dare-i maslahçılar köklü devrim yapamazlar.
M.Kemal Atatürk
Devrimcilik, elde olanı, var olanı, mevcut olanı, kalıt olarak alınanı korumak değil; onu geliştirmek, dönüştürmek, ilerletmektir. Devrim, karşıtı olan; karşı devrimle uyuşarak, uyumlaşarak, ılımlı davranarak, yaşayamaz. Devrim eskinin içinden doğar, eskiyle çatışarak gelişir, eskiyi yıkar, yeniyi kurar. Kurduğu yeniyi yalnızca korumaya kalkar ama onu ilerletmezse, kurduğu yeniyi yitirir. Devrim karşı devrimini doğurur ya da yıktığı güçlenir ve çatışmayı sürdürür. Devrim yolunu, hızını, gücünü azaltır.
Devrim, toplumsal yapıda niteliksel dönüşümü sağlayan sosyal, ekonomik, kültürel, tarihsel, eylemlerin anlamlı birliğinin adıdır. Devrim, adımı ileriye atılmış ilerici toplumsal eylemdir.Geleceğe dönüktür.Devrim insan için, insanlarca gerçekleştirilir. Devrimin amacı, insanı daha mutlu, daha umutlu, daha üretken, daha barışçı, daha insan gibi yaşamasının koşullarını yaratmak ve geliştirmek için yapılır. Devrimi yapan, koruyan ve geliştirenlere devrimci denir. Her toplumsal/siyasal/ekonomik devrim, kendi öncülerini yaratır. Devrim öncülerin öncülüğünde gerçekleşir. Öncülerin özel, özgün özellikleri vardır. Bilgi birikimi derin, kavrayış gücü yüksek, değerlendirme, karar alma süreci hızlı, insan ve doğa sevgisi güçlü, ırasal (karakter) özellikleri saygın ve sağlam, tüm eylem ve kararlarında bilime dayanan, cesur ve uscul insanlardan öncü oluşur. Her toplum, devrim öncesi, devrim sürecinde öncülerini bu özgün kişiliklerden oluşturur ve çıkarır.
Türk toplumu, Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde, Cumhuriyet Devrimini gerçekleştirmiştir. Devrimin bütüncüllüğünü, kuramdaki ilkelerden anlamaktayız ve kılgıdakı başarılarından; Devletçilik, Devrimcilik, Halkçılık, Laiklik, Ulusçuluk Cumhuriyet Devrimi’nin bütünleyen sosyal,ekonomik, kültürel, siyasal, ulusal ve evrensel nitelikleridir. “Yurtta Barış, Dünyada Barış” belgisi, bir devrimin başarısının evrenselle ilişkisini oluşturan devrimci bir barış bakışının kanıtıdır; özgündür, tektik, benzersizdir. Atatürk’ü devrimci ve ulusal devrimci önder ve evrensel kişilik yapan da; cumhuriyet devrimini evrensel kılan da bu özellikleridir. Ancak, bu devrim boğulmuştur. Devrim salt koruma amaçlı savunulduğu için, karşı devrim güçlenmiş, devrimi alt etmeyi başarmıştır. Karşı devrim süreci, siyasal iktidarı alacak, devrimin temel ekonomik, sosyal, siyasal temellerini dağıtacak, uluslararası karşı devrim güçleri (çokuluslu/uluslarüstü tekeller, emperyalistler) ile işbirliği, yöntem birliği, taktik ve strateji birliği geliştirecek kadar güçlenmiştir. Karşı devrim cumhuriyeti parçalamıştır. Karşı devrim cumhuriyeti oluşturan ulusun bileşenlerini etnik, dinsel, sınıfsal bölünmesini gerçekleştirmiştir. Cumhuriyet devrimi, ulus yaratan bir devrimdi. Yaratılan ulus, ulusal birliğini yitirmiştir. Ulusal saygınlığını, ulusal gücünü ulusalararası ölçekte sürdürememektedir. Çünkü, öncü Atatürk’ün dikkat çektiği, “doktrin istemem, sonra donar kalırız, biz yürürüş halindeyiz” uyarısındaki YÜRÜYÜŞ durmuştur. Yürümesi duran, gelişmesi duran şey, ilerleyemez; doğal ve zorunlu olarak geriler. Bu bilimsel ve yalın bir gerçekliktir.
Bugün, toplumsal yaşamın yönetiminde aklın/bilimin egemenliği; ulusal yönetimde, ulusun egemenliği yıkılmıştır.
Kim ne derse desin, neye dayanırsa dayansın, Prof. Ozankaya’nın saptadığı gibi bin yıllık güneş tutulmasına uğrayan Türk halkı, güneşi salt 1923-1940 arası tam olarak görmeye başlamış; o güneşi gitgide yitirmiş bugün tekrar güneş tutulmasına uğramıştır.
Cumhuriyet devriminin temel ekonomik güçleri yerli yabancı karşı devrime hiç değerine satılmış, sosyal/eğitimsel/dilsel kurumları dağıtılmış, kültürel yozlaşma, çürüme süreci başlatılmış ve hızla yayılmaktadır. Cumhuriyet devriminin, temel dayanakları olan, Demir-Çelik, Kimya, Seramik, Madencilik, Dokuma, Kağıt, Cam, Kükürt, Tarım (Yaş ve Kuru Sebze, Tahıl) Et, Süt, Azot, Bor ve uçak üretip Hollanda’ya bile sattığımız uçak fabrikamız ya da otomobil ürettiğimiz fabrikalarımız nerede, kimde, ne durumda; kalkınma ve gelişme için topraklarımıza özgü tüm ekonomik alanlardan bugün Cumhuriyet Devletinin elinde ne kaldı? İşte bu süreç Cumhuriyetin temel (evrensel, ulusal) ilkelerini ardışık olarak öldürdü. Bu ölüm süreci üst yapıda, kültürde, sanatta, dilde, eğitimde kendini süreci gözümüze sokarcasına işletti. Devrim yapan ülke, devrimcilerini, devrimci değerlerini tüketmeye başladı.
Bilim çeviriyle olmaz, araştırma ile olur.
M. Kemal Atatürk
Cumhuriyet Devrimin üzerinden 80 yıl geçti, ancak bir türlü, okullardaki kitaplarda “Atatürk Devrimleri” adı geçmedi: karşı devrimin sözcüğü “inkılap” aşılamadı. Milli Eğitim Bakanlığı’nın adı bir türlü Ulusal olmadı. Eğitim temel eşgüdümleme odağı olan “Talim ve Terbiye Kurulu”, “Eğitim ve Öğretim Kurulu”na dönüşemedi. Bütçeden, eğitime her geçen yıl daha az pay ayrıldı. Bilim kurumları, kurulları hep hırpalandı. Öğretmen, ülkenin en kötü koşullarda yaşayan, en az saygın, en düşük maaşlı sıradan mesleğini yapan insanlara dönüştürüldü. Okuyamayan, yazamayan, konuşamayan öğretmenler süreç içinde, okuldan okey oynamaya, okeyden eve; evden okula giden; okullarda öğretmen odalarında sığ, geri, yoz konular öğretmenlerin konuşma, tartışma alanları oldu.[Bkz. Öğretmen Dünyası Dergisi, Öğretmen Odaları Başlıklı bölüme] Köy Enstitüleri gibi devrimi geliştirici özgün özellikle eğitim kurumları hırsla, hunharca, engelsiz kapatıldı. Üniversiteler sözde cumhuriyeti koruma darbeleri ile darbeler aldı. Devrimin gücül, devingen özkaynağı cumhuriyet gençliği, acımasızca, aralıksız, sistemli biçimde korkutuldu, sindirildi, dövüldü, işkence edildi, idam edildi. Bilimden, bilgiden, ülke sorunlarından uzak tutuldu. Birey olması önlendi. Sürü, kul durumuna getirildi. Üniversitelerin özgücü, bilimkadın/adamları keyfi kararlarla, jurnallerle, tehditlerle, kürsülerinden uzaklaştırıldı. Birer çöle döndürülen üniversiteler ise, bilim üretimini yabancı yayınlarda makale yayımlamaya kadar indirdi. Ülke içinde akademik sürecin olmazsa olmaz bilimsel ölçütü ise yabancı dil sınavları oldu.
Şimdi sıra TÜBİTAK’ta; karşı devrimin (ulusal ve uluslararası) temel kaygılarından biri de bence bu kurumun son yıllarda yayın alanında yapıklarıdır. Okunabilirliği yüksek bir biçim ve içeriği, satın alınabilir bir düzeyde halka sunmasıdır. Çocuklar için ayrı, gençler için ayrı, bilimciler için ayrı çok sayıda kitap çevrilmiş, basılmış ve yayımlanmıştır. Bence bundan bile çok ürkmektedirler. Çünkü, devrimi sürekli kılacak olan düşünce dünyasını, çocuklardan başlayarak beslemektedir bu yayınlar. Hele işin içinde birde canlının evrimi varsa…
Ve,
Türkiye Ulusal Eğitim Bakanlığı’nda ders izlenceleri, ABD’li uzmanlarca belirendi. Hangi derslerin okutulacağı, hangilerinin kaldırılacağı, emperyalist uzmanlarca kurumun en tepesinde eşgüdümlendi. (Bkz. TÖS, TÖBDER; EĞİTİM-SEN Kurultay ve Savunmaları)
Özetle aktardığım bu sürecin başlatılması için, karşı devrimin iç ve dış odakları, önce ülke içinde kardeş kavgası, ulusu oluşturan halklar kavgası, dinler ve mezhepler kavgası ile ülkeyi kana boğdular. Ulusal ve uluslararası ölçekteki karşı devrim birliği kendini gizleyerek, yarattıkları bu çatışma, kan, gözyaşı, korku ortamını kullanarak cumhuriyeti ve onu geleceğe taşıyacak olan eğitimi ve gençliği cumhuriyet devriminin saflarından kopardılar. Devrim, dayanaksız, savunmasız, güçsüz kaldı. Eli, kolu, kırılan, beyni dumura uğratılan devrim şimdi son darbelerini almaktadır. Amerika yönetimin “our boys”ları ise can çekişen güzel ülkemin, özverili halkının bir türlü gidemediği Marmarislerde keyif çatıyor.
Ve “herhangi bir devletin niteliği hakkında en doğru bilgiyi veren, oradaki mahkeme ve ordunun niteliğidir.”der W.Goethe
Bugünkü soygun, açlık, eğitimsizlik, satış, kaos, yolsuzluk düzeninden Cumhuriyet sorumlu tutulmaya başlandı. Karşı devrim, sinsi, acımasız, kurnaz ve utanmazca yalanı temel alarak ve kullanarak ve yıkarak ilerlemektedir.
Karşı devrim, uluslararası inceleme /araştırma/ strateji örgütleri ile adım adım, ilmek ilmek ördükleri bu süreci, sabırla, inatla sürdürdüler. Her şey programlı, sistemli, düzenli yürütüldü. Bu süreçte, ülke içindeki karşı devrim güçleri ile sürekli ve düzenli işbirlikleri geliştirdiler.
Bütün bu süreci açığa çıkaran, olan bitenin ayırdına varan, açımlayan, çözümleyen, halkımızı uyaran gerçek Cumhuriyet aydınları ise, ciddi engel görüldükleri için birer birer öldürüldüler; Sabahattin Ali, Uğur Mumcu, A.T.Kışlalı, M.Aksoy, T.Dursun, E. Bitlis ve diğerleri.
Sözde aydınlar ise, Bon ve Vaşington’un beslediği “sivil toplum” ihanet odaklarında hem kendi kişiliksizlerini doyuruyorlar hem de cumhuriyet devrimine karşı soysuzca, başkalarının beyinleri ve paraları ile tavır alıyorlar. Üniversite öğretim üyelerine gelince Prof. İlhan Arsel’in dediği gibi “bilgisiz, bilinçsiz ve yetersiz yönleriyle, her kötü gidişe daima seyirci, her haksızlığa daima omuz silkici, her haysiyetsizliğe daima boyun eğici bir zihniyetin temsilcileri olarak, yabancı diyarlardan diploma edinmişliklerine rağmen çoğunluğu orta çağ kafasını terk edememiş, ulusal benlik nedir öğrenememişlerdir. İçlerinde kuşkusuz pek iyi olanları olmasına rağmen, çoğu yetersiz dahası orta çağ üniversitelerinde hademelik yapamayacak kertede kimselerdir.” (Arsel, 1992; Biz Profesörler)
Ve Demokrasi, demokratik eğitim…!!!
Demokrasi, ayrım gözetmeden, herkese tahakküm etme sanatıdır.
G. Bernard Shaw
Bugün cumhuriyete saldırılar, cumhuriyet eğitimine saldırılar “demokrasi” kavramı ile yapılmaktadır. Demokrasi Vaşington ve Bon’un kavramıdır. Her saldırıları bu kavram ile birlikte yapılmaktadır. Bu kavram, dünya ve Türkiye gericiliğinin ve devrim karşıtlığının birleştiği bir alandır. Cumhuriyet devrimi ve eğitimi bu kavramdan bir şey kazanamayacağını anlayamadı. Bu kavramın kaynağını göremedi. Bizi hep bu kavramla kandırdılar ve vurdular.
Demokrasi özünde, emperyalizmin, sömürgelerinde işledikleri bir kavramdır.
Tarihte binlerce örneği olan bu bakışın, toplumsal devrimde, tarihin devrimci kişiliklerinden olan Hz.Muhammed,büyük öngörü ile “Gerektiğinde her eyleme yasak konur; fakat bilime yasak konulamaz.” demiştir.
Çünkü, devrimler demokrasilerle korunamaz ve geliştirilemezler. Devrimler, bilimi/aklı egemen kılmakla gelişirler. Bilimin/Aklın egemen olduğu toplumlar, demokrasilere gerek duymazlar. Demokrasiler genellikle bilim ve akıl üzerinde denetim kurma aracıdır. Demokrasiye gerek duyulacak toplumlar ise aklın az egemen olduğu toplumlardır. Üstelik bilimde demokrasi yoktur, özgürlük vardır. Bu özgürlük, bilimsel özgürlüktür. Bilimsel özgürlük, aklın özgürlüğüdür. Cumhuriyet devrimi, aklın özgürlüğünü, bilim özgürlüğü için istedi ve kurdu. Aklın özgürlüğü için, Laiklik zorunluydu. Laik eğitim, bu nedenle cumhuriyetin temel ilkesi oldu. Laik eğitimi yıkmak, cumhuriyeti, bilimi ve bilim özgürlüğünü yıkmak için gerekliydi. Bunun karşı devrimdeki adı; demokrasi oldu. Bilime karşı, bilim özgürlüğüne karşı, Cumhuriyete karşı, demokrasi silahı ile savaştılar. Demokrasi öyle bir kavram haline getirildi ki, bilimden, ulustan, akıldan daha önemli kılındı. Bilim eğitimden bu yöntemle kovuldu. Albert Einstein der ki; “öğretim özgürlüğünden şunu anlıyorum: Gerçeği araştırma, yayımlama ve öğretme hakkı” Oysa bizde işletilen süreç şu oldu: Az akıl, çok demokrasi, az bilim, çok demokrasi, az laik, çok demokrasi; az bilimsel özgürlük, çok demokrasi ve bağımsızlığını yitirmiş, güçsüz düşmüş bir cumhuriyet…İşte yaşanan süreç…
Öncü’nün “Tek yol gösterici bilimdir”, Türk eğitim ve yönetim dizgesinin temel belgisi olmasını istemesi, bu nedenledir. Bir çırpıda, düşünülmemiş, dilinin ucuna gelmiş bir tümce değildir bu. Bilime dayanan, akla dayanan ve ancak bu yolla devrimin, bağımsızlığın gelişip güçlenebileceğinin ayırdına varan bir kafanın, aydınlık bir kafanın ürünüdür bu üretilen tümce ve bu belgi…”Tek yol gösterici demokrasi” diyemez miydi?… Demokrasiyi bilmiyor muydu?
“İnsan yurdunu sever, çünkü doğa bağışlarının en parlağı olan görme, ilk bakışında yurt toprağına ilişir. İnsan yurdunu sever, çünkü özgürlüğü, rahatı, hakkı, yararı, yurdu ile vardır. İnsan yurdunu sever, çünkü varlığının nedeni olan atalarının sessiz mezarı ve yaşamının sonucu olacak çocuklarının yetişip gelişeceği yer yurdudur.”
Namık Kemal
Özcesi, bugün, Cumhuriyetin 80.yılında, Cumhuriyeti ve Cumhuriyet Eğitimi’ni ayrıntıda tartışmak, özel, özgün öneriler sunmak anlamsızdır. Koşullar, olağanüstüdür, cumhuriyetten sözetmek güçtür. Cumhuriyetin öngördüğü, temel taşlarını döşediği bilimsel laik eğitimin döşenen taşları sökülmüştür. Başka, öte bir şeyler yapmak gerekmektedir.
Yeniden, toplumsal bir devrim zorunludur. Birikimimiz yeterlidir. Sorun bu birikimi, cesurca, akıllıca devindirmektir. Cumhuriyete, devrime, bu ikisinin temel geliştirici gücü, kaynağı eğitime; bütün bunların olmazsa olmazı bağımsızlığımıza açılan bir savaşın cesur tarafı olarak, savaşa girişmekten başka bir seçenek yoktur.
Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Devrimi’nin örgütlenme ve devinme deneyimimizi çağın, dünyanın, ülkemizin yeni ve özgün koşullarına uyarlayarak yeni, farklı, ama aynı özde bir devrime gitmek zorundayız. Korunacak bir şey kalmamıştır. Kurulacak bir şeyler var ancak önümüzde.
Odalarda, evlerde, işyerlerinde, okullarda, sınıflarda, barlarda, bahçelerde oyalanma dönemi bitmiştir. Beynimizin algı ve değerlendirme gücünü açmamız gerek; bir çok kurum, özellikle basın yeniden yaratılan DAMAT FERİT’lerin işgali altındadır. Korkusuzca savaşıyorlar, abd, ab direktifleriyle; açlık, yokluk, huzursuzluk, korku çeken halkımızın beynini bulandırmaktadırlar. Halkımızı uyarmalı, devindirmeli, dönüştürmeli ve gerçek kimliğine, kişiliğine, kurtuluş savaşındaki gücünü yeniden kazanmasına yardım etmeliyiz.
Atatürk’ün Bursa Söylevi’ni gençliğimizin içselleştirmesini sağlamalıyız. Yeniden aklı, ülkenin bütün hücrelerine dek, egemen kılmalıyız. Devrim yasalarını yeniden yaratıp, uygulamalıyız. İç ve dış karşı devrimciler, papucun yeniden pahalı olduğunu görmeli ve anlamalılar.
Neredeyiz, nereden başlamalıyız?
Atatürk diyor ki;
“Efendiler,
Tanzimat döneminden sonra, yabancı sermaye memlekette seçkin bir yer sahibi oldu. Ve denebilir ki bilimsel anlamda devlet ve hükümet yabancı sermaye jandarmalığından başka bir şey yapmamıştır. Artık her uygar millet gibi yeni Türkiye de bunu kabul edemez. Burasını tutsak ülkesi yaptıramaz.
Efendiler,
Görülüyor ki, bu kadar kesin ve yüksek bir askeri zaferden sonra dahi barışa kavuşmamızı engelleyen sebepler, doğrudan doğruya ekonomiktir. Çünkü bu devlet, bu millet ekonomik egemenliğini temin ederse o kadar kuvvetli temel üzerinde yerleşmiş ve yükselmeye başlamış olacaktır. İşte düşmanlarımızın, hakiki (iç ve dış) düşmanlarımızın, kabul etmedikleri ve rıza göstermedikleri budur”
Bize düşen de; “Anlayacak kadar zeka, uygulayacak kadar kuvvet” sahibi olmaktır. Cumhuriyeti ve Eğitimi kurtarmak için…
Bizde yok mu?
Bu soruyu, aydınlık bir yazar/aydınımız Sabahattin Ali’nin bir çağrısını yineleyerek yanıtlayalım.
“Genç Arkadaş
Yurdunu, milletini dünyada her şeyin üstünde tut. Bütün varlığını, bu toprakları şenlendirmek, bu topraklar üstünde yaşayan insanların yüzünü güldürmek yolunda harca.
Birbirini boğazlamadan yaşamak isteyen bütün insanlara dostluk göster; kendi çıkarları için dünyayı kana bulamak isteyenlere inanma. Bunları insanlığın, yurdunun ve milletinin düşmanı say.
Yurduna açık ve gizli yollardan girmek isteyen yabancılara yüz verme. Seni sömürmek ve köle etmek isteyen böyle düşmanlara karşı kafanla, kaleminle, gerekirse kanınla mücadele et.
Bu millete dayanmadıkları için, herhalde yabancı bir devlete dayanmak gerektiğine seni inandırmak isteyenlerin sözlerine kanma.
Savunacak fikirleri olmadığı için her türlü düşünceye düşmanlık edenleri ve etrafına sadece yeteneksiz, bilgisiz sürüler toplamak isteyenleri arana sokma.
Seni maceralara sürüklemek isteyen gafillere yüz verme. Bu milletin bin bir türlü yarasına merhem olmayı bir yana bırakıp dipsiz maceralar peşinde, yabancı ülkeler zapt etmek hülyalarıyla halkı kırdırmak, bu arada külah kapmak isteyen vicdansızların parlak sözlerine kulak asma. Çünkü, sen, büyüklük delisi zevzeklerin, Hitler kahküllü kaçıkların oyuncağı olamayacak kadar ağırbaşlısın
Ve hele her şeyin başında, seni aldatarak alçakça işlere oyuncak etmek isteyen düşmanınla, sana hakikati söyleyen dostunu birbirinden ayırmasını bil!
Bunu senin zekandan ve namusundan bekleriz. (Merhumpaşa, 1.sayı, 26 Mayıs 1947)
Ve Mustafa Kemal’in ekleyecekleri var; “Hükümetlerin icraatları olumsuz olup da ulus karşı çıkmaz ve iktidarı düşürmezse, bütün bu kusur ve kabahatlere katılmış demektir.”