Kazakistan’ın önemli şairlerinden biri olan Şirin Mamaserikova ile röportaj yaptık. Telefonla röportaj için izin ve randevu talebimize nezaket gösterip gecikmeden döndü ve randevulaştığımız saat 15’te Merke Kütüphanesinde bizi kabul etti. Randevuya on dakika önce giderek hazırlıklarımızı yaptık. O tam zamanında geldi.
Üzerinde yeşil bir elbise ve üzerine beyaz bir hırka giymiş ve başına zarif yeşil bir türban bağlamıştı. Sevimli bir yüzü vardı ve tebessümüyle altın dişleri pırıl pırıl parlıyordu.
Tercümanlığı simultane ayarında ve en iyi biçimiyle Minara Aliyeva Çınar yaptı. Tercümanlık yaparken bir yandan da videoya kaydetti ve bu röportajın kotarılmasına büyük katkı sağladı. Minnettarlığımızı beyan ediyoruz.
Şirin Hanım’a kendimizi tanıttıktan sonra birkaç gün önceki 70. Yaş günü toyundaki ihtişama hayranlığımızı belirttik. Hem büyük bir sanatçı hem de aydınlık bir düşünür ile edebiyat, sanat ve Türk Dünyasının konuları üzerinde konuşup, onun görüşlerini Türkiye’deki okuyucularına aktarmaya çalıştık.
İkram Çınar – Türkiye’den size selam getirdik. Soğuk savaş dönemi boyunca aramızda duvar vardı, sizden uzak kaldık ama sizi, Türk dünyasını aklımızdan hiç çıkarmadık. Kültürel akrabalarımızın buralarda bir yerde meçhul biçimde yaşadığınızı biliyor, bir yandan da çılgınca merak ediyorduk. Nasılsınız?
Şirin Mamaserikova – Bizim atalarımız aynıdır. Aynı ana-babanın çocuklarıyız. 3. veya 5. yüzyıllara kadar bir aradaydık. Vatanımız burasıydı ve birlikte yaşıyorduk. Zamanla atalarımızdan bazıları Batıya yöneldi, Avrupa’ya gidenler oldu. Biz de atalarımızı çok seviyoruz. Biz buralardayız ve burayı bırakmıyoruz, vatanımızı seviyoruz. Ben tarih üzerine de okuyup yazıyorum. Bakın şu kitabımda bile atalarımıza ve kültürümüze dair yazı ve şiirlerim var. İskitlerin hükümdarı Anacharsis… Sakaların oğluydu. Solon’u çok severdi. Heredot Tarihinde ondan söz eder. Ona sormuşlar, “en güzel şey nedir” diye, “dildir” demiş. “En kötü şey nedir” diye sorunca “yine dil” demiş. Çünkü dil aracılığıyla başkalarıyla dost da olabilirsin, düşman da. Vatanına döndüğü zaman onu çekemeyenler tarafından öldürülmüştür. Ama adı yaşıyor, çok zeki bir insandı. Farabi de burada doğdu. O da burada ve eserleriyle yaşıyor. Bir filozoftur, ikinci öğretmen olarak bilinirdi, birincisi Helendi. Müzikologdur ve müzik aletleri geliştirmiştir. İyi bir icracıydı, bir eseri çaldığında bütün insanları onu dinlerdi. Müzikle neşelendirmeyi de hüzünlendirmeyi de iyi becerirdi. Tarihte çok önemli şahsiyetler yetiştirdik. Hangi birini sayayım. Biz burda iyiyiz.
İkram Çınar – Sizi sizden dinleyerek tanıyabilir miyiz?
Şirin Mamaserikova – Buraya yakın bir yer olan Lugovoye ilçesinde dünyaya geldim. Sonra Pedagoji okulunu okudum. Enstitü sınavlarını kazanıp orayı da bitirdikten sonra beni Merke’ye öğretmen olarak atadılar. Önce Kazak Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak çalıştım. Sonra ilçe öğretim yöntemleri uzmanı olarak Halk Eğitim Müdürlüğünde görev yaptım. 17 yıl da Merke müzesi müdürü olarak hizmet verdim. Şu an emekliyim. Şimdi kitap yazıyorum, 10’a yakın kitabım var. Kazakistan Yazarlar Birliği üyesiyim. Merke’ye hizmetlerimden ötürü başkan Nazarbayev tarafından Merke’nin onursal vatandaşı unvanıyla ödüllendirildim. Burada halk beni sever, sayar.
İkram Çınar – Halkın sizi çok sevdiğini geçen günkü törende gördük. Kalabalık, ilgili ve bilgili bir insan topluluğu vardı. Oradaki programda tanıdık sizi ve biz de sizi çok sevdik. Sizi seven çok kişi var…
Şirin Mamaserikova – Evet, ben de şaşırdım. Çok uzaklardan gelenler de oldu. Taraz’dan, Astana’dan, Almaatı’dan, Çimkent’ten, Bişkek’ten geldiler… Türkiye’den siz gelmişsiniz. Sizin orada, salonda olduğunuzu bilseydim keşke… (Minara, tanışlık vermeden de olsa, çiçek takdim ettiğimizi söyledi.) Keşke Türkiye’den olduğunuzu kulağıma fısıldayan olsaydı… Siz ne iş yapıyorsunuz?
İkram Çınar – Öğretmen yetiştiriciliği… Pedagogika.
Şirin Mamaserikova – Çok güzel, meslektaşız.
İkram Çınar – Siz sadece eğitimcilik yapmamışsınız. Şair, edebiyatçı, müzeci… Sanatçı olmanız çok özel bir yetenek. Bu yeteneğin geliştirilmesinde ailenizin de katkısı olmuş olmalı. Çocukluğunuzdan ve ailenizden söz eder misiniz?
Şirin Mamaserikova – Annem iyi hikâyeler, kompozisyonlar yazardı, bana örnek olduğunu düşünüyorum. Size dünkü Merke gazetesini vermek istiyorum, benden söz ediyor, benimle ilgili makaleler yayınlanmış. Benimle ilgili fikir edinebilirsiniz. (Gazeteyi sonra incelemek üzere alıyoruz)
İÇ – Neden öğretmenliği seçtiniz?
MAMASERİKOVA – Önce öğretmen olmak istiyordum. Pedagoji lisesinde okurken şiir yazmaya da başladım. Aslında Gazetecilik okumak istiyordum. Ancak öğretmen okulundan sonra gazetecilik okuluna gitmek zordu, kazanılamıyordu. Kazakistan Pedagoji Enstitüsüne sınavsız girdim. Okuldaki başarılarım ve şiirlerinden ötürü sınavsız girdim.
İÇ – 70. yaş toyunuzdaki konuşmalardan sizin kızların okutulması konusunda mücadele verdiğinizi öğrendim. Kız çocukları o yıllarda okula gönderilmiyor muydu? Kızların okuması üzerinde nasıl bir baskı vardı?
MAMASERİKOVA – Bizim Merke çok ünlü bir yerdir. Burada Turar Rıskulov yaşıyordu. Çok ünlüydü. Stalin’in yardımcısıydı. O zamanlar Kazak kızları okumuyordu. Rıskulov Almaata’da okuyan bir kıza aşık olmuştu. Azize adında. Yıllar sonra, Turar Rıskulov’un doğumunun 90. Yıldönümünde bu Azize Merke’ye gelmişti. Biz iki günümüzü onunla birlikte geçirdik. İki yıl onunla mektuplaştık, ölene kadar. Bu kadar çabuk öleceğini tahmin etmemiştim. Turar Rıskulov milliyetçi bir insandı. Halkını seven, açlık zamanında Stalin’e Kazakların öldüğünü söylemişti. Burada yoksulluk var, demişti. Rıskulov’u Kazakistan’da çok severlerdi ama 1938’de öldürüldü. Bu kız, Azize Kazakistan’ın en güzel kızlarından biri… Kazakistan’da yükseköğrenimi bitiren ilk Kazak kızıydı. 10 yılını Sibirya’da sürgünde geçirdi. On yıl polis gözetiminde yaşamıştır. İki kızı çocuk esirgeme kurumunda büyümüştü. Bütün bunları Turar Rıskulov’la evlendiği için yaşamıştı. Azize, böyle akıllı ve vatansever bir insanla evlendiği için çok zor günler geçirdi. Azize buraya geldiğinde ondan bir röportaj aldım. Ona, “en mutlu gününüz hangisiydi” diye sormuştum. O da, 1933’te kızı Saule’nin Kremlin’de dünyaya geldiği gün, olduğunu söylemişti. Bütün ünlüler oradaydı. En zor günü ise çocukları elinden alıp çocuk esirgeme kurumuna verdikleri gündü. Zorla almışlar. Ona nasıl tanıştıklarını sormuştum. Şöyle demişti; Turar demiş ki, “Azize sen Moskova’ya gel, eğitimine burada devam et. Moskova’da okuyan ilk Kazak kızı olacaksın”, demiş. “Ben istiyorum ki Kazak kızları da Sofya Kovalevskaya gibi okusunlar. Profesör olsunlar, doktor olsunlar…” Bir yazarın bir sözü var. Turar Rıskulov’un en büyük hayali Kazak kızlarının okumaları imiş. Şimdi eğitimli çok ünlü Kazak kadınlar var; Meryem Hakimcanova gibi vs vs ve onlar arasında Şirin Mamaserikova gibi (gülüyor)… Turar Rıskulov böyle bir eylemci, icraatci ve harika bir devlet adamıydı.
İÇ – Rıskulov’un yanısıra Sultan Galiyev, Ekmel İkramov gibi milliyetçi komünistler de vardı. Hem komünist hem de milliyetçi…
MAMASERİKOVA – Onların hepsi Rıskulov’un arkadaşlarıydı, dostlarıydı. Kızı dünyaya geldiğinde hepsi Kremlin’de onu kutluyorlardı. Ona dediler ki, Ekim Devrimi, ekinin ışınlarıdır. Onlar komünist idiler. Turar Rıskulov Kazakistan’ın lideri, gururu idi. Onunla ilgili bir kitap yazmıştım, biyografi gibi… Eşi Azize’nin hayatı hakkında. Geçen gün o hikayeden bir parçayı canlandırmışlardı, kısa bir parçasını görebildiniz.
İÇ – Sahnelenen kısa oyunu çekmiştim, bir kez daha izleyeceğim. Ben Türkiye’de kapitalist bir ülkede büyüdüm. Soğuk savaşta farklı bloklardaydık. Düşman taraflardaydık. Biz Doğuluyuz, size yakın olmak isterdik. Akrabalık bağlarımız var, Türk Dünyasının yardımlaşmasını veya işbirliği içinde olmasını sağlamak düşüncesindeydik. Galiyev ve Rıskulov’a ilgim oradan itibaren var. Onlar ne yapmak istedi?
MAMASERİKOVA – Başlangıçta her şey güzeldi. Lenin eşitliği getirdi. Her şey güzeldi ama sonra Stalin tek lider oldu ve her şeyin kendisinin istediği gibi olmasını sağlamaya başladı. Stalin’in etrafındaki insanlar onu buna itti. Sonuçta en iyi Kazakları öldürdüler, bize çok zarar verdiler. Herkes ona itaat etmeye başladı.
İÇ – Türkiye Nato ülkesiydi ve Türk Dünyası üzerinde düşünmek iyi karşılanmıyordu. “Komünist” veya “faşist” damgası yemek çok kötüydü. Yine de sizi düşünüyor, merak ediyorduk.
MAMASERİKOVA – Biz de dışarısını merak ediyorduk, Amerika’da, Almanya’da Fransa’da nasıl yaşandığını… Birileri Fransa ya da İtalya’ya gidince oralarda diğer insanlarla konuşma yasağı vardı. Öğrenemiyorduk. Oralarda bir Kazakla karşılaşsak dahi konuşamazdık.
İÇ – Bizler o şartlarda dahi Turar Rıskulov’u Sultan Galiyev’i az da olsa biliyorduk. Daha ilginci şu sıralarda Türkiye’de Turar Rıskulov ve Sultan Galiyev’in fikirlerini öğrenmek çok moda. Rıskulov’un üzerinde çalışmış ve kitap yazmış birisi olarak Rıskulov Kazakistan’ın kalkınması ve gelişmesi için nasıl bir Kazakistan hayali vardı, ne istiyordu? Onun fikirleri nelerdi?
MAMASERİKOVA – Bu ülkenin şimdiki gibi bağımsız olmasını istiyordu, ta o zamanda. Taşkent’te Müslüman milliyetçi bir ülke, devlet istiyordu, bunun liderliğini yapıyordu. Bağımsız, birleşik Türkistan. Lenin ve diğerleri ondan korkuyordu. Bu yüzden onu buradan aldılar Moskova’ya, Stalin’in yardımcısı olmaya Moskova’ya götürdüler. O çok akıllı bir adamdı. O Moğolistan’da başkentin adını, Ulan Batır adını Rıskulov vermişti. Moğolcada “Kızıl Bahadır”, kızıl savaşçı anlamına geliyor. Kendisinin lakabı da “Kızıl Cebe” idi. O her yerdeydi, hareketliydi, mücadeleciydi ve çok seviliyordu. Stalin ondan çok korkuyordu. Bu yüzden onu ortadan kaldırdı.
İÇ – Onun Türk dünyasıyla ilgili fikirleri neydi, Türklerin bir araya gelmesi, birlikte hareket etmesi konusunda görüşleri neydi? Ortak bir devlet?
MAMASERİKOVA – Rıskuluv, Müslüman olduğu için Müslümanların birlikte yaşadığı komünist bir devlet istiyordu. Burada eklemek isterim ki, Müslüman derken bu Türk anlamına geliyordu. Rıskulov, Azerbaycan, Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan’ın hatta Türkiye’nin birleşmesini istiyordu. Arkadaşı Mağcan Cumabayev şair idi. Türkistan hakkında bir şiir yazmıştı. Orada açıkça der ki “Batıda şeytanlar yaşıyor, mavi gözlü, onlardan korkmamız lazım” (gülüyor). Bu şiiri onun sonunu hazırladı.
İÇ – Rıskulov’un tespitleriyle ilgili sormak istiyorum… Ona göre Kazaklar neden geri kaldı? Ruslar neden gelip burayı işgal edebildiler, geri kalmış veya Rusya daha ilerlemiş olmalı ki onlar üstünlük sağlamış… Kazakların geri kalmasının sebepleri nelerdi, kimlerdi?
MAMASERİKOVA – Her sahada eğitimsizlik. Genel eğitim seviyesinin düşüklüğü. Bugün bile Özbekistan, Çimkent gibi yerlerde Türkiye’den gönderilen Türkler (Ahıskalıları kastediyor) kızlarını okula göndermekte hâlâ zorlanıyor. Kızlar genel olarak okutulmazdı. Ruslar gibi aile düzenini bozacaklarından endişeleniyorlardı. Dini inanç ve davranışları kuvvetliydi. Kültürü korumanın yolu geleneklere uymaktan geçiyordu. Bu durum gelişmeyi de, değişmeyi de durduruyor.
İÇ – Gelenekler mi?
ŞM – Gelenekler… Geleneksel olarak kızlar sıkı tutulur. O zamanlar bizde hakim-savcı da yoktu, mahkeme ve hapis de yoktu. Aile büyükleri ne derse o olurdu. Geleneklerle her şey çözülüyordu. Birisi hırsızlık yaptığında ya da cinayet işlediğinde geleneklerde ona ne ceza verileceği belliydi. Yani gelenekler her şeydi ve geleneklere kızları sıkı tutmak, ev ve aile düzenini korumakla görevli bir sınır çizmişti. Bu gelenekler herkesçe bilinirdi ve genellikle güzeldi, doğruydu. İnsanlar hırsızlık filan da yapmıyordu. Sonra devir değişti, teknoloji değişti ve yeni devirde gelenekler ayak bağı olmaya başladı.
İÇ – Gelenekler neden kızları bağlıyor, engelliyor?
MAMASERİKOVA – Erkekler de okumuyordu. Eskiden burada bizim Kazaklar için bir okul açmışlar. Bilimsel eğitim veren bir okul. Zenginler, yoldan çıkmasınlar diye kendi çocuklarını o okullara vermemişler. Kendi çocuklarını din okuluna, medreseye göndermişler. Turar Rıskulov’un babası sürgünde, cezalıymış, ailesi fakirmiş. Turar da çobanlık yapıyormuş. Turar’ı okusun diye o okula vermişler. Okumuş ve yoldan çıkmış, iyi ki… Herkesten akıllı çıktı. Rıskulov’un eşi Azize nasılsa okumuş. (Bu arada elindeki kitaplarından birini karıştırmaya başlıyor.) Hah, kitapta buldum, Azize için yazdığım şiir. (Kazakça yazdığı şiiri kendi sesinden dinliyoruz)
İÇ – Zenginler, çocuklarının Rus kültüründen etkilenmemesi için okula göndermeye soğuk baktığını söylediniz. Benzer durumu biz de Osmanlı hatta Cumhuriyet döneminde yaşadık. Bilimsel eğitime başlangıçta sıcak bakılmayıp, dinsel eğitim sürdürülmeye çalışıldı.
MAMASERİKOVA – Rusça bilenler azdı ve Ruslar Rusça bilenlerin sayısını artırmaya çalışıyordu. Okullar o yüzden açılmıştı. Zenginler okulların “Müslüman Okulu” olmadığı için göndermemiş, kendilerince çocuklarını kurtarmışlar, Onlara göre bu okullarda Kur’an okunmadığı için Allah’a karşı idi. Kendi çocuklarını göndermeyip, yoksul çocuklarını gönderdiler. Yoksul çocuklar o bilimsel eğitim veren okullara gitmek zorunda kaldı. Zorunlu olarak gittiler. İyi de oldu. Onlardan Turar Rıskulov gibi liderler çıkabildi.
İÇ – Bizde de, bize fizik, kimya, matematik, felsefe gibi bilimlerin bilgileri lazımdı. Ama vatandaş din okulu istiyordu, zamanla fenni-bilimsel eğitimin daha iyi olduğuna karar verdiler. Size gelirsek?
MAMASERİKOVA – Beşinci yaşındayken ilkokula başladım, yoksul bir köydendim. Oyun arkadaşlarımın 7-8 yaşındaki arkadaşlarınım hepsi okula gidince ben de peşlerinden gittim. Teneffüslerde onlarla oyun oynar, onlar derse girince pencerede durur, onların öğrendikleri konuları pencereden izlerdim. İçeride sorarlardı, “iki iki daha kaç eder” diye, ben de pencereden bağırırdım, “dört”. Bizde bir öğretim yılı dört çeyrek dönemden oluşur. İkinci çeyrekte beni okula kaydettiler. 4. sınıfı bitirdikten sonra başka bir köye göçtük. Bir ara saçlarımı sıfıra vurdular, kel kaldım. Muzip arkadaşlarım başımı açıp benimle alay ettiler. Benden büyüktüler, onlarla kavga edemedim, abim de yoktu. İlk şiirimi o zaman yazdım. Yazdığım şiire herkes güldü. Öğretmen gürültü üzerine yanımıza geldi ve ne olduğunu sordu. Arkadaşlarım Mamaserikova şiir yazmış diye dalga geçtiler. Öğretmen şiirime baktı okudu ve “aferin, sen şaire olacaksın” dedi. 4-5 yıl yazdım… Sovyetler Birliğinde yüzlerce halk vardı ve onlardan bir Kazak olan Turar Rıskulov’un Stalin’e yardımcı olması bize gurur veriyordu. 10 yıl görevde bulunmuş. Müslüman Türk Cumhuriyeti kurmaya çalışıyordu, olmadı, Moskova’ya aldılar. Stalin’den herkes korkardı. O zaman Lenin de vardı. Lenin söylemiş Stalin’e, Rıskulov’u yanına almasını.
İÇ – Sultan Galiyev…
MAMASERİKOVA – Biliyorum. Onlar arkadaştılar. Birlikteydiler.
İÇ – Şiirlerinizi hangi konulardan seçiyorsunuz?
MAMASERİKOVA – Tarihten konular, Turar Rıskulov, kahramanlarımız hakkında, mesela Spatay Batır, Jauhaş Batır, Akgöz Batır, Asparuk hakkında da yazdım. Asparuk Bulgar Türk çarıdır. 7. Yüzyılda. Bu yakında Aspara diye bir yer var, oradan gitmiş… Şimdi yazdıklarım, hayattan konular. Hayata ayna tutuyorum, yaşadıklarımızı şiirle kaydediyorum. Ne görüyorsam onu yazıyorum. Gerçekleri yazıyorum, iyi de olsa, kötü de olsa. Çünkü şaire de bir aynadır. İçinde olanları kâğıda yansıtır.
İÇ – Şiir dışındaki edebi türlerde de yazdınız mı?
MAMASERİKOVA – Makale yazarım. Şaireyken müzede müdür olarak çalıştım. Bir oğlum vardı, eğitmem gereken, nineme bakıyordum. Şimdi iki torunum var. İkisi de Almatı’da yaşıyor ve okuyorlar. Durum bu. İlçe parti komitesinin istediği konularda yazılar yazıyordum. Spatay Batır gibi kahramanların anma günlerinde veya önemli günlerde herkes yardım için bana müracaat ederdi. Bu konuları biliyordum, yazıyordum.
İÇ – Türkiye’den tanıdığınız bildiğiniz edebiyatçı, şair filan var mı?
MAMASERİKOVA – Buradan Mirzahmetov diye bir profesör var, benim on kadar şiirimi Türkiye Türkçesine çevirdi. Kütüphanemde dünyanın pek çok ülkesinden yazar ve şairlerin kitapları bende vardır. Onlarla görüşmesem de kitaplarını okuyorum. Kütüphanem çok büyüktür. Türk şairlerden de var. Nazım Hikmet’i elbette biliyorum. Kim bilmez ki. Onu nasıl sevmezsin ki, dünyaca tanınır, sevilir. Çağdaş şair ve yazarları pek bilmiyorum ama kütüphanemde bir şeyler vardır.
İÇ – Sovyet sistemi buradaki Türkleri çok baskı altına almış. Aydınları imha etmiş. Kazak kültürünü, Kırgızları… Kazaklar Kazakça konuşamaz hale gelmiş. Son yıllarda o yaralar sarılabiliyor mu, Kazakçayı serbestçe konuşabiliyor musunuz? Geçen gün sizin 70. Yaş düğününüzü izledim, toplantınız baştan sona Kazakçaydı. Ama çarşı pazarda insanlar Rusça ile anlaşıyor. Kazakça ya da daha doğru söylersek, Türkçe, Rusçanın yerini nasıl alabilir?
MAMASERİKOVA – Çocukken ben Kazak dilinde eğitim aldım. Beni hep korkuturlardı, eğer uslu olmazsan Ruslar seni alıp götürürler derlerdi. Öğretmen okulunda ve enstitüde de hep Kazakça eğitim gördüm. Buraya gelince her şey Rusça… Rus okulları, Rus halkı da yoğunluktaydı. Ne kadar başarılı ya da zeki olursan ol, ne kadar yüksek okul bitirirsen bitir, Rus dilini bilmiyorsan, okuyup yazamıyor, konuşamıyorsan hapı yutuyorsun. Bu yüzden Kazaklar çocuklarını Rus okullarına verdiler. Okula vermezse parti üyesi olamaz, yüksek makamlara ulaşamaz, daha iyi yaşayamaz… Şimdi Kazak okulunu bitiren Cumhurbaşkanı bile olabilir. Bana göre tahminen 20 sene sonra bütün Kazaklar Kazakça konuşacaktır. Özgürlük var. Bütün halklar da böyle yaşamalı. Eskiden Sibirya’da Yakutlar, Kalmuklar vardı. Şimdi onlardan eser kalmadı. Rusça konuşarak kendilerini unuttular. Halklar özgür yaşamalıdır. Bir sürü kuş var; berkut, şahin vs.. Hepsini şahin yapamazsınız, yapmamalısınız. Her kuş kendi güzelliği ile yaşamalıdır. Küçük de olsa, büyük de olsa her bir halk kendisi olarak yaşamalıdır. Atalarını sevmelidir. Öz dilini sevmelidir. Benim düşüncem budur, böyle olmalıdır.
İÇ – Görüşlerinize katılıyorum. Kazakların daha bir Kazak olmalarını diliyorum… Peki, Sovyet sistemi Kazakistan’a ne kazandırdı, ne kaybettirdi?
MAMASERİKOVA – İyi olan eğitimin parasız olmasıydı. Bütün kademelerde ücretsizdi. İyi bir öğrenciysen burs da veriliyordu. Yurtta ücretsiz kalınıyordu. Nevresimlere varıncaya kadar her şey ücretsizdi. Sağlık giderleri de yoktu, parasızdı. Bunlar insanlar arasında eşitliği sağlıyordu, hayata eşit koşullarda başlıyorduk. Bunlar iyiydi. Kötü olan ise herkes eşit yaşasın diye herkes fakir oldu. Fakirlikte eşittik. Bırakın insanlar zenginleşebilsinler. İki katlı evlerde de yaşayabilsinler. Mesela benim doğduğum köyde bir kamyonet vardı. Üstelik kolhozun kamyonetiydi. Eğer birisi hastaysa ya da bir kadının doğum yapacağı tutunca gidip o kamyonetin şoförüne yalvarırdık. Kötüydü. Şimdi çok kişinin arabası var. Bazılarının beş altı arabası bile var. Karısının, gelininin, kendisinin… Bırakın zengin yaşasınlar. Ben isterim ki herkes zengin olsun. Ama çalışan zengin olur. Kim çalışmıyorsa yaşamak istemiyordur. Kendisi bilir. Bizim toprağımız zengindir, değil mi? Buyur çalış, işlet toprağı, hayvancılık yap, ziraat yap. Çalış ve çocuklarını da çalıştır. Neticede güzel yaşarsın. Bir evde bir maaşla geçinmek zordur elbette. Çalışmak, emek insanı her zaman güzelleştirir.
İÇ – Bir Kazak aydını olarak buradan Türkiye Türklerine ne söylemek istersiniz?
MAMASERİKOVA – Mutlu olsunlar. Burada yaşayan Türkler (Ahıskalıları kastediyor) de mutlu olsunlar. Oradaki Kazaklar da mutlu olsunlar. Herkes barış içinde yaşasın. Hayat insana bir defalık verilen bir şeydir. Hayatları bir çiçek gibi olsun. Acı keder bilmesinler. Benim ikinci torunum Almatı’da Türk Lisesinde okudu. Türkiye Türkçesini güzel konuşuyor. İngilizce ve Rusçayı da güzel konuşuyor. Dört dil biliyor. Size de sağlık ve mutluluklar diliyorum. Çocuklarınız, öğrencileriniz sizden memnun kalsınlar.
Шырын Мамасерікова ile ilgili internette bulunabilecek birkaç site:
Youtube’da bir belgesel: https://www.youtube.com/watch?v=_NSLjb4wj4s
Şirin Mamaserikova ile ilgili bir edebiyat sitesi haberi
Шырын Мамасерікова | Әдебиет порталы
Vikipedi: Шырын Мамасерікова