Posof’un Kurtuluşu ve Gazileri

Sayı 57- Ocak 2018

 

Çocukluğumdan üç millî bayram hatırlıyorum. Biri “23 Nisan.” Bayramın adı bizde 23 Nisan idi. İkinci bayram daha bir fiyakalıydı: Posof’un Kurtuluşu. Adamakıllı millî bayram ederdik. 19 Mayıs da öyle. Türkiye’deki en iyi 19 Mayıs Posof’ta kutlanırdı… Şimdi de öyle midir acaba?

Ben çocukken Posof çok kalabalıktı. 49 pare köy vardı ve bütün köyler tıklım tıklım doluydu. Bizim köy 32 tütün idi ve evlerde çok çocuk olurdu. Herkesin atı vardı ve Kurtuluş’a atlarla gidilirdi. O gün yüzlerce atlı ilçe merkezini doldururdu. Atlar da gösterişli olurdu. Erkek adamın atı fiyakalı olmalıydı! Onları erkekler kendi eliyle besler ve tımar ederdi. İyi beslenmesi arpa-samandan oluşan bir yeme bağlıydı. Arpayı verince at da at olurdu hani. Duruşu, asaleti, kişnemesi, şahlanması, tepinmesi bile değişir, yerinde duramaz olurdu. Sahipleri bayrama giderken kendilerine ne kadar bakarlardı bilmem ama atlarını hayli bezerlerdi. İlke sanki “atın kadar adamsın” gibiydi. Atlar süslüydü. Mesela kuyrukları kuaför ustalığında örülür ve bağlanırdı. Yelesi taranır, tüyleri parlatılır, kantarması, eyeri ve koşumları renkli püsküllü, boncuklu veya deri aksesuarlarla süslenirdi. Aksesuarlarda Ayyıldız bir şekilde bulundurulurdu.

Atların da kıymet dereceleri vardı. En iyi atlar yorga koşan atlardı. İlçeye giderken ya da gelirken hatta ilçe sokaklarında atları yorga sürüp hava atanlar az değildi. Yorga ata binip sürmek de, sürüşü izlemek de keyiflidir, sanatkârane bir şeydir. Erkek, beyaz ve yorga yürüyüşlü atı olanlar açık ara fiyakalı oluyorlardı. Babamın atı öyleydi. Bir efsaneydi ama ne yazık ki o atı çok az hatırlıyorum. Çok çocuktum. Bilmediğim bir sebeple bacağı kırılmıştı ve bir şekilde gitti. Babamın o at için çok üzüldüğünü hatta sonraki yıllarda gözlerinin dolduğunu hatırlıyorum. “İnsan gibiydi mübarek hayvan” derdi.

Posof ilçesinde bir cadde vardı. Çocukluğumda çok ihtişamlı bir cadde gibiydi. Yakında ilçeye gittiğimde ise sıradan bir sokak gibi olduğunu görüp üzüldüm. Çocukken her şey efsanedir zaten. İşte o cadde köylerden gelenlerle tıklım tıklım dolardı. Atlar için han vardı. Kalabalık artınca ve at yarışları bitince atlar hanlara çekilirdi. Han, bir çeşit tavla ya da atlar için kahvehane gibi bir yerdi angel

Ben çocuktum ve dünyada ne kadar çok insanın olduğunu ilk kez Kurtuluş’a gittiğimde orada görmüştüm. Erkeklerde İngiliz süvari pantolonu modası vardı, pek tuhaftı. Babam o pantolondan hiç hoşlanmazdı ve ben babamcıydım. Onun zevklerini benimsiyor, onun gibi davranıyordum.

Bayramın adı “Kurtuluş” idi. Düşman işgalinden mücadele ederek kurtulmuştuk, onu kutluyorduk. Dede diye seslendiğimiz kuşak Kurtuluş’ta mutlaka ilçeye giderdi. Çok fakir fukaraydık, çarık giyenler vardı ve diğerleri lastik ayakkabılıydı. Hali vakti biraz iyi olan ise cızlavat (gıslaved) markalı daha parlak ama yine lastik ayakkabı giyerdi. Çoğunun elbiseleri yamalıydı, özellikle pantolonları. Ama pantolonun tersine ve tuhaf biçimde pek ütülü olmasa da iyi sayılabilecek ceketleri vardı. Sanırım ceket pek kullanılmıyor, evde asılı duruyordu. İşte bu ceketin göğüs kısmında altın gibi parlayan pirinç bir İstiklal Madalyası bulunurdu. Çok sayıda dedenin madalyası vardı. Ama madalyası olmayan gaziler de vardı. Hepsi savaş hatıraları anlatırdı. Hem de nasıl bir heyecanla… Bazen abartırlardı, yanındaki “küçük at çuçullar yesin” deyince gülünürdü. Kumandanlarına hayrandılar. Komutan değil, “kumandan” derlerdi. Herkes kendi kumandanının “daha erkek” olduğunu söylerdi. Bununla daha yiğit, gözü kara, tuttuğunu koparan, sert ve kararlı olduğunu söylemiş olurdu. En erkek kumandan elbette Halit Paşa idi. Atatürk ise bütün karşılaştırmaların üstünde, sevilen ve sayılandı.

Posof’ta muhariplerden gazi olduğu halde bazılarının elinde belgesi, madalyası veya diğerlerine verildiği gibi maaşı yoktu. Bazıları dilekçe verip istese de, bir kısmı maaş ve madalya istemiyordu. Verseler alırlardı elbet ama vermemişlerdi, onlar da başvurmuyorlardı. Onlara göre gaziliğin sadece sevabı vardı. Maaşı almak o sevaptan vazgeçmek olurdu ve bu iyi bir fikir sayılmazdı. Üç – beş kuruş için ahreti yıkmak olur mu? Üstelik bu durumda, vatanı para karşılığında savunmuş olmak pek de ahlaklı – erdemli sayılmazdı onlara göre.

Bir kısmı Posof’un Kurtuluşu için verdikleri mücadeleyi gazi olmak olarak saymıyor, sadece İstiklal Harbine katılmış olmayı sayıyordu. Dedem Batum’dan sırtıyla bir sandık dolusu tüfek getirmiş ve Gürcülere karşı milis olarak savaşmış. Ona yetişemedim. Dedem milis olarak yaptıklarını savaştan saymıyormuş. İmeceden bir iş! Asker olmadan, komuta altına girmeden verilen bir mücadele… Ancak asıl sorun Türk ordusuna katılıp Birinci Dünya Savaşında ve Kurtuluş Savaşında cephelerde bulunduğu halde bazılarının madalyasının olmamasıydı.

Yani o yıllarda maaşlı madalyalı gazi – maaşsız madalyasız gazi çekişmesi vardı, gazi dedeler arasında. Çekişme dediysem sadece muhabbet demleme mayasıydı.

Muhabbet iyiydi de yine de madalyasız ve maaşsız olanların bir mahcubiyeti, bir ezikliği olurdu. Mesele maaş meselesi değildi. Sanki gazi değilmiş de yalan söylüyormuş ve inandıramıyormuş gibi… Ya da doğruyu söylediği halde insanların ona inanmadığını görüyor gibi… Akrabalarımızdan birisine sordum: “Madem savaşa gittin, hani madalyan?” Cevaben, “Vallah billâh gettim ama bene vermadilar. Niya vermadilar bilmiyerim. Aho Ehmetgilin Musdafaynan ayni taburdaydux, ona verdiler bene vermadiler, get ona sor” dedi. Bir çocuğun bile şüphesinin olduğu bir durumu savunmak kolay olmasa gerek. Gidip sormuştum. “doğru söylüyor” demişti. Üzülmüştüm ve anlayamamıştım.

Posof’un aynı zamanda tarihçi olan savcısı Emre Gezer, 30.11.2017 tarihli Hürriyet Gazetesinde bir beyanat paylaşınca anladım. Gazetenin haberi şöyle: “Posof’un İstiklal madalyalı 349 gazisi olduğunun Genelkurmay Başkanlığı kaynaklarından tespit edildiğini belirten Gezer, birçok ailenin dedesinin gaziliğinden ve madalyasından haberdar olmadığını söyledi. Gazilerin adlarını tek tek muhtarlara okuyan Gezer, bu durumdan ailelerin haberdar edilmesini ve gazilerimize dair bir bilgi havuzu oluşturmak amacıyla her muhtarın kendi köyünün gazileriyle ilgili araştırma yapmasını istedi.” Buna ne demeli?

Bizim sülaleden iki gencimiz de kayıptır. Mülazım ve Mülazım-ı Sani rütbeleri varmış. Teğmen ve üsteğmen. Sonra haberleşme kesilmiş. Haklarında hiçbir bilgi edinilemedi. Kayıp! Bizim sülaleden madalyalı olarak sadece Celal Tunuz var.

Bu nasıl bir şeydir? Adam savaşa katılmış, gazi olmuş, devlet ona madalya vermiş, o madalyayı göndermiş ama ilçedeki memurlar niyeyse niye, nasılsa nasıl, insanlara madalyalarını vermemiş, saklamışlar! “Sana devlet madalya göndermedi” demişler! Bu nasıl bir, bu nasıl bir….

Madalyasızlığına nasıl da mahcup olurdu. Savaş hatırasını anlatırken yemin etmek zorunda kalır, “inanmasaz Musdafa’ya sorun” diyerek tanık gösterirdi. O madalyaları kim sakladı?

Durun hele, başka bir bahis var. Posof ufacık bir ilçecik. 349 gazi nasıl oluyor? Mustafa Kemal’in başka askeri yok muydu? Yoktu. Biz olduk!

Ama yine durun hele. O tarihlerde Posof resmen Rus işgalinde! Hem de 93 Harbinden beri, kırk yıldır! Yani bizimkiler Rus vatandaşıyken gelip Türkiye için savaşmışlar! Saklanan madalyalar bu insanların!

Yine bitmedi, durun hele. Savaş bitip Rusya çekilirken bizimkiler tam da “oh be” diyecekken Gürcistan ordusu Posof’u işgal etmez mi? Aylar sürer.

Biliyor musunuz (bilmiyorsunuz), Posoflular gerilla hareketi başlatır. Başlarında yaman bir deli. Posoflular Gürcistan’ın düzenli ordusuyla savaşıp Gürcistan’ı kovalar. Başlarındaki deli mi, Deli Halit Paşa! Petobanlı Altun Hoca’yı da anmalıyız ve diğer 800 yiğidi de.

Posofluların “Kurtuluş Bayramı” işte o kurtuluş. Bir anıtımız bile yoktur!

İlkokuldaydım ve 7 yaşındaydım. Benden büyük çocuklarla 8-10 km yol yürüyerek köyden ilçeye en muhteşem kutlanan bayram olan Kurtuluş’a gittim. İlk harçlığımdı. 2 ½ lira verilmişti. Onunla iki Esife Kadın şekerlemesi aldım, Dursun dayımdan. Esife Kadın abamın teyzesiydi. Kalabalıkta Dursun dayım beni tanımamıştı. Sonradan… Arayıp beni buldu. Paramı geri verdi, üstüne iki şekerleme daha… Tanıyamadığı için mahcup oluşuna nasıl da üzülmüştüm. Dursun Ulavur dayıma uzun ömür diliyorum.

Posof’un “Kurtuluş”u dilerim hala görkemli geçiyordur. Posoflu aynı ruhtadır.

Bir devleti yenip kendini kurtaran ilçe halkı olma onurunu taşıyan Posoflular, Kahraman Posof unvanı istemeyi akıllarına bile getirmediler. Devletin aklına da gelmedi. Getirmemiş olayım.

Cumhuriyet tarihi boyunca doğru düzgün bir yolu olmamıştır. Her gidişimde Ulgar’da yol yapımının sürdüğünü görürüm, manzaranın güzelliği öfkemi bastırır. Posoflunun madalyasını teslim etmeyen, ihmalkârlık gösteren memurların yerini Posoflunun yoksulluğunu gideremeyip göç etmeyi durduramayan memurlar almıştır. Memurlara çok haksızlık etmek de istemem. Okuyup bölgeden ayrılan aydınlar da sevgilileri Posof için içleri erirken, çözüm de üretememişlerdir. Ulgar dağı tüneli yeni açılmaya başladı, komşu ilçe Şavşat ile aramızdaki kağnı yolunu devlet ilk defa, şose de olsa, yapacak ve atı olmayanların da yolu olacak! Memlekette kalan az sayıdaki Posoflu, Şavşat’taki akrabalarıyla artık görüşebilecek.

Posoflular, sinir bozucu derecedeki soğukkanlılıklarıyla yalağuz biçimde yaşamaya devam ediyor.

Şairimiz Turgut Uyar Posof’ta subay olarak görev yapmış. Gezmiş köyleri. Posof’tayken yazdığı birçok şiiri vardır. Günbatanlı Bektaş için şu şiiri yazmış. Bu şiirde anlatılan Bektaş benim Bektaş dedemdir, üvey annemin babasıydı. Derviş gönüllü biriydi rahmetli.

 

YALAĞUZ

Bektaş yüce dağ başında -yalağuz-du.
Bektaş zaten doğduğundan beri -yalağuz-du…
Bir sopa, üç beş koyun, bir köpek,
Bulutların içinde kendi kendine -yalağuz-du…

Mintanı ile yalnızdı, çarığı ile yalnızdı,
Bilinmez düşünceleri, Tanrısı ile yalnızdı…
Köyde, şehirde, kasabada, dağda
Beş on kelimesi, diliyle.
Yalnız insanların o garip haliyle;
Yalnızdı Bektaş, yapayalnızdı..

Bektaş mayıs böceği kadar yalnızdı,
Esaretinde hürriyetinde sevdasında,
Üç yaşında da yalnızdı, on beşte de, seksende de,
Yağmurların altında, bulakların kenarında.
Türküsünde, koşmasında, şarkısında,
Tamamda da, noksanda da,
Papatya gibi yalnızdı, kuşyemi gibi yalnızdı.
. . . . . . .
İğneden ipliğe işte Bektaş, yapayalağuzdu

1 thought on “Posof’un Kurtuluşu ve Gazileri

  1. Geri bildirim: Atabek Yurdu Yazıları -

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir