Mutluluk ve Mutluluksuzluk

Sayı 26- Eğitim, Demokrasi, Mutluluk (Nisan 2010)

YİRMİLERİNDE MUTLULUKSUZLUK

Güzel bir bahar günü… Ankara sisten, dumandan arınmış, tertemiz bir güne merhaba diyor.  Sıkkınım, alabildiğine sıkkın.  Yalnızım ya da yalnız olduğum düşüncesine sığınıyorum.  Her demde sığınılacak bir düşünce ya da elem arar ya insan, o misal.  Olduk olmadık her an bunalacağım, kendim yetmez çevremdekileri de bunaltacağım.

Okula gitmeliyim.  Telaşla hazırlanıyorum, ateş almış gibi, bir çırpıda, çarçabuk.  Biliyorum ki, hızlı davranmazsam vazgeçip kendimi yatağa atabilirim.  Oh keyif! Ne güzel de olur ya! Bu sinsi düşünceyi hemen uzaklaştırıyorum kafamdan.  Okulda son dönemim, ya bitti ya bitti, başka yolu yok.  Halbuki tadını çıkar, değerini bil.  Gelmez bu günler bir daha, telafisi de yok ama gel de kavak yelleri esen başa anlat.  Ne mümkün! Bırak o zaman sıkılayım, uğraşmaya değmez.  Hatta arada sırada ters olmak da iyidir.  Hep mükemmellik olursa, güzellikler çabuk tüketilir ve değersizleşir.

Hep aynı karmaşa, aynı hız.  Panik halde insanlar sokakta, yüzler asık ve neşesiz.  Koştur dur.  Bir yerlere yetişme çabası herkeste.  Hayat yeni başlıyor salmaya olanca gerçekliğini hoyratça üzerime, anca farkına varıyorum hengamelerin.   El bebek, gül bebek, şımarık devirler sonlanmada yavaş yavaş, hissediyorum. Düşünüyorum şöyle bir, çok gencim, her şey taze bahar dalı gibi… “Bu kadar karamsarlık hayra alamet değil” diye geçiriyorum içimden usulca…

Köşe başında simitçi çocuk.  Feryat figan bağırıyor.  Açılan kepenkler, hızlanan trafik.  Bakkal Hasan da açmakta dükkanı. Hanımeli Sokak hareketliden hallice.  Senaryo aynı: Çalış çabala, eve ekmek götür.  Okula git, sınavlara gir, diploma al. Ev işi yap, çocuklara bak, kocanı memnun et.  Memnun olmasan da memnun görün, mutluluk oyunu oyna.  Sakın sızlanma, dırdır da yok.  Çaktırmadan hayatını tüket. Yetişmece hep bir taraflara.  Uğraş didin dur, koştur babam koştur.

Aslında en güzel yıllarım farkındayım.  Öğrencilik kadar güzel şey var mı?  Yıllar geçse de bu bende hep kalacak.  Ukdesel öğrencilik koydum ben bunun adını.  O yüzden de hayatımın belli dönemlerinde, illa ki öğrenciliği de bir yerlere ekleyeceğim, yaşım kaç olursa olsun.  Mutlaka eğitim ve öğrenme hayatımı kapsayacak.  Gelişmezsem, yeni bir şeyler katmazsam sıkılırım ben.  Gelgitleri bol insanım, öpürsem de köpürsem de kafama koyduğumu yaparım.  Haksızlığa gelemem.    Zorlanırım, kızarım, bıkarım.  Ağlarım, gülerim, severim, nefret ederim.  İnsanım… Gelgitlerimi severim.  Ben buyum.  İnsanlığı severim.  Eşitliği severim.  Böl sözcüğünden türemiş eylemlerden nefret ederim.  Yaşasın ilkelerim.  Ben beni çok severim, sen sevsen de olur, sevmesen de…

Necati bey’den Sıhhiye’ye kadar yürüyorum.  Bayılırım yürüyüşe.  Hele bu bahar gününde, Ankara temiz, tertemizken hiç kaçmaz. Servise biniyorum, yine kalabalık, yine hengame, itiş kakış Beytepe’ye doğru yola çıkıyoruz.  Nerden de gelmiş akla bu kadar uzağa yapmak okulu, kar yağdı mı çıkmaz bile otobüs nizamiyeden ötesini.  Kurtlar iner ortalığa, bir kurtlara yem olmadığımız kalmıştı.  Gerçi çok daha zararlı, insan cinsi kurtları da gördük, hayvan o kadar da korkutmamalı.  En azından sinsiliği yok garibimin.  Dürüstçe açım, seni yemek istiyorum der.  İnsan cinsi ise, seni yemek için bak ne oyunlar çevireceğim der.

Olumsuzum velhasıl bugün,  karamsar ve iyiden iyiye dik başlı.  Bari kimse uymasa bugün de sinirlerimi toplamasa tepemde.  Çekemem, kalp kırıcılığım üzerimde.  Sivridir dilim oldum olası, bilirim.  En ummadık zamanda söyleyeceğimi söyler, köşeme çekilirim, hasmımın sinirden titreyişini seyrederim.  Bu arada zevkten de dört köşe olurum.  Haksız da sayılmam, kaşınmasınlar.  Kaşınanı kaşırım.

İçimde bir yangın.  Koşar adım sınıfa yöneliyorum.  Arkadaşlar var.  Bir iki selam, nasılsın? Çoğu sahte… İçten içe haset dolu, sözüm ona sever bir görünüm, kek gibi ben de yedim sanki… Her neyse, çok da umurumda değil.  Hiç takmadım insanları zaten, asla umursamadım.  İsteyen sevsin, istemeyen beğenmesin.  Seçen, arkadaş olan benim. Ben sizleri isteyeyim.  Ötesi çorap söküğü.  Ha tek çorap, ha pek çok… Biri de bir, çoğu da bu insan milletinin.  Aslında ne kadar geniş çevre, o kadar zarar.  O kadar iki yüzlülük ve arsız yalancılık.  Ama olmadan da olmuyor, idare etmeli. Kazık yiye yiye pişeceğiz belli.  Gün gelecek belki biz de atacağız kazıkları, sindire sindire, ama henüz değil, erken çok. Zaman gerek, o zaman geldi mi de acımam haberiniz ola.  Turfandayım şimdilerde, olgunlaşınca görün beni…Yaş  yirmi, kırklarda neler ola, kim öle kim kala.

Yanaşıyorum gruba, suratım asık, benim gibi sırıtkan birinde bu ifadeye alışık değiller biliyorum.  Dert babası mübarek, sıkıntısı olan yanımda, sevgilisinden ayrılan akıl almada.  Sanki ben tecrübe emsali mübarek, yahu kelin ilacı olsa başına sürer.  Kafası atan yanaşmakta.  Kara kaşıma, gözüme değil bu itibar, bilirim.  Hıh sanki ben kızamam, üzülemem, canım sıkkın olamaz. Şebek gibi güldürmeliyim herkesi.  Aman sanki memnun olacaklar.  Ulan olsanız ne yazar, olmasanız ne kopar? Sıkkınım işte, sizi de çıldırtacağım, sıkacağım bugün, gün benim günüm, canıma değsin.  Keyfe keder mi?  Anlayın neşemin kıymetini.  Esprilerimdeki kaliteyi.

Aşıyorum sanırım bazı şeyleri.  Kendimi alabildiğine sergilemek ve hislerini açıkça söyleyebilmek ne kadar dayanılmaz bir duyguymuş meğerse. Mutsuzum ve bugün sizler için hiçbir uğraş veremem.  Üzgünüm sizin adınıza.  Ama olsun, açık açık ifade edebilme, yansıtabilme özgürlüğü olduktan sonra mutsuzluk da güzelmiş.  Anasını satayım, bunun bile tadını çıkarabiliyorum.  Oh! Sefam olsun, mutsuzum.  Mutsuzluk da benim, neşe de benim.

Yarın elbet yepyeni bir sabah, yepyeni bir aydınlık.  Hep böyle gitmeyecek, eminim.  Bugün böyle,  ama yarın belli olmaz.  Her gün yepyeni umutlara, yepyeni başlangıçlara gebe. Umuduyla, mutsuzluğuyla, sevgisiyle, aşkıyla, acısı ve tatlısıyla yaşam benim.  Ben benim, değerli olan benim.  Her şekilde, her surette beni seviyorum ve umarım sevmeye devam edeceğim.  Önemli olan sevgim ve aşkım  tükenmesin, hayatı her yönüyle seveyim, bağlılığım dinmesin.  Güzeli ve iyi olanı sevmek kolay, önemli olan sıkıntılı sevgiyi başarabilmek. Gerisi mi? Koskocaman bir hiç! Koskoca bir boşluk, yok bundan ötesi.  Her koşulda hayata bağlılıktır aslolan… Var mıdır bundan ötesi?

1990

YILLAR SONRA MUTLULUKSUZLUK

Bunaldım! Her gün aynı konu ve konuşmaları duymaktan, aynı görüntü ve tartışmaları izlemekten sıkıldım.  Tası tarağı toplayıp, ıssız bir adaya kaçmak geçiyor içimden.  Sessizce, haber vermeden kimseciklere.  Deliyimdir, belli olmaz yaparım.  Çatlasın meraktan eş, dost.  Bana ne canım! Ben bunaldım! Bunaldım! Kasılan ve kasan insanlardan, sürekli konuşanlardan…  Her konuda bilip bilmeksizin ahkâm kesenlerden, oturduğu yerden eleştiriyi görev edinenlerden yıldım. Hiç anlamadım bu tipleri. Çok sabırlıyımdır, bilinir.  Ama sabır taşım çatlamaya görsün.  Dünya umurumda olmaz.  Kapıyı sert kaparım. Bakmam ardıma.  Çekip çıktığım kapıya da kolay dönmem.  Hatta hiç dönmem.  Beğenilmek gibi bir tasam olmadı , olamaz da! Seven sevsin, beğenen beğensin, sevinirim.  Sevmeyene saygı duyarım.

Belirsizlikleri istemem kendimi bildim bileli.  Hep dobra, hep açık oldum.  İnanmadığım şeyi asla telaffuz etmedim.  Ama gel gör ki kendim gibiler hemen hiç çıkmadı karşıma.  Sahte dostlar, benzer suratlar…

Bunaldım! Sürekli aynı harflerin, her dakika karşıma çıkmasından sıkıldım. Kalıp kalıp sözcük kümelerinin beynimizde gezdirilip, ısıtılıp ısıtılıp ortalıkta sanki başka sorun kalmamış gibi devamlı salınmasından bıktım.  Vatan sevgisinin en büyük erdemlerden olduğunu bilen biri olarak, ihtiyacımız olanın çok çalışmak, tüm tartışmaları bir kenara atıp, birlik ve beraberlik içinde yapabileceklerimizin en iyilerini yapmak gerektiğini bilen biri olarak bıktım.  Ayrımlardan başım sıkkın.

Hayat tüm renkleri ve farklılıklarıyla bütündür.  Samimi, çıkarsız, karşılıksız olmak şartıyla tüm fikirlere saygı duyarım.  İyi-kötü, güzel-çirkin, mutlu-mutsuz, acı-tatlı, tüm tezatlar bütünü oluşturur bana göre. Ben bunu düşünürüm, sen başkasını.  Bütünlüğüme, birlik ve beraberliğime, ilkelerime, düşüncelerime, yaşam şeklime, doğrularıma dokunmadıkça da bana ne! Sorgularım, eleştiririm! Ama haddimi de bilirim.  Çünkü sen sensin, ben benim.  İnsana olan saygımdan olsa gerek, emek verilen en küçük işe saygı duyar, severim.  Yapıcı eleştiririm, destek veririm.  Yıkma çabam yoktur benim. Renkleri severim, düşünceleri severim, insanı severim.  Dedim ya, ben benim.

Fransız düşünür J. J. Rousseau’ya saygım gitgide artıyor.  Neden mi? Çok basit! Yıllar öncesinden olması gerekenleri görmüş Rousseau.  Özgürlükçü, eşitlikçi bir yazar, dünden bugünü rahatlıkla fark edebildiği için de, düşünceleri hep taze kalmış. Rousseau insanı ele alırken, temel kavram olarak da özgürlük konusunu irdelemiş durmadan.  Tam benlik işte! At kendini doğanın ortasına.  Teknoloji tutsaklığından kurtar kendini.  Telefon yok, internet yok, televizyon yok!  Çayır çimen mis! Bir ağaç altına, yan gel kıvrıl.  Al eline kitabını da.  Bundan daha güzel bir şey var mı? Ne kriz, ne gündem maddeleri, ne de “Halimiz ne olacak, nereye gidiyoruz?” endişeleri…

Sorumlulukları terk edip kaçmalı mı? Uzak diyarlarda kendi halinde bir yaşamı mı seçmeli? İmkan var mı buna? Yok tabii ki! Zaten böyle bir yer kaldı mı ki?   İki gün rahat ederim biliyorum.  Üçüncü gün başlar sızlanmalarım.  Rahat batar, sıkılırım.  Alışmışız.  Hayat hızı öylesine almış ki bizleri içine.  Trafik olacak, gürültü olacak, kavgalarımız olacak.  Çoktur olmazsa olmazlarımız.  Yaşama öyle bir gireceğiz ki, herkesi ama herkesi unutup bu sonsuz kavgayı sürdüreceğiz.  Derim ki, ara sıra da olsa kapatın telefonları.  İzlemeyin hiçbir şeyi.  Ne haber, ne pıtrak gibi artış gösteren diziler.  Biri tuttu mu, diğerlerinin de aynı konuyu işlediği dizilerimiz var ya.  Kapatın antenlerinizi, sarılın sevdiklerinize, eşinize, çocuğunuza…  Dinleyin kafanızı, atın bunaltılarınızı… Bunalımlarımızı…

Bunalımlarımızı, çünkü ortak yaşam alanımız ve sıkıntı hepimizin, sorunlar bizim. Adım gibi eminim, olabilecek en ufak bir olaydan ben değil, biz etkileneceğiz ve etkileniyoruz.  Sonuç olarak tek gerçek ve olması gereken, ortak noktalarda buluşabilme istemi.  Birlik ve beraberliğe zarar vermeden, ilkelere dokunmadan, incitmeden.  Ortak doğrularla, ortak yarınlara ve öncelikle millet, devlet ve ülke çıkarlarını gözetmek dileği ağır basmalı beyinlerde.

Hayat bu! Mutsuzluk ardı sıra umut ve güzellikler gelecek, çirkinlikler güzellikleri doğuracak.  Elbette sıkıntı ve zorluklar olacak.  Olmalı da! Gül dikensiz olur mu? Yeter ki, zorlukları aşmayı bilelim,  çabalayalım, olumlu, yapıcı düşünelim.  Güzel düşünüp, güzel işler yapalım.

2009

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir