İbn-i Sinâ’nın Ahlâk Anlayışı

Sayı 23- Prof. Dr. Oktay Hüseyin (Haziran 2009)

ÖZ. Bu çalışmada Türk-İslam bilgelerinden İbn-i Sinâ’nın hayatı ve ahlâk ile ilgili düşünceleri açıklanmıştır. 980 yılında Buhara’da doğan İbn-i Sinâ hep bir sürgün şeklinde yaşamını sürdürmüştür. Aristo’nun felsefesini açkılamaya çalışan filozof, tıp alanında üniversitelerde 600 yıl boyunca okutulacak eseri olan Kitab’al-Kanun fi’l-Tıbb’ı yazmıştır. 1037 yılında hayata gözlerini kapatan İbn-i Sinâ 57 yıllık kısa yaşamında birçok eserin altına imzasını atmıştır. Bu eserlerinin pek çoğunda ahlâk kavramına da değinerek her insanın yaradılışı gereği ahlâklı olması gerektiğini savunmuştur. İyiliğin Allah’tan geldiğini savunan filozof kötülüğün eşyadan geldiğini savunur ve üç tür kötülükten de söz etmiştir. Bunlar fiziki kötülük, psikolojik kötülük ve metafizik kötülüktür. Filozof ahlâklı olmanın dindar olmanın bir parçası olduğunu da savunmaktadır.

Anahtar Kelimeler: İbn-i Sinâ, İbn-i Sinâ ve Ahlâk, İbn-i Sinâ’nın hayatı

Giriş

İki Yunanca sözcüğün birleşmesiyle “Filos: sevgi ve Sofia: akıl” oluşan felsefe, akıl sevgisi anlamına gelir. Felsefe her şeyin “köklerini ve nedenlerini” kavrama ve elde ettiği her şeyi sorgulama yolunda bir arayış içinde olma çabalarının tümüdür. Felsefe yapan kişiye ise filozof denir. Bir filozof, ne yaptığı, ne yapıldığı, neden olduğu, nasıl olduğu ya da ne olduğu üzerinde düşünen, genel olarak var oluşu, süreçleri ve işleyişi (doğa, sosyal yaşam, matematik vb.) açıklamak için düşünen, bu düşünme eyleminden mantıksal yeni (farklı) sonuçlara varan ve bu sonuçları açıklayabilmek için yeni tanımlar yapan ve yeni bilgiler üreten kişidir. O halde Filosofya kelimesi, bilimi sevme, filosofos kelimesi de bilimi seven anlamına gelir. “Felsefe” de “Filosofya” kelimesinin Arapçası ve masdarıdır. “Filozof” ondan türetilmiştir (Gerviyani, 1998, 29). Filozof denince her insanın aklına gelen isimlerin başında Aristo, Sokrates, Platon, Galileo, Gazali, Farabi, İbn-i Rüşd, İbn-i Sinâ, Thales vb. gelir.

Bu filozoflardan Farabi, Gazali, İbn-i Sinâ, İbn-i Rüşd, vb. İslam bilginlerindendir. İslam âleminde filozof diye tanınan düşünürlerin başında Meşşailer gelir. Meşşailerin başında ise Fârâbî, Kindî ve İbn-i Sinâ gelir (Çubukçu, 1972, 9). Meşşaiyye Aristoculuğu seçen ve Eflatun’dan faydalanan yeni açıklamalara yer veren felsefi bir sistemdir. Meşşai felsefi sisteminin savunucularından olan İbn-i Sinâ daha çok tıp alanında ün yapmasına karşın pek çok eserinde felsefe ve ahlâk konusu üzerinde de durmuştur.

İbn-i Sinâ toplumun huzurlu ve refah içinde olması için ahlâklı bireylerden oluşması gerektiğini savunur. Bireylerin toplum içinde düzenli yaşabilmeleri için bir dizi kurallara ihtiyaç vardır. Bu kurallar din kuralları, hukuk kuralları, örf ve adet kuralları ile ahlâk kurallarıdır. Toplumsal barışı sağlamak ve mutlu insanlardan oluşan, yarınlara güvenle bakabilen çocukların oluşturduğu bir toplum yaratmak bu kuralların birincil amacıdır.

Toplumun, kendinden beklenen fonksiyonları yerine getirebilmesi için, onu oluşturan insanların bazı kuralları içselleştirmesi beklenir (Senemoğlu, 2007, 62). Toplum tarafından belirlenmiş bu kurallar yazılı değillerdir ve bu kuralların bütünü bireyin doğumundan itibaren neyin yanlış neyin doğru olduğunu belirlemesini sağlar. Ahlâk, neyin doğru veya yanlış sayıldığı (sayılması gerektiği) ile ilgilenir. Terim genellikle kültürel, dinî ve felsefi topluluklar tarafından, insanların çeşitli davranışlarının yanlış veya doğru oluşunu belirleyen bir yargı ve ilkeler sistemi kavramı ve/veya inancı için kullanılır. Demirel’e (2005, 3) göre ahlâk, bireyin doğru ile yanlışı ayırt edebilmesini sağlayan ilkeler ve değerler bütünüdür. Frolov’ a (1997, 7) göre, ahlâk, toplumların gereksinimleri ve çıkarları doğrultusunda, alışkanlıklar, gelenekler, töreler ve kamuoyunun gücünden destek alan, kendiliğinden biçimlenmiş, genel kabul görmüş yasaklama ve değerlendirmelerdir (Akt. Aydın, 2006, 14). İbn-i Sinâ’ya göre ahlâklı insan, öncelikle içinde doğup büyüdüğü toplumun kurallarını taklit eder ve daha sonra bir yaşam tercihi olarak bu kuralları içselleştirir. İbn-i Sinâ güzel ahlâkı dinin bir gereği olarak kabul etmiştir ve kötü ahlâklı bir insanın iyi bir dindar olamayacağını savunmuştur.

Asıl adı Hüseyin olan İbn-i Sinâ Buhara’da doğmuştur. Tıp ve felsefe alanında birçok önemli eseri vardır. Filozof hemen hemen her eserinde ahlâk kavramına değinmiştir. Bu çalışmada çok önemli bir Türk-İslam bilgini olan İbn-i Sinâ’nın hayatı, eserleri ve ahlâk kavramına bakışı açıklanmıştır.

bn-i Sinâ (http://tr.wikipedia.org/ wiki/Dosya:Avicenna

İbn-i Sinâ’nın Hayatı ve Eserleri

Asıl adı Hüseyin olan İbn-i Sinâ, Ebû Ali künyesiyle anıldığı gibi, tıp ve felsefe alanında en büyük otorite demek olan “eş-Şeyhü’r-Reis” unvanıyla tanınmaktadır (Kaya, 2005, 275). Meşşâi felsefe ekolünün Farâbi’den sonra en büyük filozofu İbn-i Sinâ’dır. Hıristiyan ortaçağ filozofları üzerinde büyük etki yapmış ve Garp’ta Avicenna diye şöhret olmuştur (Taylan, 2000, 202).

İbn-i Sinâ 980 yılında Buhara yakınlarındaki Efşene köyünde doğdu. Daha kesin olarak ise filozof bu tarihten birkaç yıl önce doğmuştur. Babası filozofun doğumundan birkaç yıl önce Belh’ten göç etmiştir ve Buhara yakınlarındaki Harmaysen’de bir Samani valisi olmuştur. Doğumundan birkaç yıl sonra ailesi Buhara’ya taşınmıştır.

Küçük yaşta Kur’an-ı Kerim’i ezberlemiş, dil, edebiyat, fıkıh eğitimi almıştır. Daha sonra geometri, felsefe ve mantık eğitimi almıştır. Bu ilimlerden sonra Nâtilî’den tıp öğrenmiştir (Vural, 2003, 195). Natili dışında birkaç hocadan daha ders almıştır. Bunlar, Ebû Mansûr Kumrî ve Ebû Sehl Mesîhî’dir. İbn-i Sinâ daha 18 yaşındayken yunan bilimlerini de mükemmel bir şekilde öğrenmiştir.

İbn-i Sinâ meslekî kariyerine bir hekim olarak, 17 yaşındayken Sâmânî hükümdarı Nuh b. Mansûr’un (976/997) hizmetine, onu tedavi etmek için çağırıldığında başladı (Gutas, 2004, 6). Nuh’u tedavi etmeyi başardı ve sultan ona ödül olarak zengin saray kütüphanesine müdür yaptı. İbn-i Sinâ burada birçok kitaplar okudu ve yazdı. 999 yılında Nuh’un ölümü üzerine Samanoğlu hanedanı arasında siyasi çekişme başlayınca İbn-i Sinâ Buhara’dan ayrıldı.

Evvelâ Harizem emiri Ali bin Mamun’un sarayına gider (1001). Burada Abu Rayhan’ıl-Pirûnî, Abu’l-Nasr’al-Irakî ve Abu Said Abu’l-Hayr gibi devrin ünlü bilgin, mutasavvuf, matematikçi ve astronomları ile tanışır (Ulutan, 2000, 14). Gittiği her yerde devlet büyüklerinden büyük bir saygı gören İbn-i Sînâ Gürgenç’te Bîrûnî, Ebû Sehl el-Mesihî, İbnü’l-Hammar ve İbnü’l-Irâk gibi bilginlerle tanıştı ve bu ilim adamlarıyla çeşitli konularda tartışmalarda bulundu (Kaya, 2005, 275). Bu sırada kendisini davet eden Gazneli Mahmud’un yanına gitmek için Gürgenç’ten ayrıldı ve Cürcan’a gitti. Burada hem ders veriyordu hem de eserlerini yazıyordu. Ayrıca filozof Cürcan’da (1013/1014) Cüzcani ile de tanışmıştır.

İbn-i Sinâ Cürcan’dan Rey’e gitmiş ve orada Büveyhî Mecdüddevle Rüstem ve onun arkasındaki esas güç olan annesi Seyyide’nin hizmetine girmiştir. Daha sonra yine Rey’den ayrılarak önce Kazvin’e ve oradan da nihayet Şemsüddevle’yi tedavi etmek için Hemedan’a gitmiştir (Gutas, 2004, 8). Ağır bir hastalıktan kurtardığı Hamedan emiri Şams’al-Davla’ya vezir olur (1023) sa da, askerlerle geçinemediği için vezirlikten ayrılır. Bir müddet sonra gene önemli bir hastalıktan kurtardığı aynı emirin ısrarı üzerine ikinci defa vezirliği kabullenir ve oldukça yoğun bir çalışma dönemine girer (Ulutan, 2000, 15). Gündüzleri hükümet işleriyle uğraşırken geceleri öğrencilerine ders vermekle uğraşmıştır. Bu dönemde İbn-i Sinâ’nın sadık öğrencisi Cüzcani ondan Aristo felsefesi üzerine bir kitap yazmasını ister ve filozof al-Şifâ adını taşıyacak olan ünlü ilim ve felsefe kitabını yazar.

İbn-i Sina bu dönemde kendi durumu hakkında İsfahan’daki Kâkûyî hükümdarı Alaüddevle ile gizlice mektuplaşmıştır ve sonuçta bu hareketleri sebebiyle yakalanarak Ferdecan diye bilinen bir kaleye hapsedilmiştir. Dört ay hapiste kalan filozof Alaüddevle’nin Hemedan üzerine yürüyüp Hemedan’ı almasıyla serbest kalmıştır. Bir süre sonra da filozof erkek kardeşi, sadık öğrencisi Cüzcânî ve hizmetçileriyle İsfahan’a gitmiştir. İbn-i Sinâ ölünceye kadar Âlaüddevle’nin hizmetinde bulunmuştur ve kulunç hastalığı sebebiyle 1037 yılında vefat etmiş ve Hemedan’a defnedilmiştir.

Akılcılığını Farabî’den, deneyciliğini Ebû Bekir Râzi’den alıp birleştiren İbn-i Sinâ’nın sistemi, ortaçağ felsefesinin klasik karakterini taşır ve filozof metodik eserler vermek bakımından Meşşaî ekolün en büyüğü olarak kabul edilir (Taylan, 2000, 203). Meşşâîlik, İslam düşüncesinde hiçbir zaman tam ve mutlak bir Aristoculuk olarak değil; Aristo ve Platon’un, Plotin vasıtası ile yapılan uzlaştırılması şeklinde anlaşılmıştır (Özden, 1996, 27). İbn-i Sinâ tecrübeye de çok önem vermiştir. Onun bu yaklaşımı, Orta Çağ felsefesinin tam bir karakterini oluşturmaktadır. İbn-i Sinâ hayatı boyunca pek çok öğrenci yetiştirmiştir. Öğrencilerinden en önde gelenlerinden bazıları Ebû Ubeyd el-Cüzcânî, Ebû Abdullah Ma’sum’i, Ebû Mansûr b. Zeyle ve Behmenyar ile Ebû’l-Abbâs Zevkerî’dir.

İbn-i Sinâ tıp iliminde de çok derindi. Bu hususta bir Hıristiyan bilgin olan İsa b. Yahya’dan çok yararlanmıştı. Tıpta deneylere çok önem veren bir doktordu. Kısa zamanda bu alanda da ünü yayıldı (Çubukçu, 1989, 24). İbn-i Sinâ’nın kitapları 12. yüzyıldan itibaren Latince’ye çevrilmiş ve 17. yüzyıl sonlarına kadar ise Avrupa’da en önemli ilim kaynakları başında olarak üniversitelerde ders kitabı olarak okutulmuştur. Al-Şifâ, Al-Nacât, Al-İş’arât va’l-Tanbihât, Tis Rasail fi’l-Hikmâ Va’l Tabiiyat, Al Hidayâ, Kitab’al-Nafs, Kitab’al-Kanun fi’l-Tıbb, Adviâ’al-Kalbiâ, Risalâ fi’l-Zaviâ, Al-Hikmât al-Maşrikiyvâ, Hayy İbn Yakzan, Risalâ fi’l-Işk ve Hikmâ’i-Alâ’i İbn-i Sinâ’nın üniversitelerde okutulan başlıca eserleridir.

Filozof bazı eserlerini bir konuya tahsis ederken, mühim eserlerini ansiklopedik tarzda vermiştir (Taylan, 2000, 202). İbn-i Sîna 17’si sadece tıbba ait olan yaklaşık 160 eser yazdı. “Şifa” adlı büyük eseriyle tanındı. Filozof olarak ilkin 18 ciltlik olan bu muazzam ve son derece sistematik eser, İbn-i Sinâ’nın mantıktan başlayarak fizik, psikoloji, hayvanat dâhil bütün tabii ilimler ve metafizik konulardaki açıklamaları kavrar. Ayrıca İbn-i Sinâ bu eserde musikiye de yer vermiştir. Çok genç yaşta yazdığı “metafizik”i ve “Kitab el-Nefs”i Latinceye ilk kez çevrilen eserleridir. Kiab el-Nefs ruh, akıl ve psikoloji konularındaki fikirlerinin bir araya toplandığı eseridir. Filozofun bir diğer önemli eseri ise Al-Nacât’tır. Bu eserde filozof Şifa’dan kısmen özetlemeler yapmıştır. Bu eser İbn-i Sinâ’nın sisteminin bir özeti olarak kabul edilir. Filozofun bir diğer önemli eseri ise Al-Hidaâ’dır. Bu eserde filozof mantık, tabiyyat ve teoloji konularını incelemiştir. Bu eser İslam fikir tarihinde en çok okunan ve üzerinde açıklamalar yapılmış bir eserdir. Diğer önemli eseri ise Kitab’al-Kanun fi’l-Tıbb’ dır. Bu eser beş ciltten oluşan bir tıp ansiklopedisidir. Tıpta gözlem ve deney yöntemlerinin önemine deyinilmiştir. Başta kan dolaşımı,  göz hastalıkları, karaciğer, böbrek, mide ile ilgili rahatsızlıkları ve bunların teşhis ve tedavi yöntemleri ile ameliyatları anlatılmıştır. 1500 sayfalık bu eser bütün dünya tıp fakültelerinde 600 yıl boyunca ders kitabı olarak okutulmuştur.

İbn-i Sinâ’nın yazıları ve eserlerindeki ifadesi, Arapça konuşan diyarlarda hiç rastlanmayan bir mükemmelliktedir. Son derece düzgün, akıcı ve açıktır. Bunun sonucu olarak da eserleri de sistematik bir tasnife göre hazırlanmıştır (Ulutan, 2000, 30).

İbn-i Sinâ ve Ahlâk

İbn-i Sinâ hemen bütün eserlerinde ahlâka yer vermiştir. O bu konuda metafizik düşünceleri ile İslami esasları uzlaştırmaya yönelmiştir. İbn-i Sinâ’nın ahlâk bahsindeki fikirleri, temelde Aristo’dan esinlenmiş gibi görünse de, Socrates ve Eflatun ile özellikle de İslam Dini’nin ilkeleriyle tamamlanmaktadır (Ulutan, 2000, 105). İbn-i Sinâ’ya göre Allah ilk cevher ve zorunlu varlıktır. Her şey O’ndan çıkar. Hayır ve şer Allah’tandır. Ancak Allah insanları belli davranışları yapmaya zorlamaz. Allah’ın insanı var etmesi bir lütuftur. İnsan yaratıcısına lâyık olmaya çalışmalıdır (Çubukçu, 1989, 29). Kötülük O’ndan değil eşyadan gelir. İnayet Allah’ın insanları kötülükten muhafaza etmek hususundaki lütfudur. Kötülük şu kısımlara ayrılır (Taylan, 2000, 216):

  1. Zayıflık, bilgisizlik, yaratılıştaki noksanlık ve eksiklik mânâsına gelen kötülük ki, bu fiziki bir kötülüktür.
  2. Elem, keder gibi maddî ve mânevi mânâdaki kötülük. Bu da psikolojik bir kötülüktür.
  3. Metafizik kötülük. Filozof buna günah diyor.

İnsan mutlu olmak için ruhunu temizlemeli, davranışlarını kontrol etmelidir. Yüce Allah insanlara iyiyi veya kötüyü seçmesi için cüz’i irade vermiştir. İyiyi seçenden inayeti esirgemez (Çubukçu, 1989, 29). Din ile ahlâk aynı şey olmamakla beraber, birbirinden ayrılmaz bir bütündürler. Hakiki manâda dindar olmak, hakiki manâda ahlâklı olmaktır. Ahlâksız bir dindar olamaz (Ulutan, 2000,116). Filozofa göre, âlemde yaygın ve esas olan iyiliktir. Kötülük, iyilik ihtiyacının bir neticesidir. İbn-i Sinâ, duyularla elde edilen lezzetlerin bir hayal olup, gerçek olmadığını, gerçek olan lezzetlerin ehli lezzetler olduğunu söyler. Ârifler, ikinci lezzetlere itibar ederek saadete ulaşırlar (Taylan, 2000, 217).

Ahlâklı insan, ara sıra erdemli fiiller işleyen biri değildir. Ahlâklı insan, önce içinde doğup büyüdüğü toplum hayatında yaygın olan ahlâk ilkelerini taklit etmekle yetinir, fakat daha sonra bilgi ve deneyimi arttıkça söz konusu ilkeler üzerinde düşünmeye ve şuurlu bir biçimde onları hayatında uygulamaya koyulur. Zamanla bu ilkeler onun varlığında, ahlâk felsefesinde sık kullanılan bir terimle, “içleşir.” (Aydın, 2000, 53). İbn-i Sinâ, ahlâk felsefesini dine dayandırmıştır. O, dünya ve ahiret mutluluğuna ulaşmak için ilim ve güzel ahlâk sahibi olmak gerektiğini belirterek din eğitimine büyük önem vermiştir (Ulutan, 2000, 21).

Ahlâkta İbn-i Sinâ Aristo’nun yoluna daha yakındır, şu şartla ki saadet ruhun temizlendiği ve Faal Akl’a yöneldiği eylemdir. Böylece mutluluğa yönelen insan filozofun “ruhun temizlenmesi” dediği bir nevi tasavvufi yükselmeyi tatbik edecektir (Ülken, 1983, 104). Mutasavvıflardan İbn-i Sinâ’yı ayıran nokta İbn-i Sinâ’nın esasta rasyonalist kalışı, yani iyinin bilinmesiyle iyiliğin yapılmasına girilmiş olduğunu söylemesidir. İnsan evvelâ iyinin ne olduğunu bilmeli, sonra ona göre kendisini temizlemelidir. Bu âdeta istenirse Eflâtunla Aristo arasında uzlaştırma gibi görülebilir (Ülken, 2000, 214).

Her şey aşktan doğar ve birliğe onunla varılır yani, aşk bütün varlığın esasıdır. Sevgi, madde âleminde cisimlerin birbirini cezp etmesiyle başlar. Bütün sevgiler Allah’ın ezeli ve külli sevgisinde erir. Hakiki var oluş, yalnız Allah’a mahsustur, Allah sırf iyiliktir (Taylan, 2000, 218).

Sonuç

Bu çalışmada İbn-i Sinâ’ nın hayatı ve ahlâk olgusuna bakışı anlatılmıştır. 57 yıllık kısa yaşamında birçok önemli eserin altına imza atan filozof tıp alanında yazdığı eseri olan Kitab’al-Kanun fi’l-Tıbb ile tüm Dünya’ da üniversitelerde 600 yıl boyunca ders kitabı olarak okutulmuştur. İbn-i Sinâ eserlerinin büyük bir çoğunluğunda ahlâk olgusunu işlemiştir. Ahlâklı olmanın dinin bir gereği olduğunu savunarak bütün iyiliklerin Allah’tan geldiğini kötülüklerin ise eşyadan geldiğini savunmuştur. Üç tür kötülükten söz eden filozof, kötülükleri, fiziki kötülük, psikolojik kötülük ve metafizik kötülük olmak üzere üçe ayırır. Ahlâk kurallarını her insanın doğduktan sonra etrafındakileri izleyerek öğrendiğini daha sonra ise öğrendiği bu davranışları kalıcı hale getirdiğini savunur. Filozofa göre hayaller dünyası olan bu Dünya’da insanların bir sınavdan geçirildiğini ve gerçek Dünya olan ahiret yaşamına hazırlık yapılması için güzel ahlâkın şart olduğunu savunur.

Batının bugün geldiği medeniyet seviyesinin temelleri doğudan gelen bilim ışığıyla atılmıştır. Doğu gerçekte de adı gibi bir zamanlar ışığın doğduğu yer iken şimdilerde bilimi batıdan satın alma çabası içerisinde, bilim kısırlığı çeken bir uygarlık haline gelmiştir. Uygarlık tarihi olarak çok zengin olan Doğu Dünya’sı bilgi üretiminde artık çok geri kalmıştır. Oysaki bu topraklarda Mısırlılar piramitleri yaptı, Sümerliler yazıyı icat etti, Lidyalılar parayı buldu, ilk tarım, ilk yerleşik yaşama geçiş bu topraklarda var oldu. “Nasıl oldu da temizliği bile doğu toplumlarından öğrenen ilkel Batı Medeniyeti şimdi Dünya’yı yönetiyor?” bu da tartışılması gereken diğer bir konudur.

Yararlanılan Kaynaklar

Aydın, S. A. (2000). İslam felsefesi yayınları. 2. Baskı. İstanbul: Ufuk Yayınları.

Çubukçu, İ. A. (1989). Türk-İslam düşünürleri. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.

Çubukçu, İ. A. (1972). İslam düşüncesi hakkında araştırmalar. Ankara: Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Yayınları.

Demirel, Ö. (2005). Eğitim Sözlüğü. 3. Baskı. Ankara: Pegema Yayıncılık.

Gerviyani, M. (1998). İslam Felsefesine Giriş “Bilgi ve Varlık”. İstanbul: Birey Yayıncılık.

Gutas, D. (2004). İbn Sinâ’nın mirası. (Derleyen: M. Cüneyt Kaya). İstanbul: Klasik Yayınları.

Kaya, M. (2005). İslam filozoflarından felsefe metinleri. 3. Baskı. İstanbul: Klasik Yayınları.

Özden, H. Ö. (1996). İbn-i Sinâ Descartes metafizik bir karşılaştırma. İstanbul: Dergah Yayınları.

Senemoğlu, N. (2007). Gelişim Öğrenme Ve Öğretim Kuramdan Uygulamaya. Ankara: Gönül Yayıncılık.

Ulutan, B. (2000). İbn Sînâ felsefesi. İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Yayınları.

Ülken, Z. H. (1983). İslam Felsefesi. 3. Baskı. İstanbul: Ülken Yayınları.

Ülken, Z. H. (2000). İslâm Düşüncesi “Türk Düşüncesi Tarihi Araştırmalarına Giriş”. 3. Baskı. İstanbul: Ülken Yayınları.

Taylan, N. (2000). Anahatlarıyla islam felsefesi kaynakları-temsilcileri, tesirleri. 4. Baskı. İstanbul: Bayrak Matbaacılık.

Vural, M. (2003). İslam felsefesi sözlüğü. Ankara: Elis Yayınları.

http://tr.wikipedia.org/wiki/Dosya:Avicenna_Persian_Physician.jpg 28.05.2009 tarihinde indirilmiştir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir