Zekâ, Bilgi ve Düşüncenin Çok Boyutlu Uzayda Değerlendirilmesi

Sayı 18- Gündem (Şubat 2008)

1. Farklı boyutlarda yaşam ve bilim

Çok zor anlaşılan ve birinin diğeriyle hiç bir bağlantısı

gözükmeyen olaylar arasında ortak temel yanlar

görmek ne kadar güzel bir duygudur.

Albert Einstein  (1879–1955)

Bir doğru çizgi üzerinde eni ve kalınlığı sıfıra eşit olan bir boyutlu canlının hayatını düşünün. Bu canlı için uzay bir boyutlu olduğundan onun için sağ-sol, yukarı-aşağı kavramlar yoktur. Bu çeşit uzayda yaşayanların bilgi ve düşünceleri, iki boyutlu uzayda (örneğin düzlem üzerinde) yaşayanların bilgi ve düşünce düzeylerinden çok daha düşüktür. Aynı şekilde, iki boyutlu uzayda yaşayanların da, üç boyutlu uzayda yaşayanlarınkinden çok daha kısıtlı bir düşünce güçleri olmalıdır. Çünkü düşük sayıda boyutu olan uzayda bulunan nesnelerin şekilleri bile çok basittir ve çeşitleri azdır. Ama az gören, az bilen ve az düşünen canlıların kendi bildiklerine güvenleri çok daha fazla olur. Bununda nedeni açıktır: İnsanın bildikleri ne kadar fazla ve düşüncesi gelişmiş ise, bilmediklerinin de fazla olduğunu anlıyor, duyduklarını ve gördüklerini hep sorguluyor, pek inanmıyor.

Eski Yunan masallarının birinde, yol üzerinde yaşayan bir eşkıya anlatılır. Bu eşkıya için dünyada en önemli şey kendi boyu olduğundan, özel bir tezgah yapar. Bu tezgahta kendi uzunluğunu belirler ve gelip geçenleri kendi ölçüsüne uygun şekilde değişikliğe zorlar. Yoldan geçenlerden kimin boyu uzun gelir ise keserek kısaltıyor, kısa ise çekerek uzatıyor. Böylelikle kendi uzunluğunda olanlar sakat kalmadan yaşam hakkı kazanmış oluyor. Bu eşkıyanın bütün düşüncesi bir boyuta odaklanmıştır ve herkesi kendi düşüncesi ve inancına göre değerlendirmektedir. Günümüzde, devlet kurumlarındaki başkanlar, müdürler ve diğer görev sahipleri çalıştıkları insanları, boyları dışında diğer birçok özelliklerine göre de değerlendirirler. Bu değerlendirmeye zeka, düşünce kapasitesi ve bilgi de girmektedir. Gelişmiş ülkelerdeki görev sahipleri çevrelerinde, genelde bu şekilde yaptıkları değerlendirmeler ile kendisinden fazla düşük seviyede olanları yanlarında bulundurmuyorlar. Gelişmemiş ülkelerde ise tam tersi, kendi seviyesinde olan veya daha iyi seviyelileri bulundurmuyorlar. Bu durumda görevliler farkında olmadan, üç boyutlu uzaydaki yaşamın olanaklarını kısıtlayaraktoplumun yaşamını daha düşük boyutlu uzaydaki yaşam tarzında bırakmış olurlar.

İnsan zekasını, düşüncesini ve bilgisini çok boyutlu uzayda değerlendirmek gerekiyor. Bu uzayın bir ekseninde insanın, örneğin, fizik-matematik-mühendislik, diğerlerinin her birinde ayrı ayrı, biyoloji-kimya-tıp, edebiyat- tarih-politikacılık, sanatkarlık, işçilik ve diğer ayrı ayrı benzer yöndeki zekası, düşüncesi ve bilgileri belirli bir ölçekte koyulmalıdır. Örneğin Sovyetler Birliğinin en büyük fizikçisi olan Landau fizikçileri zekasına (fiziğe katkıda bulunma ölçüsüne)  ve fizik bilimine katkısına göre yaklaşık 3 kat farklı olan gruplara ayırmıştı (Gerçekte onun ölçeği 3 değil, doğal logaritmanın taban değeri olan  idi). Bu gruplamaya göre Galileo, Maxwell, Bohr, Heisenberg, gibi fizikçiler, fizik zekası ve bilime yaptıkları katkı boyutlarına göre Newton’dan ve Einstein’dan 3 kat geridirler. Rutherford, Pauli, Fermi gibi bilimciler ise 9 kat zayıflardır. Landau’nun kendisi gibi büyük fizikçi olan ve Nobel ödülü alanlar 27 kat ve diğer Nobel alanlar, Newton’dan ve Einstein den yaklaşık 100 kat gerideler. Bu gruplamaya farklı nedenlerle Nobel alamayan, ama bilime önemli katkılarda bulunmuş profesörler ile devam edersek, bunlar Newton ve Einstein’dan 1000 ve bilimde yaklaşık “gürültü” seviyesinde iş yapan diğer profesörler ortalama olarak 10 000 kere zayıflardır. Burada Einstein’ın sözlerini hatırlatalım:

Bildiğim kadar iki şey sonsuzdur (sınırsızdır). Bunlardan biri Evrendir, diğeri ise insanların düşüncesindeki farktır.

Ama Evrenin sonsuzluğuna tam olarak inanamıyorum.

Albert Einstein. ( 1879–1955 )

Matematikte ise bilim adamları arasındaki fark fizikçilerinkinden biraz az olması gerekir. Matematikte farklar 3 değil 2’nin katları ile oluşabilir. Belki de fizikte 4 ve matematikte 3 olmalıdır? Çünkü fiziğe çok önemli katkıda bulunmak için soyut düşünceye ek olarak deney ve gözlemlerin sonuçlarını da doğru şekilde kavramak ve yorumlamak gerekir. Ama diğer alanlarda bu farklar daha da küçük olmalıdır. İnsanların zekasını, düşünce kapasitesini ve bilgisini karşılaştırarak ta onların bütün alanlardaki (yöndeki) bileşkelerini toplayarak ta sonuca varmak mümkün olabilir, ayrı ayrı uygun bileşkeleri karşılaştırarak ta yapılabilir. Bu amaca bağlıdır. Bizler, örneğin fizikçiler, kendi alanımızdaki durumu incelediğimiz için fizik ve matematiğe uygun bileşkeleri karşılaştırırız. Böylece ileri veya geri (ilerisi olan yerde mutlaka gerisi de vardır, bu bir aşağılama değil) zekalı ve büyük-küçük katkılı denildiği zaman, kişinin yalnızca fizik bilgisini ve fizik bilimine katkısını değerlendirmiş oluruz. Bir insan fizikte geri, ama örneğin sanatta gelişmiş zekaya sahip olabilir ve bu çok normaldir.

Teorik fizik ve matematiğin böyle özelliği de vardır: Örneğin, Newton gibi fiziğe büyük katkıda bulunabilen bir insan yaklaşık 300 yıl sonra Dünya’ya gelebildi. Einstein’ın yaptığı en büyük katkı olan, Genel Görelilik teorisinden (1915) yaklaşık 100 yıllık bir zaman dilimi geçmiştir, ama onun gibi bilime büyük katkıda bulunan birisinin ortaya çıkması halen beklenmiyor. Acaba 10 veya 100 bin profesörü bir araya getirerek Einstein’ın vardığı sonuçlar kadar önemli olan bir sonuca varmak mümkün mü? Tabii ki mümkün değil. Bu nedenle “yeri doldurulamayan kimse yok” gibi yanlış slogan, gelişmemiş ve gelişmenin önü kesilmiş ülkelerin sloganıdır. Ama biliyoruz ki, örneğin sporda hep yeni rekorlar kırılmaktadır. Acaba 100 yıldır kırılamayan Einstein’ın Dünya rekoru kaç yüz yıldan sonra kırılabilecek? ODTÜ fizik bölümünden 1974 yılında istifa etmek zorunda kalarak, Amerika’ya taşınmış olan Feza Gürsey’in Türkiye rekoru 100-200 yıl boyunca acaba bir Türk bilim adamı tarafından kırılabilecek mi? Onun yeri doldurulur mu?

Zeka, düşünce ve bilgilerin karşılaştırması yaptığımız uzayda, koordinat eksenleri üzerinde hayvanlarında becerilerini koyabiliriz. Bu durumda onların insanlarla en büyük farklarının bilimsel düşünce, bilim ve teknoloji üretiminde olduğunu görürüz. Fiziksel özelliklerimizde, sesimizde, duygusal hislerimizde, kurnazlıkta ve diğer yönlerde farklar o kadar büyük değildir. Biliyoruz ki çok güzel sesli şarkıcının seslendirdiklerini basit sesli şarkıcıların sayısını arttırmak ile elde etmek olmuyor. Ses belirli frekans arasında olan mekanik titreşimlerinin sonucudur, bilim üretimi ise beynin nasıl çalıştığında üretildiği bilinmeyen bir ürünüdür. Milyonlarca profesörü bir araya getirerek Einstein’ın ürettiğini elde edemeyiz. Bu gerçekleri bilimimizi ve eğitimimizi yönetenlerin bilmesi gerekir.

Avrupa’nın birçok ülkesinin en büyük bilim adamlarını ikinci Dünya savaşından önce ve savaş sırasında Amerika aldı. Sovyetler birliğinin silahlı birlikleri Almanya’ya girdikleri anda, Amerika ve İngiltere’nin silahlı kuvvetleri de daha hızlı hareket ettiler. Bütün Almanya da keşifçiler iyi bilim adamlarını ve mühendislerini Amerika’ya, İngiltere’ye ve Sovyetler birliğine kaçırmağa başladılar, bilim adamları istemeseler bile. Bu ülkeler beyin zenginliğini arttırmak olanaklarını kaçırmak istemiyorlardı. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra oradaki genç ve iyi bilim adamlarının yaklaşık %50’si ülkeyi terk etti. Şimdi Amerika’da çalışan Rus asıllı bilim adamlarının ne kadar fazla olduğunu dergilerden görüyoruz. Bizlerinde beyin zenginliğine önem vermemiz gerekir. Ama ne yazık ki tam tersi olan sürecin güçlenmekte olduğunu görüyoruz.

Acaba ekonominin kalkınması için en önemli faktör olan temel bilimlerin ve yeni teknoloji üretiminin kötü durumda olmasının nedeni nedir? Nedeni bunların kültürümüzde pek olmamasıdır. İncelediğimiz çok boyutlu uzayda bunlara bağlı bileşkelere önem vermememizdir. Toplumumuzda, Amerikanın bazı eski başkanlarının, Napolyon’un, Karadeniz’in ve Kafkasya’nın kuzeyinde yaşayan Don ve Kuban nehirleri boyunca yaşayan kazakların ve diğerlerinin Türkler oldukları aramızda konuşulur (bunlar gerçek değil,  Don nehri boyu yaşayanlar Ukraynalılar, Kuban boyunca yaşayanlar ise Ruslardır). Ama büyük bilim adamlarından birinin bile Türk olduğunun konuşulduğunu duyamayız. Bu durum bizim bilim ve kültür adamları ile gurur duymadığımızı gösteriyor. Resmikabullerde sanatçıları (!), futbolcuları ve diğerlerini hep görüyoruz. Feza Gürsey gibi seçkin bilim insanları bu tip yerlere pek davet edilmez. Gelişmiş ülkelerde ünlü kavramı da farklıdır. 

2. Hayvanlar ve insanlar nasıl gelişirler: Gelişmenin temposu

Hayvanlar bildiklerini yalnızca kendi deneyim ve diğerlerinden basit öğrenim yolu ile elde ediyorlar. İnsanlar  bunlara ek olarak, bilgilerini okumak, aktif deney yapmak ve  bilimsel düşünce geliştirmek yolu ile elde ediyorlar. Gelişmiş ülkeler bilimsel düşüncenin ve yapılan deneylerin seviyesi ile, diğerlerinden ayrılırlar.                                                                                               Kuzma Prutkov

Pasifik Okyanusunun güney-batı kısmındaki adalarda yaşayan kargalar ile deneyler yapılmış: İçinde karga bulunan kafesten biraz uzakta bir et parçası bırakılmış ve daha yakına, kafesin içinden ete ulaşılabilmesi için yeterli olan uzunlukta tel parçası. Bu tel parçasına ulaşılması için ise, daha kısa tel kafesin yanına konulmuş. Kafes içindeki karga küçük çubuğu kullanarak daha uzununu yaklaştırıyor ve onu gagasına alarak eti elde ediyordu. Bu başarıya, denetilen 6 kargadan 4’ü ilk denemede ulaşmışlardı. Kargalar yemeği elde etmek için çubuğun ucunun bükülmesi gerektiğini bildiklerini göstermişler. Kargalar yaprakların ucunu ince yapmak için gagaları ile şeklini değiştirirler ve ağaç kabuğunun arasına sokarak böcekleri çıkarırlar.

Kargaların, insan toplumunda bilinen yöntemleri kullanmaları ile ilgili çarpıcı bir örnek: TV de karganın bu yöndeki bilgisini test etmek için bir uzun boğazlı şeffaf cam kabın içine peynir parçası ve yanına kolay bükülebilecek tel koymuşlar. Karga peynire ulaşmak için,  telin ucunu peynire batırmış ve yukarı kaldırmayı denemiş. Ama peynir kaymış. Bunu önlemek için karga telin ucunu biraz eğmiş ve telin bu eğri ucunu peynire saplayarak, çıkarıp yemiş. Böylelikle de karga basit mekanik alet yapmasını ve kullanmasını bildiğini kanıtlamış. Benzer deneyler çok yapılmıştır.

Doğada bilgi hep birikir ve üretilir. (Bilgi, bilim değildir. ÖSS sınavları da bilginin olmasını istiyor ama bilimin ve düşüncenin olmasını değil. Okul kitapları bilim anlatmalı, bilim vermelidir, sadece bilgi değil.) Buna örnek olarak kargaların ceviz yeme yöntemini hatırlatalım. Karga, cevizi kırmak için beton zeminin ve asfalt yolun daha uygun olduğunu biliyor. Yeni üretilmiş malzemelerin bazı fiziksel özelliklerini deneysel olarak öğrenmeyi kendisi için gerekli olduğunu anlamıştır. Cevizin ne kadar büyük yükseklikten düşerse o kadar kolay kırılacağını da biliyor. Tabii ki bu da bir bilgidir ama temeli matematiğe dayanan bilim kadar güvenli değildir. Ne mutlu bize ki biz cevizin kırılma olasılığının, onun betona çarpma anındaki hızına ve bu hızında cevizin düştüğü yüksekliğin karekökü ile doğru orantılı olduğunu biliyoruz. Karga cevizi kırmak için olabildiğince yüksekten bırakmalıdır. Neden karga her zaman böyle yapmıyor? Belki kargalar fiziğin kinematik ve dinamik kanunları dışında bir bildikleri vardır; nedeni sadece cahillik değildir.

Ceviz ne kadar yüksekten düşerse, parçaları bir o kadar geniş alana dağılır. Onları bulmak zorlaşır ve aynı zamanda cevizler yakında bulunan diğer kargalara veya çocuklara yem olabilir. Kargaların bu olasılıkları değerlendirmeleri gerekir. Seçim kolay değildir. Bu nedenle de sadece bir örnekle karganın bildiklerini değerlendirmek zordur. Ama uzun zaman izleyerek bildiklerinin ne kadar geniş ve mükemmel olduğunu anlayabiliriz. Buna istatistik fiziğin temelinde duran kanunlarda müsaittir. Nasıl ki biz hep aynı molekülü incelemiyoruz ve onların özdeş olmalarından yararlanırız, kargaların da ortak özelliklerini incelemek yeterli olabilir. Karganın bilgi seviyesini değerlendirmek kurnaz bilim adamının seviyesini değerlendirmekten kolaydır. Karganın neyi yaptığı ve nasıl yaptığı göz önündedir.

Şimdi, kargaların fiziğin diğer bir alanındaki bilgisini değerlendirelim. Çok soğuk havalarda, her yeri kar kaplayıp buz tuttuğunda kargalar karada ve ağaçlarda oturmak istemezler. Nehirlerin ve göllerin rüzgarlı olmayan bir yerinde, buz üzerinde bulunurlar. Acaba neden? Nedeni o kadar basit ki, bizler (fizikçilerin çoğu) bile bunu biliyoruz. Buzun altı sudur. Suyun sıcaklığı ise sıfırın üstündedir. Soğuk havada zaman geçtikçe su donmaya devam eder ve buzun kalınlığı artar. Bu süreç süresince buza dönüşen suyun her bir kilogramı çevreye 3.35×105 Joule veya 80 kilokalori ısı verir. Bu enerji, suyun yalnızca 00 C durumda buza dönüştüğü süreçte dışarı verdiği ısıdır. Bu enerjinin üzerine, suyun soğuması sırasında ayrılan ısıyı da eklemek gerekir. Bu örnekte de, kargaların ayrılan ısının hangi yönde ne kadar iletildiğini (sayısal olarak) ne kadar kesinlikte bildiklerini söylememiz çok zordur. Ama ısı fiziği ve termodinamikten bilgili oldukları kesin! Kanunlar, doğanın kanunlarıdır, bizler yalnızca onları öğreniriz ve öğretim sürecini kolaylaştırmak için fiziksel niceliklere uygun isimler buluruz. Kargaların öğretim metotlarını ne yazık ki bilemiyoruz.

Tavuklarla da bazı deneyler yapılmıştır. Bilim adamları tavuk yavrusunun (civciv) üzerine şeffaf ve delikleri olan kap koyuyorlar ve bu durumda civciv kaptan çıkamadığından bağırmaya başlamaktadır. Tavuk koşarak geliyor ve kabı devirerek yavrusunu kurtarıyor. Sonra bir diğer benzer deney yapıyorlar. Bu defa civcivin üstünü şeffaf ama ses geçirmeyen kapla örtüyorlar. Tavuğu kabın yanına getirdiklerinde ise, yavrusunun telaşta olduğunu görüyor ama sesini duymuyor. Bu sefer tavuk yavrusuna yardım etmiyor, çünkü düşünmüyor. Tavuğun harekete geçmesi için yavrusunun sesini duyması gerekiyor.

Kuşların ve diğer hayvanların kendi aralarında iletişimde olduklarını biliyoruz. Daha önemlisi ise bu iletişimin hangi seviyede olduğudur. Çoğumuz yüzlerce kuşun küçük bir hacmi olan küre (ya da elips) görüntüsü oluşturarak düzenli uçtuklarını görmüşler. Böyle uçarlarken hepsi birden yönlerini aşağı–yukarı, sağa–sola hızla değiştirebiliyorlar. Üstelik bu hareketleri birbirlerine çarpmadan, eşzamanlı olarak, sanki gösteri yapan sporcular gibi gerçekleştiriyorlar. Bu kadar kuşun arasında ki iletişim nasıl kurulur? Nasıl bunlar bir takım şeklinde hareket sergiliyorlar? Yaşamlarında gösterdikleri başarılara, kuşlar ve hayvanlar kısa ömürlerinde nasıl ulaşırlar?

Bilim adamları maymunların ortak çalışarak, muzları elde edip beraber yemelerinin mümkün olup olamayacağını araştırmışlar. Bu nedenle muzları yüksek bir yere asmışlar ve yere birkaç kutu koymuşlar. Bu kutuları üst üste koyarak maymunların muzlara ulaşmaları mümkündür. Sonra maymunları bu alana bırakmışlar ve onların ne yapacaklarını izlemişler. Maymunlar ortak çalışmamışlar ve her biri kutuyu diğerinden alarak kendisi muza ulaşmaya çalışmıştır. Aynı alana maymunlar tek tek getirildiklerinde, her biri kutuları üst üste koyarak muza ulaşabildiklerini göstermişlerdir. Böylelikle maymunlar kendi çıkarlarını ortak çıkardan çok daha önemli gördüklerini göstermişlerdir. Onlar ortak çıkarlara değer vermemişler.

Maymunlarda toplumsal değerler anlayışı yaygın olmasa da, haksızlıkları anlama ve tepki verme özellikleri vardır. Birkaç maymuna sirklerde gördüklerimize benzer işler yaptırmışlarBir biri ardı sıra maymunlar aynı gösteriyi yapmışlar, ama sonuçta bunlardan birine daha fazla ödül verilmiştir. Bu deneyi birkaç defa tekrarlamışlar ve her zaman aynı maymunun ödülü fazla olmuş. Aynı iş karşısında her sefer bu haksızlığı gören maymunlar incinerek verilen ödülü atmışlar.

Hayvanlar görebildikleri şeyleri yalnız yemeyi düşünmezler, tehlikeli veya tehlikesiz, gözlerine ve kulaklarına nasıl hitap ettiği yönünde de değerlendirirler. Örneğin ineklere senfonik müzik dinletildiği zaman süt üretimlerinde artış görülüyor. Kuşların ve böceklerin müzikten hoşlandıklarını ve müzik ile yaşadıklarını herkes biliyor. Ama hayvanlar gördükleri eşyanın şekli ile yalnız belirli bir amaç için ilgilenirler. Onları, eşyaların şekli yalnız gıda elde etmek için kullanışlı olup olmadığı ilgilendirir ve yalnız gördükleri anda. Onlar bu araçları asla yanlarında gezdirmezler ve korumazlar. Yalnız maymunlar gıda elde etme aracını bazen kendileri ile taşıyorlar. Bu da tekrarlanan deneyler ile görülmüştür.

İnsanlar cisimlerin geometrik şekli ile de ilgilenirler, onların kenar uzunlukları ve açılarının büyüklüklerini ölçerler, şekillerini karşılaştırırlar ve bu şekilde geometrik formüller çıkarırlar. Daha sonra bu şekilleri kafalarında canlandırarak, yeni bilgileri göz önüne alırlar, genelleştirmeler yaparlar, formüller üreterek analitik ve diferansiyel geometrilere geçebilmektedirler. İnsanlarda soyut düşünce, bilimsel düşünce, yeni bilim ve teknolojiler üretimi olanakları gelişmiş oluyor ve bu da zekanın, düşüncenin ve bilginin en önemli bileşkesidir.

Hayvanların hepsi yeni veya değişik ortamda bulundukları zaman, bu yeni ortama uyum sağlayamıyorlar ve duruma bağlı olarak kısmen yok oluyorlar. Böyle olaylar onların türlerinin de değişmesine neden oluyor. İnsanlar ise değişen ortama daha kolay uyum sağlamaktalar, doğadaki değişmeleri izleyerek gelecekteki hayat koşullarını, yaklaşıkta olsa, belirlemiş olurlar. İnsanlar olup bitenleri göz önüne alarak hayatlarını kolaylaştırmak için planlar kurar ve onları hayata geçirirler. Hayvanlarda bazı karşılaştıkları olaylardan ders alırlar. Onlar da kendi çıkarları için bir şeyler öğrenirler. Sirkte hayvanların ne kadar becerikli olduğunu hepimiz görüyoruz. Bazı maymunlar küçük rakamları bile iyice hatırlıyorlar ve bu rakamlarla bağlı bazı testleri üniversite öğrencilerinden daha hızla yapabilmekteler. Ama bunları yaparken onlar bir plan kuruyorlar mı? Avcı hayvanların planlı olarak çalıştıklarını biliyoruz.

İnsanlar hayatlarını devam ettirmek ve daha iyi koşullarda yaşamak için yeni iş aletleri düşünüyorlar ve yapıyorlar. İnsanlar elde ettikleri bilgileri ve ürünleri ticaret yolu ile paylaşırlar. Günümüzde Dünya’daki bütün toplumların, genelde Avrupa kökenlilerinin ve Japonların buluşlarının sonuçları olan ilaçları, malzemeleri, aletleri, bitki tohumlarını, vb. kullandıklarını görüyoruz. Hayvanlar içinde bu yönde en gelişmişleri bazı maymun türleridir. Bunlarda yalnız en basit iş aletlerini yapabilirler, ama genelde aletlerini korumamaktalar ve her gereken durumda yenilerini yapıyorlar.

Yunusların, ayıların, su aslanlarının, maymunların, vb. çok şeyler yapabileceklerini çoğumuz izlemiştir. Ama örneğin yunuslar ses çıkararak iletişim kurmalarına rağmen, bu iletişimde diğerlerine ilettikleri korku, acı, yiyecek, tehlike, cinsel ilişkiler ve benzerleri dışında bir şeyler değillerdir. Hayvanlarda hayatta kalmak ve yuva yapmak dışında, en basit şekilde de olsa, geleceklerini ilgilendiren doğru düşünceler ve temaslar genelde yoktur. Hayvanlar genelde böyle şeyleri yalnız yavru yetiştirmek dönemlerinde yapıyorlar. Yalnız bazı hayvanlarda ve böceklerde basit ilişkilere dayanan ve geleceğe doğru yönelmiş davranışlar gözlenmektedir, örneğin karıncaların merhametli olan sosyal hayatlarında.

Yalnızca bir-iki hafta kadar ömürleri olan karıncaların yaşamları ile ilgili olan örneklerin bazılarını hatırlatalım. Masanın üstündeki bala, karıncalar ulaşamasınlar diye masanın ayaklarını içi su dolu kaplara koymuşlar. Karıncalar bala ulaşmak için duvardan yürüyerek odanın tabanına çıkmışlar ve oradan kendilerini masanın üstüne bırakmışlar. Balı aldıktan sonra masanın üstünden, sudan uzak yerlere kendilerini bırakarak yuvalarının yolunu tutmuşlar. Karıncalar birbirlerine akrabalık bağı ile bağlı,  büyük (bazen 100 milyona yakın sayıda) toplumlar şeklinde yerin 6 metre kadar derinliklerinde, birbirlerine geçit yolları olan yuvalar kurarlar. Öyle yuvalar kurarlar ki, oraya sel suları bile girmiyor! Onlar, yuvalarında bazı bitkilerin yapraklarının üzerinde mantar üretirler.

İnsanlar konuşarak ve okuyarak hiç görmedikleri şeyler hakkında bilgi sahibi olurlar ve bu bilgiler, düşünce kapasiteleri çerçevesine bağlı olarakinsanları geleceğe doğru yönelmiş bilgiler ile temin ediyor.  İnsan toplumu bilimde ve eğitimde ne kadar gelişmiş ise, bir o kadar da dili kesinleşmiş ve zenginleşmiş oluyor. Dil iletişim aracıdır. Düşünce kapasitesi gelişmemiş toplumun dili de çok gelişemez. Sadece yeni sözler-sözcükler üretmek ve ezberlemek çokta işe yaramaz. Papağanlara ne kadar yeni söz öğretilirse öğretilsin, onların dili yoktur. Böylece, insanların dilleri onların gelişmişlik göstergesidir.

Hayvanlar milyonlarca yıldır yaşamalarına rağmen pek gelişmemişler. Çünkü onların gelişmesi çok küçük hızla değişen biyolojik yaşamlarına bağlıdır. İnsanların gelişmesinde ise esas faktör sosyal yaşamlarıdır. İnsanların sosyal yaşam kanunları (gelenekleri) ve anlayışları ne kadar farklı ise, onların gelişme tempoları da bir o kadar farklıdır (çizgisel bir bağlantı olduğunu söyleyemeyiz). Toplum yalnız kendi değerlerini uygun şekilde değiştirerek gelişme temposunu artırabilir. Zamanımızda ekonomik gelişmede, eğitim ve bilimin gelişmesi için gereken şartlara bağlıdır. Soyut düşünceyi, temel bilimleri, yeni teknoloji üretimini geliştiren anlayış olmayan yerlerde ne önemli ekonomik gelişmeden ne de kültürel gelişmeden konuşmak anlamlı sayılır.

En gelişmiş hayvanlarla, en az gelişmiş insan toplumları arasındaki farkın çok büyük olduğunu da tartıştık. Hayvanlar bildiklerini yalnızca kendi deneyimleri ve diğerlerinden basit öğrenim yolu ile elde ediyorlar. İnsanlar bunlara ek olarak, üretilen bilgileri okumakla, aktif şekilde deneyler yapmakla ve bilimsel düşünce geliştirmek yolu ile elde ediyorlar. Gelişmiş ülkeler bilimsel düşüncenin ve yapılan deneylerin seviyesi ile diğerlerinden ayrılırlar. Böyle özelliklerde bilimsel tartışmaları olmayan, düşünceye dayanan eğitimi olmayan, kendi çıkarlarını korumak amacı ile kamplara bölünmüş toplumlarda olmaz.

Ama insanlar ve insan toplumları arasında da farklar çok büyüktür. Gelişmedeki büyük farklar esasen toplumlar arasında değil, ayrı ayrı insanlar arasındadır. İnsan düşüncesi geçmişte olanlar ve yaşadıkları ile sınırlıdır. Bu limiti aşmak için bilimsel düşüncenin hızla gelişmesi ve bu düşünce kullanılarak bilgiler elde edilmesi lazımdır. İnsan düşüncesi serbest olarak gelişmiyor. İnsanın düşüncesini yaşadığı ortam belirliyor.

Farklı toplumlar arasındaki edebiyat, müzik, sosyal bilimler ve spor alanlarındaki gelişmeler ve bunların farkları kesinlikle fen bilimleri ve ona dayanan yeni teknolojiler üretimindeki kadar büyük değildir. Örneğin, yaklaşık olarak,  temel bilimleri ve teknolojileri yalnız Avrupalılar, Yahudiler ve Japonlar geliştirmekteler. Bunlar insan toplumlarını ayıran en önemli faktörlerdir. Yalnızca kaliteli eğitime ve bilime değer veren az sayıdaki toplumlarda, çevremizdeki üç boyutlu düz uzaydan (Öklid veya Euclid  M.Ö.  325-265) yola çıkarak, faz uzayı, Lobachevsky (1792-1856)-Bolyai (1802-1860), Riemann (1826–1866), Hilbert (1862-1943) ve Banah (1892-1945) uzaylarını ortaya çıkarmışlar.

Einstein boş uzayın nasıl eğilebileceğini buldu. Einstein aynı zamanda gördüğümüz nesnelerin uzayda yerleşmemiş ve genel kanıya ters olarak uzayın cisimlerin arasında yerleşmiş olduğunu göstermiştir. Madde ve alanlar olmasa boş uzayda olmaz. Yukarıda isimleri geçen (çok sayıdaki diğer büyük bilim insanları gibi) bilim insanları Asya’da, Afrika’da veya Latin Amerika’da doğup büyüselerdi, böyle önemli işler yapabilirler miydi? Burada hemen hatırlatalım ki, TÜBİTAK,  YÖK ve TÜBA için büyük bilim adamı ölçütleri baskın olarak makale ve yayın sayılarıdır. Bu nedenle, bu isimleri geçen bilim adamları ve bir sürü zamanımızın fizik Nobel ödüllü bilim insanları, bizim görüş açımızdan bizlerden bazıları gibi pek önemli bilim adamları sayılamazlarörneğin fizikte devrim yaratmış Werner Heisenberg. Çünkü o az sayıda makale yazmıştır.

Çok boyutlu uzayda sosyal bilimler ve hayatla ilgili bileşenleri yönünde karşılaştırmalar yapsak farklı toplumlar ve insanlar arasındaki farkın temel bilimlerdeki farklardan çok daha az olduğunu görürüz. Örneğin Birleşmiş Milletlerin başında bir zenci vardı. Amerika’da zenci karışığı olanların en önemli görevlere gelebildiklerini görüyoruz. Bunları sporda ve müzik alanlarında da görüyoruz. İyi seslerin (kulağın) kuşlarda da olduğunu görüyoruz, onların nota bilmemesine rağmen. Notalar zengin müzik yazmak için çok önemlidir. Kuşların ve böceklerin ses telleri de çok mükemmeldir. Onların az enerji sarf ederek ne kadar yüksek seslerde müzik ifadelerini bir hatırlayın. İnsan sesinin gücünün onların seslerinin gücüne olan oranı, kütlelerinin oranları ile karşılaştırın. Ses ile ilgili bileşenleri karşılaştırdığımız zaman bazı kuşların ve böceklerin ne kadar mükemmel yaratıklardır olduklarını görüyoruz. Bazı hayvanların yavrularına olan sevgisi ve kaygısı bazı insanlar için örnek oluyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir