Her yakınlık sağlayıcı, geliştirici ve üretici edim, sevgiyle başlıyor, sevgiyle sürdürülüyor. Biyolojik ve toplumsal-ruhsal bir varlık olarak insan, yaşama ancak sevginin görkemiyle sağlam tutunabiliyor. İnsan, bilinçlenmeye, sağlıklı iletişime, iş ve güç birliğine, etkileşime, özgürlüğe, bağımsızlığa, hak ve hukuka, barışa, bilim ve sanata sevgiyle yöneldiğinde bunlarla özdeşleşebiliyor.
Evrenin yaratılışında sevginin yeri
Bir Yunan söylencesine göre başlangıçta, karışık ve biçim almamış, uçsuz bucaksız boşluk, karanlık; yani Kaos vardı. Daha sonra Kaos’tan, geniş göğüslü, her şeyin dayanağı olan Toprak (Gaia) var oldu. Toprak, doruğu karlarla kaplı Olympos dağının tepesinde oturan ölümsüzlerle yerin altındaki karanlık Tartaros’ta yaşayanlara, gerekli sağlam zemin oldu. Daha sonra, tanrıların en güzeli, sevginin temeli; bütün varlıkları, her şeyi birbirine doğru çeken, tanrıların ve insanların aklını başından alan, onları birleşmeye iten, yaşamı kuran, çoğalmanın simgesi Aşk (Eros) doğdu. Böylece Aşk, Toprak ananın içine ateş düşüren, onu sevişip gebe kalmaya zorlayan, ayrıca büyük tanrıların doğmasına neden olan birleştirici, üretici, eşsiz bir güç olarak ortaya çıkmış oldu.
Sonra Kaos’tan Gece doğdu. Onlar da Toprak’ın üst tabakasının ışığı olan Aither’i ve yeryüzünün ışığı olan Hemera’yı doğurdular. Işık oluştuktan sonra yaratılış aralıksız sürdü.
Toprak, önce kimseyle birleşmeden, her yanını saran ve kendine denk, mutlu “ölmezler”in yeri ve yıldızlarla bezeli Gök’ü yarattı. Kaos, kendisini tümüyle kaplasın, içine alsın, diye Gök’e kendi büyüklüğünü verdi. Ondan sonra Toprak, yine kimseyle sevişmeden, yüksek dağları, ahenkli dalgaları olan Deniz’i oluşturdu.
Evrenin varoluşundan sonra, onun üzerinde ömür sürecek olanları var etmek için Toprak, kendi öz oğlu olan Gök’le birleşti. Onların ilk birleşmelerinden altısı erkek, altısı dişi, Titanlar doğdu. Çağlar boyunca evreni, yaşlı Tanrılar olarak anılan çok sayıdaki bu güçlü ve iri Titanlar ellerinde tuttular. Bunların en önemlisi Kronos’tu.
Gök ile Toprak, ondan sonra üç Kyklops’u dünyaya getirdi. Onlardan sonra da üç dev dünyaya geldi.
Gök, çocuklarından ürküp korktuğu için doğdukça onları yuttu, yerin derinliklerine atıp orada hapsetti. Buna kızan Toprak, kocasından öcünü almaya karar verdi. Göğsünden çıkardığı parlak çelikten bir tırpan yaptı. Tasarımını çocuklarına açınca çocukları çok korktu. Yalnız en son doğan oğlu Kronos, annesine yardım edeceğini söyledi. Akşam olunca Gök, Gece’yi yanına alarak karısını görmeye geldi, bir süre sonra yattılar. Kocası uyuyunca anne, Kronos’u çağırdı. Kronos, tırpanla babasını biçip babasının vücudunun kanlı parçalarını denize attı. İlk tırpanı attığında açılan yaralardan sızan kanlar yere damlayınca yenilmez hiddetler, korkunç devler ve periler doğdu. Dalgaların üstünde çalkalanan et parçalarından oluşan beyaz köpükten de genç ve güzel Tanrıça Afrodit doğdu. Dalgalar, onu çiçeklerle süslü bir sedef kabuğu içinde Kıbrıs adasına götürdü.
Gök’ten sonra evrene Kronos egemen olunca Kronos’un ilk işi, kardeşleri Titan’ları yeraltındaki zindanlardan çıkarmak oldu.
Yaratılış durmadı. İnsan ömrüne bağlı duyguların birer simgesi olan Baht, Ölüm, Uyku, Düş, Alay, Acı, şikâyet ve başkaları doğdu. Daha sonra ölümlülere dehşet veren Öç, Kızgınlık, Nifak, Istırap, Kötülük, Açlık, Hile, Savaş, Adam Öldürme, Kuşku, Zulüm, Ant doğdu. Bu kez, Deniz’le Toprak’ın evlenmesinden, yeni doğumlar gerçekleşti. Akıl ve Hikmet Tanrıçası, Cehennem Irmağı, Güneş, Ay, Şafak, Atlas, Prometheus ve başkaları doğdu. Kısacası tanrılar, insan ve onun iyi-kötü türlü halleri, doğayı simgeleyen her şey, sevgiyle, aşkla var oldu [1].
Gerçekte insanın olumlu-olumsuz niteliklerini vurgulayan bu söylencede anlatılan ilginç olaylar ve yaşantılar, çağlar boyunca dünya edebiyatının, müziğinin, resminin ve plastik sanatlarının konusu olagelmiş. Bu yaratıların; kültür ve uygarlığı geliştirme, aydınlanma yolundaki çabaların tadı tuzu, sevgi ve aşk olmuş; bugünden sonra da olacağından kimse kuşku duymuyor. Seven için sevileni; sevilen için de seveni, hep sevgi, aşk yüceltmiş ve değerli kılmış. Bununla da kalmamış; bütün olumsuz duyguların, tehditlerin önünde aşılmaz bir kalkan olmuş.
Eğitim niçin sevgiye yaslandırılmalıdır?
İnsanın güçlü bir benlik, yetkin bir bilinç, özgüven ve özsaygısı, bağımsız bir kişilik kazanmasında, toplumsal-ruhsal olgunluğa erişip insanlaşmasında; iş ve meslek edinmesinde; bilimsel ve sanatsal yaratımlarında birincil araç olan eğitim de ancak sevgiye yaslandırılarak gerçekleştirildiğinde, işlevini tam olarak yerine getirebiliyor. Çocuk ve gencin, bir dizi kişisel ve evrensel değerleri, bilgi ve becerileri algılayıp kavrama, içselleştirme, davranışa dönüştürme, bağımsız bir kişilik geliştirme yoluyla tam verimli, erdemli bir yaşama hazırlanması, ancak dengeli ve doyurucu bir sevgiye yaslandırılan doğru eğitimle gerçekleştirilebiliyor.
Güçlü benlik, yetkin bilinç, özgüven, özsaygısı, insanın tutarlı adımlar atmasında, yaşamı doğru anlayıp doğru yorumlamasında temel dayanak oluyor. Bu nitelikleri edinen kişi, ilkelbenlik isteklerini ve üstbenliğin engelleme girişimlerini en uygun biçimde yönlendirmede fazla zorlanmıyor. İnsan olmak, en büyük değer ise, onun oluşumunda para, mal mülk türünden varsıllıkların hiçbiri, benlik gücüyle, bilinç yetkinliğiyle, özgüven ve özsaygısıyla boy ölçüşemiyor, insanı bunlar kadar güçlü ve değerli kılamıyor. Dahası, benlik gücü, bilinç yetkinliği, özgüven, özsaygısı, parayla pulla satın alınamıyor. Bu, insan olma değerleri, yalnızca sevgiye dayandırılmış uzun, güç ve karmaşık bir süreç olan çağdaş eğitimin işe koşulmasıyla edinilebiliyor. Onun için, dışsal güçlere bağlanan umutların tümü, bugün değilse bile yarın, mutlaka suya düşüyor.
Sevgi gereksinimi, kimler aracılığı ile nerelerde karşılanabiliyor?
Sevgi, gökten zembille inmiyor ya da indirilemiyor. Çocuğun bu gereksinimi, özellikle onu koşulsuz seven anne baba ya da onların yerini alan kişilerce evde; onu koşulsuz seven öğretmenlerce de okulda karşılanıyor. Ancak çocuğun sevgiyi bir gereksinim olarak duyabilmesi için ilk ve yaşamsal olan yeme içme, oksijen, ısınma, dışkılama, dinlenme, etkinlik, cinsellik gibi bedensel gereksinimleri ile güvenlik gereksiniminin dengeli ve doyurucu biçimde giderilmekte olması gerekiyor. Anlaşılacağı gibi, bu da gerekli üretimin gerçekleştirildiği ve üretilenlerin hakça bölüşüldüğü bir toplumsal yaşamın varlığını zorunlu kılıyor. Çocuğun sevgiyi yaşamaya başlaması da bu gereksinimin ardından duyulan saygınlık ile onu izleyen kendini gerçekleştirme gereksinimi için altyapı oluşturuyor. Bu, gereksinimler aşama sırasını, “kendini gerçekleştirme kuramı”yla ünlenen psikolog A. Maslow belirlemiş bulunuyor [2].
Eğitimde sevginin gerekliliğini kanıtlayan bilimsel bulgular
Bireyin kendini güven içinde, değerli bir varlık olarak algılamasında baş etkenlerden biri olan sevgi, eğitim ortamında şu yararları sağlıyor: Duygu ve düşüncelerin paylaşımını kolaylaştırıyor. Kişileri hoşgörülü kılıyor. Kişinin kendini tanımasına ve yeteneklerini geliştirmesine yardımcı oluyor. Saydamlığı; bencilliği aşmaya, özgeciliğe erişmeye kapı aralıyor. Hem demokratik ve özgür ortamın oluşmasına katkıda bulunuyor hem de kendisi çoğalıyor. Bilgi ve becerilerin isteyerek öğrenilmesine, duyguların incelmesine ve yetkinleşmesine yardımcı oluyor.
Sevgi eğitimine ilişkin yapılan bir araştırmanın sonuçları, eğitimin işe koşulduğu ortamda, sevginin etkili bir değişken olduğunu gösteriyor [3]. O nedenle öğretmenin, sevgi değişkenini eğitim sürecinin bilişsel, duyuşsal ve devinişsel alanlarıyla ilgili tüm etkinliklerine katması gerekiyor. Kişinin mutlu bir yaşama bilinçli olarak hazırlanmasında, gelişim süreci boyunca çocuk ve gencin evde ve okulda, öbür gereksinimlerinin de giderilmesiyle birlikte, sevgi, ilgi görmesi, başarılarının onaylanması, başarısızlıklarını başarıya dönüştürebilmesi için desteklenmesi, büyük önem taşıyor.
Sevgi eğitimine ilişkin bulgular, öğretmenlerin, yöneticilerin ve anne babaların, sevgi eğitiminin gerçekleştirilebileceği toplumsal-ruhsal ortamı nasıl yaratacaklarını öğrenmelerinin bir zorunluk olduğunu da açıkça ortaya koymuş bulunuyor.