Bildiğim kadar iki şey sonsuzdur. Bunlardan biri Evren, diğeri ise insanların düşüne bilmelerinde ki fark.
Ama Evrenin sonsuz olduğuna tam olarak inanmıyorum.
Albert Einstein. (1879–1955 )
Bilindiği gibi herhangi bir alanın (ister bilim, ister kültür, isterse herhangi bir üretim alanı olsun) gelişmesi ona verilen değere (talep’e) bağlıdır. Avrupalılar ve özellikle kıtanın kuzeyinde yaşayan halklar kaliteli eğitime ve bilime çok değer vermektedirler. Bu nedenle de, örneğin 15 milyon nüfusu olan Hollanda’nın, bilim insanları, Çin’den Avrupa sınırlarına kadar, Asya ve Afrika halklarından (yaklaşık beş milyar insan) daha fazla fizik Nobel ödülü almışlardır. 2006 yılındaki altı Nobel ödülünün ise dördünü ABD kazanmıştır (Temel bilimlere verilenlerin hepsini.) ABD’de de bilimi ve teknolojiyi geliştirenler genelde Avrupalılar ve Yahudilerdir. Orhan Pamuk’un kazanmış olduğu Nobel edebiyat ödülünü de gururla hatırlıyoruz.
Fizik ve matematik için güçlü ve geniş soyut düşünce gerekir. Böyle düşünce de bizlerde, yeteri kadar gelişmemiştir. Bu nedenlerle de, yalnız bu bilimler değil, temelinde Fizik olan ve Fiziksel düşünceye çok bağlı olan teknolojiye de, gereken bir seviyede, katkıda bulunamıyoruz. Matematiği ve fiziği çok iyi kavrayan çocuklar Türkiye’de var ve böyle çocuklarla yeteri kadar temaslarda bulunduk. Böyle çocukların temel bilimler yönünde gelişim temposunun (bilgi toplamak ve ezberlemek değil) önünün Lise ve Üniversite yıllarından başlayarak tıkandığını düşünüyoruz ve böyle olduğunu da çok sayıda bilenler vardır. Dolayısıyla bizler genetik bozukluktan dolayı soyut düşünce konusunda yetersiz değiliz. Adeta Avrupalılar, Aysallar da (genelde gelişmiş toplumlar olmayanlarda) bir genetik bozukluğu arıyorlar ve bu da bizler için hoş bir şey değil.
Genelde Türkler ve onların komşuları olan Müslüman ülkelerin halkları, “Dünya üzerindeki halkların pek çoğu gibi”, fizik bilimine büyük katkıda (Nobel Ödülü seviyesinde ve daha fazla düzeyde) bulunmamışlardır. Hıristiyanlar içinde yaşayanlardan ise, sadece Pakistanlı (Müslüman) bilim insanı; 1979 yılında Fizik Nobel ödülü almış olan; Abdus Salam’ın (1926–1996) olduğunu bilmekteyiz. (Bir de kimya üzerine yaptığı çalışmalardan, tek başına Nobel ödülü almış olan Mısırlı bir bilim insanı vardır).
Hayvanlar bildiklerini yalnızca kendi deneyim ve diğerlerinden basit öğrenim yolu ile elde ediyorlar. İnsanlar bunlara ek olarak ve daha fazla, bilgilerini okumak, aktif deney yapmak ve bilimsel düşünce geliştirmek yolunu da kullanırlar. Toplumların gelişme seviyeleri de (ekonomik dahil) ilk önce onların bilimsel düşüncelerinin ve yaptıkları deneylerin seviyesi ile belirlenir.
Bizler fizik dalında bildiklerimizin çok az kısmını aktif deney yapmak ve bilimsel düşünce geliştirme yolu ile elde ediyoruz. Ön plana ezbercilik çıkmaktadır. Bunları ben Sovyetlerde yaşarken da biliyordum. Burada ek olarak kitapların da çok az okunduğunu gördüm. Ben de bizim çocukları geri zekalı olarak suçlayanları (Bak örneğin Bilim ve Ütopya dergisi Eylül 2005 yılındaki tartışmalara. Bizlere geri zekalı doğulular, Sovyetler Ülkesinde yaşayan Hıristiyanlar da diyorlardı), yanlış düşündükleri için, kınıyorum. Neden?
Her hangi bir konuyu tartışıyor durumunda olan zaman, onun tanıtımını kesin şekilde belirtmek lazım. Yer yüzünde yaşayan toplumların eğitim ve kültürel düzeyleri çok farklıdırlar. Eğitim ve kültür anlayışları, bu anlayışların içerdikleri ve kapsamları da, toplumdan topluma değişir. Örneğin, inançların, damak tatları, yemekleri, müzik duyarlıkları ve müzik türleri gibi. Her bir toplumun kendine ait eğitimde ve kültürde öncelikleri, değerleri ve gelenekleri vardır. Böyle olduğundan toplumların ve milletlerin kültürlerini karşılaştırarak, onların hangisinin daha üstün olduğunu söylemek kolay değil. Bunlar insan duyguları ile belirlenirler. Bir toplumda, bizim açımızdan pis olan şeyler yemekte kullanıyorlarsa ve çok ayıp olanları normal görürlerse, bizler onları kınayamayız. Onlara geri zekalı deyemeyiz, çünkü zeka kavramını toplumların gelenekleri açısından değerlendiririz. Amerika da kırmızı derililer kendilerini oraya gelen Avrupalılardan daha az zekalı saymıyorlardı. Avustralya’daki yamyamlar da öyle.
Farklı toplumlar ve milletlerin sosyal bilimler, edebiyat ve müzikteki gelişmede farklara bakarsak Afrika kökenlilerinin Avrupa kökenlilerden gerilerde kaldığını görüyoruz. Ama bu fark kesinlikle temel bilimlerdeki kadar büyük değildir. Örneğin Afrika kökenlilerden dünyaca ünlü şarkçılar, müzisyenler, yazarlar, kumandanlar ve politikacılar çıkıyor. Ama Amerikada bile yaşayan Afrika kökenlilerden tanınan matematikçi veya fizikçi yoktur. Buda normaldir. Meyvelerin türleri olduğu gibi insanlarda farklıdırlar. Bu farklılıklar genlerdeki farklılıktan çok daha fazla toplumların geleneklerine ve değerlerine bağlıdır. Aynı ağacın meyvesinin dokumlarından oluşan ağaçların ve meyvelerin durumları bunların bulundukları toprağa, iklime ve bakıma bağlıdır. Bu nedenle gelişmek isteyen toplumlar geleneklerini ve değerlerini örnek olan ülkelerdekilere benzetmek yolunda hızla değişmek zorundalar.
Temel bilimlerin eğitimi ve teknoloji kültür, toplumların gelenekleri ve tarihleri ile bağlı olan değerlerden çok farklılar. Bunlar evrensel değerlerdirler. Bunlar ayrı–ayrı milletlerin duyguları ile değil, kesin kriteriler ile değerlendire bilinirler. Şimdiki zaman ülkelerin kalkınmasının % 76’sı temel bilimlerin ve onlara bağlı olan yeni teknolojiler üretiminin gelişmesine bağlıdır ve yalnız %5 i topraklarının zenginliklerine. Ezberciliye dayanan ve doğru dürüst bilgi vermeyen eğitim, dürüstlük, vatanseverlik ve çalışkanlık sosyal bilimlerin ve temel bilimleri içermeyen genel kültürü geliştirebilir, ama asla bunlara bağlı olan ekonomik kalkınmanın payını artıramaz. Bu pay da zamanla azalmak zorundadır. Bize düşünceyi geliştiren eğitim gerekir. Bilim adına boş yere paralar harcayarak profesör ve makale sayısını artırmak, okul ve üniversite sayısını artırmak hiç bir şey vermeyecektir.
Türkiye’deki gazeteciler arasında böyle bir yaygın fikir vardır. Gazetelerde yayınlanan makalelerin seviyesi buradaki 14 yaşında olan çocukların ortalama zeka seviyesini aşmamalıdır. Bir makale okurun 2 dakikadan daha fazla zamanını almamalıdır. 17-18 Ağustosta öğretim üyesi olan AKP kadın milletvekili TV’de ilgimi çeken bir durumu sanki böyle anlattı. Politikacılar mitinglerde halka hitap ederken kullandıkları cümleler 6 yaşında çocuğun anlayacağı şekilde olmalıdır. Bu benim bazı şeyleri anlamama neden oldu. Örneğin DSP başkanı diyor ki “biz Cumhurbaşkanını karşılıklı anlaşma ile seçmeliyiz. Başkan bir kadın ve Meclis dışından olsa iyi olur.” Ben böyle cümleleri hiç anlamıyorum, çünkü 6 ve hatta 14 yaşlı çocukların en zekisinden bile daha bilinçli ve derin düşünen olabilirim. Benim kesin şekilde bildiklerimden biri de şudur: Her meseleyi kesin şekilde olmayan ve yüzeysel dinlemeye ve anlatmağa çalışan insanlar gerekli seviyeye kadar gelişemezler. Böyle ortamda çok kesin ve kapsamlı düşünceli kişiler de yetişemezler.
Diğer bir örnek daha vereyim. Hepimiz masallar dinlemişiz ve gökten üç elma düşeceğini biliyoruz. Hıristiyanların da masallarında çok zaman üç sayısı geçiyor. Ama bir fark vardır. Avrupa’da yaşayanlar elmanın neden düştüğünü de biliyorlar, ama diğer Hıristiyanların eğitim sistemleri bizimkine benzediğinden Newton kanunlarını gerekli seviyede bilmiyorlar. Avrupalılar üç meselesinde de masal çerçevesinin dışına çıkmışlar. 200-300 yıldır biliyorlar ki farklı süreçlerin (aydınlatılmak istenen olayın) bağlı olduğu bağımsız değişkenlerin sayısı üçten farklı olabilir. Matematik dilde dersek incelenen fonksiyon farklı sayıda değişkenlerle belirlenebilir. Bizler düşünce tarzımızı belirleyen geleneklerimize daha fazla bağlı olduğumuzdan her zaman anlatmağa çalıştığımız problemin de üç ayağı olduğundan konuşuyoruz. Medya yardımı ile daha da ötesini biliyoruz. Bu üç ayağı olan problemlerin çözülmesi için gerekenin yapılacağını duyuyoruz. Ben neden her problemi yalnız üç faktörün belirlediğini ve gerekenlerin ne olduklarını anlayamıyorum.
Fizik ve matematiğe büyük katkılarda bulunmak için güçlü ve geniş bir soyut düşünce gerekir. Böyle bir düşünce yapısı ise bizlerde yeteri kadar gelişmemiştir. Bu nedenle de, yalnız bu bilimler değil, temelinde matematik ve fizik olan ve fiziksel düşünceye doğrudan bağlı olan teknolojilere de, önem arz edecek seviyede katkı da bulunamıyoruz. Oysa matematiği ve fiziği çok iyi kavrayan çocuklar Türkiye’de de vardır ve böyle çocuklarla çeşitli şekillerde, yeteri kadar temaslarda bulunduk. Böyle çocukların temel bilimler yönünden gelişim temposunun önünün lise ve üniversite yıllarından başlayarak tıkandığını biliyoruz. Dolayısıyla bizler bir genetik bozukluktan dolayı soyut düşünce konusunda yetersiz değiliz. Ancak Avrupalılar, adeta Asyalılarda (genelde gelişmiş toplumlar olmayanlarda) bir genetik bozukluğun olduğunu düşünür hale geldiler; bu ise bizler için hiç hoş bir durum değildir. (Temel bilimlerde yarı doğru, yarı yanlış bilgi toplamak ve ezberlemek esas amaç olamaz. Bazı hayvanların da becerebildiği az değil ve hafızaları da çok güçlüdür.)
Keşke Türkiye’de kaliteli eğitim ve bilim isteyen bir kurumumuz olsaydı. Keşke sadece okul ve üniversite sayısının artmasının kalite anlamında bir işe yaramadığını anlayabilseydik. Bizlerle kıyaslandığında, kaliteye daha fazla önem veren Çin ve Rusya’da okul ve üniversite bizden daha fazladır. Onlar her yıl uluslar arası fizik ve matematik olimpiyatlarından galipler çıkarıyorlar ancak bilimin ve teknolojinin gelişmesine Avrupa’nın kuzeyindeki ülkelerin toplamı kadar katkıda bulunamıyorlar.
Dünyanın büyük bir kısmındaki toplumlar gibi, bizim de eğitimin ve bilimin nasıl bir şey olduğunu ne kadar anladığımız tartışılır. Biz de yeterli düzeyde bilimsel tartışmalar olmadığı için, bilimsel düşüncemizin yeteri kadar gelişmesi ve bilim insanlarının neler yaptığının takip edilmesi olası değildir. Keşke bilime ve bilim insanına değer vermeyi; TÜBA, TÜBİTAK ve YÖK gibi kurumlardan hiç olmazsa birisi gerektiği kadar bilseydi. Bu durumda ülkemizin eğitim ve bilim için ayırmış olduğu büyük paralar yok yere boşa gitmezdi. Diğer yandan eğitimli iyi bilim insanlarını ve özellikle, çalışmalarımızda ki ve düşüncelerimizde ki kusurları gösterenleri sevmiyoruz. Bu tip şeyler alışkanlıktır, toplum terbiyesidir. Oysa bizim insanlarımız, özellikle köylerde yaşayan ve üniversite eğitimi almayanlarımız, diğer toplumların pek çoğundan daha konuksever ve başkalarına yardım etmeyi seven insanlardır. Ama ne yazık ki, bu insanlarımızın çocuklarının alması için, fiziği doğru anlatan bir tane bile okul kitabı Türkiye’de yoktur.
Nüfusu oldukça kalabalık olan ülkemizin, yüksek eğitime ve bilime ayırdığı paralar hiç de azımsanacak ölçülerde değildir. Buna rağmen bu konularda ülkemizin kötü durumda olması bizim bu durumun üzerine gitmememizden kaynaklanır. Bu derdimizin iyi anlaşılması için bir örnek verelim. Bu yıl İngiltere’de basılan, Malcolm Longair’ın yaklaşık 520 sayfa olan, “The new Cosmic Century. A History of Astrophysics and Cosmology” Cambridge 2006, künyeli kitabını ele alalım. Bu kitapta, 1900–2000 yılları arasında, kitabın konusu olan alanlarda ve bunlara bağlı olan konulardaki en önemli bilimsel sonuçlar tartışılmış ve bu sonuçları ortaya koyanların adı, soyadı ve yaşadığı yıllar verilmiştir. Türk Cumhuriyetleri kökenliler içinde (Türkiye dahil), bu kitapta yalnızca benim adım geçmektedir. Oysa ki bu konularda çalışan bazıları TÜBA üyesi dahi olan bir sürü çalışanlarımız vardır.
Bilim ve eğitimle ilgili yukarıda söz ettiğimiz yetersizlikler, bizlerle iç-içe yaşayan Yahudilerde ve Ermenilerde çok daha az olduğundan, onlar sayılarının daha az olmasına rağmen Dünya bilimine ve teknolojilerine bizlerden daha fazla katkıda bulunmaktadırlar. Örneğin Sovyet bilimine ve tekniğine 1917–1987 yılları arasında en fazla katkısı olan işleri ve kişileri kapsayan “1917–1987 yılları arasında Sovyet bilimi ve tekniği. Vakayiname. Moskova. Nauka 1988” künyeli resmi kitap da Ermeni kökenli yirmi beş (25) kişinin adı geçerken, Türk Cumhuriyetleri kökenlilerden ‘birisi ben olmak üzere’ yalnızca iki (2) kişinin adı geçmektedir.
Kazan Tatarları içinden bu kitapta on bir (11) kişinin adı geçmektedir. Elbette onlar da Türk kökenliler ama Ruslarla, Moskova’ya yakınlıklarından dolayı, iç-içe yaşamaktadırlar. Yaklaşık bin yıllık etkileşimin sonucunda onlar Temel bilimlere ve teknolojiye tüm diğer Türklerden daha fazla katkıda bulunmuşlardır. Sovyetler Birliğinde yaşayan Kazan Tatarlarının sayısı Ermenilerin sayısından 1–2 milyon daha az idi. O zamanlar Sovyetler Birliğinde yaşayan Ermenilerin sayısı yaklaşık 6–7 milyon civarında idi. Bu örnek de kusurumuzun genetik olmadığını göstermektedir. Burada biz insanların eğitim, bilim ve kültür açısından genetik farklarının hiç (veya çok az) olmadığını söylemiyoruz. Bizim ön plana çıkarmak istediğimiz, toplumların ilgi ve değerleridir. Bizlerin kaliteli eğitime ve bilime neredeyse hiç değer vermediğimizi, bunların toplumun ve devlet kurumlarının ilgi alanı dışında kaldığını üzülerek belirtiyoruz.
Unutmamak gerekir ki bilime ve teknolojiye yapılan katkı toplumların (milletlerin) geleneklerine sıkı sıkıya bağlıdır. Örneğin bilime en fazla katkıda bulunanlar Yahudiler, teknolojiye ise Japonlardır. Şimdilerde İngilizler ve Almanlar, kişi başına bilime yaptıkları katkılarda Yahudilerden, teknolojiye yaptıkları katkılarda ise Japonlardan sonra gelirler. Avrupa’daki diğer toplumların, hem bilime hem de teknolojiye olan katkıları İngiltere’den ve Almanya’dan uzaklaştıkça (kuzey doğrultusu dışında) genel olarak azalır. Fransızlar ise fizikten daha çok matematiğe katkıda bulunmuşlardır.
Bizim insanlarımız da, Dünyanın geri kalan altı milyar insanı gibi, gözüyle görebildiği, dokunabildiği, kokusunu alabildiği, genelde elle tutulabilen somut şeylere değer veriyorlar. Gelişen teknolojinin temelinde duran bilimle, gözle görünmeyen teknoloji yenilikleriyle ve özellikle soyut düşünce ile doğrudan olarak pek ilgilenmeyiz. İnsanlarımız Dünyadaki küreselleşmeye bağlı olan kaçınılmaz süreçlerden (bankaların, fabrikaların, arazilerin satışlarından, özelleştirilmesinden) rahatsız olmaktadırlar ama nedense kurumlarımız, topluluklarımız, derneklerimiz eğitimin ve bilimin iyileştirmesini bu denli düşünmüyorlar. Doğada her zaman daha güçlü olan bitkiler ve hayvanlar zayıf olanların yaşam koşullarını zorlaştırmışlar ve bazen de ortadan kaldırmışlardır. Günümüzde ise en büyük güç yeni bilim ve teknoloji üretimindedir.
Sovyetler Birliğindeki insanların çocuklarının iyi eğitim alması için, kendi yaşamlarından kısarak para harcamaları yaygın idi. Türkiye’de de insanlar çocuklarına bir üniversite kazandırmak için çok çaba göstermektedirler, kendilerini ekonomik olarak zorlamaktadırlar. Ama söz konusu iyi eğitim ve bilim olduğunda, çok zengin aileler bile para harcamaya yanaşmamaktadırlar. Çocuklarının herhangi bir üniversiteyi bitirmesi asıl amaç olarak görülmekte, fakat temel bilimler alanında, ne bilim, ne de düşünce seviyesine pek gerek duyulmamaktadır. Doktora diplomasının Avrupa’dan veya Amerika’dan para gücüyle alınmasının da pek önemi yoktur, yeter ki diploma sahibi İngilizceyi iyi bilsin. Özel kolejler ve üniversiteler, genelde, çocukların keyifli ve farklı ortamlarda hayat geçirmesi ve iyi İngilizce öğrenmesi için değiller mi?
Türkiye’de İngilizce eğitim de çok tartışılan bir konudur. Bizler Türkçe eğitimi destekliyoruz. Birincisi eşit eğitim hakkı yurttaşlarımızın hepsi için olmalıdır, yani hem zengin, hem de düşük gelirliler için. İkincisi ise insanlar kendi dilinde anlatılanları daha iyi anlar, anlatır ve öğrendikleri konularda rahatça tartışabilirler. Ama hangi dilde olursa olsun asıl kaçınılması gereken, ezbercilik yolu ile öğretmek, öğrenmek; dersin özünü anlamamak ve düşünce geliştirmemektir. Ne yazık ki, bizde ne anlamak ne de düşünce geliştirmek amaçtır. Bu durumda iş kolaylaşır. Ne ders anlatanın kendisinin anlattığı konuyu anlamasına, ne de öğrencilerin anlamasına pek gerek kalmaz. Böyle olunca da dersin ana dilde olmamasının bir önemi de kalmaz. Diğer yandan İngilizce eğitimin avantajları ise, Dünyada en yaygın olan dili bilmenin getirdiği iletişim kolaylığı ve uluslararası kaynaklardan gerekli bilgileri kolayca elde etme imkânıdır.
Tabi ki ezberciliğin hiç önemi olmadığını savunmuyoruz. Ezbercilik hafızayı güçlendirir ve bu da çok önemlidir. Örneğin gündelik hayatımızda, özellikle anakentlerde adresleri (yolları) ezberlemek gibi yaşamımızı kolaylaştıran durumlarda ve çalışmalarımızda, bazı temel formülleri her seferinde dönüp bakmamak, zaman kazanmak için akılda tutmak kullanışlıdır. Hafızanın güçlenmesi için bizim eğitim programımız, imam hatip okulları ve özellikle üniversite sınavlarına hazırlık süreci yeteri kadar olanak sunmaktadır. Bunların arasında pek büyük bir fark da yoktur ve bu nedenle de normal okullar ile imam hatip okulları arasındaki farkın bu kadar ciddiyetle tartışılmasını da anlamak pek mümkün değildir.