Savruk Düşünceler – 8

Sayı 51- Temmuz 2016

Ramazan davulcusu

Sahur davulculuğu ile ilgili farklı duygular yaşarım. Doğup büyüdüğüm köyde öyle bir adet yoktu. İlk gençliğimde İstanbul’da fark ettim. İkinci yılda yanıma iki arkadaş da alarak mahallede ramazan davulculuğu yaptım. O sıralarda işçi olarak çalışıyordum. Kendim için değil, toplum içindi: Kış yaklaşmak üzereydi, topladığım parayla mahalledeki altı yoksul ailenin odun ve kömürünü alıp, evlerine teslim ettim. Birkaçını tanımıyordum bile; birileri onların yoksul olduğunu söylemişti, yetmişti. Bazıları “niye bize yok” diye sitem ettiler, kırıldım galiba. Bir daha yapmadım.

Sonraları vatandaş olarak davulcularla başım belaya girdi. Penceremin dibinde çalıp duran bir davulcu peydahlanmıştı. Çok sinir bozucuydu. Çalar saat icat olduğu için lüzumsuz, kişi (kul) haklarını çiğnediği için antidemokratik ve saygısız bir davranış olarak gördüğüm de oldu. Şimdi kültürel bir renk olarak görüyorum. Ancak davulcuların bu rengi sorumlu ve güzelterek kullanmaları, geliştirmeleri bu rengin sürdürülüp sürdürülmeyeceğine sebep olacak. Davulcuların davullarının sesine isyan eden çok sayıda insan olduğunu da biliyorum.

 

Dünya’nın ahvali

Arada bir dünyanın belli başlı ülkelerinin sosyal paylaşım siteleri ve en çok okunan gazete ve yayınlarına bakıyorum. İlginç oluyor. Abd kitlesi oldukça cahil, bilgisiz, midesinin ve bedeninin derdinde, hedonist ve anını yaşayan bir güruh halinde görünüyor. Dünyayı çekip çevirmede gereken entelektüel birikimi dışarıdan devrişilen beyinlerden ve içerideki Musevilerden alıyor. Dinamik, rasyonal ve zıpır.

Avrupa genel olarak çok ileride, entelektüel düzey çok yüksek. Zevklerinin bile felsefesini yapabilecek bir kitleye sahip. Yaşlı, durgun ve bilge.

Ruslar iki türlü. Avrupa’yı da aşan bir yüksek kültür ile Rus magandalığını öne çıkaran, bizim Recep İvedik tiplemesinden daha kaba, hoyrat, vahşi, erkekçi bir alt kültür bir arada yaşıyor. Birbirlerine karıştıklarını sanmıyorum ama ayrışmış da değiller, Alt kültürdekiler bizimkiler gibi yüksek kültüre tepeden bakmıyor, hayranlık duyuyor ama “beni bana bırak” diyor, ezmiyor ve ezilmiyorlar. Yüksek kültürde olanların gururu edebiyat ve sanat geçmişine bağlılıkları iken hepsinin ortak hayranlığı orduları. Ordularına hayranlar. Bizdekinin tam tersi yani; ordumuz alt kültürün iktidar olmasından beri saygınlık açısından en zor günlerini yaşıyor. (Tarihimizde neredeyse hiç böyle olmamıştı.) Ruslar, Doğu’nun liderliğine oynuyor, bunu yapacak birikim ve motivasyona sahip görünüyorlar, buna inanıyorlar, hedefi görüyorlar yani! Ruslar genç, dinamik, bilge ve gözü kara bir tablo çiziyor.

Bize gelince… Bir şey söylemek çok zor. Medyanın ezici birçoğu bir partinin emrinde. Sosyal paylaşım siteleri ise partinin ücretli propagandist bilişimcilerinin kontrolünde, istedikleri konuyu toptivit yapıp kendi havalarını çalıyorlar. Kurdukları sanal örgütlerle (face grup gibi) topluma enformasyon pompalıyor ve doğruyu yanlış, yanlış doğru diye sunup yönlendirebiliyorlar. Tarihi insanların kafasında farklı yazıyorlar. Toplumun rotasını değiştirmeye çalışıyorlar. O yüzden medyaya bakarak çıkarım yapmak güvenli olmaz. Ne yazık ki parti çıkarları ülke çıkarlarının önünde görünüyor. Bu emek ve çabayla bari bilimsel bilgiler verip toplumun seviyesini yükseltseydi diyesim var, öyle bir ufuklarının olmadığını üzülerek görüyorum. Türkiye, genç ve dinamik bir kitle ama bilgisizlikten, bilimsel bilgi tüketilmemesinden ötürü yeniyetmelikten kurtulamamışlık her yerinden akıyor. Yanılıyor da olabilirim, durum daha da kötü olabilir ve zübükokratik bir ortakyaşarlık düzeninde olabiliriz. Osmanlıcılık, İslam birliği, Türk birliği gibi büyüme odaklı fikir hareketlerinin olması umut verirken, bunun entelektüel ayağının olmaması, hatta böyle bir ihtiyacın farkında bile olunmaması, ütopyaları masal halinde bırakıyor. Daha bilim toplumu olamadan bilişim toplumunda büyük ütopyalar kurmak gerçekçilikten uzaktır. Bilimi, rasyonaliteyi yedi yaşın üstündeki herkese kavratmış olmalıydık. Politikacılarımızın başarıyı iktidarda kalmak ve bunun için gerekirse toplumu bilimden uzaklaştırmak olarak anlaması büyük şanssızlıktır. Politikacıların devlet adamı olamadığı bir fetret devri yaşıyoruz. Tarihi bir bütün halinde göremiyor, tarihin neresinde olduğumuzu bilenlere değer vermiyor, küfürleşip birbirimize kızıp küsüyoruz. Önümüzü göremiyoruz, hedef ufkun çok ötesinde ve nereye gideceğimize karar veremiyoruz. Osmanlı’dan beri belirlediğimiz uygarlık projesi hedefinden kısmen uzaklaşıyoruz. Zaman kaybediyoruz. Darbeler çağını atlatamadığımız anlaşılıyor. Darbecilere lanet olsun, tamam… Ama hükümetler gerçekten masum mudur, darbe ortamlarının hazırlanmasında kabahatleri, hatta suçları yok mudur? Kenan Evren’in kurduğu rejimin makinesini durdurmak zorundayız; uçuruma gidiyoruz.

Arap ülkelerini geçiyorum, ciddiye bile almıyorum. Kaldı ki, ilkelliğe bulaşmış metafiziğin kesif kokusundan yanlarına yaklaşılamıyor bile.

 

Hainler Mezarlığı!

15 Temmuz 2016’da birileri darbe yaparak devlete el koymaya kalkıştı. Yargılanıp cezalarını bulacaklar. İçlerinden bazıları öldü. İstanbul Belediye Başkanı onların cenazelerini mezarlığa değil, ayrıca yapılacak bir “hainler mezarlığı”na gömülmesini istedi. Öyle bir mezarlık hazırlandı, tabelası konuldu. Devletin din örgütü Diyanet de namazlarının kılınmayacağını açıkladı, gazeteler yazdı!

Bunlar olgun davranışlar değildir. İnsandır, kabahatli olur, suç işleyebilir, günahkâr olabilir. Yargılarsınız, gerekirse en ağırından hukuken cezasını verirsiniz. İdam vs… Günahları için Allah’a havale edersiniz. Lanetlersiniz… Akıldan çok duygularla davranıp öfkeyle hareket ederseniz, sonradan mahcup olacağınız iş yaparsınız. Ayıptır.

Beyler… Ölüden şeytan bile vazgeçer… İnsan ölünce bu dünya ile olan hesabı biter. Bir cesetle didişmek insana yakışmaz. İnsanlığınızı korumak istiyorsanız, kininizi insanlığınızın önüne geçirmeyin!

 

Ahıskalı nine

15 Temmuz darbe girişimi günlerinde Kazakistan’daydım ve oradakilerle haberleri üzgün biçimde izliyorduk. Ahıskalı bir nine bana dönüp dedi ki: “Eve bir sinek girende ona kıyamiyerim, camı açiyerim ki çıksın; yaşasın. Ama Putin Türkiye hakkında köti söyliyende, “Putin seni öldürürüm” diyerim… Her namazdan sora Türkiye’ye duva ediyerim; var olsun, ey olsun, kuvetli olsun diye… Sahi siz orada niye yola getmiyersiz, niye geçinemiyersiz, neyi bölemiyersiz? Sizin o başızdakilere get de ki, daha ey misliman iseler daha ey geçinsinler. Get onnara bele de.”

Dedim nene.

 

Komprador aydın…

Temmuz 2016’da darbe girişiminde bulunan malum cemaate ait bankaya, şirketlere, hastanelere, okul ve dersanelere el konuldu. Cem Uzan’a ait mallara da el konulmuştu. Başkalarına da… Daha önceki dönemlerde başkalarınınkine de… Birileri suç işleyince, ya da işlediği düşünülerek, yargılamadan mallarına el konuluyor ve dağıtılıyor. Suçlu olsalar bile mallarına el konulabilir mi, bilmiyorum, hukuk felsefesine girmek istemem. İktidarın gücünün birilerinin mallarına el koyma ve dağıtma amaçlı kullanılması ilginçtir. Şimdiki hükümet için söylemiyorum. İktidar değişikliğinde servetin el değiştirmesi, servete el koyup paylaşma, insanoğlunun en eski yağmalama biçimidir ve çıplak haliyle sürdürülüyor.

Türkiye gibi ülkelerde bu uygulamayı gören yerli kapitalistler iktidarın mallarına el koymasını önlemek için yabancı kapitalistlerle işbirliği yapar, ortaklık kurar. Mesele diplomatik hal almasın diye gerçekten de mallarına el konulamaz veya daha zor olur. Mesela bu yüzden yerli otomobiliniz yoktur, otomotiv sanayiniz gelişmez zira kapitalistiniz kendisi otomobil yapıp üretmek yerine dışarıdan bir ortak bulup, üretimi başka bir ülkede yapıp, parçalar halinde Türkiye’ye sokup burada montajını yapar. Böylece millî burjuvazi gelişmez, dışarıya bağımlı yani komprador burjuvaziniz olur. Millî sanayiniz de kurulmaz, Sermayedarınızın ayakları kendi ülkesine basamaz… Onun çıkarları kendi milletinin değil, ortağının ülkesinin çıkarlarıyladır, ortağının çıkarları onun için daha önemli olur. Ekonomi çok şeyin belirleyicisidir ve milletçe hapı yutmuşsunuzdur!

Aynı şey entelektüalizm için de geçerlidir. Bu ülkenin aydını ya olmaz ya da komprador aydını olur. Cılız bir aydın kesimi varsa o da sürünüyordur. Çünkü kendisine dışarıdan bir abi bulamazsa onu yerler! O yüzden yerli-millî aydın kıtlığı da yaşanır bu ülkede. Yerli ve milli olanlar da haddini bilir, hapishanelerden yetişen aydın cılız kalır. Sonra da “burası niye çorak” derler. Şakacı şeyler…

 

Din terbiyesi

Oradan bakınca nasıl görünüyorum bilmiyorum. Kimseye bu konuda açıklama yapmak zorunda da değilim ama söyleme gereği hissediyorum. İslamiyet’te, Hanefi-Matüridi yorumunu tercih eden bir aileden geliyorum. Bunun bir “inanç” olduğunu, kendine göre adet ve göreneklerinin olduğunu biliyorum ve diğer yorumların da kendi iç tutarlığı açısından kendine göre uygulamaları olduğunu da kabul ediyorum. Bu bir yorum ve tercihtir. Kimsenin yorum ve tercihlerini yargılama, dışlama ve aşağılama hakkım yoktur, yapmadım, yapmam da. Herkesin de öyle olması gerekir. Özellikle hakim olan Sünnilikte bazılarının kendi tercihlerini zorla uygulamalarına şiddetle karşı çıkıyorum. Haddini bilmemek ve terbiyesizlik olarak görüyorum; gayri meşru bir tavırdır ve yasadışıdır. Kendini birilerinin inançlarına, bir başkasına bir engeli olmayan yaşama biçimine karışma hakkını gören, bana da karışma cüreti gösterebilir ve bu haddini bilmezliği reddediyorum. “İnanç özgürlüğü” ötekilere zulmetme hakkı istemek anlamında anlaşılamaz. Konunun teolojik tarafından girip, yargılamanın Allah’a ait olduğu tartışmasına girmek istemiyorum. Sosyolojik olarak barış içinde yaşamak istiyorsak bu terbiyesizlikten vaz geçmeliyiz. Bu terbiyesizliği ve suçu, anayasa ve yasalardaki laikliğe rağmen, devletin her boydaki memuru, devlet gücünü kullanarak yapıyorsa, “kandırıldık, kullanıldık” dememeleri için ahlakı ve vicdanı olanların o devleti yönetenlere de bir çift sözü olmalıdır:

 

İslamofobi

Hristiyanlar İslam’dan korkuyormuş, İslamofobi gelişmiş. Bir tür hastalık. Ben bir Müslüman olarak İslamcılardan korkuyorum da elin gâvuru ne yapsın! Yusif İslam, “ben Kur’an okuyarak Müslüman oldum. Önce Müslümanları tanısaydım Müslüman olmazdım” diye boşuna dememiş. El alemi kınayacağımıza aynaya bakalım; sevimli miyiz?

 

Mısır’da Firavun ideolojisi

İslam dünyasına hakim olan ideoloji; 16. yüzyıldan berisini bilmeyen, bilse de söylemek ve icra etmek işine gelmeyen, ağzını her açışta din ve mezhep ayrımcılığını kusan, din, mezhep eşitliğinden, çoğulculuktan bihaber, dini, Müslümanların hayatını cehenneme çevirerek kendi hastalıklı egosunu tatmin etmede kullanan, demokrasiyi en çok oyu alanın Firavun seçilmesi ve küçük bir tanrı olarak her haltı yemesi sanan küçük adamların ideolojisidir. Ortaçağda demokrasi yoktu. Ortaçağ ideolojisinden de demokrasi beklemiyoruz. Demokrasiyi istismar edip ilkellik ve seviyesizlik sergilemekten başka ne yaparsınız? Uygarlığı bu kadar geriden takip ettiğiniz için size saygı da duymuyoruz. Sanki Mursi demokrasiyi kuracakmış da engellenmiş… Gidin işinize. Maskeniz düşeli çok oldu, çıplaksınız; ayıplarınız ortada.

Bir “seçilmiş siyasetçi” lafını dillerine doladılar. Firavun olarak seçildiklerini sanıyorlar, demokrasi kültürleri yok ki! Seçilince her bir şeyi yapma hakkı ve ayrıcalığı elde ettiklerini sanıyorlar. Seçilmiş olsan, adın Mursi bile olsa yetkilerini hem kanunen, hem hukuken, hem de vicdanen aşamazsın. Vatandaşlar eşittir. Birisi öğretmenlik, diğeri marangozluk biri de cumhurbaşkanlığı yapar. Kanun önünde hepsi eşittir. Hepsinin görev sınırları vardır. Yurttaşlar içlerinden bir yurttaşı Firavun olsun diye seçmiyorlar, tanrısallaştırmaya gerek yok. Cumhurbaşkanı yetkisini “Firavun yetkisi” sanırsan sizin demokrasiniz bile şişer… Perva yok, uyarı, ikaz da takmıyorsa Mursi, “anayasa neymiş, benim keyfim kanundur, anayasadır” diyorsa, önüne geleni ağlatıp sızlatıyorsa sonucuna katlanacak. Dünyanın gözü önünde Mısır Anayasasını çiğnedi, yırtıp attı. “Firavuna yasak yok” diyorsanız o başka. Fırsatı bulunca böyle iteleyiveriyorlar işte…

 

Zavallı muhalefet partileri

Kan dökmedik, hırsızlık yapmadık, yapana destek olmadık, yalandan tiksindik. Hayatım bu pisliklerin önüme koydukları engelleri kaldırmakla geçti. Milyonlarcamızın hayatı bu Nato yavşağı ayak takımının cehenneme çevirdikleri güzel ülkemizde ömrümüzü iştahsız biçimde sürmeye çalışmakla geçti. Chp ve Mhp, sanki her şey yolundaymış gibi cici muhalefet oynadılar ama hükümete yardım etmediler çünkü görev yapmadılar. Şımartılmış resmi cemaatin devlet imkânlarını kullanarak yaptığı haksızlıklar Gezi olaylarında olduğu gibi sosyal patlamalara yol açtı. Gözlerinin önünde anayasa ve kanunlar çiğneniyor, gelip bana gösteriyorlar, sanki ben körüm! Yapacak başka bir şeyin yok mu, çağır gelip öğreteyim.

 

Kısa din dersi

İslam dini insanları iyiye, doğruya, güzele getirmek için, biz inananlar uyalım diye, Allah’ın koyduğu kurallardır. İyi, doğru ve güzel insansan Müslümansın. Biz babamızdan böyle öğrendik. Peki “iyi”, “doğru” ve “güzel” olan nedir? Şimdi iyi, doğru ve güzelin ne olduğunu öğrenmek için bilim, sanat ve felsefeye müracaat etmeli, başka yer ya da kişiye değil! Bilgiyi bilim, sanat ve felsefe kurumlarından öğrenmeli veee, kendi aklınızla karar vermelisiniz; şunun bunun aklıyla değil. Ne demişti Kant? “Kendi aklını kullanma cesaretini göster!”

 

Medya çakalı

Medyada epey bir kadrolu Amerikan vesayetçisi, gazetesindeki yazısını ancak 3-5 kişiye okutabilen gazeteci kılıklı, aydın üniformunda beyin iğfal şebeke elemanı vardı. Onlar yetmezmiş gibi halkla diyalog kuramayan kapıdan kovsan bacadan girecek kadar arsız adam da medya üzerinden tacize başladı. Zeytinyağı gibiler; hangi sıvıya dökseniz üste çıkıyorlar. Geçmiş dönemin adamıydılar, şimdi geçmişe küfrediyorlar. Geçmişin pisliklerini örtmeye çalışıyorlar. Helalleşmeyeceğim, mahşere kalsın.

 

İllallah

Biz bitmeyen bir batılılaşmadan mustaripken, İslam dünyası (ve epeyce de biz) bitirilmeyen ortaçağdan illallah dedik.

 

Öğretmenler odası

Dost acı söyler. Öğretmenler odası muhabbetlerine bakın, eğitimin ön cephesinde vuruşanların hangi seviyede konuştuğundan, milletin geleceğinin kimlerin elinde olduğunu görün.

Öğretmenlerin yılda (haftayı, ayı geçtim) okudukları kitap sayısı ortalaması kaçtır ve okuyanlar da ne okuyor? Kaç kişi karşılaştığı eğitsel bir sorunu önce bilimsel kitaplardan arayıp sonra gerekirse kıdemlilere soruyor? Öğretmenlerin meslek ahlâkı standartlarına uyumu % kaç? Cevap olarak meslek dayanışması, sınıf dayanışması öneriyorsunuz. Geçinemiyoruz diyorsunuz. Bunlara itirazım yok. Bilimsel bilgiyi diğer bilgilerden ayıramayan öğretmenler var. Nasıl bilimsel bilgi aktardıklarını ve bilimsel tutum ve davranışlara sahip öğrenci yetiştirdiklerini iddia edebilirler.

Değerlerden arındırılmış müfredat AB(D)den; dakikası dakikasına yapılmış, öğretmenin yaratıcılığının ortadan kaldırıldığı planlar MEB’den… Bunları sorgulamak yerine siyasi parti uzantısı olmuş, bazıları kavimci-dinci sendikalar da öğretmenlerden. Anladık ki birileri sistemi bozup, bize illallah dedirttikten sonra kendi sistemini yerleştirecek. Ölümü görüp sıtmaya razı olacağız. İyi de, bu ahval ve şerait altında öğretmenler odasında ne konuşuluyor?

Öğretmenlerden bu anlamda hiç umudum yok. 12 Eylül 80’den beri en ağır haşlamayı yediler, sadece facebook sitelerinde “mırın kırın” edebiliyorlar. Ortalığı yıkmaları gerekmez ama demokratik bir tepki örgütlemeliydiler. Yapamadılar çünkü çok bölünmüşler, meslek bilinci yok ve… Neyse, küçük burjuva haller…

 

Osmanîliler

Bizim İslamcılarımız pek bir Osmanlısever oldular, anlamak mümkün değil. Göktürk değil, Selçuklu da değil, Osmanlı! Aslında Türk’le Osmanlıyla ilgili değiller; basit Ortadoğucu, sıradan Arapçı veya tipik panislamist. En belirgin özellikleri modernizme karşı çıkışları. Belki de Tarih bilimi yerine Mısırlıoğlu veya Kısakürek’ten antimodernist propaganda metinleri okuduklarındandır. Sanayi devrimine itirazı varmış kardeşlerimizin! Benim de var ama bazı sonuçlarını beğenmiyorum diye elektrik kullanmamazlık da edemiyorum. Demokrasi de öyle. Girmeyeyim o bahse.

Bizde tutuculuk her daim vardı. Günümüz İslamcılarının ata-babaları Osmanlıda da vardı ve onlar da devletle hep kavga ederlerdi. Osmanlı çok defa bunların kellelerini vurmuş, hatta Fatih bir cemaat mensuplarını diri diri yaktırmıştır. Fatih zihniyeti devrimciydi ama İslamcılarımız pek bir sahipleniyorlar. Abdülhamit de öyle, Abdülhamit modernisttir. Yani şimdiki İslamcılarımızın tam da karşı oldukları durumdadır. Bilimsel (laik) eğitime onun zamanında geçilmiştir. Karma eğitim hakeza. Peçeyi yasaklayan da Abdülhamit’tir. Neyse. Fatih’ten bir hikâyecik paylaşayım: Fatih, zamanının mülki amirlerine hitaben yazdığı bir fermanda: “Allah’ın kullarına soracağı soruları siz onlara sormayın. Siz insanlara karnının aç mı tok mu olduğunu, çocuğunu okutup okutamadığını, evlendirip evlendiremediğini ve ona nasıl yardım edebileceğinizi sorun.” dermiş.
Haydi, Osmanlıcı kardeşim, Fatihçi hemşerim, duy Fatih’i, ibret al…

 

Vatan

Çocukluk insanın anavatanıdır. Hayat karşısındaki yorgunluk, yılgınlık ve yabancılaşmalarda çocukluğumuza döner, ona sığınırız. Çocukları mutsuz etmeyelim, vatana döndüklerinde güzel bir şey bulsunlar.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir