“Bıçak gibi keskin bir soğuk değmeye başladı mı, o keskinliği susturacak tek şeyin ne olduğunu da bilirdik. Çok geçmeden o beyaz suskular, en yumuşak yüzüyle inerdi toprağa. Gökyüzünden kelebek kanatlarını indirmeye başlayınca kar taneleri, zaman da susardı. Sessiz derinlikte bembeyaz sonsuzluk dolardı ovalara…”
Çok zaman geçmemişti o serin suskuları bağrına bastırdığı yıldan sonra. Hiç gitmediği, ayağının değmediği bambaşka coğrafyalarda aralıksız yolculuk yaparken yeniden karşılaştı kelebek kanatlı bembeyaz kar taneleriyle. Çocuk sevinçleri bu sefer üşüyordu. Kendini o huzur veren serinliğe teslim edip, bütün vücuduyla karışıp sevinecek hali de yoktu üstelik.
Günlerce bitmek bilmeyen kapkara yolculukta, istemeden de olsa siyahtan daha kara anılar birikmişti belleğinde. Hiçbir suyun yıkayamayacağı, hiçbir beyazlığın aklayamayacağı kapkara bir lekeyle kirlenen ruhunun esiriydi şimdilerde.
Normalde hayvanların taşındığı o soğuk trene apar topar bindiği günden beri sürekli olarak kaybederek yol almıştı. Önce köylüleri, sonra soydaşları teker teker sonsuzluğa yol almışlardı. Kimi açlıktan, kimi acı soğukların etkisiyle hastalandıktan sonra, kimisi de ansızın hareket eden trenin altında kalarak acı bir veda ile el sallamadan, uğurlanmadan gitmişlerdi.
Çok geçmeden en ağır ve zorlu ayrılığı en yakınlarının, annesi ve babaannesinin gidişleriyle yaşayacaktı. Açlıktan, yorgunluktan kendinden geçip uyuduğu bir vakitte önce annesi Anşa’nın sessizce vedası, sonra da Raife babaannesinin adi bir hareketle soğuk sulara fırlatılmasıyla acının bile yorulduğu zamanlara tanıklık etmişti.
Uzun yıllar sonra, hafızasını işgal eden o kaygılar, üşümeler, korkular, tüm kirlilikler ömrünün sonbaharına girdiği dönemde hiç görmediği beşinci bir mevsimle silinip gidecekti.
Yıllarca dinmeyen özlem ve meraklı bekleyişi yerine tarifsiz kavuşmalara bırakacaktı.
Önce kızkardeşi Mihrimah’a kırk yıl sonra sarılacak, sonra ardı arkası kesilmeyen, geçmiş yıllardan çıkıp gelen yetmiş yıllık hatıraları bağrına basarak hiç dinmek bilmeyen hasretleriyle huzura kavuşacaktı.
Genç kızlığında babası ve soydaşları askerdeyken örüp gönderdiği çoraplar, yıllar sonra babasının yakın dostu tarafından yeniden kendisine dönünce Rasim babasına kavuşmuş kadar sevince boğulacaktı.
Ve ilk aşkı, kalbinde buruk kırıklıkla saklı kalan Arden’nin sesini duyduğunda göğsünün orta yerinde uçuşan kelebeklerle yeniden gökyüzüne kanatlanıp uçacaktı. Hele ki sevdiği adamdan gelen mektup, yetmiş yıl önce işlediği kanaviçe yastıklar Ahıska’dan gönderilince zihnini, belleğini işgal eden bütün siyahlar aydınlanıp aklanacaktı.
14 Kasım 1944’te başlayan o ağır yolculuk uzun yıllar dinmek bilmeyen ağır travmalarıyla artık bitmek üzereydi.
Elinde tuttuğu onlarca mektup, yeniden babasına sarılmanın, manevi huzurunda onunla olmanın gururunu yaşatıyordu.
Kimini gözyaşıyla, kimini tarifsiz sevinçlerle okudu. Son mektuba sıra gelince, kısa bir süre bekledi. Yepyeni kararlar alarak son mektubu okumak istiyordu.
“Artık üzülüp kahrolmanın gereksiz olduğunu düşündü. Özlemleri dinmişti. Her kar yağışında vücudunu esir alan soğuklar, eski travmaların etkisiyle titreyen ruhu iyileşmeye başlamıştı. Şükür içinde olmalıydı. Şimdi tek eksiği vatan topraklarından ayrı olmasıydı. Kararlıydı. Bundan sonra cesaretini toplayıp köyüne de gidecekti. Ne olursa olsun, o topraklarda sonsuz uykularında olan soydaşlarına dua etmek için, anavatanına sarılmaya yeniden gidecekti.”
Son mektubu yeniden alarak okumaya başladı:
Gül kokulu meleğim, Gülnur’um;
Benim için zaman giderek daralıyor. Ama biliyorum ki, ömrümün önemli bir kısmını geçirdiğim dost yuvam Alisultan ve ailesi benden sonra kalan hatıraları sana ulaştıracaklardır.
O hatıralarda dinmek bilmeyen özlem var. O özlemlerde ışığı hiç sönmeyecek umut vardı. Nefes aldığım her an, o masmavi umudu soldurmadım yavrum.
Birincisi sana ve torunlarıma sımsıkı sarılmak ve muhabbet etmekti.
İkincisi ve en önemlisi köklerimin boy verdiği topraklarımızı, hangi ülkenin bayrak çatısı altında olursa olsun, orada yüzyıllardır filizlenen duygularımıza, emeğimize saygı gereği Ahıska halkına armağan edilmesiydi.
Can balam,
Sana gelemiyorum. Gerçekçi olmak gerekli artık. Nefesim, soluğum direncim buraya kadar dayandı.
Sizleri her zaman kalbimde tuttuğumu bilmeniz için, ebedi bir hatırayı tüm sıcaklığı ile sana gönderiyorum.
Göz nuru ile işlediğin çoraplar benim için, o akıl almaz koşulları dirençle aşmamı sağlayan en önemli sevgi silahımdı.
Yanımda olduğu sürece dayanma gücümdü. Memleket kokulu dağlarımdı.
Rengârenk çiçek desenleriyle eşsiz yuvamın esintisiydi.
O eseri koklamak, bütün aileme sarılmakla eşdeğerdi.
Daha güzel bir dünyada, barışla, huzurla buluşmak umudumla güzel yavrum.
Sağlıkla mutlulukla yaşayın daima. Son nefesime kadar dualarımdasın…
Baban: Gazi Rasim
Bu güzel yürekli ailenin parçası olmaktan dolayı onurluyum. Dünyada yurtsuz yaşayan soydaşlarımızın o eşsiz yüreklerindeki acı dininceye kadar ömrüm yettiğince yanlarında olacağım.