VATAN KAVRAMI
Vatan, doğum veya ikamet anlamına gelen klasik bir Arapça sözcüğün Türkçeleştirilmiş şeklidir (Lewis,1993: 332). Üzerinde devletin oluştuğu toprak parçası her dilde olduğu gibi Türkçe’de de çok sayıda sözcükle anlatılmaktadır. Örneğin bunlar vatan, memleket, yurt, ülke vb. sözcüklerle anlatılmakla birlikte gerek vatan gerekse yurt kavramları duygusal nitelikler taşımaktadır (Ateş, 1999: 40). Vatan, farklı siyasi görüşlere sahip olsalar bile insanların etik evrenlerinin bir köşesinde pek de sorgulanmadan bu topraklar, bu coğrafya, memleket, yurt vb. gibi genellikle olumlu sıfatlara bürünerek yer alan bir kavramdır (Bora, 2002: 293). Vatan kavramı içerisinde maddi ve manevi öğeleri barındırmaktadır. En yalın haliyle vatanın maddi yönünü üzerinde yaşanılan toprak parçası olarak, manevi yönünü ise bu toprak parçasına atfedilen, aitlik ve sahiplik duyguları olarak düşünebiliriz.
Modern vatancılık anlayışı, önce İngiltere’de, sonra Fransa’da kralın devlet olmaktan çıktığı ve onun yerine devletin ulus, halk veya vatanla özdeşleştiği Batı Avrupa’da doğdu. Rönesans ve Reform zamanlarında devletle kilisenin ve kilise ile kilisenin çatışmaları arasında boğulmuş olan Yunan Polisi’nin Roma Patria’sının yankıları Akıl Çağı’nda daha iyi işitildi. Yeni millet ve ülke duygusu, bağımsız batılı uluslar arasında yayılmaya başladı (Lewis, 1993: 331). 1789 Fransız Devrimi’nde temel kavram olan ‘vatandaş’ sözünde, halk kavramını temelde, insanların ortaklaşa oturduğu bir toprak belirlemektedir ve içeriğinde sosyal sınıfların varlığını kabul eden bir anlam bulunmaktadır. Bu anlamın siyasi kuruluşlarda yansımasına demokrasi adı verilmiştir. Vatandaş, halk, ulus kavramları bir anlamda biri diğerini belirleyen kavramlardır (Koç, 1981: 84). Bu anlamda uluslar ilkin Avrupa’da, Ortaçağ’ı kapayıp Hıristiyan ümmetini dağıtan Rönesans sıralarında görünmeye başlamışlardır. Büyük Fransız Devrimi bu sürece hız kazandırmış, 19. yüzyıl Avrupa için uluslar yüzyılı olmuştur (Gökberk, 1997: 82). İslam dünyasını ilk etkileyen ve bağlılığı, bir Osmanlı vatanı ile belirsizce tanımlanmış bir Osmanlı milleti üzerinde toplama çabasına yol açan, bu batı tipi vatancılık idi (Lewis, 1993: 332).
TÜRKİYE’DE CUMHURİYET DÖNEMİNE KADAR VATAN ANLAYIŞININ EVRELERİ
Türkiye tarihi açısından yöneten ve yönetilen bakımından; vatan kavramının aidiyet ve sahibiyet duygularının ölçütleri, dönemlere göre farklılık göstermektedir. “Osmanlı devleti döneminde devlet yönetiminde geçerli bir formülasyon olan ‘din-ü devlet’ görüşünün, dinin muhafazası için devletin güçlü olması ve yaşamasının elzem olduğu fikri merkeziyetçi yapının felsefi temellerini oluşturmaktadır” (Korkmaz, 2006: 242). Doğu despotizmi yaklaşımı ile Osmanlı toplumunu açıklamaya çalışan Berkes, doğu despotizmini kulluk sistemi ile açıklamaktadır. Bu yönetim tarzının en önemli yanı siyasal gücün devşirilmiş ve hatta yabancılaştırılmış bir kul kütlesine dayanmasıdır. Bu siyasal gücün araçları, sınıf, ekonomik çıkar, din ve ırk temeli düşünülmeksizin, bunlardan en çok kopmuş, ya da bunlara en kolay yabancılaştırılacak yığınlardan devşirip siyasal gücün hizmetine sunmaktır (akt. Korkmaz, 2006: 239). Osmanlı Devleti’nin asıl karakteri teokratik olmasıydı. Bir ailede (Hanedan-ı Ali Osman) toplanmış olan hakimiyet, toplumun dışında ve üstünde, beşeri ve dünyevi olmayan bir kaynaktan geliyordu: Tanrı. Böylece batıdaki eşlerinde olduğu gibi, Osmanlı İmparatorluğunda hakimiyetin sahibi millet değil Tanrı idi. ‘Reaya’ çalışır, eker, biçer, asker olur, devletin gelir kaynağını teşkil eder, fakat devlet iradesine katılmazdı. Bu kitle çeşitli milletleri kapsadığı için milletten daha genişti ve ümmet adını almıştı (Tunaya, 1999: 16). Dikkat edilirse Batı’da vatandaş kavramının kökü toprak, oturulan yer anlamına geldiği halde İmparatorlukta tebaayı toprak değil, devlet belirlemekte ve devlet kavramı öncelik kazanmaktadır (Koç, 1981: 84).
Osmanlı İmparatorluğu 20. yüzyılın başlarına kadar hilafet rejimi ile yaşadı. Padişah aynı zamanda dinsel önderdi, sivil hukuk yerine şeriat buyruğu yürürdü (Duhamel, 1998: 35). Teokratik totaliter bir devlet düzeni içinde; dine dayanan bir dünya görüşünün değişmez önyargılarıyla düşünüp eyleyen duruk Osmanlı toplumu ancak 18. yüzyıl boyunca uğradığı yenilgiler dizisiyle sarsılınca, karşısındaki gücün üstünlüğünü sezmeye başladı. Bu güç aydınlanmayı yaşayan, ümmet dönemini aşmış, uluslardan oluşan, sanayi uygarlığını başlatmış ‘Batı’ydı (Gökberk,1997: 37).
Batılı gezginler Osmanlı imparatorluğunu hep çok renkli bir dünya olarak tanımlamışlardır bu sıfat hem sınırları içindeki milletlerin ve dinlerin karışımına hem de ülkenin fiziksel yönlerine dairdi (Mango, 2000: 22). Osmanlı İmparatorluğu yapısında barındırdığı farklı millet ve dinleri aidiyet bağıyla topraklarına bağlamak, Batı’nın sahip olduğu güce erişebilmek adına yapısal değişiklilere, yeniliklere yönelmiş ancak bu çalışmalar başarılı olamamış hatta çözülmelere ve yıkılış sürecine hız kazandırmıştır.
İmparatorluğun son aydınları “Batı’nın ulusçuluk düşüncesinin derin etkisini duymuş, İmparatorluğa bağlı uluslar birer birer koparak kendi ulus devletlerini oluştururken; yenilgiyle kapanan savaş alanlarında, aydınlar bunun acısını çekmiş böyle bir duyguyu özlemişlerdi. Bu yurtsever insanlar nasıl bir ulusçuluk güdeceklerini bilememiş; ‘Osmanlıcılık’, ‘Türkçülük-Turancılık’, ve ‘İslamcılık’ arasında bocalayıp durmuşlardı” (Ateş, 1999; 332).
Vatan deyiminin modern Türkiye’nin doğuşunda inişli çıkışlı bir tarihi olmuştur. Cevdet Paşa’ya göre 19. yüzyıl ortalarında bu deyim, bir Türk askerine köy meydanından daha fazla bir şey ifade etmezdi; 19. yüzyıl sonlarında hürriyetçi vatancılığın havarisi Namık Kemal’e, Arabistan’ın kutsal şehirleri de dahil olmak üzere bütün Osmanlı İmparatorluğu’nu ifade ediyordu. 1911’de Pantürkist Ziya Gökalp için vatan ne Türkiye ne de Türkistan’dı vatan geniş Turan ülkesi idi. 1917’de Sait Halim Paşa ‘bir Müslüman’ın vatanı, şeriatın hüküm sürdüğü yerdir’ fikrini ileri sürüyordu (Lewis, 1993: 356).
ULUSAL TEMELE DAYANAN VATAN ANLAYIŞI ve ATATÜRK
1918 mütarekesi Osmanlıyı tam bir ümitsizlik havası içine sürüklemişti. Osmanlı İmparatorluğu, uzun tarihi içinde hiçbir zaman böylesine derin bir çukura düşmemişti. Avrupa’nın ‘Hasta Adam’ı ölmek üzereydi. Yalnız Anadolu yaylalarında bazı hayat belirtileri vardı. İşte bu noktada, bir Türk askeri Mustafa Kemal ülkesini ümitsizlikten ve ezilmekten kurtarmak için ileri atılmıştır. O andan itibaren Türkiye’nin tarihi, bu askerin güçlü kişiliği ile renklenmiştir (Toynbee, 1999: 91).
Atatürk, Kurtuluş Mücadelesi başlamadan önce Anadolu’nun durumunu şöyle özetler: “Birinci Dünya Savaşı yenilgiyle sonuçlanmıştır. Yenilgiler, orduya güveni zedelemiştir. Mondros’ta koşulları çok ağır bir ‘mütareke’ imzalanmıştır. Öyle bir ‘mütareke’ ki, tutsaklık boyunduruğuna girmiştir ulus. Aslında yoksul olan insanımız tam anlamıyla, yorgun ve yoksul düşmüştür. Padişah, tahtını korumak için aşağılık yollara başvurmaktadır. Hükümet, Padişahın buyruğundan çıkamamaktadır. Ulusal iradeyi gerçekleştirme gücünü yitirmiştir. Ordunun elinde ne silah kalmıştır, ne cephane… Ülkemizdeki Hıristiyan azınlıklar, saldırganların amaçlarına hizmet etmek için birbiriyle yarışmaktadırlar (akt. Aktaş, 1973: 6). Osmanlı İmparatorluğu’nun mevcut durumu toplumda kurtuluş fikri için altyapı oluşturmuş, bu alt yapı Atatürk’ün nitelik ve yetenekleriyle birleşerek Kurtuluş Savaşı kazanılmış, hakimiyetin millete ait olduğu Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.
Ortak bir dili konuşmak, ortak bir tarihi yaşamak, ortak bir kültüre sahip olmak, kendisinin olan bir devlet sınırları içinde barınmak ‘ulus’ olmanın ana özellikleridir (Gökberk, 1997: 37). Atatürk Anadolu’da ulus olmanın özellikleriyle örtüşen bir vatan anlayışı ve duygusu oluşturmaya çalışmıştır.
Ortaya atılan farklı vatan fikirlerine karşı Atatürk Anadolu’da yeni bir vatan fikri ve devlet yapısı oluşturmaya çalışmıştır. Atatürk vatanı; “Türk milletinin eski ve yüksek tarihi ve topraklarının derinliklerinde mevcudiyetini muhafaza eden eserleriyle bugün yaşadığı bugünkü siyasi sınırlarımız içindeki yurttur. Vatan hiçbir kayıt ve şart altında ayrılık kabul etmez bir bütündür” (Seferoğlu ve Başbuğ, 1985: 4) şeklinde tanımlamıştır. Kemalist Devrimin özü; felsefe olarak Tanrı egemenliğine dayanan bir monarşiden, halk egemenliğine dayanan bir cumhuriyete geçilmesi; iç siyaset amacı olarak, monarşik iktidarın ‘kaderci kulları’ yerine çağdaş bir Cumhuriyet’in ‘onurlu vatandaşları’nı oluşturmak; dış siyaset amacı olarak da ‘tam bağımsızlıktan kesinlikle ödün vermeden’, karşılıklı çıkar temeline dayanan eşitlikçi ilişkiler kurmaktı (Ateş, 1999: 337). Atatürk’ün hedefi sık sık söylediği gibi Türkleri ‘muasır medeniyet seviyesine’ çıkarmaktı (Hotham, 2000: 106). Atatürk’ün önderliğinde girişilen devrimler toplumsal yapıda köklü değişikliklere yol açmıştı. Kazanılan Kurtuluş Savaşı’nın yanı sıra Cumhuriyet’in ilanıyla kullardan oluşan ‘tebaa’ anlayışına karşı vatandaşlardan oluşan halkın egemenliği; din temeline dayalı devlet düzeni yerine laik hukuk devleti düzeninin de utkusu kazanılmıştır (Adem, 2000: 39).
Atatürk kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde yeni vatan anlayışını yerleştirmek ve Türk ulusunda vatanına karşı yeni bir bağlılık kurmak amacıyla İslamî ve Osmanlı bağlılık duygularını yıkmak ve Pantürkist heveslere karşı koymak durumundaydı (Lewis, 1993: 357). Atatürk bu yeni vatan anlayışının yerleştirilmesi için toplumsal yapının sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik alanlarında şunları gerçekleştirmiştir: TBMM’nin açılması, saltanatın kaldırılması, Cumhuriyetin ilanı, laikliğin ilanı, hilafetin kaldırılması, hukuk devrimi, anayasanın ilanı, çok partili siyaset denemeleri, eğitim devrimi, harf devrimi , tarih devrimi, dil devrimi, şapka devrimi ve kılık kıyafet düzenlemesi, ölçü birimlerinin değişimi, kadınlara siyasi hakların verilmesi, İzmir İktisat Kongresi, Soyadı Kanununun kabulü, Ankara’nın başkent ilan edilmesi.
ULUSAL TEMELE DAYANAN VATAN ANLAYIŞINDA EĞİTİMİN ROLÜ
Sosyal sistemin değişkenlerinden biri olan eğitim; sistemde değişimi sağlayan bir araç olacağı gibi sistem içerisinde değişime tabi tutulan bir kurum da olabilir. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında eğitim kendisinde köklü değişimlerin yapılacağı nesnelerden biri aynı zamanda da değişiklikleri yapacak öznelerden biri konumundadır. Cumhuriyetin kuruluşunda eğitim, diğer değişkenlerle birlikte bu çerçevede devinim kazanmıştır.
İmparatorluktan devralınan toplum yapısında köklü değişikliklerin yapılması ve ulus-devlet anlayışının yerleştirilmesinde eğitim, işlevsel yapıya sahip anahtar rolündeydi. “Türk devriminin özü din temeline dayanan bir monarşiden, halk egemenliği temeline dayanan bir cumhuriyete geçilmesidir. Eskiden imparatorluk içinde ‘kul’ olan insanlar artık ‘vatandaş’ oluyordu. Eğitim devrimi denildiği zaman anlaşılması gereken ‘tebaa’nın ‘vatandaş’a dönüştürülmesine yönelik tüm çalışmalardır” (Ateş, 1999: 331). Atatürk’ün ekonomi, siyaset ve kültür alanındaki tam bağımsızlık düşüncesi, Batı’nın Aydınlanma felsefesinin düşün izleriyle, özellikle de ulus düşüncesiyle yapılanmış felsefi yapısı, onun eğitim politikasına tüm yönleriyle yansır. Yeni bir ulus ve yepyeni bir toplum yaratma amacı, bu yeni içeriğe uygun bir kültür felsefesi ve eğitimle gerçekleşir (Topses, 1999: 9).
Kurtuluş mücadelesi, eğitimi derinden etkilemiş, eğitim de bu mücadeleye katkıda bulunmuştur. Savaşın en yoğun olduğu bir zamanda Ankara’da bir eğitim kongresi toplanmış, burada Mustafa Kemal Atatürk yeni bir insan tipi yetiştirilmesi gereği üzerinde durmuştur. Bu insan öncelikle ‘milli varlığını koruması’ kendisine en temel değer olarak öğretilmiş bir insan tipidir. Bu dönemde halkın milli kurtuluş davası yolunda bilgilendirilmesi amacıyla halk eğitimi çalışmaları yapılmıştır (Akyüz, 1997: 276).
Cumhuriyet öncesi dönemde ülkedeki eğitim örgütünde laikliğe, ulusal eğitime ters düşen okullar vardı. Azınlıkların okulları, dinsel okullar, tekkelerdeki mezhep, tarikat eğilimleri, yabancı ekinleri aşılayan, yabancı dilde öğretimi sürdüren yabancı okullar ayrı koşullara bağlı olan, devletin denetiminden uzak bulunan eğitim kurumlarıyla bir toplumda ulusal birliği sağlamak olanaksızdı. Böylesine bir öğretim uluslaşmanın en büyük engellerinden biriydi. Bu nedenle 3 Mart 1924’te Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) Kanunu kabul edilmiş, Şeriye ve Evkaf Vekâleti (Şeriat ve Vakıflar Bakanlığı) kaldırılarak tüm öğretim kurumları Maarif Vekâleti’ne (Milli Eğitim bakanlığı) bağlanmıştır (Killi, 1998: 109). “ Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun çıkacağı günlerde ve sonrasında Mustafa Kemal şunları söylüyordu: Bir ulusun bireyleri, ancak bir çeşit eğitim görebilir. İki türlü eğitim, iki türlü insan yetiştirir. Ulusumuzun ve yurdumuzun eğitim kurumu tek olmalıdır. Ülkenin bütün evladı; kadın erkek, aynı biçimde oradan çıkmalıdır. Eğitim ve öğretimde birleştirme yapılmadıkça, aynı inanışta bireylerden oluşmuş bir ulus yapmaya olanak aramak saçma bir uğraş olmaz mıydı?” (Başaran, 1999: 98). Bu kanunla; merkezileşme hızlanmış, eğitimde medrese-mektep ikiliği kaldırılmış, eğitimin laikleşmesi yönünde adımlar atılmış ve eğitim devlet denetimine sokulmuştur.
Yurttaşlar arasında çok düşük olan okur yazarlığın oranını yükseltmek, öğretimi kolaylaştırmak, Türkçe’yi her yurttaş için ortak bir dil yapmak için 1928’de Latin harfleri kabul edildi. 1929’da ise 15-45 yaşları arasındaki yurttaşlara okuma yazma öğretmek için Millet Mektepleri açıldı. Uluslaşma çabaları çerçevesinde 1932’de Türk tarihinin kaynaklarını bilimsel yöntemlerle araştırmak amacıyla Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti kuruldu. Yine aynı yıl uluslaşma çerçevesinde Türkçe sözlük ve gramerin hazırlanması, Türkçe’nin geliştirilmesi, yabancı kelimelerin arındırılması, yanlış kullanımların önlenmesi amacıyla Türk Dili Tetkik Cemiyeti kuruldu.
Tarih Cemiyeti’nin hedefleri yönünde ve bu çalışmalara paralel olarak okullarda tarih programları değiştirilirken, okullarda yapılan önemli bir değişiklik de ‘Yurttaşlık bilgisi’ dersinin konulması olmuştur. Genç kuşakları vatandaş olarak yetiştirmek amaç ve çabasında olan Cumhuriyet eğitimi bu ders çerçevesinde ‘toplumsal ahlak’ ve ‘siyasal hak ve görevler’i öğretmeyi ve benimsetmeyi ilke edinmiştir (Ateş, 1999: 337).
Cumhuriyetin ilk yılarında sosyal sistemin parçası olan eğitim mekanizması, bir bakıma yeniden oluşturulmuş ve toplumsal yapının dönüştürülmesinde, üzerine neredeyse en büyük rolün düştüğü bir kurum, olarak karşımıza çıkmaktadır. Eğitim kurumunu o dönemde; ortak bir dili oluşturmada, ortak bir kültür etrafında birleşmede, üzerinde yaşanılan topraklara bağlanma ve sahip çıkmada, toplumu kalkındırmada yani ulus bilincine dayanan vatan anlayışını bireylere kazandırmada etkili olan temel bir toplumsal kurum olarak açıklayabiliriz.
KAYNAKÇA
Adem, Mahmut. Atatürkçü Düşünce Işığında Eğitim Politikamız. İstanbul: Yenigün Haber ajansı Basın ve Yayıncılık, Ocak 2000.
Aktaş, Refik Necdet. Atatürk’ün Bağımsızlık Savaşı Nasıl Başladı. İstanbul: Varlık Yayınları, Ekim 1973
Akyüz, Yahya. Türk Eğitim Tarihi. İstanbul: İstanbul Kültür Üniversitesi Yayınları, 1997
Ateş, Toktamış. Türk Devrim Tarihi. İstanbul: Der Yayınları, 1999.
Başaran, İ. Necati. “Türkiye’de Eğitim Sisteminin Evrimi” 75 Yılda Eğitim. İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları, Haziran 1999.
Bora, Tanıl (Ed.). Milliyetçilik. İstanbul: İletişim Yayınları, 2002.
Duhamel, Georges. Yeni Türkiye: Bir Batı Devleti . (Çev.: Can Yücel), İstanbul:Yenigün Haber ajansı Basın ve Yayıncılık, Ocak 1998.
Gökberk, Macit. Aydınlanma Felsefesi, Devrimler ve Atatürk. İstanbul: Yenigün Haber ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş, Ağustos 1997.
Hotham, David. Türkler II. (Çev.: Mehmetali Kayabal), İstanbul:Yenigün Haber ajansı Basın ve Yayıncılık, Ekim 2000.
Killi, Suna. Atatürk Devrimi Bir Çağdaşlaşma Modeli. İstanbul: Yenigün Haber ajansı Basın ve Yayıncılık, Ekim 2000.
Koç, Nizamettin. Atatürk ve Eğitim. Ankara: Şafak Matbaası, 1981
Korkmaz, Abdullah. Değişme Farklılaşma. İstanbul: Doğu Kütüphanesi, 2006
Lewis, Bernard. Modern Türkiye’nin Doğuşu (Çev.: Metin Kıratlı). Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi,1993.
Mango, Andrew. Atatürk.(Çev.: Füsun Doruker), İstanbul: Sabah Kitapçılık, Nisan 2000.
Seferoğlu, Ş. K.- Başbuğ, H. Millet ve Milli Birlik Bilinci. Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü,1985.
Topses, Gürsen. “Cumhuriyet Dönemi Eğitimin Gelişimi” 75 Yılda Eğitim. İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları, Haziran 1999
Toynbee, Arnold J.. Türkiye I (Bir Devletin Yeniden Doğuşu ). (Çev.: Kasım Yargıcı), İstanbul: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık, Aralık 1999.
Tunaya, Tarık Zafer. Batılılaşma Hareketleri I. İstanbul: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık, Ocak 1999.a