Küreselleşme ve Eğitim

Sayı 4- Küreselleşme ve Eğitim (Kasım 2003)

Son zamanlarda, “küreselleşme, globalleşme, yeni dünya düzeni, post-modernizm, yerelleşme, neo-liberalizm gibi kavramlar bazen birbirlerinin yerine kullanılmaktadır.

Tanımı: İngilizce karşılığı globalisation (küreselleşme-globalleşme) olup, kökünde “globe” sözcüğü üç boyutlu yuvarlak ve bir fiziksel şekli, ikinci anlamıyla da dünyayı ya da diğer bir ifadeyle yer küreyi ifade etmektedir. Meydan Larousse’nin tarifine göre global “tümüyle ele alınmış olan” manasındadır.

Küreselleşme, ideolojik açıdan değerlendirildiğinde, kapitalizmin kendisini devam ettirebilmesi için daha çok üretmek daha çok mal satmak ihtiyacını karşılamak amacıyla dünya pazarında serbestleşme ve sınırların kaldırılması sürecidir.

Bazı yazarlar küreselleşmeyi, ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel alanlarda ortak değerlerden bazılarının yerel ve ulusal sınırları aşarak dünya çapında yayılması olarak tanımlanmaktadır. Bazı yazarlar ise küreselleşmeyi Pazar, ürün ve süreçlerin standartlaşması, sosyo-kültürel farklılıkların ortadan kalkması, sınır ötesi şirketlerin gereksinim ve isteklerini karşılayacak standartlarda üretim yapması olarak tanımlamaktadır. Yine bazı yazarlar küreselleşmenin dünya için olumlu bir gelişme olduğu düşüncesindedir. Olumlu düşünenlere göre küreselleşme sınır ötesi serbest ticaretin artmasına, demokrasi ve insan haklarına yönelik çalışmalarda gelişmelere ve büyük oranda refahın yükselmesine neden olduğu görüşü savunulmaktadır. Bu konuda olumsuz düşünenlere göre ise küreselleşme sınır ötesi şirketlerin denetlendiği, yönlendirdiği bir dünya pazarıdır.

E. Fuat Keyman’a göre küreselleşme, bir yandan devlet ağırlıklı uluslar arası ilişkilerden siyasal aktörlerin çoğaldığı küresel ilişkilere geçişi; sermayenin salt uluslar arası olmayıp küreselleştiğini; sömürü mekanizmalarının farklılaştığını ve “içerseme / dışarsama ilişkilerinin artı değer üretiminin yerini aldığını”; gelişen teknolojilerle dünyanın bir “evrensel köye” dönüştüğünü ifade ediyor. Gencay Şaylan’a göre küreselleşme, kapitalizmin 300 yıllık tarihi içinde gelinen son aşamayı ve kar hadlerinin daralmasıyla yaşanan refah devleti krizinden çıkışın bir yolu olan verimlilik artışını ve pazarın büyütülmesi arayışlarını temsil eden bir kavramdır.

Janice Dudley, küreselleşmeyi dünya sistemi içinde bir ortaklık / şirketleşmenin öyküsü olarak görülüyor. Yeni dünya düzenini aşağıda belirtilen birbirine bağlı değişmelerin birikimi olarak tanımlıyor:

a. Tüm dünyada Batı materyalizmi / tüketici odaklı yaşam biçimlerine olan yoğun istekler

b. Batı popüler kültürünün özellikle bu kitle kültüründe Amerikan söylemlerin içselleşmesi ve egemenliği.

c. Üretim ve tüketim modellerinde Batının, özellikle ABD’nin artan ağırlığı.

ç. Tek bir global uluslar arası piyasa içinde dünya ekonomilerinin giderek daha çok bütünleşmesi.

d. Serbest ticaret ve yeni uluslar arası iş bölümü.

Küreselleşme kavramı üzerinde daha bir çok farklı tanım vardır. Genelde belli fikirler, görüşler, olaylar, teknolojiler gibi durumların global ölçekte bulunur hale gelmesini; veya dünya ölçeğinde ulusal kimliklerin, ekonomilerin ve sınırların çözüldüğü, sosyal hayatın büyük bir bölümünün küresel süreçler tarafından belirlendiği manalarına geliyor. Bunun yanında dünyanın bir ekonomik bütün oluşturma, toplumların birbirine benzeme ve tek bir küresel kültürün ortaya çıkmasını veya toplumların kendi kimliklerini ve farklılıklarını ifade etme ve tanımlama anlamı da taşıdığı oluyor.

Kısacası küreselleşme; dünyanın sıkışması, küçülmesi ve ulusal olan her şeyin anlamını yitirmesi, dünyanın tek bir mekan olarak algılanma bilincinin doğmasıdır.

Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Sözlük’ünde globalleşmenin tanımına bakıldığında; “global. –li, 1. Toptan, toplam. 2. Küresel., globalleşme: Küreselleşme, küresel. 1. Küre ile ilgili olan. 2. Küre biçiminde olan, kürevi, küreselleşme; Küreselleşmek durumu, globalleşme, küreselleşmek ise; Dünya milletleri, ekonomi, siyaset ve iletişim bakımlarından birbirine yaklaşma ve bir bütün olmaya götürmek, globalleşmek” olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımlar neredeyse birbirini işaret etmektedir ve içerik olarak da yeteri kadar açıklama yapmaktadır.

Küreselleşmenin Tarihi

Soğuk savaş 1989 yılında sona erdikten sonra içinde bulunulan dünya çok hızlı bir değişim sürecine girmiş bulunmaktadır. Bu süreçte üç temel nokta önem taşımaktadır. Birincisi; 1453 yılında Osmanlılar tarafından İstanbul’un fethiyle sona eren Ortaçağ karanlığından kurtulmaya çalışan Batının deniz aşırı yeni keşiflere yelken açmasıyla ortaya çıkan zenginleşmelere dayalı gelişmelerdir. Bu süreç, Avrupa’da 1800’lü yılların sonlarında başlayan endüstri devrimine kadar devam etmiştir. İkinci temel dönüşüm noktası ise 1890’da başlayan endüstri devrimi olmuştur. Endüstri devrimini yaşamaya başlayan Kıta Avrupa’sında ortaya çıkan gelişmelerin çeşitli şekillerde dünyanın diğer bölümlerine de ulaşarak insanlığı büyük ölçüde etkisi altına almıştır. Bu dönemin ardından yaşanan sömürgecilik ise o dönemdeki küreselleşmenin nihai sonuçlarını oluşturmuştur. Zaman içinde şekil değiştirerek küreselleşme ya da küreselleştirme çabaları soğuk savaşın bittiği 1990’lı yıllara kadar gelmiştir.

Küreselleşme üçüncü temel çıkış noktasını 1990’lı yıllarda yakalamıştır. 1970’li yıllardan itibaren dünya ekonomisinde söz sahibi olmaya başlayan çok uluslu şirketler, 1990 yılından sonra “yeni dünya düzeni” kavramı etrafında tek kutuplu dünyada batıyı, tek ekonomik ve siyasi güç haline getirme planını ortaya koymuştur. Bu üçüncü temel çıkış noktası içerik ve yöntem olarak diğerlerinden ayrılmaktadır. 1990’lı yıllarda ön plana çıkan küreselleşme çabalarının ardında, yüzyıla yakın bir zaman diliminde ortaya çıkan gelişmeler açısından yukarıda sayılan ilk iki çıkış noktasından farklı olarak, piyasalara ulaşmada artık zaman ve mesafe kavramının anlamını yitirdiği görülmektedir. Bu çok önemli bir gelişmedir ve batı sermayesinin tek kazanç kapısını teşkil etmektedir.

Aslında, tüm ülkelerin tarihlerine bakıldığında tek amacın neredeyse dünyaya, kaynaklara hakim olmak olduğu görülür. Bu nedenle küreselleşmenin tarihi; dinler ve imparatorlukların çıkışına kadar götürülebilir.

Küresel Eğitimde Amaç Ne Olabilir?

Farklı uluslardan gelen dolayısıyla farklı kültürlere sahip insanların bu farklılıktan kurtarılmalarıdır. Tüm insanlara evrensel tarih bilinci, evrensel kültür vererek farklı tipleri ortadan kaldırmak, böylece “tek tip insan” yaratma amacına ulaşmaktır. Küreselleşmeye engel olan en büyük olgu farklı kültürden gelen insanların ulus bilinciyle hareket etmesidir. Farklı eğitim-öğretim kurumlarından eğitim-öğretim gören insanların, farklı dünya görüşü ve yaşam felsefesine sahip olması kaçınılmazdır. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde olduğu gibi mektep, medrese ve yabancı ülkelere ait farklı okullardan eğitim-öğretim alan insanların farklı düşüncelere sahip olması kaçınılmazdır. Bunun sonucu, dışarıya karşı direncin kırılması, çatışmaların içte yaşanmasıdır.

Küreselleşmenin Milli Eğitim Felsefemiz Üzerine Etkileri:

“En mühim, en esaslı nokta eğitim meselesidir.

Eğitimdir ki, bir milleti ya hür, müstakil, şanlı,

yüksek bir cemiyet halinde yaşatır;

ya da bir milleti esaret ve sefalete terk eder.”

Mustafa Kemal Atatürk

Türkiye Cumhuriyeti, 1923 yılında genç bir devlet olarak kurulduğunda, 600 yılı aşkın ömrü olan bir devletin maddi ve manevi tecrübelerine de sahip bulunuyordu. Bu devleti yükselten ve yaşatan dinamikleri bildiği gibi, onu zayıflatan ve çökerten, parçalayan ve yıkan dinamikleri de iyi biliyordu. Esasen Türkiye Cumhuriyetini kuran ve neredeyse ilk 40 yılını yöneten insanlar, Osmanlı eğitim ve devlet sistemi içinde yetişmişler, bilgi ve yönetim tecrübelerin orada kazanmışlardır. Bu bilgi ve tecrübelerle, Cumhuriyetin kuruluşundaki temellerde, yeni devletin parçalanmaması ve yıkılmaması, çağdaş hayata ayak uydurması, diğer devletlerle mücadele ederek yaşayabilmesi, insanlarını barış ve refah içinde ve tam demokratik bir şekilde kaynaştırabilmesi için neler yapılması gerektiği çok düşünülmüştür. Bu düşüncelerin pratik hayata geçirilmesinde de -özellikle Atatürk döneminde- TBMM’nde, fikri ve sosyal hayat alanında önemli mücadeleler verilmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 75 yıllık geçmişinde eğitim çalışmalarını değerlendirdiğimizde şöyle bir durum ortaya çıkmaktadır:

Devletin Genel Felsefesi ve Amaçları Bakımından: Önce Cumhuriyete geçilmesi ve “Cumhuriyet” eğitiminin insanlara başarılı bir şekilde verilmesi hedeflenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti başlangıçta çok partili bir demokrasi olarak kurulmamasına rağmen, böyle bir sistemden geliyor ve çok partili sisteme geçeceğine dair sinyaller veriyordu. Bu çok partili sisteme geçişte bir çok problem yaşanmış ve bu sorunlar askeri müdahalelerle aşılmaya çalışılmaktadır. Bu nedenle; parlamentoda veya parlamento dışındaki demokratik güçler, silahlı kuvvetlere ve “anayasal kurumlara” çok fazla iş düşmeden kendi mücadelelerini kendileri yapmalıdırlar. Laiklik, içinde değişik dinler ve dinler içindeki alt gruplar, devleti ve merkezi yönetimi yıkmayı amaçlamadıkça kendi dini inançlarını istedikleri gibi yaşamışlar, ekonomik ve eğitsel düzenlerini kurmuşlardır. Türkiye Cumhuriyetinde de bu gelenek sürmektedir. Fakat T.C. bu konuda kontrollü davranmamıştır. Türkiye’de dini eğitim sorunu vardır. Sağlıklı bir din eğitiminden geçmeyen gençler bir taraftan ateist olmakta veya dine soğuk bakmakta, bir taraftan yer altı eğitimi ile yetişen bir çok dini grup devlete acımasız eleştiriler yapmaya ve devletin yapısını değiştireceklerini açıkça söylemeye başlamışlardır. Bu noktada Türkiye’de, Osmanlı Devletini parçalayıp dağıtan farklı insan yetiştirme modelleri (mektepli, medreseli, azınlık ve yabancı okul mezunu) gibi, birbirinden oldukça farklı düşünen, birbirleri ile ilerde anlaşması daha zor olan insan grupları ortaya çıkmaktadır. Öğretimin birliği (“tevhid-i tedrisat”) bozulunca, ülke insanlarını birliği de bozulur. İçinde bulunduğumuz şu ana kadar Türkiye, din eğitimi sorununu çözememiştir. Bütün dünya toplumları “bilgi toplumu” olma yolunda ilerlerken ve kitle iletişim araçlarının bu kadar arttığı çağımızda, insanların dini, siyasi, sosyal, ekonomik vs. bilgiye ulaşmaları engellenemez. Bu nedenle, dini bilgiye erişmeyi engelleme yerine, onu kendi kuracağı veya mevcut sistemler içinde, dozunu kaçırmadan ve temiz bir şekilde halka sunma yolları aramalıdır.

Atatürk, kendisini “halk” ve “kul” olarak gören ve son yüzyılların uzun savaşları içinde iyice yılgınlaşan halktan onurlu bir millet yaratmak için uzun bir çaba harcamıştır. Yaptığı her şeyle ve millete ithaf ettiği tüm söz, bayram ve haklarla hep birlikte dinamik bir millet meydana getirmeye çalışmıştır. Türklük, yeni devletin temel özelliğiydi ve Türk olmayanların da, devletin politikasına uyarak “Türküm” demeleri bekleniyordu.

Sayısal Amaçlara Ulaşma Yönünden

Okulöncesi Eğitim: Önceleri sanayileşme ve büyük ailenin dağılmasıyla bir zorunluluk gibi ortaya çıkmasına karşılık, daha sonraları çocukların okula ve çağdaş hayata hazırlanmaları için pedagojik bir ihtiyaç olarak ortaya çıktı ve 1990’lara doğru Avrupa ülkelerinde dönem nüfusunun %50’den fazlasını kapsamaya başladı. Bizde ise hala dönem nüfusunun ancak %9’unun bu imkandan yararlanması, aslında hızlı bir gelişmenin olmadığını gösteriyor. Bu alanda öğretmen yetiştirmede ciddi ve yoğun çalışmalar başlatıldı.

İlköğretim: İlköğretim alanında çağdaş dünya artık çağ nüfusunun okullaştırılması sorununu çözmüştür. Bizde ise, bir zamanlar ulaşılan %95’leri geçen bir gelişmeden, son zamanlarda yurdun bazı bölgelerindeki bölücü terör hareketleri yüzünden %90’lık düzeylere düşülmüştür. Bu tür hareketler, eğitimin kalitesini de büyük ölçüde düşürmektedir.

Cumhuriyet, kuruluşundan beri ısrarla izlediği zorunlu eğitimin genişletilmesi amacına, temel ilköğretimi 8 yıla çıkararak, ancak son yıllarda ulaşabilmiştir. Bu öğretim kademesinin daha alt kademelere bölünmeden, Cumhuriyetin ve çağdaş hayatın gereklerine uygun temel eğitimi vermesini sağlamak gerekir. Tarımdaki reformlar sonucu kırsal kesimdeki nüfusun kent merkezlerine akması sonucu kırsal kesimdeki ilkokullar kapanmaya başlamış, bunun yerine “taşımalı öğretim” denilen Yatılı İlköğretim Bölge Okulları ve Pansiyonlu İlköğretim Okulları geliştirilmeye çalışılmaktadır.

Ortaöğretim: Yakın zamana kadar ortaokullarda %70’e, liselerde ise % 55’e varan bir okullaşma sağlanmıştır. Fakat bu oranlar, çağdaş dünya ülkeleri ile karşılaştırıldığında çok düşük görülmektedir. Burada %90’lara varan hedeflere kısa sürede ulaşılmaya çalışılmalıdır. Bununla birlikte liselerde tam bir kargaşa yaşanmaktadır. “Genel Lise”lerin yanına, Anadolu liseleri, Süper Liseler, Fen Liseleri, Öğretmen Liseleri, Özel Liseler vs. katılmakta, aynı kargaşa teknik ve mesleki liselerde (turizm ve otelcilik, iletişim, aşçılık, ticaret liseleri, imam hatip liseleri, endüstri liseleri vs.) de devam etmektedir. Bütün dünyada meslek eğitimi artık yükseköğretim kademesine bırakılmaktadır. Liseler, gençleri çağdaş hayata hazırlayacak temel bilimlerin ortak ve sağlam olarak verildiği kurumlar olması gerekir. Bu düzeydeki meslek okulları; yüksek öğretime devam edemeyecek seviyedeki gençlere meslek kazandırmaya çalışmalı, yükseköğretime devam edebilecek olanlar, lise düzeyinde bir ortak fen ve sosyal bilimler eğitimi görmeli, ayrıca gidecekleri yükseköğretimin kurumlarına göre alacakları seçmeli derslerde bir farklılaşmaya gitmelidir.

Yükseköğretim: Yükseköğretim alanındaki okullaşma oranı gelişmekte olan ülkelere göre çok geridedir, ama gelişmeler umut vericidir. Yükseköğretimdeki ilk problem, girişte yaşanmaktadır. Üniversite kapılarında her zaman kapasitenin çok üzerinde, aday birikmekte, kimlerin hangi programa kayıt olacağı büyük sorun olmaktadır. Öğrencinin lisede okuduğu alan ve başarısının yerleştirmeyi önemli ölçüde etkilemesi üniversiteye giriş sisteminin önemli değişikliklerindendir. Yükseköğretim kendi içinde önlisans, lisans ve yüksek lisans olmak üzere 3 gruba ayrılmaktadır.

Meslek yüksekokullarının açılmasında bazı kasabaların ihtiyaçlarının karşılanması yerine üretim sektörlerinin ihtiyaçları göz önüne alınmalı, fakülteler akademik öğretim yanında, bir meslek kazandırmaya yönelik olmalıdır.

Öğretmen Yetiştirme: Bu alanda Türkiye, en az Batı ülkeleri kadar başarılıdır. Fakat yaptığı öğretmen yetiştirme sistem değişikliğinde kendi tecrübelerinin dışında Batıdan bazı modeller alıp deneme yolunu seçmiştir. Türkiye kendi gelişmesine ve ihtiyaçlarına en uygun ve rasyonel öğretmen yetiştirme modelini kurmak zorundadır. Şu an uygulanan yeni sistemin aksaklıklarının düzeltilmesi ile sağlam ve çağdaş bir sisteme kavuşulacağı umut edilmektedir.

Diğer Alanlarda: Türkiye özel eğitim alması gereken çocuklara hala yeterli ve çağdaş eğitim olanakları sunmamaktadır. Özel eğitim kurumlarının sayısı da oldukça yetersizdir. Bir taraftan belli özgür gruplarına giren öğrenciler tespit edilmeli ve hepsine özel eğitim kurumları açılmalı, diğer taraftan da bu kurumlarda görev alacak öğretmenler yetiştirilmelidir.

TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNİN GENEL İLKELERİ :

a. Ulusal Düzenlemeler: Bu konudaki ilk düzenleme Anayasanın 42. maddesidir. Bu madde, eğitim hakkını tanımlarken aynı zamanda bu hakkın kullanım şeklini göstermekte ve sınırlarını ve yasaklamaları ihtiva etmektedir.

Eğitim ve öğrenim hakkının düzenlenmesi ile ilgili olarak; Milli Eğitim Temel Kanunu, Yüksek Öğretim Kanunu; İlköğretim ve Eğitim Kanunu, Özel Eğitim Kurumları Kanunu … gibi yasal düzenlemeler mevcuttur. Bu konudaki temel yasalardan biri de 430 sayılı “Tevhid-i Tedrisat Kanunu”dur.

Ayrıca Anayasanın 130 ve 131. Maddelerinde yüksek öğretimin esasları düzenlenmiştir. 1. Anayasanın 24 / 4, 58, 59 maddeleri 62. Maddesi gibi temel hükümler sayılabilir.

Buna göre anayasal ilkeler şunlardır :

* Kimse, eğitim ve öğretim hakkından mahrum bırakılamaz.

* Bu hakkın kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir.

* Eğitim ve Öğretim, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin gözetimi ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz.

* Bu hakların kullanılması ve hürriyeti anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmaz.

* İlköğretim, kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve devlet okullarında parasızdır.

* Özel ilk ve orta dereceli okulların bağlı oldukları esaslar, devlet okulları ile erişilmek istenen seviyede uygun olarak, kanunla düzenlenir.

* Devlet maddi imkanlardan mahrum başarılı öğrencilerin öğrenimlerini sürdürebilmesi için gerekli yardımları yapar ve özel eğitimi muhtaç kişiler için topluma yararlı kılacak tedbirleri alır.

* Eğitim ve öğretim kuruluşlarında sadece bu faaliyetler yürütülür ve bu faaliyetler engellenemez.

* Türkçe’den başka bir dil Türk vatandaşların ana dil olarak öğretilemez. Yabancı dillerin eğitimi hususu kanunla düzenlenir.

TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNİN DÜZENLEYEN ESASLAR

a. T.C. Anayasası

b. Eğitim ve Öğretimi Düzenleyen Yasalar

c. Hükümet Programları

ç. Kalkınma Planları.

Küreselleşmenin etkisi ile toplumlar değişirken, eğitime bakış açısı da değişmiştir. Ezberlenmiş, sahiplenilmiş bilgiden uzaklaşıp paylaşımcı, yönlendirici, ihtiyaçlar doğrultusunda değiştirilebilen bilgiye yönelmiştir. Eğitimde hem öğrenci hem de öğretmen aktif hale getirilmiştir. Eğitim okulun duvarlarıyla sınırlandırılmayıp sınır ötesine taşınmıştır. Oluşan değişimin niteliğinden dolayı Türkiye’de “bilgi toplumu” tercih edilmektedir. Bilgi toplumu kavramını Türkiye açısından düşündüğümüzde; bilgi toplumu olma, ekonomik sistem veya herhangi bir doktrin sonucu değil, bir gerçeklik, bilim ve teknolojiye inancını ve sonuçlarını uygulama sonucudur. Bilim ve teknolojide insanın eseri olduğuna göre başlangıç noktası insandır. İnsanın iyi eğitilmesi, yetiştirilmesi ve değerlendirilmesi gerekir. Bu da eğitim ve değerlendirme sistemi içinde ülkede önce sanayi, sonra bilgi toplumunun oluşmasına elverişli bir iklim yaratır. Bilgi toplumunun başta gelen sosyal grupları “bilgi işçileri” olacaktır. Bilgi yöneticileri, bilgiyi verimli kullanıma sunmayı bilenler olacaktır; tıpkı kapitalistlerin sermayeyi verimli kullanıma tahsis etmeyi bilmeleri gibi, Ortaya bilgi profesyonelleri, bilgi elemanları çıkacaktır. Bu nedenle esas sorun öğretim elemanı sorunudur. Çünkü öncelikle bu vasıflar yeni nesille kazandıracak, aynı niteliklere sahip öğretim elemanlarına ihtiyaç vardır. Bilgi toplumu son derece iyi yetiştirilmiş insan gücü istemektedir. Eğitim öğretimin önemini arttıran bu istek üniversitelere büyük görevler düşmesi yanında insan sermayesine yatırım yapılması da gereklidir. İnsan sermayesi bilgi ve uzmanlığı içerirken, ekonomik gelişmesinde teknolojik ve bilimsel bilgiyi kapsaması kalkınmanın insan sermayesinin gelişmesi ile mümkün olurken insan sermayesine çok yatırım yapan ulusların aynı zamanda kalkınan uluslar olması dikkat edilmesi gereken bir noktadır. Diğer yandan bilgi toplumuna uygun düşüren insan tipinin yaratılabilmesi ise; her şeyden önce, eğiticilerin eğitimi ile mümkündür. Eğiticilerin eğitimi en önemli eğitimdir. Eğitim düzeyinin yükseltilmesi bilgi toplumu olma çabalarının bir başlangıcını oluşturmaktadır. Toplumun bilgi düzeyini yükseltmek için ülkedeki üniversite sayısı 72’ye çıkartılmıştır. Ancak, yükseköğretimde öğretim üyesi, fiziki mekan ve diğer destek unsurlarının önceden hazırlanmadan böyle bir kararın uygulamaya konulması üniversitelerde eğitimin kalitesini önemli ölçüde düşürmüştür.

Eğitime en büyük destek teknolojiden olmalıdır. Teknoloji; bilimin ve diğer düzenli bilgilerin yapılan işlere sistematik olarak uygulanması olduğu için teknoloji ne kadar karmaşık ise, insanların ona gereksinimi o kadar artmaktadır. Teknoloji, gelişme ve ilerlemenin hem nedeni hem de sonucudur. ABD’nde “okur-yazar” kavramı bile, ifade ettiği gerçek anlaman soyutlanarak yeni bir anlam ile doldurulmuştur. ABD artık “okur-yazar”lık oranı ile, bilgisayar bilgisini, bilgisayar okur-yazarlığını kastetmektedir. Küreselleşmenin bu boyutundan, Türkiye’de etkilenmekle birlikte, bu etkileşim toplumun tamamında görülmemektedir. Bunun nedeni ise; henüz Türkiye’nin her yerinde aynı düzey eğitim öğretimin verilememesi, köy-kent, kadın-erkek, doğu-batı, zengin-yoksul ayrımının sürmesi, eğitime katılmada farklılıkların yaşanması, hala daha güncel sorunlardır. Ülkenin batısı, teknoloji ve bilgiyi daha çabuk kavramakta ve kullanmakta iken, ülkenin doğusunda pek çok kesim teknoloji; renkli televizyon ve telefondur.

OECD tarafından hazırlanan ve Eğitim Bakanları Komisyonunca benimsenen Herkes İçin Hayat Boyu Öğrenme raporunun gelişmiş ülkelerin eğitim politikalarının belirlenmesine ışık tuttuğu düşünülmektedir. Bu sebeple herkes için hayat boyu öğrenme kavramı, politikaları ve stratejilerinden bahsetmek faydalı olacaktır.

Hayat boyu öğrenme kavramı farklı şekillerde yorumlanabilmektedir. Ancak yapılan yorumlarda aşağıdaki ortak noktaların bulunduğu söylenebilir:

* Eğitim ve öğrenmenin değerine güçlü ve gerçek bir inanç duymaktadır.

* Yaş, cinsiyet ya da istihdam statüsü ne olursa olsun, inanlarda öğrenme fırsatlarına ulaşmak için ortak bir isteğin olduğuna inanılmaktadır.

* Hayat boyu öğrenme yaklaşımına göre şekillendirilmiş bir eğitimde kullanılan öğretme ve öğrenme araç ve yöntemleri geleneksel yaklaşımdan çok farklıdır.

Japonya’da örgün eğitimin hayat boyu öğrenme de oynayacağı üç anahtar role dikkat çekilmiştir. Bu roller şunlardır :

* Örgün eğitim, öğrenme faaliyeti olarak kendi başına önemli bir kanaldır. Hayat boyu öğrenme, bazen “okul dışı öğrenme” olarak da tanımlanmaktadır. Fakat gerçekte, örgün eğitim hayat boyu öğrenmenin çok önemli bir parçasını oluşturmaktadır.

* Örgün eğitim öğrenme faaliyetleri için bir temel oluşturmaktadır. Bunun için örgün eğitimin şu üç temel görevi vurgulanmaktadır.

* Bireyleri, hayatları boyunca öğrenmeye devam etme konusunda cesaretlendirme,

* Sosyal değişmelerle pozitif anlamda baş edebilmek için bireylerin bağımsız öğrenme becerilerini (kendi kendine öğrenme yeteneği) geliştirme,

* Beslenme.

* Örgün eğitiminin hedef kitlesinin, yaşlılar ve evde çalışanlar da dahil olmak üzere, mümkün olduğu kadar genişletilmesi gerekmektedir. Bu kitlelerin ihtiyaçlarına göre programlar da sunularak okula girişler arttırılmalıdır.

Eğitimciler sık sık yazılı ve görsel medyanın, hatta sosyal çevrenin öğrencileri olumsuz yönde etkilediği belirtilerek şikayetçi olmaktadırlar. Okulu, bilginin tek kaynağı ve öğrencinin yetiştirilmesindeki tek otorite kabul eden yaklaşıma göre, eğitimciler bu şikayetlerinde haklıdırlar. Çünkü okul odaktır ve diğerlerinin okula uyması gerekmektedir. Ancak, hayatın gerçeği bu değildir. Öğrencilerin dışarıdan bilgi, beceri, tutum ve davranış kazanması giderek artmaktadır. Bunları önlemek için okulun sarıldığı tedbirler oldukça ilkeldir: Yasaklar koymak! Bu durum okulları öğrencilerin eğitimleri dışında her şeyleri ile ilgilenip onları mutsuz etmeyi adeta amaç edinmiş kurumlara dönüştürecektir. Bu okulları hapishaneye çevirecektir. Halbuki okullar hapishane olmak için değil, hapishaneleri kaldırmak için oluşturulmuş kurumlardır. Hayat boyu öğrenme ilkesinde medya ve çevrenin öğrenci üzerindeki etkileri bir olgu olarak kabul edilmiştir. Okul, kontrol altına alamayacağı değişkenlerin öğrenci üzerindeki olumsuz etkilerini azaltacak tedbirlere yönelmek zorundadır. Mesela, öğrencinin televizyon izlemesini önleyemeyiz, ancak okulda televizyonun nasıl ve ne kadar izlenmesi gerektiği ile program seçiminde nelere dikkat edilmesi gerektiği konularında tutum ve davranış geliştirilmesi mümkündür.

Hayat boyu öğrenmenin amaçları ve stratejik hedefleri :

* Yüksek kalitedeki erken çocukluk eğitimine ulaşımı yaygınlaştırma.

* İlk ve orta öğretimde temel öğrenmeyi yeniden canlandırma.

* Geçiş sorunlarının üstesinden gelme.

* Yetişkinlerin öğrenmesini özendirme.

* Sistemde tutarlılık eksikliğini ele alma.

* Sistemin kaynaklarını ve varlığını yenileme.

Küreselleşmenin eğitimi etkilemesi kaçınılmazdır. Nitekim küresel eğitim, gelişmiş ülkelerde lisansüstü ve doktora programlarında ders olarak okutulmaktadır. Ancak, küreselleşmenin eğitim sistemlerini nasıl etkileyeceği konusunda ciddi görüş ayrılıkları da bulunmaktadır.

Küreselleşme sürecine paralele olarak eğitim sistemleri arasındaki farklılıkların azalacağı varsayımı, küreselleşmenin doğal sonucuymuş gibi gösterilmektedir. Bazı uluslar arası kuruluşların bu varsayımı güçlendirmeye yönelik çabalarında önemli artışlar olduğu gözlenmektedir. Dünya Bankası ve UNICEF gibi uluslar arası kuruluşların desteği ile yürütülen eğitim projeleri, eğitim sistemlerini bir örnek haline getirme çabalarını destekleyen çalışmalar olarak görülebilir.

Eğitim sistemlerinin bir örnek hale getirilmeye en uygun bölümü mesleki eğitimdir. Ayrıca, ekonomik, sosyal, kültürel ve politik yapıları benzer ülkelerin mesleki eğitim sistemlerini bir örnek hale getirmenin daha da kolay olacağı söylenebilir. Bu çerçeve de AB’ne üye ülkelerin mesleki eğitim sistemlerini bir örnek hale getirmenin en azından zor olmayacağı düşünülebilir. Nitekim, AB böyle bir çalışmayı başlatmış, ancak olumlu hiçbir gelişme sağlayamamıştır.

Eğitim; ülkelerin ekonomik, sosyal, kültürel ve politik alt yapı ve değerlerine göre şekillendirilmesi gereken açık bir sistemdir. Yabancı uzmanların sözü edilen yapı ve değerlerini iyi bilmedikleri ülkeler için önerecekleri çözümlerin sağlıklı olması beklenemez. Bir uzmanın birkaç ay hizmet vermek için gideceği ülkeyi tüm yapı ve değerleriyle tanıyacak yeterlilikleri kazanması da beklenmemelidir.

Gelişmiş ülkelerin deneyimlerinden yararlanma, gelişmekte olan ülkeler için vazgeçilemeyecek kadar büyük fırsattır. Ancak, bu fırsatı küreselleşme sürecinde eğitim sistemlerinin bir örnek hale geleceği varsayımı ile değerlendirme çabaları tehlikeli sonuçlar doğurabilir.

Dünya bir yandan küreselleşme ile değişirken, diğer yandan ülkelerdeki alt birimlerin kendi gelecekleri konusunda karar verebilmek için güç aradıkları gözlenmektedir. “Yerelleşme” olarak tanımlanan bu durumun eğitimin planlanmasında ve yürütülmesinde yerel yönetimlerin daha fazla yetki ve sorumluluk almaları sonucunu doğurması beklenmektedir. Nitekim gelişmiş ülkelerde yerel yönetimler eğitimde önemli roller üstlenmişlerdir. Bu konuda aşırıya kaçan bazı ülkeler de vardır. Örneğin Şili, ilkokulları tamamen belediyelere bırakmıştır.

Küreselleşme ve yerelleşme arasındaki paradoksu doğru algılamak ve bunlar arasında sağlıklı dengeler kurmak önem taşımaktadır. Aksi taktirde küreselleşme ve yerelleşmenin büyüme ve gelişme için sunduğu fırsatları değerlendirme çabaları kaosa neden olabilir.

Yüksek öğrenim kurumlarının temel özellikleri, işlevleri ve amaçlarını genel olarak şöyle sıralanabilir:

– Doğru ve nesnel bilgiyi yakalamak

– Araştırma yapmak.

– Özgür ve demokratik bir eğitim ortamı sağlamak.

– Kurumsal bir özerkliğe sahip olmak.

– Akademik özgürlüğün solunduğu bir kurum olmak.

– Tarafsız ve açık tartışma olanağı sağlayabilmek.

– Öğrencilerin eleştirel yeteneğini geliştirmek.

– Öğrencilerin yeteneklerini bulup, gelişmesine olanak sağlayıp toplum yararına kullanmak.

– Toplum içerisinde eleştirel yeteneğini geliştirmek.

– Toplumun entelektüel kültürünü muhafaza etmek.

– Öğrencilere ve üniversite çalışanlarına doyumlu bir yaşam sağlayarak bu yolla topluma örnek olmak.

Ancak bugün yüksek öğrenim kurumlarına yüklenen görev, emek pazarı için yetenekli, meslek sahibi elemanlar yetiştirme işlevidir. Küreselleşme ile birlikte, dünya genelinde pazara yönelik eleman yetiştirmek işlevini yürüten üniversiteler bir işletme gibi çalışmaya başlamış ve öğrenciler – “müşteri” yada “tüketici”, bölüm başkanları – “şube yöneticisi”, rektörler “genel müdür”, öğretim elemanlarını yaptığı iş öğretmek değil, “müfredatı aktarmak”, anlamak – “yarış” ve bilgi – “danışma” haline dönmüştür.

Üniversitelerde eğitim görmek isteyen öğrenciler küreselleşme ile birlikte, eğitime ayrılan fonun azalmasından dolayı bilgi toplumunda yer edinebilmek için, aldıkları hizmetin karşılığını bir müşteri gibi ödemek zorundadırlar. Bu durum maliyeti ödeyebilenler öğrenci daha iyi koşullarda bilgi satın alabilmektedir. Fakat, geliri düşükler için eşitsizlik ortaya çıkmaktadır. Bunun yanısıra ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelerde yaşanan bir başka sorun üniversite eğitiminin işsizliği örten tek alternatif olarak gençlere sunulmasıdır. Yüksek öğretim kurumlarının kapılarını toplumun her kesimine açması ve kendilerini demokrasinin ve halkın varlığı olarak görmesiyle sorunun çözümü kolaylaşabilir.

Bugün genel olarak Üniversiteler, 1988 yılında Avrupa Üniversiteler Komisyonunun “Üniversitelerin araştırmaları ve eğitimlerinin ahlakça ve entelektüel olarak politik ve ekonomik güçlerden bağımsızdır.” Savını tamamen çürütür hale gelmiş ve “Üniversitelerin toplumun en ideal modelli olduğu burada eşitliğin,güvenliğin ve ahlakî kavramların topluma bir örnek oluşturması gerektiği” düşüncesi küllenmiş durumdadır.

Evrensel ve millî değerleri birbirinin alternatifi olmaktan çıkarıp destekleyicisi ve güçlendiricisi haline getirmek çok önemlidir.

ÖNERİLER:

* Yabancı dilde eğitime son verilmelidir. Yabancı dil öğrenme kişinin isteğine bırakılmalıdır. Ana dil dışında eğitim gören bireyin öğrenimi gerçekleştiremediği görülmektedir. Bu bir aptallaştırma politikasıdır. Bunun için düzenlemeler yapılmalıdır. Böylece bireyleri küreselleşmenin ürünü olan dilsel ve kültürel tekelleşmenin kölesi olmaktan kurtarmak gerekmektedir. (Bizimle konuşan, bilgi alış-verişinde bulunan bireylere “Konuşuyor, işte!” dememiz, anadilimizdeki kelimelerin bizim açımızdan içinin boşaldığının, dilsel afaziye uğradığımızın bir kanıtı değil midir?)

* Küreselleşme, bize interneti sunarak eğitimizde çağ açtı. – Bu nedenle okuma-yazma bilmeyi, bilgisayar kullanmayla eşdeğer görmeli ve bilgisayar- internet kullanımını doğru yönde tüketerek,bilgi toplumu olma yolunda adım atmalıyız.

* Okul öncesi eğitime önem verilmeli ve hem etkinliği hem de talebi artırıcı çalışmalar yapılmalıdır. Bu, çocukların okula ve çağdaş hayata hazırlanmaları için şarttır.

* Eğitimde fırsat eşitliği giderek bozulmakta ve bu durum ekonomik gücü olmayan ailelerin çocukları ile ekonomik güce sahip ailelerin çocukları arasında uçurumların doğmasına yol açmaktadır. Bunun en nesnel örneği dersanelerdir. Dersanelerin öneminin en aza indirgenmesi ve ihtiyaç olmaktan çıkarılması için okul eğitiminin iyileştirilmesi gerekmektedir.

* Kutsal devlet anlayışı nedeniyle, küreselleşmenin olumlu etkileri Anayasaya yansıtılmaktadır. Bu gün çağdaş demokrasilerde iyi vatandaş yetiştirmeyi hedefleyen eğitim programları yerini, küreselleşme sonucu daha bireyci, özgür, evrensel, insan ve uzman insan yetiştirmeyi hedefleyen istemler ağırlık kazanmıştır. Batı demokrasilerinde kutsal olan devlet değil, insan hak ve özgürlükleridir.

* Bununla birlikte; Atatürk İlke ve İnkılaplarına sahip çıkarak, eğitimimize bu yönde şekil vermek ve insanî değerleri yozlaşmaktan kurtarmak, yabancılaştırmaya direnerek ailenin önemini genç nesle kavratmak ve millî değerlere ve kültüre sahip çıkan, her alanda, tüketim yerine üretim yapabilecek (balık yemek yerine, balık tutmayı öğrenmeyi tercih edecek, kendini buna zorunlu hissedecek) bireyler yetiştirmek amaç edinilmelidir.

SONUÇ

Evrensel ve millî kültür değerleri birbirinin alternatifi olmaktan çıkarıp destekleyicisi ve güçlendiricisi haline getirmek çok önemlidir.

Küreselleşme bizim için; tüketimden çok üretimi ifâde etmelidir. Buna da ancak gerçek ulusal bilinç ve kimlik yerleştirmeyle ulaşılabilir. Bu nedenle, öğretmenlere (eğitimcilere) çok büyük görevler düşmektedir, dolayısıyla eğitimle gerçekleştirilebilecek bir süreç söz konusudur. Bana göre; insan merkezdedir. İnsan, merkeze alarak hareket etmesi gereken (ve bunu gerçekleştirebilen) üç meslek, ilim vardır. Birincisi, insanlara sağlığını veren tıp; ikincisi, insanlara haklarını veren, haklarının çerçevesini çizen (-ki başkasının özgürlüğünün başladığı yerde, benim özgürlüğümün bitmesi gerekir) hukuk ve bunların tümünü kapsayan, öğretmenlik mesleği. Gençliğe; Tevfik Fikret’in oğlu Hâlûk’a seslendiği gibi değil (yoksa Onu da Hâlûk gibi kaybederiz), Mehmet Akif Ersoy’un Âsım’a seslendiği gibi seslenmeliyiz.

BİBLİYOGRAFYA

Sönmez, Veysel. “Küreselleşmenin Felsefî Temelleri”, Eğim Araştırmaları Dergisi, Ocak 2002, sayı: 6.

Tezcan, Mahmut. “Küreselleşmenin Eğitim Boyutu”, Eğitim Araştırmaları Dergisi, Ocak 2002, sayı: 6.

Kızılçelik, Sezgin. “Kapitalizm Diasporası Olarak Küreselleşme”, Eğitim Araştırmaları Dergisi, Ocak 2002, sayı: 6.

Yurdabakan, İrfan. “Küreselleşme Konusundaki Yaklaşımlar ve Eğitim”, Eğitim Araştırmaları Dergisi, Ocak 2002, sayı: 6.

Yalçın, Cemal. “ Küreselleşme ve Eğitim”, Eğitim Araştırmaları Dergisi, Ocak 2002, sayı: 6.

Doğan, Elife. “Küreselleşme ve Eğitim”, Eğitim Araştırmaları Dergisi, Ocak 2002, sayı: 6.

Kaçmazoğlu, H. Bayram. “Doğu-Batı Çalışması Olarak Küreselleşme”, Eğitim Araştırmaları Dergisi, Ocak 2002, sayı: 6.

Tomul, Ekber. “Küreselleşme ve Eğitim Eşitsizlikleri”, Eğitim Araştırmaları Dergisi, Ocak 2002, sayı: 6.

Tural, Necla Kurul. “ Küreselleşmenin Üniversite Üzerine Etkisi”, Eğitim Araştırmaları Dergisi, Ocak 2002, sayı: 6.

Oktik, Nurgün. “Globalleşme ve Yüksek Öğretim,” Düşünce Dergisi-Doğu Batı, Küreselleşme Özel Sayı, 2002.

Erkızan, Hatice Nur. “Küreselleşmenin Tarihsel ve Düşünsel Temelleri Üzerine”, Düşünce Dergisi-Doğu-Batı, Küreselleşme Özel Sayısı, 2002.

21’inci Yüzyılda Türk Milli Eğitimi, Türk Eğitim Sen Yay., Ankara 2001.

İşcan, Emrah “Küreselleşme” , www. geocities . com. 21.10.2003

Aksoy, Hasan Hüseyin. Ankara Üniversitesi Web. Sitesi 18.10.2003.

Peter L. Berger – Samuel P. Huntington, Bir Küre Bin Bir Küreselleşme-Çağdaş Dünyada Kültürel Çeşitlilik, (çev: Ayla Ortaç), Kitap Yayınevi, Mayıs 2003.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir