OKULU NEDEN DEVLET KURUMU OLMAKTAN ÇIKARMALIYIZ
Okullar sadece kendi müfredatlarına göre ders ve konu işledikleri için belli bir düşünceye ve belli bir tarza göre insan yetiştirmektedir. İnsanları oldukları gibi değil kurumların görmek istedikleri şekilde eğitmektedirler. Okul insanın yaşam tarzını, aile ilişkisini düşünceleriyle birlikte kişilik kavramını bile etkilemektedir. Bu kurumlar kişilerin kendileri olmalarını engellemektedir. Sanayinin gelişmesi ile birlikte de sanayinin kullanabileceği tarz da insanlar yetiştirmeye başlamışlardır.
Bu kurumların hepsi kendilerine itaatkâr, hükümete bağımlı, birbirleri ile aynı düşüncelere sahip, sorgulanmayan ve eleştirmeyen bir toplum oluşturmaktadırlar. Bunu da sağlayacak en iyi kurum olarak okulu görmüşlerdir. Çünkü öğrencilere sağladıkları diploma ile onları kendilerine daha bağımlı bir hale getirmişlerdir. Bireylerin hangi işte ne kadar çalışacakları bunların hepsi okulda aldıkları eğitim ile sınırlı tutulmuştur. Bir toplumu tekdüze ve aynı bireyler yapmak istiyorsak okul açmalıyız.
Eğitimde sürekli olarak eşitlikten söz edilmektedir. Bu eşitliği sadece zorunlu eğitim ve eğitime başlama yaşıyla kıyaslıyoruz. Fakat bu zengin çocuklar ile fakir çocukların aynı eğitime sahip olduklarını asla göstermez. “Bir çocuk, eşit nitelikte okul eğitimi hakkına sahip olmakla zengin bir çocuğun konumuna nadiren ulaşabilir. Aynı okula, aynı yaşta başlasalar bile fakir çocuklar, orta sınıf çocuklar için pekala mümkün olan eğitim olanaklarının çoğundan mahrumdurlar. Bu avantajlar evdeki sohbetlerden ve kitaplardan, çocuğun hoşlanacağı tatil gezilerine ve hem okulda hem de okul dışında yer alabileceği farklı ilgi alanlarına dek uzanmaktadır.” (s:19)
“Daha fakir çocuklar, gelişim ve eğitim amacıyla okula bağımlı kaldıkları sürece, genellikle diğerlerinden geri kalacaklardır” (s:19) Çünkü bir orta gelirli ailenin çocuğu kendini eksik gördüğü zaman direk özel olarak yardıma başvuracak ve eksikliğini giderecektir. Fakat fakir bir çocuk sadece elinde ki imkandan faydalanacaktır. Çünkü eksikliklerini giderecek ekonomik bir güce sahip değildir. Bir ülke refah düzeyi olarak üst bir konumda olmadığı sürece eğitimde eşitlikten bahsedemeyiz. Birçok devlette en çok yatırımı eğitime ve okullara yapılmasına rağmen bunlar tam olarak amaçlarına uygun kullanılmadıkları için eşit bir eğitimden söz edemiyoruz. Yani eğitimde eşitlik kavramı sadece sözde kalmaktadır.
İnsanlar okula ve eğitime o kadar bağlı olmuşlar ki okulda alınan eğitimin en iyi şekilde ve tüm insanlara eşit olarak uygulanması için yatırım yapıyorlar. “Okul, eğitim için sağlanan parayı, insan ve iyi niyeti kendine mal eder. Buna ilave olarak eğitim görevini üstlenen diğer kurumları da engellemeye çalışır. İş, boş zaman, siyaset, şehir yaşamı ve aile yaşamının bile kendi başlarına eğitim aracı olmalarını yerine, bunların alışkanlıklar ve bilgi bakımından okula bağımlı oldukları peşin olarak kabul edilmiştir.” (s:21) Bu da demek oluyor ki biz hayat adına her şeyi en ufak ayrıntıyı bile okullardan öğreniyoruz.
“Zorunlu eşit okullaşmanın, ekonomik olarak uygulanamaz olduğu itiraf edilmelidir.” (s:22) Çünkü fakir bir çocuğun yaşamı ile zengin çocuğun yaşamı asla eşit olmayacaktır. Zengin aileler çocukları için gerekli olan özel eğitim masraflarını karşılayabilecek ekonomik güce sahiptir. Fakat fakir bir çocuğun böyle bir imkanı olmadığı için sadece okulda edindikleri bilgilerle yetinecektir. Bu yüzden asla eğitimde eşitlik sağlanamayacaktır. Sadece kavram olarak kalacaktır.
Okullar öyle kurumlar ki örgencilere belli kalıp düşünceleri aşılayarak onlara öğretmektedir. Çocuklar öğretmenlerinin öğrettiği bilgileri kayıtsız şartsız kabul etmektedirler. Ivan Illich “okulların artışı silahların artışında olduğu denli yıkıcıdır.” (s:23) demiştir. Silahlar göz göre okullar hissettirmeden aynı görevi yapmaktadırlar.
Okul sisteminin yaptığı yanlışlardan biride “öğrenmenin öğretme sonucu ortaya çıktığıdır.” (s:26) Bu belirli öğrenmeler için doğrudur fakat hayatın her alanında ki öğrenme öğretme sonucu gerçekleşmemektedir. Çünkü insan hayatındaki birçok şeyi kendiliğinden tesadüfî olarak öğrenmektedir. İnsan kendi anadilini hiçbir okula gitmeden öğrenir. Annelik sevgisi kardeş sevgisi bunların hepsi doğuştan gelen ve kendiliğinden öğrenilen bilgilerdir. Okulda öğrenilen bilgileri sadece okulu geçmek ve diploma elde etmek için öğreniriz. Çünkü okullarda öğrenilen bilgilerin çoğu teorik üzerinedir. Pratik olarak çok fazla hatta hiç yok denilecek kadar az bilgi verilmektedir.
Hepimiz bu kitabı ilk elimize aldığımız zaman ‘okulsuz toplum’ nasıl düşünebilir diyebiliriz. Okul olmazsa bu kurumun görevini yerine getirebiliriz diye düşünmemiz gayet normaldir. Eğer eşitlikçi bir eğitimden bahsetmek istiyorsak bunu ancak karşılıksız olarak verilecek bir eğitimle mümkündür. “Bu tip karşılıksız sunulacak imkanlar, pek çok insanın rahat bir şekilde, daha hızlı, daha ucuz ve okula göre daha az yan etkiyle, yoğun talep duyan yetenekleri elde etmesine olanak sağlayacaktır.” (s:28) Çünkü o zaman bilgilerle teorikten çok pratiğe dayanacaktır. Pratiğe dayanan bilgide günlük hayatta uygulanacağı için daha kullanışlı ve daha verimli olacaktır. Günümüzde halk eğitim merkezlerin verdiği kursları bunlara örnek olarak gösterebiliriz.
“Potansiyel branş öğretmenlerin temininde asla sıkıntı duyulmayacaktır. Çünkü bir yeteneğe duyulan talep, bir topluluk içerisindeki uygulamasıyla artmaktadır. Üstelik bir yetenekle meşgul olan biri, aynı zamanda onu başkalarına öğretebilir. Fakat günümüzde talep edilen ve bir öğrenim gerektiren branşların, diğer insanlarla paylaşılması hususunda engeller vardır. Bu durum ya tekeli bulunduran öğretmenler ya da kendi meslektaşlarının çıkarlarını koruyan sendikalar tarafından oluşturulmaktadır.” (s:28)
Bu tarzda branş öğretmenlerin olması tıpkı bir psikoloji dalında terapi yapan danışmanın danışanının terapiye gönüllü olması gibidir. Çünkü danışan terapiye gönüllü olduğu zaman iyileşmek ve bir şeyler öğrenmek için gelmiştir. Bundan dolayı danışmanı daha çok ciddiye alıp daha güzel sonuçlar elde etmek için ona yardımcı olacaktır. Böylece de terapi de elde edilmek istenen sonuç gerçekleşecektir. Öğretmende öğrenciye teorik bilgi yerine pratik bilgi vermeye başladığı zaman öğretmende öğrencide bilgiye açık olacaktır. O bilgiye ulaşıp ve onu kullanmak için büyük çaba gösterecektir. Öğrenci öğrendiği bilgileri günlük hayatta uygulayacak ve unutmayacaktır. Bu şekilde de her iki tarafta istekli ve verimli olmaya başlayacaktır. Bu şekilde elde edilen bilgiler işlevsellik kazanacaktır. Ve artık eğitimde süreklilikten bahsedebileceğiz.
“Bu konuya ilişkin en iyi örnek 1965 yılında Puerto Rico’lılara iletişim kurabilmek için New York bölgesindeki öğretmen ve kamu çalışanlarından oluşan yüzlerce kişiye İspanyolca öğretmek gerekmiş ve öğretmen ihtiyacında bir artış olmuştur. Arkadaşım Gerry Marris, İspanyolca yayın yapan bir radyo istasyonunda Herlem bölgesinde ana dili İspanyolca olan kişilere gereksinim duyulduğu yolunda bir duyuru yapmıştır. Ertesi gün büronun önünde iki yüz kadar genç insan bu işi yapabilmek için sırada bekliyordu ve bunlardan birçoğu okuldan atılmış yaklaşık elli kadarı seçilmiştir. Bu gençler, Birleşik Devletler Yabancılara Hizmet Enstitüsü‘nün hizmetinde, üniversite mezunu dilbilimcilerce kullanılmak üzere hazırlanmış İspanyolca el kılavuzları üzerine eğitim gördüler ve bir hafta içerisinde kendi kendilerinin öğretmenleri oldular. Bu gençlerden her biri, İspanyolca konuşmak isteyen dört New Yorkluya bu dili öğretmekle yükümlüydü. Altı ay içinde söz konusu bu çalışma tamamlandı. Bu bölgeden sorumlu Kordinal Spelman yüzyirmiyedi bölgenin her birinde üç üyenin İspanyolca konuşarak iletim kurabildiğini açıkladı. Hiçbir okul programı elde edilen bu sonuçla karşılaştırılamaz.” (s:28-29) Çünkü burada ki öğrenciler aldıkları bilgileri günlük hayatta kullanabiliyorlardı. Ayrıca öğrendikleri bilgileri başkaları ile paylaşılabilir olduğundan öğrenilmesi ve uygulanması daha kolaydır. Okulda ki bilgiler gibi tekrardan ibaret değildir. Bizzat hayatın içinde ve hayatın kendisi olarak öğrenilmiştir.
Ivan Illich aslında eğitime ve öğrenmeye karşı değildir. Eğitim ve öğrenmenin okulda verilmesi ve eğitimin alınacak tek yer olarak okulun gösterilmesi okulunda devlet tekelinde olmasına karşıdır. Çünkü insanlar okul dışında da öğrenmeye müsaittirler. Hayatın içinde kendi kendilerine de öğrenebilmektedirler. Özgür bir şekilde eğitim istiyorsak öncelikle okulu devlet tekelinden kurtarmamız gerekir. Müfredatı devletin belirlemesi onların istediği şekilde bireyler olmamız demektir.
“Okulsuz toplum, öğrenme ediminin iki yönlü doğasını vurgulamaktadır. Tek başına tekrara dayalı öğretimde gösterilecek ısrar bir felakete neden olabilir; öğrenmenin diğer çeşitlerine de eşit derecede özen gösterilmelidir. Fakat bir yeteneği öğrenmek için okullar yanlış yerleri oluşturuyorsa, bu durum aynı zamanda, okulların eğitim için en kötü yer oldukları anlamına gelmektedir.” (s:30) “Çünkü yetenek öğretiminin, müfredat sınırlamalarından bağımsız olması gerekiyordur. Aynı şekilde özgür eğitiminde devam mecburiyetinden bağımsız olması gereklidir. Keşfedici ve yaratıcı davranış için, hem yetenek öğrenimi, hem de eğitim kurumsal düzenlemeler tarafından bir amaç haline getirebilir. Fakat bunlar farklı ve genellikle de işin doğasına haykırıdır.” (s:31)
OKUL OLGUSU
“Bazı kelimeler öylesine esnektir ki, bir işe yaramazlar. Okul ve öğretim böylesi terimlerdendir. Bir amip gibi dilde mevcut olan boşluklardan herhangi birine hemen uyarlar.” (s:41)
Okul genel olarak bir eğitim kurumu olarak düşünülür. Fakat okulda özgür düşünce adına bir şey yoktur. Okul öğrencilere hapis hayatı yaşatan onların özgürlüklerini kısıtlayan bir kurumdur. Bu şekil düşünmemizde ki temel etken ise okulların öğretmen merkezli olmasıdır. Çünkü biz öğretmen ne söylüyorsa onu doğru olarak kabul ederiz. Onun söylediği bilgileri eleştirme hakkımız yoktur. Burada da öğrencilerin zihni boş bir levhaya benzetilir ve o şekilde eğitilir. Öğretmen neyi öğretiyor ve söylüyorsa hayatları ona göre şekillenir. Böyle bir toplumda da tekdüze insanlar yetişir. Eleştiri ortamı olmaz. Eleştirici olmayınca hayat sorgulanmaz. Dogmatik körü körüne bağlanılır. Yeni bilgilere ve düşüncelere kapalı bir gençlik yetişir. Hayatın sorgulanmadığı ve eleştirinin yapılmadığı bir toplumda da siyasi düşünce asla kendini gösteremez. Çünkü farklı düşünceler ve görüşler talep görmeyecektir. Bu varsayımları bozmak ve yıkmak içinde okulu araştıran ve sorgulayan öğretmen tekelinden alıp araştıran ve sorgulayan öğretmen ve öğrenci merkezli yapmalıyız.
Ivan Illich okulu “zorunlu müfredatı takip eden, tam gün devamı zorunlu kılan, sınırlı yaş ve öğretmenle ilişkili” olarak tanımlamıştır. (s:42) Okul insanları yaşlarına göre gruplandırmaktadır. Eski dönemlerde çocukluk kavramı diye bir şey yoktu. Çocuklar ya bebek ya da küçük yetişkinler olarak nitelendiriliyordu. Köylü kesim çocukları biraz büyüyüp de kendilerine yardım edecek duruma geldiği zaman onları çalıştırıyor ve yetişkin gözü ile bakıyorlardı. Çocuk küçük yaşta iken tarlayı sürecek bir güce sahip değilse sürüyü otlatmakla meşguldü. Eğer belli bir yaşa gelmişse ve psikomotor olarak bazı becerileri kazanmış ise artık yetişkinlerin yapacağı işlerde çalışırdı. Çünkü artık o bir küçük yetişkindi. Zengin kesim ise çocuklarının dışarı da gereksiz ve boş şeyler öğrenmemesi için okula gönderiyorlardı. Yani hiçbir çocuk çocukluğunu yaşayamıyordu. Çocukluk adına öğrenecekleri ve tadacakları zevkleri yapamıyorlardı. Çocukluk kavramı çok daha sonraları ortaya çıkmaya başlamıştır. Ve çocukların birçok şeyi sadece okulda öğrenebilecekleri okul öğretmeninin otoritesine ebediyen boğun eğmeye mecbur bırakılıyordu.
“Okul, öğrenmenin öğretme edimi sonucunda ortaya çıkan, doğruluğu önceden kabul edilmiş bir önerme üzerine bina bir kurumdur.” (s:45) Öğretmen ve öğrenci arasındaki ilişki tamamen çıkar ilişkisidir. Öğretmen öğretmekten çok para kazanmak için işini yapar, öğrenci ise okulu bitirip sertifika almak için öğretilenlere ezberleyerek okulu geçer.
“Öğretmen sahip olduğu kişiliğini yargı, ideoloji ve doktor işlevleriyle birleştirdiğinde, toplumun temel yapısını, yaşam için hazırlanması gereken süreçle amacından saptırılmaktadır. Bu üç gücü birleştiren bir öğretmen, öğrencinin yasal veya ekonomik reşit olmama durumunu meydana getiren ya da özgür toplanma hakkını kısıtlayan yasalara göre öğrencinin haklarını daha fazla kısıtlar. Ağaçları yaşken eğip ve bükmek sevgili öğretmenlerin içtenlikle yerine getirdikleri kutsal ve benzersiz bir vazifedir.” (s:48) “Çocuk için öğretmen bir mehdi, papaz ve rahip gibi ahkâm kesmektedir. O aynı zamanda kutsal bir ritüelin rehberi, öğreticisi ve idarecisidir.” (s:48)
“Çocukların okula tam gün devam eden öğrenciler olarak tanımlamak öğretmene, topluma egemen diğer kesimler tarafından elde tutulan güce göre daha üstün bir gücü öğrencilerin kişilikleri üzerinde deneme imkânı vermektedir. Yaşların kronolojik olarak düzenlenmesi, çocukların modern bir sığınaktaki tımarhane, manastır ya da cezaevi, yetişkinler için alışagelmiş bir takım haklara sahip olmalarını bile engellemektedir.” (s:49) Ayrıca “toplumun okulsuzlaştırmanın ne anlama geldiğini anlamak için okullaşmanın gizli müfredatına bakmak gerekir.” (s:49)
‘‘SÜRECİN RİTÜELLEŞTİRMESİ’’
“Üniversite mezunları dünyanın zenginleri arasında seçkin bir hizmette bulunmak amacıyla okutulmuş” (s:51) Eğitim de doyum noktası ekonomik olarak doyumu da paralellik gösterir. İnsan refah içinde yaşamadığı zaman öncelikle kendi kişisel ihtiyaçlarını sağlamayı düşünecektir. Bundan dolayı üniversite mezunları genellikle zenginler arasından çıkmıştır. Ve bu “öğrencilerin hepsi, sadece eğitim fabrikasının bir ürünü olarak tüketicilerin bulunduğu ortamda mutlu olmak için akademik bir sürece dahil edilmektedir.” (s:51)
‘‘Okul her bir başarı seviyesi için, söz konusu oyunun erken dönemlerinde kurulu düzen için kendilerinin iyi birer hizmetçi olduklarını kanıtlayanları seçip ayırmaktadır.’’(s:51) Çünkü okul devlet tekelindedir. Devlette kendisine itaat eden, onu eleştirmeyen ve sorgulamayan onun doğrularını kendi doğruları olarak algılayan bireyleri tercih eder. Onlar üzerlerinde taşıdıkları etiket ile devletin beklentilerini karşılamakla yükümlüdürler. ‘‘Her bir okul derecesi, sahip olduğu etiketi devamlı surette tüketicinin maruz kaldığı müfredat üzerine yakmaktadır. Sertifikalandırılmış üniversite mezunları ancak ve ancak fiyat etiketlerini üstlerinde taşıyan insanların yer aldığı bir dünyaya uygun düşmektedir. Bununla beraber, onlara yaşadıkları toplumlardaki beklentileri karşılama imkanı verilmektedir. Her bir ülke de üniversite mezunlarınca gerçekleştirilen tüketim diğer insanlar için bir standart ortaya koymaktadır. İnsanlar bir işte çalışan ya da çalışmayan, fakat makineleştirilmiş insanlar olacaklarsa üniversite mezunlarının yaşam standartlarınca talip olmalıdırlar’’(s:52)
‘‘Üniversite dünyanın her yerinde ve her siyasal sistemin yönetimi altında iş yerinde ve evde empoze edici tüketici standartları oluşturma etkisine sahiptir.’’(s:52) İnsanlar kendi düşündüklerini özgürce söyleme imkanına sahipse orada eğitim gerçekleşir. Yunan dünyasını düşünelim insanlar ekonomik olarak bir doyuma ulaştığı zaman bilim, astronomi ve felsefeyle uğraşıyorlardı. Çünkü artık sadece bilgiye açlardı. Oradaki eğitim ilerliyor gelişiyor ve insanlara olaylara eleştirel bakış açısı ile yaklaşmalarını sağlıyordu. Yani günümüzde ki insanlar gibi para kazanmak için okumuyorlardı. Bizler ise para kazanıp refaha ulaşınca diğer zamanlarımızı eğlence merkezlerinde geçiriyoruz. Özgür okul eğitimine karşı anlatmak istediğim bu. Bilgiyi ticaret olarak kullanıyor olmamız. Oysa bilgi insanın hayatındaki buluşları doldurması, dünyayı anlaması, sorgulaması keşfetmesi ve yeniden yaratması için önemlidir.
‘‘Eski üniversiteler keşifler, aynı zamanda, yeni ve eski fikirlerin tartışılması için özgür bir ortam sağlıyordu. Hocalar ve öğrenciler uzunca bir süredir ortamdan kalkmış bir gelenek olan diğer bilim adamlarının eserlerini okumak amacıyla bir araya gelirler ve böylece artık yaşamayan bilginlerin çalışmalarını yaşadıklarını günün meselelerine yeni perspektifler kazandırırdı. O zamanlar üniversite bir araştırma topluluğu oluşturan bölgesel bir hareketlilik merkeziydi.’’(s:52-53) ‘‘Modern üniversite ise, hem anonim hem anarşik, bir buluşmalar için basit bir imkan sağlama şansını yitirmiş ve bunun yerine araştırma ve eğitimin üretildiği süreci idare etmeyi seçmiştir.’’(s:53)
‘‘Tarihte hiçbir toplum ritüel ya da mit olmaksızın hayatını devam ettirememiştir. Fakat bizimki; aptalca, korunmakta ve yıkıcı olan, üstelik pahalı bir kabul törenine ihtiyaç duyulanların ilkini oluşturmaktadır. Çağdaş dünya medeniyeti de eğitim adına temel kabul töreni ritüelini rasyonelleştirmeye ihtiyaç duyan medeniyetlerin ilkidir. Öncelikle bireysel öğrenmenin de toplumsal eşitliğinde okullaşma ritüeliyle artırılamayacağını anlamadıkça eğitimde bir reform söz konusu olamaz. Okullarda ne öğretildiği söz konusu olmaksızın, zorunlu konu okullarının kaçınılmaz bir şekilde böylesine yoz bir toplum oluşturacağını anlamadıkça tüketim toplumu olmaktan öteye geçemeyiz.’’(s:55)
Okullarda, değerli bir eğitimin okula devam neticesinde ulaşacağı; eğitimin değerinin verilerle artacağı ve sonunda bu değerin not ve sertifakalarla ölçülebileceği ve dokümanlaştırılabileceği öğretilmektedir. ‘‘İnsan bir kez okulun bir ihtiyaç olduğunu kabul ettiğinde, diğer kurumlar için de artık kolay bir av haline gelmektedir. Çünkü okul diğer kurumlara ihtiyaç duyduğu bireyler yetiştirmektedir. Genç insanlar, kendi hayal güçlerinin müfredatın sunduğu eğitimle şekillendirilmesine izin vermektedir ve her çeşit kurumsal planlamaya karşı şartlandırılmaktadır. ‘Eğitim’ bu insanların hayal güçlerinin sınırlarını daraltmaktadır. Onlar açığa çıkarılamazlar. Fakat umutlarıyla beklentilerini değiştirmeleri öğretildiğinden dolayı sadece aldatılmaktadırlar.’’(s:56-57) Aldığımız eğitim ve öğrendiğimiz bilgilere hayatta hayal kuracağız ona göre umutlarımızı yaşatacağız. Bazen okulda yapmış olduğumuz bir yanlışlık umutlarımızı ve hayallerimizi değiştirmemizi sağlayacaktır.
‘‘Okul seküler, bilimsel ve ölümü inkar edici olarak modern ruh halinin bir parçasını yansıtmaktadır. Okulun klasik, eleştirel gösterişi onun din karşıtı değilse bile, plüralist görünmesine neden olmaktadır.’’(s:61) Okul toplumsal mitin destekleyicisi olarak hizmet etmektedir. ‘‘Okul ortaya koyduğu taleplerde ifadesini bulan tüketicinin beklentilerini, üreticinin ritüelinde vurgulanan inançlarıyla birleştirilmektedir.’’ (s:63) Okul, öğrencinin her şeye gücü yetme konusundaki eksiklik duygusuyla büyümesini, öğretmene aşağılayıcı bir bağlılıkta bulunma gerekliliği ile birleştirmektedir. (s:63) Okul öğrenciye böyle bir duygu aşıladığı zaman birçok şeye okula geldiğinde gücü yeteceğini ve değiştireceğini düşündüğünden dolayı okula ve öğretmene olan bağlılığında daha artacaktır. Okul insanları değiştirecek kutsal bir güce ritüele sahip olduğunu düşünecektir. Bu şekilde öğrenciler kendilerine yabanlaşmaya başlayacaklardır.
‘‘Geleneksel anlamda yabancılaşma, insanı yaratmak ve tekrar yaratılma fırsatından alıkoyan, işin ücretli iş haline gelişimine doğrudan bir sonucuydu, şimdi genç insanlar, okulda piyasa da yer alacak bir meta olarak tasarlanan kendi bilgilerinin hem üretici hem de tüketicisi olamaya yeltenirken, okul tarafından yabancılaşma öncesi bir hazırlığa maruz kalmaktadırlar. Okul, yaşama hazırlığı yabancılaştırmakla böylece öğrenciler gerçek eğitimden ve yaratıcılıktan yoksun bırakılmaktadır.’’(s:64) Böylece okul ya insanları yaşama bağlamakta ya da bazı kurumlarda çalışmalarının uygun olacağına onları inandırmaktadır. Çünkü aldıkları eğitimde ona göre şartlanma gerçekleşmektedir.
‘‘TOPLUMSAL KURUMLARIN GÖRÜNÜMÜ’’
Ivan Illich toplumsal kurumların görünümünü ele alıyor iken onları içeriklerine ve insanların ihtiyaçlarına göre değerlendirmiştir. Hatta bunları sağ ve sol diye ikiye ayırmıştır. Sağ harekette temel ihtiyaçlarını ve devlet kurumları tarafından olmazsa olmaz şekilde düşünmektedir. Bunlar için örnekleri genelde otoban, posta işletmeciliği ve okulu örnek göstermiştir. Otobanı arabası olan herkesin özgürce kullanabileceğini dile getirmiştir. Onu kullanabilmek için arabanın olması şart olarak gösterilmiştir. Bu kurumların oluşabilmesi için okul şarttır. Çünkü okul bu kurumlarda çalışabilecek bireyler yetiştirir.
‘‘Yanlış hizmetler arasında okul, en sinsi olanı ve en içten içe yayılanıdır. Otobüs sistemi sadece arabalar için talep meydana getirmektedir. Okullar, spektrumun sağ tarafında yığılmış olan modern kurumların hepsi için bir talep meydana getirmektedir. Otobanlara duyulan ihtiyacı sorgulayan bir kişi romantik olmakla yaftalanır, okulun ihtiyacını sorgulayan bir kişi ise, anında, ya ruhsuz ya da emperyalist olarak aşağılanmaktadır.’’(s:79)
‘‘Okul, gelişimlerinin sorumluluğunu kendilerine vermekle bu insanların çoğunu bir çeşit ruhsal ihtiyaçlara sürüklemektedir.’’ (s:80) Çünkü kişilere yaptıklarını sorgulamayı öğretmekte okuldan aldıkları bilgileri koşulsuz olarak kabul etmektedir. Bu da zamanla insanla da kendilerini tanımamaya neden olmaktadır. Böyle olan kişilerin kendilerini ruhsuz olarak düşünmelerinde gayet normaldir.
‘‘SAĞDUYUYA DAYANMAYAN TUTARLILIK’’
‘‘Beyin yıkamaya disiplini birbirine karıştıran özgür okul hareketi, bu öğretmene yıkıcı bir otorite rolü biçmiştir. Eğitim teknolojisi, devamlı surette öğretmenin tedbirleralma ve davranış geliştirmedeki alt konumunu göstermektedir. Adına çalıştığı okul yönetimi, öğretmeni hem Sunmerhill’e hem Skinner’e boyun eğmek zorunda bırakmaktadır. Bu durum, zorunlu eğitimin liberal bir teşebbüs olmayacağını açıkça ortaya koymaktadır. Ayrıca öğretmenlerin okuldan kaçış oranını öğrencilerinkinden fazla olmasına da şaşmamalıyız.’’ (s:85)
Öğrenciler okula o kadar bağımlı hale gelmişlerdir ki ondan ayrı bir şekilde bir şey öğrenmeyeceklerini düşünmektedirler. Okul insanların öğrenme istediğini sömürmektedir. İnsanlar çünkü sürekli olarak bilgiye açtır. Okulda öğretme yeri olarak düşünüldüğünden insanların zaaflarını kullanmaktadır. Öğrenciler müfredata ciddi şekilde boyun eğdiklerinde kendilerini paranoyak hissetme eğilimi göstermektedir.
‘‘Şu anki eğitim kurumlarımız öğretmenlerin çıkarlarına hizmet etmektedir. İhtiyaç duyduğumuz yapılar, her insan öğrenmek ve diğerlerinin öğrenmesine yardımcı olmak suretiyle kendisini tanımlamasını mümkün kılacak olanlardır.’’(s:91) Öğretmen kendi duygu düşünce ve inanç biçimine göre öğrencilere bilgi vermek ve o şekilde onları yönlendirmektedir. Öğretmen nasıl bir birey görmek istiyorsa öğrenciyi o kalıba sokmaktadır. Bundan dolayı da eğitimde sağduyuya dayanmayan bir tutarlılık bulunmaktadır.
‘‘ÖĞRETMEN AĞLARI’’
‘‘Okula kaydolan öğrenciler diploma elde etmek amacıyla diplomalı öğretmenlere boyun eğmektedirler. Hem öğretmenler hem de öğrenciler düş kırıklığına uğradıkları gibi yetersiz kaynaklardan para, zaman ya da binalardan şikayetçi olmaktadırlar.(s:93) Bu düş kırıklıklarından dolayı da artık okula olan bağımlılık azalmamaktadır. Çünkü bilgi endüstrisinde tüketici direnci artmaktadır. Öğretmenin okul dışı yerlerde gerçekleştiği düşüncesi yaygınlaşmaktadır. Pratik ve teorik olarak öğrenmeye istek artmaktadır.
‘‘Kaliteli bir eğitim sistemi üç amacı gerçekleştirmeye çalışmalıdır. Yaşamanın bir anında mevcut kaynaklara ulaşmak suretiyle bir öğrenim gerçekleştirmek isteyen herkese imkan sağlamalıdır; bilgi sahibi olanların. Bu bilgilerini paylaşmaları konusunda kendilerinden bir şeyler öğrenmek isteyenleri bulmalarına yetki tanımalıdır; halka, yeteneklerinin ortaya çıkmasını sağlayabilecek bir imkan olarak, bir konuyu onlara sunmak isteyenler için gereken her türlü olanağı sağlamalıdır. Böylesi bir sistem eğitim yasal garantiyi gerektirmektedir. Öğrenciler zorunlu bir müfredat programına katılmaya zorlanmalıdır ya da bir diploma veya sertifika edinme gibi bir ayrımcılığa tabii tutulmamalıdır. Gerçekten hizmetleri öğrenmek için halkın sahip olduğu şansı kısıtlayan eğitimcilerin ve eğitim sistemlerinin son derece profesyonel araç-gereçlerini edinenlerin vergiye tabii tutmak suretiyle halkı bu uygulamaya destek vermeye zorlamaktadır. Bu eğitim sistemi son derece evrenseldir.’’(s:96-97)
‘‘Yani eğitim kurumlarının planlaması, müdürün ya da başkasının yönetimsel amaçlarıyla veya profesyonel eğitimcilerin öğretim amacıyla ya da farazi bir insan sınıfıyla öğrenme amaçlarıyla başlamalıdır. ‘‘Kişi ne öğrenmelidir?’’ sorusuyla değil, ‘‘Hangi seviyedeki insanlar öğrenci olarak öğrenme eylemi için bir ilişkiye istemektedir?’’ sorusuyla işe başlamalıdır.’’(s:99)
Ivan Illich öğrenmeye amaçlarını tanımlamasını ve gerçekleştirmesini mümkün kılacak dört farklı yaklaşımı tanımlamak istiyordur.
1- Eğitim Amaçları için Kaynak Hizmeti: Bu uygulama, amaçlara ya da tümel öğrenim için kullanılan süreçlere başvuruyu kolaylaştıracaktır. Bu tip şeylerden bazıları bu amaç için kütüphanelerde, kiralama şirketlerinde, laboratuarlar da, müze ve tiyatrolar gibi ‘showroom’lar da depolanabilir. Diğerlerinin de fabrikalarda, hava limanlarında ya da çiftliklerde günlük kullanımları söz konusu olabilir. Fakat bu yerler öğrencilerin stajyer olarak, görev almaları için elverişli hale getirilmelidir. (s:100)
2- Yetenek Değişimleri: Bu uygulama, bireylere, sahip oldukları yeteneklerin bir listesini çıkarma imkanı tanımaktadır. Bu yeteneklerden bazılarını öğrenmek isteyen kişiler için, bir model olarak hizmet etmek istediklerinde, adreslerine ulaşmak yeterli olacaktır. (s:100)
3- Akran Eşlenimi: BU, nedenini ve niçinini sorabilecekleri bir partner bulma ümidiyle içinde bulunmayı arzuladıkları öğrenme aktivitesini tanımlamaları için kişilere imkan tanıyan bir iletişim ağıdır.(s:100)
4- Serbest Eğiticilere Kaynak Hizmeti: Bu uygulama; profesyonellerin, para profosyenellerin ve serbest eleman olarak çalışacakların adresi ve kısa tanımlarının ve hizmetlerine katılma koşullarının da yer aldığı bir dosyada ki listelerden oluşmaktadır. (s:100)
Okulsuzlaşmanın anlamı bir kişinin iktidarına bir toplantıya iştirak eden bir diğer kişileri memnun etmek adına son vermektir. Aynı zamanda, herhangi bir yaş ve cinsiyetteki bir kişinin hakkını korumak anlamına da gelmektedir. Bu hak, toplantıların kurumsallaşmasıyla önemli ölçüde azaltılmıştır. Temelde toplantı bireysel toplanma hareketinin bir sonucunu belirlemektedir. Şimdi bu durum bazı aracıların kurumsal ürününü belirtmektedir.
‘‘EMPİMETHOUSCU İNSANIN TEKRAR DOĞUŞU’’
‘‘Umut, doğa tanrıçasına duyulan imana dayanmaktadır. Beklenti ise burada kullanacağımız gibi insan tarafından planlanan ve kontrol edilen sonuçlara dayanma anlamına gelmektedir. Umut kendisinden bir hediye beklediğimiz kişiye duyulan istekte odaklanmaktadır. Beklenti, iddia etme hakkına sahip olduğumuz şeyi üretebilecek tahmin edilebilir bir süreçten memnuniyeti sabırsızlıkla beklemektir.’’(s:129)
Planlanmış hiçbir arzu edilebilir değildir. Bizim beklentilerimiz arzularımızdır. Fakat insanların umutları hep hayal dünyalarında kalmakta ve düş kırıklığına uğramaktadır. Bizler okula gidiyoruz okulda alacağımız her şey planlanmıştır. Yani okulda alacağımız eğitimi ve yaşamı arzu edebiliriz fakat asla umutlarımızın yerine koyamayız. Okulların en büyük yanlışları görünen planlamada değildir. Bizim bilmediğimiz gizli müfredat içerisindedir. Gizli müfredatta devlet kendisini eleştirmeyen, sorgulamayan itaatkar bireyler yetiştirmeyi hedeflemektedir. Bu da bir toplumu hatta insanlığı yok etmek için kullanılabilecek en acımasız yöntemdir.
SONUÇ: ‘‘OKULSUZ TOPLUM’’
Okulsuz toplumda bizim amaçladığımız şey insanları etiketlerine göre ifade etmek veya onları belli bir kalıba sokmaktan alı koymaktadır. Geçen gün arkadaşlarla yemekhanede oturuyorduk. Hemşirelikte okuyan arkadaşlarım beyaz önlük görmekten sıkıldım dedi. Daha sonra aslında kimin öğretmenlikte kimin sağlıkta okudukları direk öğrencilerin yüzüne bakınca belli oluyor diye konuşma geçti. O an aklıma gelen tek şey okulsuz toplum oldu. İnsanlar okullara ve sertifikalarına göre şekillendiği bir toplumda artık kişiliğinden çok direk etiketine bakıyoruz. Bu da insanlık tarihi açısından kötü bir durumdur.
Ivan Illich de yakındığı durum aslında okulun devlet kurumu olmaktan çıkarmaktır. Yani öğrencilere sadece belli bir çerçevede planlanmış bilgiler vermemeliyiz. Hem teorik olarak hem de pratik olarak öğretmeliyiz. Ivan Illich’in istediği eğitim programını Türkiye üzerinde düşünecek olursak kısmen de olsa Köy Enstitüleri girmektedir. Hem uygulama hem teorik öğretilmektedir. Çünkü bilinçli, sorgulayan, eleştiren, kendini gerçekleştiren bireysel görmek istiyorsak okulsuz bir toplum yaratmamız gerekecektir.
KAYNAK
ILLICH Ivan (2009) Okulsuz Toplum. İstanbul: Şule yayınları