühendistik alanları dışında olan alanlarda, örneğin mimarlık, müzik, edebiyat, hukuk, spor, gazetecilik, siyaset, ürünler üretimi, ticaret ve diğer alanlarda iyi olabilirler. Bunu Türkiye örneğinde görüyoruz. Böylece gelişmiş toplumlar ve oradaki insanlarla diğer toplumlar ve insanları arasındaki fark, çok boyutlu uzayda, kendisini kesin şekilde eğitim, bilim ve yeni teknolojiler üretimini yansıtan bileşenlerde gösteriyor.
Ama bizlere benzer ülkelerin, dünya ekonomisi ve politikası açısından gelişmiş ülkelerden bağımsız olarak hareket etmeleri çok zor. Bu durumu yaklaşık 20 yıl öncesine kadar ikinci süper güç olan (O. Hüseyin: yaşadığım) Sovyetler Birliği örneğinde kısaca görebilirdik. Ama burada yalnızca bir izlenimi aktaralım. Sovyetler Birliği kapitalist dünyasından demir perde ile kendini ayırmıştı. Kendi ideolojik sisteminden olan ülkelerle temaslar çok daha iyiydi. Ülkenin içinde, 80’ninci yıllara kadar bilimdeki gelişme için genel olarak, hiçbir engel yoktu. Bizde ve bize komşu ülkelerde ise aşiret özelliği sanki partileri, gazeteleri ve toplumun her birimini diğerinden ayırmış durumda ve yalnız torpil bu engelleri aşmamızı sağlayabilir. Örneğin Üniversitelerde en önemli şey seçimlerde oy kullananların kime oy verdiğidir. Aynı üniversitenin bir bölümünde bile bazen bilimsel temaslar, Sovyetler Birliğinin demir perdesinin yaptığından bile daha fazla kopuk durumdadır. Eğitimin ve bilim üretiminin daha ön planda olması gerekmez mi? Belki de bulunduğumuz durum bizim için bir eksiklik değil, çünkü bu durum ülkelerin çoğunda geçerlidir.
Ülkelerin eğitim, bilim, teknoloji ve ekonomik yönlerde gelişim seviyesini, onun ürettiği ve dünya pazarlarında sattığı ürünler gösterir. Bu ürünlerin değerini, ürünlerinin hazırlanmasında gereken maddenin miktarı ve gerekli bilimin (teknolojinin) seviyesi oluştururlar. Bu anlamda pazara çıkarılan ürünler, içerdikleri madde miktarı ve bilim (teknoloji) seviyesine göre bölünürler. Genel olarak, belirli bir madde kütlesinden hazırlanmış ürünler, değerlerinin yaklaşık 10 kere (bir mertebe) artmasına göre gruplara ayırırlar. En alt gruptaki (en ucuza satılan) ürün, ham maddedir. Eğer bu maddeler işlenerek düzenli ve iyi çalışan makineler üretilirse (örneğin İsviçre saatleri gibi), harcanan maddenin değeri 10 kat artmış olur ve bu ürün ikinci gruba dahil olur. Mikroelektronik parçalar, onlardan hazırlanmış ürünlerin değerini, kullanılmış maddenin değerinden 100 kere fazla yapıyor ve bu nedenle de bu şekilde olan son ürünler üçüncü gruba dahil olurlar. Yeni tür ürünlerin patentleri bu ürünlerin kendilerinden de 10 kere değerlidirler ve bu nedenle patentler dördüncü gruba dahil olurlar. Böylelikle patentler en değerli ürün sayılır. Patentlerin dahil oldukları gruba biyoteknoloji ve nanoteknoloji ürünleri de dahil edilebilir. Böylelikle bu son ürünlerin hazırlanmasında minimum madde ve maksimum bilim kullanmış olur. Bu nedenle de dördüncü gruba dahil olan ürünlerin Dünya pazarlarındaki satış fiyatları, onların hazırlanması için gereken ham maddeden 10000 (on bin) kat daha fazla olur.
Yukarıda biz hayvanların bildiklerinden ve duygularından, insanların gelişmesinden ve düşünce kapasitelerinden basit şekilde bir tartışma yaptık. Temel bilimlerin ve yeni teknolojiler üretiminin gelişmesi üzerinde durduk ve bunların ekonomik gelişmenin temelinde en büyük faktör olduğunu vurguladık. Bizim zamanı içermeyen uzayımız üç boyutlu olduğundan biz daha fazla boyutlu olan uzayları gözümüzün önünde canlandıramıyoruz. Bu nedenle insan toplumlarının gelişmesini üç boyutlu uzayda yansıtmaya çalışalım.
İnsanların temel bilimlere, yeni teknolojilere ve diğer dünya çapında önem taşıyan başarılara bağlı gelişmelerini dik koordinat sistemindeki (z) koordinatı olarak, duygularına bağlı olan gelişmelerini (x) boyunca ve bütün diğer başarılarına bağlı gelişmeleri (y) koordinatı yönünde koyalım. Böylece (x), (y) koordinatlarını yatay düzlemde ve (z) koordinatını düşey yönde yerleştirmiş oluruz. Ek olarak (x), (y) ve (z) boyunca ölçeklerimizi (skalalarımızı) ayrı ayrı toplumların (milletlerin, halkların) sayısına ters orantılı seçelim. Böylece her bir toplumu yansıtan piramitler kurabiliriz. Böyle piramitleri karşılaştırarak toplumların aynı nüfus sayısına karşı gelen dünyadaki etkinliğini görebiliriz. Toplum çok büyükse, ama gelişmemiş ise onu yansıtan piramidin boyutları küçük olacak. Nüfusu çok az, ama çok gelişmiş toplumun tabanının büyük, ama yüksekliği çok daha fazla büyük olacak. Gelişmiş toplumun veya toplumdaki farklı millete ait grubun çok etkin olduğu bilinmektedir. Biz burada gelişmelerdeki farkların hangi yönde daha fazla olduğunu göstermeye çalıştık.
Wikipedia serbest ansiklopedisinin Rusçasında, Azerilerin (Az) ve Ermenilerin (Er) günümüzde dünyadaki dağlımı verilmiştir. Azerbaycan’da 8 milyon (ml.) Az ve Ermenistan’da 3.2 ml. Er, Türkiye’de 2.7 ml. Az ve yaklaşık bilinen 80 bin Er (bu sayı gerçekte 3-4 kat fazla olmalıdır), Rusya’da 2 ml. Az ve 1.2 ml. Er, İran’da 30 ml. Az ve 200 bin Er, Avrupa’da 2.5 ml. Az ve 1 ml. Er, Amerika’da 1.5 ml. Az ve 1.5 ml. Er yaşıyor. Doğal olarak Rusya’da, Avrupa’da ve Amerika’da diğer Türk soylularda yaşıyorlar. Ama her yerde az sayıda olan Ermeniler çok daha fazla etkinlerdir. Bizim ülkelerimizin çok daha büyük pazarı, daha önemli doğa zenginlikleri ve coğrafi konumumuza rağmen.
Amerikan kongresinde Ermenilere soykırım yapıldığı tartışmaları olduğu zaman bizim sosyoloji ve gazeteci uzmanlarımızdan duyuyoruz ki Kaliforniya eyaletinde Ermeni seçmeni çok olduğu için etkin rol oynuyorlar. Biz temel bilimciler bunu başka türlü ifade ederiz. Kaliforniya’nın nüfusu 37 milyondur ve oradaki Ermeni sayısı 0.5 milyon olabilir. Ama Ermeniler sayılarının az olmasına rağmen çok etkinler ve bu nedenle de Kaliforniya’da, Amerika’da, Avrupa’da ve bütün dünyada çoğu zaman amaçlarına ulaşıyorlar. Acaba neden bu kadar etkinler?
Sovyetler Birliğinde Ermeni kökenlilerin bütün Türk cumhuriyet kökenlilerden fazla tuttukları önemli alanları hatırlatalım ve onların dünyadaki etkinliklerine bakalım:
Parti ve devlet katında: A. Mikoyan 2’nci dünya savaşından 1965 yılına kadar Politbüro üyesi, Başbakanın birinci yardımcısı ve Parlamento başkanı olarak görevlerde çalışmış. V. Movsisyan ve S. Pogosyan Politbüro üyeleri olmuşlardır. İ. Tevosyan, S. Siteryan ve L. Konstantov Başbakan yardımcıları olmuşlardır. Birçoğu Sovyetler Birliğinin bakanları, Türk cumhuriyetlerinin ve Rusya eyaletlerinin liderleri olmuşlardır.
Gorbaçov’un üç ve Yeltsin’in bir danışmanı Ermeni idi. Rusya’nın dış işleri bakanı S.Lavrov (Kalantaryan), Türkiye’de iyi tanınır. Benon Sevan, Birleşmiş Milletlerde baş katibin yardımcısıdır. Eduar Balladyur, 1993-1995 yıllarında Fransa’nın Başbakanı. Fransa’da şimdi de Ermeniler çok önemli görevlerdeler. Amerika’da, İngiltere’de, Avustralya’da Ermeniler çoğu zaman bakan seviyesinde görevlerde bulunmuşlardır.
Ermeniler Sovyetler Birliğinin, Rusya’nın ve diğer ülkelerin büyük elçileri olarak çok görev almışlardır. Şimdi de Rusya’nın 7 büyük elçisi ermenidir. Çok sayıda Ermeni Sovyetler Birliğinde ve şimdi Rusya’nın keşif ve istihbarat kurumlarında en önemli görevlerde olmuşlar ve hala görevdedirler.
Çar Rusya’sında da birkaç Ermeni bakan olmuştur, ama ilgimizi çeken onların büyük Müslüman ülkelerinde yüksek vazifelerde olanlarıdır. Örneğin Pogos Hubar Mısırın birinci Başbakanı olmuştur. Osmanlı imparatorluğunda, son yıllarda, Akop Gazaryan ve Sarkis Oganes Paşa maliye, Grigor Sinopyan ve Karapet Artun Davit Paşa içişleri, Osakan Mardikyan ulaştırma ve Gabriel Noratynkyan dışişleri bakanları olmuşlardır. Avrupa’nın önemli ülkelerinde birçok Ermeni bizim büyük elçilerimiz idiler.
Ermeniler içinde çok sayıda general ve amiraller olmuştur, ama burada yalnızca en büyük Sovyet kumandanları hatırlatalım. İ.Bagramyan, Sovyetler Birliği Mareşali, A. Babadjanyan, zırhlı birliklerin Baş mareşali, S. Xudyakov, hava kuvvetleri mareşali ve S. Aganov, mühendislik birlikleri mareşali (mareşal orgeneralden bir üst rütbedir).
Ermeniler kültür, sanat, gazetecilik alanlarında ve özellikle üretim ve maliye alanlarında da dünyada yaygın şekilde çalışıyorlar, ama Türkiye de herkesin ilgilendiği Ermeni sporcularını hatırlatalım:
Vik Darçinyan, Artur Abram, Biktor Oganov ve Suren Kalaçyan şimdiki zamanlar boks ve Kikboks dünya şampiyonları. Andre Agassi (Agassyan) tenis, dünya şampiyonu. Dünya ve Olimpiyat şampiyonları Alen Pogasyan, Albert Azaryan, Vladimir Engibaryan, Yuriy Vardanyan, Şavarş Karapetyan, Karine Aznavuryan, İgor Ter-Oganesyan ve İsrael Akopkohyan. Satranç dünya şampiyonları: Tigran Petrosyan, Levon Aronyan ve Garri Kasparov (annesi Ermeni).
Ermeniler dünya bilimi ve yeni teknolojiler üretimine de büyük katkılarda bulunmuşlardır. Burada biz yalnız iyi bildiğimiz Sovyetler Birliği zamanından bildiklerimize değinmek istiyoruz. Örneğin Sovyet bilimine ve teknolojisine 1917–1987 yılları arasında en fazla katkısı olan işleri ve kişileri kapsayan “1917–1987 yılları arasında Sovyet bilimi ve tekniği. Vakayiname. Moskova. Nauka 1988” künyeli resmi kitapta Ermeni kökenli yirmi beş (25) kişinin adı geçerken, Türk Cumhuriyetleri kökenlilerden biri O. Hüseyin (O. H. Guseinov) olmak üzere yalnızca iki (2) kişinin adı geçmektedir. Örneğin Artyom Mikoyan, dünyada iyi tanınan MiG jet savaş uçaklarının, Samvel Kocharyants atom bombaları, Mikael Pogasyan Su-17 savaş uçaklarının ve Aram Rafaelyan yerden dikey yönde kalkabilen jet uçaklarının proje mühendisleri olmuşlar.
Ermeni bilim adamları ve bazı diğer alanlardaki bilgilerle ilgili verilerin kesinlikle doğru olduğunu biliyorum. Buna dayanarak ansiklopediden aldığımız diğer bilgilerinde gerçekleri yansıttığına inancımız tama yakındır. Diğer yandan Ermeniler kendi insanlarını değerlendirdikleri zaman, tam bağımsızolabilirler, yani gerçekleri yansıtırlar. Keşke bilim, teknoloji, kültür ve diğer alanlarda çalışanlarımızı böyle bir yaklaşma ile tanıtan bilgileri, ansiklopedinin Türkiye ve Azerbaycan ile ilgili yazıları da içerseydiler. Bu sayfalarda ünlü matematiksel fizikçimiz Feza Gürsey’in, Asım Barut’un ve petrol kuyuları kazma makineleri alanında ünlü Emin Tagiyev’in (üç kere Stalin ödülünü almış) ve diğer büyük insanlarımızın adlarını bulsaydık. Bunlar bizlerin geçen yüzyıldaki en büyük bilim adamlarımızdır.
Ansiklopedideki yazılarda, Ermeniler ile ilgili konularda toplumların gelişmesini yansıtan piramidin büyüklüğüne ve özellikle de yüksekliğine büyük önem verilmiş olduğunu görüyoruz. Bizleri tanıtan yazılarda ise sadece hangi bölgelerde yaşadığımız, nerelere göç ettiğimiz, dilimiz ve sayımız ön plana çıkmıştır. Unutmamak gerekir ki, günümüzde herkes ilgilendiği bilgiyi internet ortamında buluyor. Burada bizim insanlarımızı tanıtan bilgiler olmalıdır ve bu bilgiler gerçekleri yansıtmalı ki, onlara inananlar olsun. Böyle bilgileri kimler hazırlayacak. Bizlerin Bilim Akademilerimizin üyeleri bile doğru dürüst seçilmiyorlar. Bizler ne zaman gelişmemizin önünü açacağız ve kendimizi iyi şekilde tanıtabileceğiz?
Ermenilerin ABD, Fransa, Rusya ve diğer ülkelerde nüfusun çok az kısmını oluşturmalarına rağmen çok fazla etkili olduklarını ve çok sayıda önemli görevlerde yer aldıklarını biliyoruz. Nüfusu az sayıda olan toplumlar içinde bu açıdan onlardan çok daha etkili olan toplum belki de yalnız Yahudilerdir. Biz fizikçi olarak, sosyal bilimlerden çok uzak olduğumuz için toplumsal hayatla ilgili olan bazı basit şeyleri bile anlamıyoruz. Örneğin Rus drama yazarı ve Çar Rusya’sının İran’da ki büyük elçisi kitaplarının birinde Rusya ile Türkiye arasındaki bölgeye (Şimdiki Ermenistan) 19. yüzyılın sonunda, doğu ülkelerinden yaklaşık 1 milyonun üstünde Ermeni’yi göçle getirdiklerini yazdığını duyduk (Bu kitap Azericeye yaklaşık 17-18 yıl önce çevrilmişti). Diğer yandan kesin bilinmeyen sözde Ermeni soykırımı ile ilgili İngilizce yazılarda, 1896 yılında 200 ve 1915-1917 yıllarında yaklaşık 1.5 milyon (1.1-1.8 milyon) Ermeni’nin öldürüldüğünü yazıyor. Aynı yazıda Türkiye’de 1915 yılında 2.5 milyon Ermeni’nin yaşadığını yazıyor. Bu yazılardan, 19. yüzyıldan 20. yüzyıla geçildiği zaman Türkiye’de 2.5-3 milyon Ermeni yaşamış olduğunu söyleyebiliriz. Diğer yandan da aynı yıllarda Türkiye’nin nüfusunun yaklaşık 10 milyon olduğu bilinmektedir. Böylece Türkiye’de o yıllarda her 3-4 kişiden birinin Ermeni olduğu sonucuna varırız. Diğer yandan Osmanlı nüfus sayımına göre 1914 yılında Türkiye’de 1.3 milyon ve Ermeni kilisesi verilerine göre 1.9 milyon Ermeni Türkiye’de yaşıyormuş. Şimdi Türkiye’den Ermenistan’a olan göçü ve Ermenilerin ayaklanmasının yaklaşık 15 yıl daha önceden başladığını göz önüne alsak 19. yüzyılın sonunda Türkiye’de ki her 5 kişiden birinin Ermeni olduğunu kabul edebiliriz.
Nüfus oranındaki bu sayıları Amerika, Rusya, Fransa ve diğer ülkelerdeki Ermeni nüfus oranları ile karşılaştırırsak ortaya böyle bir soru çıkıyor. Nasıl olur ki Türkiye o zamanlar tamamen Ermeni hegemonyası altına geçmemişti. Bunun cevabı şöyle olabilir. Birincisi Sultanlık (krallık) devrinde egemenlik akrabalıkla devredilirdi. İkincisi o zamanlar eğitimin, bilimin ve kültürün ülkelerin ekonomik gelişmesinde büyük önem taşıdığı dönem yeni başlıyordu. Farklı toplumların ve milletlerin bu yeni döneme girmek arzusu ve imkanı ise onların mantalitesine ve geleneklerine bağlıdır. Böyle olduğundan ve Ermenilerin yeni döneme hızla uyum sağlayabilmesi onları etkili bir millet haline getirmiştir diyebiliriz. Bu durumda onlara, sözde soykırım meselesini gerçek gibi göstermeye yardım ediyor. Onlar Dünya’daki çoğu toplumu kandırmayı biliyorlar. Çünkü eğitimli, bilimli ve başarılar. Böyleler, çünkü kendi içlerinde dürüstler kendi insanlarına doğru değeri verirler. Bizim insanımız ise saftır.
Örneğin Karabağ savaşlarıyla ilgili bir fıkra vardır. Herkesin bildiği gibi cephe boyunca keskin nişancılar yerleştirilir ve böylece düşman askerlerinin göründükleri anda vurulmaları sağlanır. Ermeniler yüksek sesle, bağırarak Ahmet, Oktay… orada mısın diyerek seslenirler. Ahmet, Oktay… yerlerinden kalkarak buradayım diyorlar. Hemen o anda hain keskin nişancı onları vuruyor. Ermenilerin bu kötülüklerini gören Azeriler de intikam almak için yüksek sesle onlarda bağırıyorlar Karapet neredesin, Vartan neredesin .… Korkak Ermenilerden ses çıkmıyor. Bir süre sonra o taraftan ses geliyor. Karepet’i tanıyan kimdir? Ben Vartan, beni tanıyan kimdir? Bizimkiler sırası ile kalkarak “ben diyerek” bağırırlar. Yine hain keskin nişancılar çirkin amaçlarına ulaşıyorlar. Böyle fıkralar İsrail’in Mısır ve Suriye ile savaşından sonra çok konuşulmuştur. Gelişmiş toplumlar için böyle fıkralar geçerli mi?
Gelişmeyi, çok boyutlu uzayı kullanarak incelememizde Ermeni örneğine başvurmamızın nedeni, onların Müslüman ülkelerin tam ortasında bin yıllardır yaşam sürmeleri ile ilgilidir. Onların eğitime, bilime ve kültüre çok önem vermeleri Wikipedia ansiklopedisi sayfalarından da apaçık görünmektedir. Bizlerin de kaliteli eğitim ve bilimin önemli olduğuna ve bunların taşıyıcısı olan insanlarımıza destek olmanın şart olduğuna inanmalıyız.