Postmodernizm, çağımızın en temel “izm”lerinden birisidir; yine çağdaş olan modernizmin eleştirisi temelinde yapılanmaktadır. “Post” ilgeci, ötesi, ilerisi anlamına gelmektedir; bu haliyle birebir Türkçeleştirirsek postmodernizm, “modern ötesi”, “modern sonrası” anlamına gelmektedir.
Durum gerçekten böyle midir? Yani postmodernizm modern ötesi midir?
Batı’da modernizmin doğurduğu, iki büyük dünya savaşını, eşitsizlikleri, çevre sorununu, bilimsel gelişmelerde yaşanan kimi bunalımları, modern süreçte yaşanan kimi tıkanmaları, sömürgeciliği ve ahlaki yozlaşmaları bahane ederek ortaya çıkan postmodernizm, her türden olumsuzluğun nedeni olarak modern akılcılığı, sekülerizmi ve bilimi göstermekte; bu haliyle kimi olumsuzlukları ileri sürerek modern hemen her şeye savaş açmaktadır. Oysa modernizmin olumsuzlukları kadar pek çok olumlu unsur da bulunmaktadır. Modern bilim ve insan hakları temelinde yapılanan modern değerler bunların birer yansımasıdır. Eğer modernizme diyalektik bakarsak iyi ve kötü yanlarını daha iyi görebiliriz. Postmodernizm, modernizmi eleştirip yerle bir etmeye çalışmakla birlikte onun yerine olumlu bir şey de önermemektedir. Bu nedenle bir nihilizm ya da en hafif deyişle zihinsel karmaşaya yol açmaktadır. Bu karmaşayı, postmodern ideolojinin sloganlarında açık bir biçimde görmek olasıdır: Bu sloganların kimileri şunlardır: “Akla veda”; “yönteme hayır”; “her şey gider”; “büyük söylemler masaldır”; “her şey görecelidir”; “ya o ya da bu değil, hem o hem de budur.”
Bu akım 1960’lı yıllarda önceleri sanat alanında ortaya çıkmış, sıradan olanı bayağı olanı sanatsallaştırmış, oradan felsefeye sirayet etmiş, felsefeyi edebiyatlaştırmış, onu şiirsel söz söyleme, aforizmalar üretme sanatı haline getirmiş, sosyal bilimlere ve nispeten doğa bilimlerine sirayet ederek, nesnelliği, yöntemi, akılsallığı saf dışı etmeye başlamıştır. Aslında postmodernizmin bilime ve felsefeye verdiği zarar görünenin çok daha ötesindedir; bizim gibi ülkelerde telafisi güç sorunlar doğurmaktadır.
Aynı etkinin siyasette daha radikal bir biçimde yansıdığını söylemek gerekir. Artık modern siyaset yerini postmodern siyasete bırakmıştır. Bu nedenle artık postmodern siyaset kavramsallaştırması sanal sözlüklerde yerini almıştır. Ekşi Sözlük’de postmodern siyaset kavramsallaştırması başlığında şunlara yer verilmektedir:
“Halkların yeni afyonudur. Siyasetin tüm asli işlerinin çeşitli kurullara, teknokratlara devredildiği bir dönemde siyasetçilerin kendilerine kalan alanda gölgeler, semboller, kimlikler vs. üzerinden yaptığı uğraşıdır. ‘Mış gibi’ siyasettir.”
İtü Sözlük’te ise şöyle denilmektedir:
“Günümüz Türkiye’sinde egemen siyasi biçimdir. Postmodern siyaset öncelikle toplumsal gibi görünen sorunların politikleştirilmesinde önemli rol oynar. Bu noktaya kadar sanki ilerici bir halmiş gibi durur. Ortada sağlam bir kırılma yaşıyoruz gibidir. Ancak bu biçim, bu iştirak aslen bu politikleştirilen sorunların temel çelişkisinden uzaklaşır ve başka bir biçim alır, sorundan sapılır ama biz ‘sanki bir şeyler oluyor gibi düşünürüz’. Asıl tehlikeli olan budur. Örneğin Kürt, Ermeni, Rum sorununun duygusallaştırılması, 12 Eylül’ün dramatikleştirilmesi. Gerçekte ortada duygusal bir durumdan ziyade bir kimlik sorunu, bir sınıf sorunu gibi şiddetli çok daha radikal değişimler gerektiren sorunun doğrudan üzerine gidilmesi gereken sorunlardır bunlar.
Bu tanımlamalar, eksiklikler içerse de aslında postmodern siyasetin bazı temel unsurlarına dikkat çekmektedir. Ancak postmodern siyasetin daha derinlere inen epistemolojik ve ontolojik kökleri vardır:
- Postmodern siyaset, doğru ve yanlış kavramsallaştırmasına veda eden bir siyasettir. Bunun temelinde nesnelliğin yadsınması kadar, insanın bilgi yetilerine ve özellikle deneysel aklına olan güvensizlik yatmaktadır. Bu nedenle postmodern siyasette her şey gider.
- Postmodern siyaset, gerçekliği, simülasyonlara ve sanala feda eden bir siyasettir. Bu siyasette her şey bir görüntüye, imgeye, hayale dönüşmüştür. Ölümleri, patlamaları, boğaz kesmeleri, terör eylemlerini, sıradanmış ya da ölenler savaşanlar gerçek insanlar değilmiş gibi izleriz.
- Postmodern siyasette her şey ‘mış gibidir’. Çözülüyormuş, yapılıyormuş, üretiliyormuş gibi yapılır; bir yanılsama yaratılır. Oysa sorunlar daha da derinleşir ve kökleşir.
- Postmodern siyaset, etnik kimliklere odaklıdır. Hep farkı vurgular; her şeyi böler minimize eder, karmaşa yaratır, kaos oluşturur. Bu kaos içinde her kafadan bir ses çıkar; söylemsel anarşi egemen olur. Bizim insan olarak hiçbir ortaklığımız yokmuş hissine kapılırsınız.
- Postmodern siyaset, dinsel, mezhepsel, cinsel kimlikleri önceler; onlar üzerinden akıl yürütür; onları görünür kılar, aynı anda pek çok çelişik inancı kucaklar. Her şeyi simgeye dönüştürür; bununla kalmaz, bu inançsal, mezhepsel, cinsel farklılıkları siyasal taleplere dönüştürür. Öznel olanı sürekli gündemde tutar, akla değil duygulara ve özlemsel düşünüşlere ve bilinçaltına hitap eder. Cinsel yaşamımıza bile karışır onun üzerinde bile egemen söylemler üretir.
- Postmodern siyaset, birey odaklı demokrasi yerine etnik, mezhepsel ve cemaat odaklı bir demokrasi gündeme getirir. Bireyleri ikna etmek yerine bu grupların liderlerini ikna temelinde yeni bir demokrasi inşa eder. Onun âkilleri vardır; halk âkil olmadığı için siyasal özne değildir.
- Postmodern siyaset, akılcılığa savaş açtığı için, çelişkiler içinde yüzer; bugün söylenen yarın yalanlanır, ertesi gün yeni bir söylem üretilir. Postmodern siyaset yapan bir siyasetçinin aynı konu üzerinde bir ay içerisinde söylediklerini bir araya getirin, ya o ya da budan; ne o ne buya; hem o hem de buya gönderme yapan çelişik söylem ağıyla karşılaşırsınız. Her şey durumsal ve ansaldır. İlkesel bir tutum, ilkesel bir yaklaşım yoktur.
- Postmodern siyasette, farklılıklar üzerinde sözde eşitlikçi bir söylem inşa edilirken, ekonomik eşitsizlikler derinleşir; gündem bir türlü gerçek sorunlara yönelmez. Gündem daima saptırılır; ilgisiz söylemler insanların zihnine medya aracılığıyla işlenir. Kavramlar çarpıtılır; içerikleri boşaltılır.
- Postmodern siyasette iktidar ve muhalefet grup toplantıları üzerinden etiğin ölçülerini ihlal eden bir üslupla savaşır; herkes birbirine gol atmaya çalışır; ancak golü genelde eşitsizlik içinde sürünen halk yer.
- Postmodern siyasette her şey, para ve sermaye üzerine kuruludur; bu para ve sermaye halkın parası ve sermayesi değil, küreseldir; insanlığın sadece yüzde 1 ya da 2’sini ilgilendirir. Halkın çoğunluğu asgari ücretle bu yüzde 1 ya da 2’lik kesime gönüllü köleliğe zorlanır.
İlk bakışta postmodern siyasete ilişkin yaptığım saptamalarla Türkiye’deki siyasetin bir fotoğrafını çizmeye çalıştığım gibi bir izlenime kapılabilirsiniz. Eğer böyle düşünüyorsanız, dünya siyasetini çok takip etmediğinizi söyleyeceğim. Bizdeki dışarıda olanın siyasal yansımalarından ibarettir; tüm dünyada siyaset postmodern bir krize girmiş durumdadır. Dünyanın her yerinde etnik, dinsel, mezhepsel, cematsel kavgalar egemen olmuş durumdadır; ekonomik eşitsizlikler çığırını aşmıştır. Her gün binlerce insan ölmekte, insanlar boğazlanmakta, çocuklar açlıktan ya da terörden ölmekte, buna rağmen kitlelerden hiçbir ses çıkmamaktadır.
Postmodern siyaset, doğru ve yanlışı ortadan kaldırdığı, her şeyi yazgıya dönüştürdüğü, büyük söylemlere yer bırakmadığı için insanların umudunu da yok etmiş durumdadır. Felsefi dilde söylersek insanlığın yaşadığı tap bir aporia yani bir açmazdır.
Bundan nasıl kurtulacağız; felsefi olarak bu soru güç bir sorudur. Ancak söyleyebileceğim tek bir şey var: “Yönteme hayır”, “akla veda”, “her şey gider”, “her şey göreceli ve özneldir” diyerek, kendi içinde çelişkiler taşıyan söylemlerle bu sorunlar çözülemez.
Çözüme açılan ilk adım; nesnel gerçekliği tanımlamamıza olanak sağlayan bilimsel bir yöntem bulmaktır. Yöntem ilk adımdır; ardından sorunların çözümü için geçmişi, bugünü ve yarını düşünerek, eşitlik, adalet, kardeşlik, barış, hakkaniyet ilkeleri ışığında yeni hipotezler üretmek ve onları yaşama geçirmeye çalışmaktır.
Kuşkusuz bu önerim modern ve aydınlanmacı bir öneridir. Başka türlü düşünmeye de olanak var mı?