Oturduğu koltuğa şöyle bir yaslandı, kahvesinden bir yudum aldı, sahaftaki müşterilere de göz gezdirdikten sonra; kenarlarından zincir sarkan, belki yirmi yıllık yakın gözlüğünü burnunun üstüne yerleştirdi ve üç gündür okuduğu kitabını eline aldı.
Kitabını açtığında, dün kaldığı yerden devam etmeden önce, her defasında yaptığı gibi, o sayfanın ilk kelimesinin üzerinde düşündü. ‘Bahar’ dedi seslice, ‘çok güzel bir tesadüf’.
Neredeyse otuz yıldır kiracısı olduğu iş yerinin dışında, mart ayını yolcu edip nisanla birlikte ısınan hava, cömert güneşle etrafı kolaçan ediyordu. Mart başında aldığı çiçek soğanları bir bebek dişi gibi baş vermiş, serçelerin çenesi düşmüş, caddede yürüyen insanların elbiseleri artık renklenmeye başlamıştı.
‘Bakalım bu yaz çok sıcak mı olacak?’ diye düşündü. Karşı ayakkabı dükkânında, kırmızı elbiseli bir genç kız ayakkabılara bakıyorken, tezgâhtar Nuri telaşlı, taksi durağındaki şoförlerde bir sakin bekleyiş, tramvay durağındakiler sabırlı, yolları süpürenler ağızlarındaki sigarayla keyifliydi.
‘Bahar’ dedi, ‘keyif getirdi bile herkese’.
Kış günlerinde böyle olmazdı şu camekânın dışı. Yolları süpürenlerden ziyade, buzlanan yollara tuz serpen işçiler olurdu ve pek keyifli sayılmazlardı, herkes kalınca bir elbisenin altında dışarıda bulunmanın asli bir hata olduğuna inanır gibi davranırdı, taksi şoförleri küçük kulübelerinde çayla birlikte demlenir, ayakkabıcının da müşterisi artık kalın tabanlı ve geneli siyah deriden yapılmış olanlardan almak üzere gelirdi. Sokak siyah ve beyaz karmaşasında gündüz can çekişir; gecenin karanlığında buz tutardı.
Rauf bey, kitabın kaldığı sayfasına döndü, düşüncelerine ara verdi. Müşterilerin konuşmalarına karışan Maria Callas’ın aryası, arkasındaki raflarda bekleşen saman yapraklı kitapların eski zaman kokusu, kahvesinin dilinde bıraktığı acı tat ve dışarıdaki baharın güneşiyle birlikte bir kitap memleketinin kapılarını daha aralamak üzereydi.
Bir müşterinin elindeki kitabın fiyatını sorduğunda, Rauf bey, başını kaldırmadı. Hem gözleri de kapanmış, yüzünü, sakalının bittiği yerden beridir görünen bir morluk kaplamıştı.
Müşterilerden birinin dışarıdan yardım istemesiyle komşular dükkâna doluşmuş, berber Mustafa gömleğinin düğmelerini açıp kolonyayla ensesini ovaladığında, buz gibi olduğunu fark etmişti. Gelecek ambulans beklenirken, herkes dışarı çıkmış, Maria Callas Madame Butterfly söylüyorken, Rauf bey, yıllardan bir zaman bir nisan ayının ilk gününde, kitabı başında dünyasını değiştirmişti.
Kitapçı dükkanında Rauf bey için zaman artık durmuşken; ayakkabıcı dükkanındaki kırmızı elbiseli kız mor bir ayakkabı deniyor, taksi durağındaki şoför Osman bir bardak çayın yanına sigara yakıyor, tramvaydaki bir liseli arkadaşına telefonundan bir şeyler gösteriyor, yolları süpürenler bir gölgede emeklilik hesabı yapıyor, bankadan maaşını çekmiş bir öğretmen yere bakarak hesap yapıyor, kalenin önündeki banklarda biri tespihini çekerken, simitçiler fiyat bağırıyordu. Şehirde zaman, Rauf beyin yokluğunu da an be an eskiterek, akıp gidiyordu.
Büyük hayaller kurmuş, farklı memleketlerin sabahlarına şahit olmuş, sevda nedir ruhunda hissetmiş, şiirler yazmış, şairler tanımış, hakimler, mühendisler yetiştirmiş, öğrencileri öğretmen olmuş Rauf bey, artık, ruhunu teslim etmiş bedeninin ardındaki kitaplar kadar eskimek için zamana bir göz kırpmıştı.
Rauf bey için duran zaman herkes için işliyor; İstanbul’da, Fatih’te bir güvercin konduğu ağaçtan uçup gidiyordu…