Suriyeliler ve Eğitim

Sayı 54- Nisan 2017

Her gün haberlerde izlediğimiz ve artık sıradanlaşan bir konu Suriyeliler. Üç milyon civarında Suriyeli, ülkelerindeki iç savaştan kaçarak ülkemize sığındı. Bunların bir milyona yakını da maalesef okul çağındaki çocuklar…

Bazen içimiz parçalanıyor bazen de kızıyoruz onlara. Biz de aynı duruma düşebilirdik diye anlamaya çalışıyoruz. Çoğu kişi rahatsız bu durumdan… Fakat yine de yaşadıklarını düşününce insanlığımızdan utanıyoruz. Aslına bakarsanız tek bir duygu hissedemiyoruz onlara karşı.

“Hiç kimse, acı çekenlerle yakın ilişki kurmaya kolay kolay yanaşmaz” diyor Goethe. Tüm dünyanın yüz çevirdiği bu büyük acıya Türkiye sessiz kalamadı ve bir yardım eli uzattı insanlık onuru adına.

Peki, sonra…

Suriyelilere kucak açtık, onları kamplara yerleştirdik. En azından savaştan (ölümden) kurtardık. Çocuklarına okullarımızı açtık. Geçici Eğitim Merkezleri (GEM) oluşturduk. Ama bir şeyi atladık sanırım; belki de en önemli şeyi. Psikolojilerini, entegrasyonlarını…

Suriyelilere Türkçe öğreten bir öğretmen arkadaşım anlatmıştı. Bir gün ders anlatırken 10 yaşlarında Suriyeli bir öğrencisi sıranın altına girmiş. Bir türlü çıkartamıyorlar. Ne olduğunu sormuş. Küçük kız uçak geçtiğini birazdan bomba patlayacağını söylemiş. Öğretmen arkadaşım ne yapacağını bilememiş. Bir şekilde kızı oradan çıkarmışlar ve derse devam etmişler. Ama…

Maalesef gelen Suriyelilerin hepsi bu durumda… Gözlerinin önünde anneleri, babaları, akrabaları, arkadaşları öldü belki. Mahalleleri, evleri bombalandı.

Peki, bu insanların psikolojisini düzeltmek için ne yapıyoruz?

Oluşturulan Geçici Eğitim Merkezleri’nde rehber öğretmenler var mı ya da yeterli mi?

Sadece Türkçeyi öğretip okullara almakla sorun çözülecek mi acaba?

En önemlisi de entegrasyon nasıl sağlanacak?

Bir arkadaşım da, Bursa’nın en eski mahallelerinden birinde oturuyor. Yıllardır hiçbir sorunun yaşanmadığı, herkesin birbirine saygı gösterdiği mahallenin, Suriyelilerin gelmesiyle adeta bir yangın yerine döndüğünü anlatıyor.

Şöyle diyor arkadaşım, “Yolda yürüyüş şekillerini değiştiren ‘mülteci’ gençler artık mahalle içerisinde ‘racon’ keser oldu. Apartmanın 15-20 liralık aidatını haftalar boyu ‘koca’dan isteyen bizim yönetici, parayı alabilmek için binaya kapıdan girerken gördüğünü ‘kadın’a aidat meselesini kocaya hatırlatmasını istediği için “Benim karımla nasıl konuşursun” diye tehdit edildi…

Mahallelerimizin her sokağına yerleşen Suriyeli kardeşlerimizin genç olanları sık sık bizimkilerle taşlı sopalı bıçaklı kavgaya tutuşur oldu. Kendi marketleri açılana kadar diğer marketlerden istediğini alıp çıkıp gitmek isteyenleri gördük. Mahallemizdeki İl Milli Eğitim Müdürlüğü neredeyse bir bütün olarak Suriyelilere tahsis edildi, onlara hizmet verdi. Her dedikleri yapıldı, her istekleri yerine getirildi… Doğal olarak bu durum biz sıradan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını ‘çöküntü alanında’ daha alta itti… Altta kaldık, canımız çıktı. Başlangıçta sokakta Arapça konuşurken savaş mağdurlarına tek tük rastlıyorduk. Sonra onlar bize tek tük rastlamaya başladı. Artık sokaklarımızda daha çok duyulan sesin dili Arapça… Türkçe konuşan biri gördük mü açık söyleyeyim kendimizi rahat hisseder olduk.”

Konuya objektif olarak bakmaya çalışırsak, bir tarafta merhamet bir tarafta öfke…

O küçücük bedenlerin yaşadıkları travmaları gördükçe gözyaşlarımızı tutamıyoruz belki çoğumuz. Ama bir taraftan da hiç eğitim almadan sokaklarda başıboş dolaşarak büyüdüklerinde, 10 yıl sonra bizim çocuklarımıza zarar vermeyeceklerinin garantisi de yok.

Bu nasıl düzeltilir peki?

Konuya acil müdahale edilmeli. GEM’lere pedagoglar yerleştirilmeli. Tüm öğrencilerle birebir görüşülmeli. Önce bu insanların psikolojilerini düzeltmeliyiz. Seminerler düzenleyerek, Türk toplumuna entegrasyonlarını, hukuki mevzuatları öğretmeliyiz. Elbette ki her şeyi devletten beklememeli. Belediyeler ve sivil toplum kuruluşları da yerelde konuya acilen el atmalı. Kendi vicdanımızı rahatlatmak için sadece yardım yapmak da yeterli değil. Bu konuda yapılması gereken açık; “Her gün balık vermek yerine balık tutmayı öğretmek.” Balık tutmayı öğretirken de çevresine, yaşadığı topluma karşı saygılı ve özverili bir insan olabilmeyi onlara aşılamak…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir