Özgün Benlikler

Sayı 57- Ocak 2018

 

El sıkışı hep içten ve kavrayarak, yüzü ve özellikle gözleri hep temiz temiz gülümseyerek, sesi aydınlık çın çın öterek, sözü tanıyanlarca mutlak güvenilerek, her alandaki çalışma ve tutumu ile verimli yaşayan biriydi. Yoksul muydu, varsıl mıydı? Bilmek güçtü. Yaşam sevinci, yaşam zenginliği, yaşam gücü, yaşam savunusu öylesine güçlüydü ki, çevresindekilere adeta tükenmez bir kaynaktı.

Akciğer kanserinin son günlerde yaşattığı dayanılmaz acılar içinde ölen babası 40 yaşında iken, O, 9 yaşındaydı. “Öldü kurtuldu” onun en büyük dayanağıydı. Köydeki öğretmen, subay, subay eşleri, üniversite öğrencileri onu sürekli olarak kitap ile beslerlerdi. Okumak onun için yapılacak 10 güzel şeyden biriydi. Sürekli kapanarak okuyan, kitap kurtlarından değildi. Yaşamın gerçek güzelliklerini asla ertelemezdi. Köyün tüm yaşıtlarının yaptıkları her eğlenceyi, oyunu paylaşırdı. O varsa, oyunlarda adalet, güzellik, tutarlılık, dostluk ve bilinç vardı. Kavga ettiği görülmedi ama her an edebileceğini herkes bilirdi. Akil dolu sözleriyle; kavgaları önler, kavgacıları barıştırırdı. İçtenliğiyle herkes ona inandığı için önce mutlaka dinlerlerdi.

Köy Enstitüsüler inin devamı olan yatılı öğretmen okuluna gitmeye hak kazanıp ta gitme günü geldiğinde, tüm çocuklara sarılarak ağlamış, onları sıcak sıcak sarmalamış sıkmış “birbirimizi unutmayalım” diyerek, herkese kitap armağan etmişti. Arkadaşlarına “bilimsiz ve bilgisiz kalmayın” diyerek yola çıktı.

Çeşitli yollarla iletişimi sürdürmüştü, ayrılışının ikinci yılında, Ankara’da Fizik okumak için öğretmen okulundan ayrıldığını bildirmişti. Mektuplarıyla birlikte, dergilerde yayımlanan makalelerini de yolluyordu. Önceden sözünü ettiği bir proje TÜBİTAK tarafından ödüllendirilmiş ve okulun 3. yılında başka bir ülkeye gönderilmişti. Mektup yazmayı, telefon etmeyi hiç unutmadı. En az 30 arkadaşıyla iletişimi sürdürüyordu.

Ulusal gazete ve televizyonlarda başarılarından söz edilmeye başlanmıştı. Son mektuplarında gerekli yeterliliğe ulaştıktan sonra mutlaka ülkesine döneceğini bildiriyordu. Öyle de yaptı. 7 yıl sonra döndü ve birkaç üniversitede kürsüler kurdu, konferanslar düzenledi, yayınlar yaptı. Fizik dışında eğitim ve öğretim anlayışımız konusunda eleştiriler yaparak,bazı basın organlarında yer almaya başladı. Bir aydındı  ve dünya, ülke ,kent üzerine günlük gazete makaleleri ile aydınlatma işlevini,ödünsüz bir biçimde sürdürüyordu.

Aralıklarla dünya fizikçilerinin çağrılarına yanıt vererek ülkeden geçici süreler ayrılıyordu. Alanını asla aksatmadan, alan dışı bilimci sorumluluğu gereği, son yıllarda dünya ve ülke düzeyinde barış savunuculuğu yapıyordu. İrdeliyor, açıklıyor, aydınlatıyordu.

Bilim savunusu için, bilimdışı her olgu, olay, durum, kişi, kurum karşısında amansız bir kavgaya tutuşuyor, bu kavgayı her olanağı kullanarak yapıyordu.

Tedirgin edici,  korkutucu zekâ, tutum ve davranışları ile uluslar arası ve ulusal düzeyde tehdit olarak görülmeye de başlanmıştı. Aptalca ama kararlı gerekçe ve yöntemlerle önce üniversiteden uzaklaştırdılar, sonra hakkında çeşitli davalar açtılar, bir ara tutuklattılar bile… Ancak, daha güçlü, daha bilinçli ve daha çalışkan oluyordu. Bir yılda 4 kitap 100 makale, 30 toplantı ile yanıt veriyordu.

Yaşamında hep, sanatın ve bilimin devrimci olmak zorunda olduğunu söylerdi,

Haksızlıklara karşı gelecek, ezilenin yanında olacak ve hep üreterek yaşayacaktı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir