Eğitişim Dergisi’nin ilk sayısında küreselleşmekten bahsetmiştik. Dergide küreselleşmenin tanımını şöyle vermiştik; ‘’dünya toplumlarının ekonomik, kültürel ve siyasal düzeyde iç içe girmesi, sermayenin dünya üzerindeki dolaşımının artık tek tek ülkeler düzeyinde değil, küresel düzeyde gerçekleşmesidir’’.
Genel anlamıyla küreselleşme, dünyanın bütünleşmiş tek bir pazar durumuna gelmesidir. Bu duruma gelmek için devlet ekonomiden elini çeker, kamusal kuruluşlar özelleştirilir, şirketler uluslararası ortaklıklar yapar, bu şirketlerin işlerini zorlaştıran yasalar varsa gerekli hukuksal düzenlemeler yapılır; ekonomisi zora düşmüş kalkınmakta olan ülkeleri ekonomik bunalımdan kurtarmak için 2. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan IMF yardımda bulunur… Bu amaçlar göz önünde bulundurulduğunda küreselleşme çok masum ve iyi niyetli bir yaklaşım olarak anlaşılabilir. Asıl içerikler, sayılan bu amaçların arkasında gizli. Konuyu biraz daha açacak olursak: Küreselleşme demek, devletin ekonomiden elini çekmesi, yatırımdan ve işletmeden vazgeçmesi, elindeki kuruluşları satması ve kaynaklarını özel sektörün desteklenmesi için harcamasıdır. Ya da şöyle bir tanım da yapmak mümkündür; küreselleşme, emperyalizmin ve kapitalizmin makyajlaşmış hali.
Küreselleşmenin ekonomik, sosyal ve kültürel etkilerinden bahsetmekten ziyade, eğitim üzerindeki etkilerinden bahsetmek istiyorum.
Bilgiyi oluşturmak ve bu süreçte bilgiyle toplumların gelişmesini yönlendirme görevinin daha çok üniversitelerin üzerine düştüğü için, üniversiteler üzerinde yoğunlaşmak istiyorum.
Bilgi artık günümüzde üretim sürecine yardımcı bir faktör olmaktan çıkmış, bilgi üretiminin kendisi bir endüstri haline gelmiştir. Bunun sonucunda ise bilgi üretimi giderek üniversite dışında gerçekleşmeye başlamıştır. Üniversitelerin uluslar arası bilgiye ihtiyaç duymalarını, ülkelerin bütçeden eğitim için ayırdıkları kaynakları giderek azaltmaları ile yorumluyorum.
Üniversiteyi etkileyen en önemli faktörlerden biri toplumsal ilişkiler bütünü içinde bilginin yeri ve anlamının değişmesi öne çıkmaktadır.’’Bilgi toplumu’’ kavramı ile anlatılmak istenen bir ölçüde budur. Üniversitelerin kendi kendilerini yönlendiren- öğrenen örgütler olmaları hedeflenmektedir. Üniversitelerin uluslararası seçkin topluluklar olmaları böylece mümkündür. Üniversite kurumları birbirleriyle ilişkili bir düzlemde araştırmalarını yapmak, tartışmak, uluslar arası dergilerde yayınlanan yazılarda yer almak, uluslar arası burslardan yararlanmak akademik yaşantının küresel süreçte artan ürünleridir. Uluslar arası değişik bilgiler edinmemizde en büyük rol gelişen teknolojinin ürünü olan İnternetler üstlenir. İnternet ortamı ile sağlanan bilgilenme, iletişim, bilginin karşılıklı inşa edildiği, bilginin tartışıldığı, dönüştürüldüğü ve ortak projeler geliştirilebilen uluslar arası bir mekandır. Böylece üniversiteler sürekli verimlilik üreterek gelişen kurumlar olarak varlıklarını sürdüreceklerdir. Üniversiteler buna ek olarak, dünyanın bütün ülkelerinin ne durumda olduğuna dair öğrenme programları geliştirildiği, dünyayı farklı bölgelerden görme çabaları, farklı kültürleri anlama çabalarının ve bir dünya vatandaşı yetiştirme amaçlarını da gündeme getirmektedir.
Gereksinim duyduğumuz birçok bilgiyi evimize taşıyan bu iletişim ağının yani internetin getirdiği yararların yanında, bazı olumsuzluklardan da söz etmek mümkündür. Bu açıdan önemli noktalardan bazıları şunlardır: İnternet’in insanları dört duvar arasına kapatması ve yalnızlaştırması, hazır bilgiye alıştırarak tembelleştirmesi, sözlü (biraz da yazılı) iletişimden uzaklaştırması, zaten zayıf olan okuma alışkanlığını daha da köreltmesi vs….
Uluslar arası değişik bilgiler edinmemiz için İnternet dışında önemli bir unsur daha var. O da yabancı dil bilme zorunluluğudur. Günümüzde yabancı dile verilen önem daha da artmaktadır. Artık ilköğretimin 2. kademesinden itibaren verilmeye başlayan yabancı dil, bizim için ne kadar gerekli olarak gösterilse de kendi dilimizi ikinci plana atmakta gecikmiyor. Türkçe dili uluslar arası bilgi alış verişinde eksik, hatta bilim dili olarak yetersiz ya da gereksiz görülüyor. Türkçe’nin bilim dili olamayacağı önyargısı, tüm okullarda zorunlu olarak İngilizce okutulması yabancı dilde eğitim yapılması ve yabancı dilde diploma verilmesi … bunların tümü küreselleşmenin olgularından birisidir.
İnsanların dil bilinci köreltilmiş, yabancı dil hayranlığı oluşturulmuştur.
Sonuç olarak şunları eklemek istiyorum; Türkiye eğitim sistemini geliştirmede bir veri olarak kullanılmalı ancak bunların temel hedefler yerine konulmasından kaçınılmalıdır. Eğitim sisteminin önceliklerinin temel kaynağı ülkenin toplumsal sorunları ve bunlara çözüm sağlayacak eğitsel yönelim ve gelişmeler olmalıdır. Bu sorunlar ve önceliklerin belirlenmesinde toplumun idealleri kadar uluslararası toplumun ortak vicdanı haline gelen İnsan Hakları Bildirgesi, Çocuk Hakları Sözleşmesi, Herkes İçin Eğitim Dünya Bildirgesi gibi belgelerde yer alan ilke, eğilim ve amaçlar da öncelikle dikkate alınmalıdır.
Öğrencilerin dünyaya dair bilgisini genişletmek, dünya çapında insanlar arası iletişim ve ilişkilere, sosyal ve kültürel farklılıklara vurgu yaparak insanlığın sorunlarını anlayacak ve çözmeye çalışmak küresel eğitimin gerçekleştirme iddiasında olduğu bir yaklaşım. Bu iddiaların gerçekçi olmasını, küresel eğitimin yetiştirdiği dünya vatandaşlarının aynı çarktan çıkma, görüş ve düşünüşlerinde tektipçi bireyler olmamasını temenni ediyoruz. Dünyanın bütünselliğini kendi değerlerini yitirmeden görebilecek bireyler yetiştirmek küresel eğitimin amacı olmalı.