Nâbî’nin Hayriyye’sinde Çocuğa Verilen Ahlâkî Öğütler

Sayı 23- Prof. Dr. Oktay Hüseyin (Haziran 2009)

Çocuklarınız sizin çocuklarınız değildir.

Onlar yaşamın yaratıcı gücünün oğulları ve kızlarıdır.

Onlar sizden değil, sizin aracılığınızla doğmuşlar.

Sizlerle birliktedirler ama sizin değillerdir.

Onlara sevginizi verebilirsiniz ama düşüncelerinizi değil.

Çünkü onların kendi düşünceleri vardır.

Bedenlerini barındırabilirsiniz ama ruhlarını değil.

Çünkü onlar, sizin düşlerinizde bile gidemeyeceğiniz

Geleceğin evinde otururlar.

Onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama onları kendinize benzetemezsiniz.

Çünkü yaşam durmaz; geriye değil, ileriye akar.

Sizler birer yay, çocuklarınız da geleceğe fırlattığınız canlı oklardır…

Khalil Gibran

(Lübnanlı yazar, ozan)

Nâbî ve Hayatı

Asıl adı Yusuf olan Nâbî, 1642 yılında  Şanlıurfa‘da doğmuştur.  Yokluk ve sefalet içinde yaşayarak büyümüş, 24 yaşındayken de İstanbul‘a giderek Musahip Mustafa Paşa’nın maiyetine girmiştir. İstanbul’da eğitimine devam ederek, sıkı sıkıya şiire bağlanmıştır. Şair, sanatkâr ve insan olarak paşasının gözdesi olmuş ve onun divan kâtipliğini yapmaya başlamıştır. Musahip Paşa’nın tavsiyesi üzerine Fetihname-i Kamaniçe adlı eseri kaleme almıştır. Paşası vefat edince ise Halep‘e gitmiştir. İstanbul‘da geçirdiği dönemde birçok önemli isimle arkadaşlıkları olmuş, sarayla da bazı ilişkiler kurmuştur. Bunun da etkisiyle, Halep‘te geçirdiği yıllarda (yaklaşık 25 yıl) devletin sağladığı imkânlarla rahat bir hayat sürdürmüştür. Eserlerinin çoğunu Halep’te geçirdiği bu yıllarda kaleme almıştır. Daha sonra arasının da iyi olduğu Halep Valisi Baltacı Mehmet Paşa sadrazam olunca Nâbî’yi yanına almıştır. Bu dönemlerde Nâbi Darphane EminliğiBaş mukabelecilik gibi görevlerde bulunmuştur. Ayrıca, bazı kaynaklara göre Nâbî’nin aynı zamanda çok güzel bir sese sahip olduğu, “Seyid Nuh” ismiyle bazı besteleri olduğu bilinir. Nâbi, İstanbul‘da 1712 yılında vefat etmiştir. Ermiş bir Müslüman ve divan edebiyatımızın en usta toplumcu şairi sayılan Nâbî’nin ölümüne birçok kişi tarih düşürmüştür. “Nâbî be-huzur amed”;”Gitti Nâbî Efendi cennete dek” ve “Zeliha-yı cihandan çekdi damen Yusuf-ı Nâbî” sözleri bunlar arasında hatırlananlardır. (Pala, 2004; http://tr.wikipedia.org/wiki/Nâbî)

Edebi Şahsiyeti

Nâbî, klasik şark dillerini ve İslâm ilimlerini çok iyi bilen âlim ve fâzıl bir şâirdir. Fikri bir takim söz sanatlarıyla süslemeden, fikir olarak söylemek yolunu seçmiş ve bunda dikkate değer bir şahsiyet göstermiştir. Nâbî eğitime çok önem veren bir şairdir. Eserleri devrin pedagojik görüşlerini sunar. Türk edebiyatında hikmetli ve öğretici bir şiir üstadı olan Nâbî, kendisinden sonraki birçok şair ve edibe ideal olmuştur (Pala, 2004).

Nâbî’nin şiirde anlama çok değer verdiği görülmektedir. Nâbî’nin şiirlerinde “manâ” ile ilgili pek çok beyit bulunmaktadır. Nâbî’ye göre, şiirde “ince manâlar” kullanılmalıdır. Ona göre şiirdeki mânâlar, işitilmemiş, söylenmemiş, taze olmalıdır. Nâbî’nin “hikemî” şiir telâkkisine sahip olmasını, 17. yüzyılın sosyal ve siyâsî durumunu göz önünde bulundurarak değerlendirmek gerekir. Gerileme döneminin bütün özelliklerinin yaşandığı bu dönemde, tam altı padişahın saltanatını gören şair, Osmanlı düzeninin yavaş yavaş sarsıldığını bizzat müşahade etmiştir. Bu bakımdan Nâbî’nin şiir anlayışının şekillenmesinde, dönemin sosyal ve siyâsî şartlarının rolü büyüktür (Bilkan, 2007).

Nâbî’nin dili hakkında söylenebilecek en önemli husus, onun Türkçe’ye duyduğu hayranlıktır. Şairin bilhassa Halep’te ikâmet ettiği sırada yazdığı bazı şiirlerinde bu Türkçe hayranlığı ve hasreti açıkça ifade edilir. Şair, uzun sayılabilecek bir süre Halep’te ikâmet etttiği ve Arapça’yı çok iyi bildiği halde, Türkçeyi daima Arapça’dan üstün tutar. Şair, Teberdâr Muhammed Paşa’ya yazdığı kasidede Türkçe’yi Arapça ile mukayese ederken Türkçe’nin şiir dili olarak Arapça’dan daha zarif olduğunu belirtir (Pala, 2004).

Eserleri

17. yüzyılın ikinci yarısında yetişmiş şairlerin en ünlüsüdür. Ününü, edebiyatımızda ” Nâbî Ekolü” olarak da bilinen hikemi şiir akımının kurucusu ve en güçlü temsilcisi olmasından alır. Nâbî’nin edebi kişiliğini ortaya koyan ve ona ün kazandıran en önemli eserleri manzum eserleridir. Nâbî’nin altı tanesi manzum olma üzere toplam on eseri vardır. Bu eserlerden söz etmek gerekirse (Bilkan, 2007; Pala, 2004);

Divan: Divan Halep valisi Silahtar İbrahim Paşa’nın önerisiyle tertiplenmiştir. Yurt içinde ve yurtdışında Nâbî Divânı adıyla kayıtlı 124 divan nüshası tespit edilmiştir. Bunlardan 10 tanesi mecmu”a olup Nâbi Divânı adıyla kaydedilmiştir.

Divançe: Nâbî’nin Türkçe Divânı içerisinde bulunan Farsça Divânçesinde, 33 gazel, 20 tahmis, 2 tarih, 2 manzume olmak üzere toplam 57 şiir bulunmaktadır. Nâbî, Mevlânâ, Hafız, Molla Câmî, I.Sultan Selim, Feyzî-i Hindî, Şifâî, Urfî, Sâib, Kelîm, Nazîrî, Şevket, Meylî, Garibi ve Tâlib gibi pek çoğu İran şairi olan ünlü şairlerin şiirlerine tahmis yazmıştır. Eser, tarafımızdan neşre hazırlanmıştır.

Tercüme-i Hadis-i Erbain: Nâbî, İran şairi Molla Câmî’nin “Hadîs-i Erba’în”  adlı eserini manzum olarak tercüme etmiştir. Eserde toplam 42 kıt’a mevcuttur. Şair yaptığı tercümede oldukça serbest davranmış ve didaktik bir gaye gütmüştür.

HayrâbâdNâbî’nin ikinci mesnevisi budur. Nâbî bu eserini Halep’te yaşadığı sırada, 1117 (1705) yılında kaleme almıştır. Yer yer masal anlatımıyla devam eden bu eser, açık ve sade bir Türkçe ile söylenmiştir.

SurnâmeSurname, IV. Mehmed’in emriyle şehzadeleri Mustafa ve Ahmed’in sünnetleri münasebetiyle 1675 yılında yazılmıştır. Şair, bu eserde IV. Mehmed’in şehzadeleri için Edirne’de yapılan sünnet düğünü ile ilgili hazırlıkları, sadrazam ve vezirlerin getirdiği hediyeleri, on beş gün devam eden şenlikleri, mevlit ve sünnet törenini kendine has üslubuyla anlatmaktadır.

Fatihnâme-i Kamaniçe: “Târih-i Kamaniçe” adıyla 1284 (1867) yılında İstanbul’da basılan eser, 1082 (1671) yılında IV. Mehmed’in Lehistan’a yaptığı sefer sırasında yazılmıştır. Nâbî, 1672’de alınan kaleye IV. Mehmed ile beraber girmiş ve Musahip Mustafa Pâşâ’nın isteği üzerine bu gaza-nâmeyi yazmıştır.

Tuhfetü’l– Harameyn: Nâbî’nin, 1089(1678) yılında hacca gidişinden lam beş yıl sonra, 1094(1683) yılında yazdığı bu eseri, XVII. yüzyıl süslü nesrinin önemli örneklerindendir.

Zeyl-i Siyer-i Veysi: Nâbî, Veysî’nin “Mekkî” ve “Medenî” olmak üzere, iki cilt olarak kaleme almayı tasarladığı ve ömrü vefa etmediği için yarım bıraktığı bu eseri tamamlamak istemiş ve eserini bu maksatla yazmıştır. Şair bu eserinde süslü ve sanatlı bir dil kullanarak konuya gereken itinayı göstermiştir.

Münşeat: Nâbî’nin mektuplarını ihtiva eden bu eser, şairin vefatından sonra, Şehîd Alî Pâşâ’nın tezkirecisi olan Habeşî-zâde Abdurrahîm Çelebi tarafından Alî Pâşâ’nın emriyle bir araya toplanmıştır.

HayriyyeŞair Nâbî’nin aruz vezniyle yazdığı manzum bir öğüt kitabıdır. Bir divan edebiyatı şairi olan Yusuf Nâbî, daha çok bu eseriyle tanınır. Şair bu eserini oğlu Ebü’1-Hayr Mehmed Çelebi adına yazar ve muhatap da oğludur. Kitap kendi dönemi için olduğu kadar günümüz için de şaşmaz ve değişmez dersler, öğütler ve nasihatlerle doludur. Kitabın diğer önemli yönü de, devrinin iç yüzünü ve sosyal hayatını yansıtmasıyla da tarihî bir vesika oluşudur.

Hayriyye; metin ve tercümesi ile birlikte 1647 beyit, 34 bölüm ve 223 sayfadan meydana gelmiştir. Hayriye’nin güzel ahlak bölümündeki beyitleri daha çok günümüze ışık tutacağı ve çocuklarımızın karakterine katkı sağlayacağı düşüncesiyle inceleme gereği duyulmuştur. İskender PALA’nın çevirisini yaptığı Hayriye adlı eserdeki ahlak beyitlerinden alıntı yapılarak, beyitlerinin altına açıklaması yazılmıştır.

Der-bayan- şeref-i hulk-i hasen

(Güzel ahlakın şerefi hakkındadır)

Ey ser-âmed güher-i bahr-i hayât

Nüsha-i müntehab-i hüsn-i sıfât

Ey hayat denizinin en birinci incisi; ey güzel vasıfların seçkin örneği (oğul)!

*              Ey hayatımın en değerli varlığı, en güzel vasıfların örneği, nitelikleriyle övülmeye layık olan oğlum!

Meskenet hasletin eyle a’dâd

Ol mülâyim-dil ü dervîş-nihâd

Yoksun olduğun iyi huyları bir say hele! Sonra da mülayim gönüllü ve derviş yaratılışlı ol!

*              Sende olması gereken iyi huyları söyle, kendini değerlendir ve alçakgönüllü olup varlığına şükret.

Ol ganî -tab’u tevâzü’pîşe

Sal gülistân-ı felâha rîşe

Huyca zengin, alışkanlıkça alçak gönüllü ol da böylece kurtuluş gülistanına kök sal!

*       Kendindeki eksiklikleri gidermeye çalış, güzel ahlaklı ol ki huzura erip gül bahçesinde kök sal.

Sana hilm ü edeb ü hüsn-i süluk

ider ahrârı zarurî memluk

Yumuşaklık, terbiye ve iyi yolda olmak, hür olanları bile zaruri olarak sana köle eder.

*              İyi ahlakınla, örnek yaşantınla diğer insanları etkileyerek onları kendine bağla.

Hüsn-i ahlâka degül erzânî

Çîn-i ebru girih-i pîşânî

Çatık kaş ve kırışık alın( suratını buruşturmak), iyi ahlaka hiç de uygun düşmez.

*              İçinin güzelliğini dışına yansıtıp, daima güler yüzlü olmalısın.

Virür âyîne-i kalbe işrâk

Vüs’at-i meşreb ü tîb-i ahlâk

Ahlakça iyi yaratılışlı ve meşrepçe geniş olmak, kalp aynasına parlaklık verir.

*              İyi ahlaklı olmak kadar karşındakini  “ne olursa olsun, kim olursa olsun” anlamaya çalışmak, iyi niyetli yaklaşmak senin zenginliğini artıracaktır.

Hande-ruluk eser-i rahmetdür

Türş-ruluk sebeb-i nefretdür

Güler yüzlülük rahmet alametidir. Suratı ekşitme ise nefrete sebep olur.

*              Güler yüzlü olma, bizim olduğu kadar çevremizdekilerin de yaşantısını güzelleştirir; asık suratlı olma ise insanların nefret duymasına sebep olarak yaşantımızı zorlaştırır. Tatlı dil ve güler yüzün açamayacağı kapı yoktur.

Huy-ı bed âdet-i bed meşreb-i bed

İder erbâbını merdud-ı ebed

Kötü huy, kötü alışkanlık ve kötü meşrep, sahibini, ebedi olarak istenmeyen kişi yapar.

*              İnsanlar iyilikleri ve güzel ahlakları ile öldükten sonra da anılır; kötü huylular ise hiçbir zaman toplum tarafından sevilmez.

Hazm olunmaz reviş ü etvârı

Her kimin k’ola tekebbür kârı

Her kimin ki işi büyüklenme olsa, gidişatı ve hareketleri başkaları tarafından hazmedilmez.

*              Ey oğul, “derviş yaratılışlı, mülayim gönüllü ol” dedim ya; kibirli olma ki kibirli insanların kendilerini üstün görmeleri çevresindeki insanların kendinden uzaklaşmasına sebep olur ve kibirli insan yaşamı boyunca yalnızlığa mahkûm olur.

Gurre olmak sıfat-ı şeytândur

Rânde-i bâr-geh-i Rahmân’dur

Gururlu olmak şeytanın sıfatıdır. Gururlu kişi tıpkı şeytan gibi Allah katından kovulur.

*              Gurur ve kibir şeytanı tanımlayan sıfatlardır. Gururlu kişi de şeytan gibidir, girdiği hiçbir toplumda kabul görmez.

İtme erbâb-ı tekebbürle sühen

Ol girîzân mütekebbirlerden

Büyüklenen kişilerle oturup konuşma. Bu tip kişilerden daima kaçın.

*              Tevazu göstermeyen, kendini üstün gören insanlardan daima kaçın, onlardan daima uzak dur.

Hem-nişîn olmak olursa nâ-çâr

Sen ana eyle tevâzu’izhâr

Eğer onlarla bir arada bulunmak kaçınılmaz olursa, artık çaresiz sen ona karşı tevazu göster.

*              Şayet kendini kibirli insanlardan uzak tutamayıp, aynı ortamda bulunman gerekirse; karşındaki insanın bu özelliğinin farkında olarak, uyanık ol ve bunun  geçici bir durum olduğunu düşünerek hoşgörülü davran, beladan uzak dur.

Ukalâ gerçi şekerler yidiler

Sana kibr idene kibr it didiler

Gerçi akıllı kişiler şeker gibi tatlı bir söz söyleyip “Sana karşı kibirli olana sen de kibirli ol,” dediler…

*              Toplumda kabul gören akıllı(!) diye nitelendirilen kişiler böyle bir kişi ile karşılaşıldığında “Sana karşı kibirli olana sen de kibirli ol.” der, ancak böyle davranmak kısa bir süre insanı rahatlatır, ya sonra…

Lîk gavgâya çıkar bir yanı

Sen tevâzu’la savuşdur anı

…Lakin yine de onun bir ucu kavga ve kötülüğe çıkar. Onun için sen yine de onu tevazu ile savuştur.

*        Evet Oğul, bilgelik kişinin içinde gizlidir, sezgilerin seni kavga ve kötülükten uzak tutmalı!

Tab’ı âdemde olur kibr ü gurur

Maraz-ı müzmin ü zahm-ı nâsur

Kibir ve gurur insanın yaratılışında mevcuttur. Bunlar müzmin bir hastalık ve nasır yarasıdır.

*      Kibir ve gurur insanın mayasında vardır; o yüzdendir ki şeytan ruhunu terbiye edemeyen insanları kandırmaktadır. “Ahlakça iyi yaratılışlı, meşrepçe geniş olmayan kişilerde” de kibir; müzmin bir hastalık, nasır yarası gibidir, bu duyguyu isteseler de içlerinden söküp atamazlar.

Düşen ol vâdîye iflâh olmaz

Maraz-ı nikbeti ıslâh olmaz

Bir vadiye düşen kişi iflah olmaz. Onun kötü hastalıkları düzeltilmez.

*              Kibirli kişi farkında değildir aslında çevresinden ziyade kendine zarar verdiğinin… Geri dönüşü olmayan bir yoldur onun yolu.

Olma mestâne-i câh u pâye

Karşu turma gazab-ı Mevlâ’ya

Sakın mertebe ve makam sarhoşu olma; Allah’tan gelen kötü şeylere de karşı durmaya çalışma.

*              “Devlet malına güven olmaz, mevkii şehrin kapısından çıkmaz.” O yüzden makam ve mevkiinin geçici olduğunu bil ve hüner öğren, kendini geliştir.

Haa oğul , bir de, bazı şeyler vardır ki yazılmıştır alnına, istesen de değiştiremezsin. İşte bu kaderdir! Kadere de boyun eğmen gerekir…

Kibriyâ vü azamet Hakk’a yarar

Kul olanda bu sıfatlar ne arar

Büyüklük ve ululuk, Allah’a aittir, kullarda bu sıfatlar bulunmamalı.

*        Kişi kibirli olmamalı,  kendini büyük görmemelidir; çünkü yaradandır büyüklük ve ululuk sahibi…

Bendelük tavrına olsun amelün

Hak âzârına dırâz itme elün

Yaptığın her şey kullara yakışır şekilde olsun. Allah’ı gücendirecek bir şeye sakın elini uzatma.

*              Her bir davranışın ve atacağın adım sana yakışır olmalı. Yaradanın emirlerine uy, kendini daima kontrol et, harama el uzatma ki kulluk vazifeni yerine getiresin.

Sende zâhir olıcak kibr ü gurur

Kasm ider zahrunı Allah-ı Gayur

Sende kibir ve gurur göründüğü zaman gayur olan Allah, senin boyunu ikiye büker.

*              Kibir ve gurur senin toplumdan dışlanmana sebep olduğu kadar Allah katında da hoş görülmez; çünkü büyüklük ve ululuk Allaha mahsustur. Kul olarak yoksun olduğumuz iyi huyların farkında olmazsak yaradanın zulmüne uğrarız. Her şeye kadir olan yüce Allah gururlu kişilerin sırtını öyle bir yere getirir ki gururlanacak halleri de kalmaz.

Tutalum çerha irişmiş câhun

Yine ednâ kulısun Allah’un

Tutalım ki merteben dokuzuncu kat göğe çıkmış olsun, sonuçta yine de Allah’ın alelade bir kulusun.

*              Kul olarak, kişi olarak her ne kadar üstün vasıflara sahip olsan, iyi bir mertebeye ulaşsan da nihayetinde Allah nezdinde bir kul olduğunu unutmamalısın.

Unf ile halkı kapandun sürme

Kimseye damen ü dest öpdürme

Sertlik ve kabalıkla halkı kapından kovma. Kimseye el ve eteğini öptürme.

*              Makam ve mevkii sahibi olduğunda o görevde oluş amacın “Halka hizmet, Hak’ka hizmet” olmalı; kendini insanlardan üstün görmemeli, kimsenin de senin karşında küçülmesine izin vermemelisin, gerçek bir lider olmalısın.

Ne kadar câhun olursa âlî

Dâmanün buseden olsun hâlî

Merteben ve yerin ne derece yüksek olursa olsun eteğini öpülmekten uzak tut.

*              Evet oğlum lider olmalısın, tebaana-emrinde çalışanlara, senden talepte bulunanlara- dik durmayı öğretmelisin. Kul olduğunu ve hiçbir makamın kalıcı olmadığını bil, insanların senin önünde eğilmesine asla izin verme!

Sana lâzım yire yüzün sürmek

Kula düşmez el etek öpdürmek

İnsan olarak sana düşen, yüzünü yere sürmendir. Hele el-etek öptürmek de asla kula düşmez.

*              Yüksek bir mertebeye erişmiş olsan da mütevazılığını kaybetme, kimsenin senin önünde eğilmesine, sana yalvarmasına izin verme. Çünkü sadece Allah için yüzsuyu dökülür. Sen tek ve kusursuz değilsin.

Kendüne ucbı tasavvur itme

Kâdir oldukca tasaddur itme

Kendin için ayıp olan bir şeyi aklından bile geçirme, elinde olduğu müddetçe sakın başa geçme.

*              Etik olmayan bir şeyi asla aklından bile geçirme! Fikrin zikrine etki edip seni yanlış yapmaya itebilir, düşüncelerin kendine olan saygını ve inancını kaybetmene sebep olabilir.

Bulunduğun konumu, elindeki imkânları kendi çıkarların doğrultusunda kullanma! Çünkü önemli olan senin hak etmeden iyi bir mevkiiye gelmen değil toplumun seni o göreve layık görmesidir.

Katı dâ’vâcısı çokdur sardun

Karkarum zâyi’iderler kadrün

Gerçekte devlet idareciliğinin davacısı çoktur, onun için o makamda senin kıymetini bilemezler diye korkarım.

*              İnsanlar, özünde makam ve mevkiinin cazibesine dayanamazlar. Bu sebeple devlet idareciliğinin de davacısı çok olur. İnsanlar, o makama seni hak ettiğin için getirirlerse görevin sırasında sana rahatsızlık vermeyecek, değerini bileceklerdir.

Kimseye satma sakın izz ü celâl

İtmesün kimse seni istiskâl

Sakın kimseye büyüklük ve kibir satma ki kimse de seni saymamazlık yapmasın.

*              Makam ve mevkiinden ötürü insanlar sana saygı gösterir lakin bu, “gerçek saygı” mıdır, makamını kaybettiğinde de seni sayarlar mı?

Sana tâ’zîm olunursa ne güzel

İtmeyen cahil ile itme cedel

Sana hürmet gösterilirse ne güzel; sana hürmet göstermeyen cahil ile de sakın takışma.

*              Çevrende sana saygı duyan kişiler olursa bunun kıymetini bil; çünkü bu en büyük mutluluktur. Seni hazmedemeyen, senin değerini anlamayan kişilerle de elbette ki karşılaşacaksın. Sakın ola onlara kendini kabul ettirmeye çalışıp münakaşa etme.

Sende âmâde ise şerm ü edeb

Olur elbetde mürââta sebeb

Utanma duygusu ve edep sende mevcut iken elbette bunlar senin saygınlığına sebeptir.

*              İnsan hayatının vazgeçilmezleri utanma duygusu ve edeptir. Çünkü edepsiz insan nerede duracağını bilmediği için örnek teşkil edemediği gibi seviyeli ilişkiler de kuramaz. Böyle bir insanın toplum tarafından saygı görmesi mümkün değildir.

Şermdür gâze-i nur-ı imân

Bî -hayâlık iki âlemde yamân

Utanma duygusu iman nurunun düzgünüdür(süsüdür). Utanmazlık ise dünya ve ahrette ne yaman şeydir.

*              Utanma duygusu olmayan insandan her şey beklenir. Böyle insanların yaşarken de öldükten sonra da hali haraptır. Oysa utanma duygusu olan insan, düzgün insandır ve böyle insanlar dünyada da ahirette de daima baş tacıdır.

Hüsn-i hulk ile gözet âdâbı

Gör hayâtunda olan şâdâbı

Yolu yordamı iyi huylulukla göz önünde bulundur da hayatının nasıl tazeleşiverdiğini gör.

*              İnsan önyargılardan arınır, hayatın kendisine sunduklarına olumlu bakarsa, hayat nehrinde bir kez daha yıkanır.

Edeb ârâyişidür insânun

Bî -edeb tâbi’idür şeytânun

Edep insanın süsüdür. Edepsiz ise şeytanın arkasından gidendir…

*              Güzel ahlaktır insanı güzelleştiren. Güzel ahlak; insan için ayırıcı özelliktir, kişiyi girdiği toplumda diğer insanlardan ayıran süstür. Nasıl ki şeytan her kötülüğün anası ise, edepsiz insandan da her türlü fenalık beklenir. Edepsiz insan, bu özelliklerinden dolayı toplumda endişe yaratır, ilişki kuramaz, saygı göremez.

Bî edeb olmag-ıla oldı hasud

Dergeh-i rahmet-i Hak’dan merdud

… Ki o şeytan edepsizliği yüzünden hasede düştü ve Allah’ın rahmet dergahından kovuldu…

*              Ahlaksız olan şeytan, nefsinin tutuşturduğu kıskançlık ateşi ile kavruldu. Edepsizliği öyle bir boyuttaydı ki, herkesi her şeyi affeden yüce Allah bile onu affetmeyip, huzurundan kovdu.

Haşre dek vâkıa-i ukbâda

Sâha-i mahkeme-i kübrâda

Re’f-i re’se bulamazsın kudret

Çeşm taklîbine yokdur fursat

…(Eğer sende o şeytan gibi edepsizleşirsen) kıyamete kadar ahirette ve büyük mahkemenin kurulduğu mahşer yerinde başını yükseltmeye güç bulamazsın. Gözünü çevirmeye fırsat ve kudretin olmaz.

*              Güzel ahlaklım, bizler ölümlüyüz; şu fani dünyada şeytanın izinden gitme, hasede düşme ki, Allahın huzuruna çıktığın da başın dik, yüzün ak, gönlün ahlak güneşinin nuruyla dolsun…

Yine dîvan-ı Huda hazırdur

Hak Teâla her işe hâzırdur

Kudretinde nazar-ı Mevlâ’nun

Farkı yok âhiret ü dünyânun

Naksdan pâk masundur Barî

Olmaz Allah’a tagayyür târî

Hâzır u nâzır iken Hazret-i Rab

Eyleme terk-i murâ’âr-ı edeb

Allah’ın yüce divanı hazırlanmıştır yine de… Ve Allah şüphesiz her işi (hakkıyla) görendir.

Allah Teala’nın nazarında- ki her şey onun kudretindedir-dünya ile ahiretin bir farkı yoktur.

Allah Teala noksanlıktan münezzeh ve uzaktır. Allah’ın bir benzeri ve eşi yoktur.

Hazreti Allah hazır ve nazır(her yerde daima mevcut ve her şeyi görücü) iken, sakın ona karşı edebini terk etme.

*              Hazreti Allah için aslında dünya ile ahiretin bir farkı yoktur. Yüce Allah şüphesiz ki her şeyi gören, bilen, hakkıyla değerlendiren kâinatın halikı ve yegâne Rabbidir. Dilediğini di­lediğine verir ve istediği zaman da almak kudretinin sahibidir. Yüce Allah biz kullarından da güzel ahlaklı olmamızı ister. Evet, aslında Allah’a karşı edep diye ayırmak istemiyorum. Bütün fiillerimizi, sadece onun için yapmalıyız zaten. Ve her fiilimizde huzur-u daimîde olduğumuzu bilip ona göre davranmalıyız oğlum.

Süfehâ ile müdârâ eyle

Enbiyâ kavlini icrâ eyle

Enbiyâ mesleğini eyle kabul

Oldı me’mur müdârâya Resul

Bî-müdârâ olamazsın râhat

Fahr-i alem didi “re’s-i hikmet

Peygamberler sözüne uyup “Aşağılık da olsa her kişinin yüzüne gül”.

Peygamberlik mesleğini kabul et ki Peygamberimiz böyle yapmakla emrolunmuştur.

Böyle yapmazsan zaten rahat edemezsin. Alemin övüncü olan Peygamber dedi ki:”Hikmetin başı yüze gülmedir”.

*              Güler yüz, gülleri açmış bir bahçe gibidir. Seyredenlere bir güzellik verirGüler yüzlülük ruhtaki inceliğin yüze yansımasıdır. Kendisi de güler yüzlü olan Peygamber efendimiz bizlerin de güler yüzlü olmasını buyurmuştur.  Karşımızdaki kişinin özelliklerine bakmaksızın güler yüzle yaklaşmamız gerektiğini belirtmiş ve gerçek bilgeliğin ancak güler yüzle kendini göstereceğini vurgulamıştır.

Bî-sebeb halk ile gavgâ itme

Terk-i bâru-yı müdârâ itme

Olmaga mihnet-i âlemden emîn

Hiç müdârâ gibi yok hısn-ı hâsîn

Sebepsiz yere insanlarla kavga etme ve aşağılıklara karşı yüze gülme siperini terk etme!

Dünya mihnetinden emin olmak için böyle kişilerin yüzüne gülmekten daha sağlam bir kale olamaz.

*            Yaşamak nefes almaktan ibaret değildir; yaşamın hakkını vermeli, onurlu yaşamalısın, karşılaştığın sorunları iyi niyetle çözmelisin, aklını kullanarak cahil- aşağılık- insanlarla muhatap olmamalı, belayı başından defetmek için “yüze gülme silahını” kullanmalısın.

Bâd-veş eyleme her bezme şitâb

Mihr-veş eyleme devr-i ebvâb

Hâneden çıkma ki oldur cennet

Kuşe-i hânede künc-i halvet

Rüzgar gibi her yere girip çıkma, güneş gibi de her kapıyı dolaşma.

Evinden dışarı çıkma ki evinin köşesindeki halvet(yalnız kalma) köşesi, senin için cennet sayılır.

*          İnsan, hayatında seçici olmalı, rüzgâr gibi rast gele savrulmamalıdır. Sıkıntılarına geçici çözüm bulacağını zannederek kendini evinden dışarı atmamalı, evindeki cennetin farkına varmalıdır.

Keşf-i râz eyleme bi-gânelere

Virme yol meclise dîvânelere

Herkesi mahrem-i esrâr itme

Sırını zîver-i bâzâr itme

Ehli olmayan kişilere sırrını açma. Adilere( layık olmayanlara)da meclise girmeleri için yol verme.

Herkesi sırlarına ortak edinme; sırrını pazarlarda satılan süs malı haline getirme(pazara düşürme).

*              Oğul demiştim ya seçici ol, seçici ol ki sevgini, alakanı hak etmeyen kişilerle oturup kalkma. Çünkü senin ayarında olmayanlar kendini bir şey zanneder, boy gösterir. Böylelerini senin yanında görenler de onları adam zannederler. O tür adamlardan uzak dur, sırrını açma, mahremine girdirme ki azametin kaybolmasın.

Kimsenün mehdine mehdine magrur olma

Kesr-i nefs eylemeden dur olma

Olur âlude-i çirk-âb-ı riyâ

Yüzüne karşu olan medh u senâ

Cürbden fark idemem ol süheni

Ki şifâhen ideler medh seni

Senden eylerse eger kat’ı ümid

Ugramaz dâirene olsa da id

Kimsenin seni methetmesiyle gururlanma; nefsini kırmaktan (körletmekten) da sakın geri kalma.

Yüzüne karşı yapılan övgü ve medih elbette riya (gösteriş) pisliğine bulaşmıştır.

Seni yüzüne karşı söz söyleyerek övüyorlarsa, o sözlerin uyuz hastalığından bir farkı yoktur.

Bu kişiler senden ümidi kestikleri andan itibaren-bayram bile olsa-artık kapını çalmaz, yanına uğramazlar.

*              Sevgili oğlum, senin gibi nitelikli bir insan elbette ki çevresinden övgüler alacaktır. Güzel ahlaklı bir insan olarak niteliklerinin fark edilmesi doğaldır; ancak bu methiyeler senin yüzüne de söyleniyorsa, bu tehlike işaretidir. Kendini bu övgülerin seline kaptırırsan seni övme basiretsizliğini gösterenlerden bir farkının kalmadığını, uyuza yakalandığını geç de olsa anlarsın. Sakın ola böyle kişilerle ahbaplık kurma, bil ki onlar menfaatleri bittiği anda sana sırt çevireceklerdir.

Varma gayrun evine bi-da’vet

Ola ammâ o da ehl-i hürmet

Vardugun meclis ola ehl-i reşâd

Olmaya encümen-i fısk u fesâd

Da’vete gerçi icâbet lâzım

Olmaya fıskı velî müstelzim

Öyle meclis olamaz sana mahal

Ki ide ırzına îcâb-ı halel

(Ey oğul!) Başkalarının evine davetsiz olarak gitme! Hatta her davet edildiğin yere değil, hürmet ehli olanların evine git.

Vardığın meclis doğru yolda insanlarla dolu olmalıdır, fesat ve kötülük kumkuması olmamalıdır..

Gerçi davete icabet etmek gerekir ama davet, kötülük ve dedikodudan da emin olmalıdır.

Öyle kötü meclisler sana bir oyalanma yeri olamaz, oralar senin namusuna leke düşürür.

*           Ey oğul! Başkalarının evine çağırılmadan icabet etme; ancak her davet edildiğin yere de “nezaketen diyerek, baba öğüdü sayarak” gitme. Öyle yere git ki; gittiğin meclis dost meclisi olsun, saygınlığına saygınlık katsın. Nezaketen ya da zaman öldürmek için fesat insanlarla oyalanma, böyle insanlar senin namusuna, kişiliğine zarar verir, değerini azaltır.

Olsun ârâyiş-i dehenün bu makâl

İnkisâr alma yamân olur hâl

Terk-i âyîn-i cefâ vü sitem it

Bed-şiken dil-şiken olma kerem it

Hele n’eylersen it ey ruh-ı revân

Olma hâtır-şiken ü tîz-zebân

Kesr-i hâtır günehün ekberidür

Cümle-i masıyetün bed-teridür

Eyle hâtırları ta’mîre şitâb

Eyleme arş-ı ilâhî’yi harâb

Kâil olur mı Hudâvend-i Gayur

Ki harâb ola o beyt-i ma’mur

Ol gözüm nurı bu ma’nâyı habır

Olmaz aslâ bu güneh afv-pezîr

Bu söz dudaklarının bir süsü olsun: “Kimsenin ahını alma, halin yaman olur.”

Cefa ve sitem işini terk et. Aman ha! Kerem et de kötü bir iş olan kalp kincilik yapma.

Cancağızım! Hele ne yaparsan yap da, tek kalp kırıcı ve keskin dilli olma.

Hatır yıkmak günahların en büyüklerindendir, hatta bütün günahların en kötüsüdür.

Bunun yerine kalpleri kazanmaya, hatır yapmaya çalış da Allah’ın Arş’ını harap etme.

Hiç yüce Allah, mamur birer ev olan kalplerin harap olmalarına razı olur mu?

A gözümün nuru! Şundan da haberin olsun ki böyle bir günah; asla affedilmez.

*              Cancağızım yüce Allahın dergâhına çıkacağımız günü düşünerek salih bir kişi ol,

salih bir Müslüman’ın korkusu, bir başkasının kalbini kırmak, onu incitmektir. Çünkü kalb kırmak, Allah ü teâlânın lütfünü incitmektir. Neye uğrarsa uğrasın, sâlih kimse, aslâ kimseye kötü söylememeli ve lânet etmemelidir. Daha önce de söyledim ya güler yüzlü olmak, yapıcı olmak bizim insanlık vazifemizdir. Peygamber Efendimizin zikrettiği gibi “Kalp kırmak, Kabe’yi yıkmakla birdir.” Evet oğlum yaşamın boyunca kimsenin ahını almamaya, kalbini kırmamaya itina et ki rahman ve rahim olan yüce Allah böyle bir günahı asla affetmez.

 

“İnsanlık, çocuğa verebileceğinin en iyisini vermekle yükümlüdür.”

Çocuklarımızı aile saksısına yeni fidelenmiş nadide bir çiçek olarak görmeliyiz… Nasıl çiçekler, istedikleri ortam olmadığı zaman güzelliklerini ortaya koyamıyorlarsa, çocuklar da istedikleri ortamı bulamazlarsa vücut, düşünce ve duygu sağlığına kavuşamazlar.

Çocukların bedenlerine, sağlıklarına, giyimlerine verilen önem kadar okudukları eserlere de önem veren duyarlı insanlar, onları pek çok olumsuz yönlendirmeden de korumuş olurlar. Çocuklarımızın ahlak ve karakter gelişimlerine hakikatler doğrultusunda katkıda bulunmak gerekir.

Çocukların eğitimi, olgunlaşması, sosyalleşmesi ve diğer ruhî ihtiyaçlarını karşılaması gibi konularda en büyük yardımcı, edebiyattır. Bu bağlamda da edebiyat çocuk ilişkisine önem verilmelidir.

Bugün bizim gibi çocuklarımız da, zengin kültürlü bir toplumda yaşamaktalar. Dolayısıyla kendi inanç, ahlâk, gelenek ve kültür dokumuz çeşitli farklılıklar arz edebilmektedir. Çocuklarımıza kitap seçerken bu kültürel zenginliğimizin, inanç, ahlâk ve geleneklerimizin kazandırılmasına önem vermeliyiz. Seçtiğimiz kitapların; çocuklarımızın milli duygularını geliştirici, şekillendirecek masallar, şiirler, öyküler olmasına; kitaplarda verilen mesajların çocuklarımızda görmek istediğimiz kimlik ve kişilikle örtüşüp örtüşmediğine dikkat etmeliyiz.

Milli benliğinin farkında olan, yüreği bu toplumun değerlerini korumak için atan, kimliği ve kişiliği olabilen bireyler olmaya çabalayan, geçmişini ve değerlerini kişisel çıkarları için yadsımayan, doğruyu her zaman, her koşulda dile getiren, fikri olmadığında itibar görmeyen, yanlışı doğru gibi göstermeyen, önceliği  “etik” olan çocukların temelini atacağı bir toplumun oluşmasında kuşkusuz sanat ve sanatçının önemi büyüktür. Bu gerçeğin bilincinde olup sanatçı duyarlılığına sahip olan şairlerimizden biri de Nâbî’ dir.

18. yy da yaşamış olan Nâbî, Hayriyye adlı eserinde oğlu aracılığıyla bütün çocuklara  “İyi ahlakınla, örnek yaşantınla diğer insanları etkileyerek onları kendine bağla, hiçbir makam ve mevki ayrımı gözetme, nereden ve kimden gelirse gelsin kötülüklere hep karşı çık, utanma duygusuna sahip ol, düşkünlerin ve yoksulların elinden tut, edepli ve seçici ol, insanlara devamlı bir ümit ve yaşama şevki ver, hayatı güzelleştirmeyi hedef edin…” şeklinde seslenerek günün yaralanmış Osmanlı toplumu için bir ilâç olmuştur. Çünkü eser; yetersiz kişilerin imparatorluğun yönetiminde söz sahibi olduğu, toplum düzeninin bozulmaya yüz tuttuğu, bağımsızlığın tehdit edildiği ve en önemlisi de halkın bütün bu olumsuzluklardan rahatsızlık duymadığı bir dönemde yazılmıştır.

Şüphesiz ki Şair Nabi tarihin tekerrür etmemesi, yaşanılanlardan diğer insanlarında ders alması dileğiyle beyitleri kaleme almıştır. Hayriye’den alınan ve belki de insanı kelimenin tam anlamıyla insan yapan “ahlak beyitleri”  bu çerçevede gözden geçirildiğinde insan olma çabamızın artması dileğiyle…

Yararlanılan Kaynaklar

Bilkan, A. (2007). Nâbî Hayatı-Sanatı-Eserleri, Ankara: Akçağ Yayınları

Pala, İ. (2004). Hayriye. İstanbul: Kapı Yayınları

http://tr.wikipedia.org/wiki/Nâbî

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir