Tabaktaki Leblebi

Sayı 25- Mutluluksuzluluk (Ocak 2010)

Aslında evliliğe çok yaklaştığı birkaç olgu yaşamıştı. Bunlardan bazılarında arkadaşı çok da içine sinmemişti. Birkaç durum ise iki tarafın da çok istemesine rağmen elde olmayan sebeplerden ötürü mutlu sona ulaşılamamıştı. Çok iyiler de oldu etrafında… Bir kısmı sadece hayallerini süsledi. Onlarla ilgilenemedi bile, o sıralar çok yoğundu. Bir kısmının da niyetinden hoşlanmamıştı zaten. Gözü kapalı “evet” diyeceği birkaç kişi de olmuştu. Onlara göstermesi gereken ilgiyi gösterdiğini de düşünüyordu. Ama sanki duygusal kördüler ve örtülü mesajlarını görmediler, anlamadılar. Daha farklı nasıl anlatabilirdi ki!

Ailesinin tavsiye ettikleri de olmuştu. Ama ailenin önemsediği ölçütlerle kendininkiler farklıydı. Bir kısmı hödüktü. Bir kısmı kendini beğenmiş ya da suratsızdı. Kanı kaynamadı. Her birinin hayatta önem verdiği şeyler kendisininkinden çok farklıydı. Yıllar sonra geriye baktığında kimin haklı olduğundan artık kuşku duyuyordu.

Birçoğunun aile değerleri ve davranışları kendi ailesinde örneklerini gördüğü tutum ve davranışlardan çok farklıydı. Onlarla evlense kendi evinde misafir gibi olacaktı.

Beğendiği erkeklerin hepsinin iyi özellikleri vardı ama aradığı özelliklerin hepsini birden taşıyan hiç kimse yoktu. Kariyer yapmıştı. Hayatını başarılı biçimde kurmuştu. Güzeldi. En iyiyi hak ettiğini düşünüyordu. Kendisi bir olimpiyat madalyasıydı ve en iyi olanın yüreğinin üstünde durmalıydı.

Alımlıydı. Çevresindeki erkeklerden sürekli beğeni ve arzu dolu sinyaller alıyordu. İşine gelmeyenlerin sinyallerini genellikle anlamazlıktan gelip başını çeviriyordu. Ancak yıllar ilerledikçe sinyalciler de değişiyordu. Ya evlilik yorgunu erkeklerin cinsel hayatlarına çeşni katma amaçlı meze arayışlarına ya da tecrübeli kadın arayan genç zamparaların bakışlarına hatta tacizlerine muhatap oluyordu. Bu davranışlar bazen tiksinti yaratsa bile beğenilmek hoşuna gidiyordu.

Yıllar geçtikçe onu hak edecek kişi bir türlü gelmedi. Gelir gibi oldu ama olmadı işte!

Bazen kadın arkadaşlarıyla aile, çocuk ve kocaları hakkında konuştuğu oluyor ve iç geçiriyordu. Hele sevimli çocuklar gördüğünde kendisinin anne olamadığından ötürü yüreği dağlanıyordu adeta. O anlarda bütün enerjisi boşalıyor kendisini bir pelte gibi ya da içi boşaltılmış bir poşet gibi buruşturulup bir köşeye fırlatılmış hissediyordu. İnsanlar ondaki cevheri neden görmüyordu?

Evli kadın arkadaşları nedense genellikle evliliğin kötü yanlarından söz ediyor, kocalarının hatta erkeklerin ne kadar hoyrat olduklarını anlatıyordu. Madem o kadar kötüyse neden katlandıklarını sorduğu da oluyordu. Galiba memnuniyet anlatılmıyor ama memnuniyetsizlik derhal paylaşılıyordu. Belki de kadınlar kocalarının kötü taraflarını ortaya koyarak onu kocalarından uzak tutuyorlardı. Kendisini örtülü bir rakip olarak görüyor, belki de kıskanıyorlardı… Bunu anlaması uzun zamanını almıştı. Oysa her şeye rağmen evlenme konusunda çekimser kalmasının sebeplerinden biri de evli arkadaşlarının bu anlatımlarıydı.

Evliliğini yürütemeyip ayrılan, travma geçirmiş boşanık kadınların eski kocalarının ne kadar iğrenç ve evliliğin ne kadar lanet olası bir kurum olduğuna ilişkin hikayeleri de onu evlilikten hayli soğutmuştu.

Kendisini daha çok işine vererek hayata karşı görevinden kaçıyordu. Son zamanlarda yıllar da çok hızlı akmaya başlamıştı. Ne çabuk geçiyor zaman. 40’larına gelmişti. Saçlarında aklar belirmiş, eskiden öylesine gittiği kuaföre artık zorunlu olarak gitmeye başlamıştı. Göz kenarındaki kaz ayakları da cabası.

İşinde çok başarılıydı ama doyurucu alkış istiyordu. Amirlerin kutlama ve plaketlerinin sadece daha çok iş üretmesini teşvik amaçlı olduğunu fark etmişti. Anlamlı ödüller istiyordu. Kendisi için değerli olan birilerinden takdir almayı çok isterdi. Sevgili bir eş, bir çocuk… Çocuğu için bir şeyler yapmak ve onun gözlerindeki hayranlık, gurur ve sevinci görmeyi ne de çok isterdi.

Hayatının giderek yavanlaştığını düşünüyordu. Gerçi düzeni iyiydi. Yaşam tarzından memnundu. Ama yine de bir şeylerin eksikliğini daha çok hissediyordu. İnsana özgü kişisel görevlerinden bazılarını yapamamış olmak ağrına gidiyordu. Öyle ya, insanlar doğar, büyür, ürer ve ölürlerdi. Ölüm için henüz erkendi ama ondan önceki için geç mi kalmıştı yoksa? İstiyordu ama olmuyordu işte. Bazen kendisini kuruyemiş tabağındaki leblebi gibi hissediyordu. Badem, fındık, fıstık ve diğer daha lezzetli yemişler yenmiş ve en sona kalmış leblebi gibi. “Ne berbat bir duygu bu böyle, hemen aklından çıkarmalı bu can sıkan örnekleri.” Hâlâ tabaktaydı ama leblebi olduğu için değil! Evlenmiş arkadaşlarının çoğundan daha iyi olduğunu ve daha iyi şeyleri hak etmiş olduğunu düşündü. Ama sonuç da ortadaydı.

İçten içe bir panik duygusu da yaşamıyor değildi. Damarlarında dolaşan bazı hormonların da azaldığını hissediyordu. Artık daha az arzuluydu. Buna rağmen bazen kabuslar görüyordu. Tanımadığı bir ateş basıyor, bunalıyor, bunalıyordu… Ne kötü!

Lise ya da üniversitedeki bazı arkadaşlarının çocuklarının üniversitede okuduklarını duyunca çok şaşırıyordu. “Nasıl olur, daha dün… Ben hala genç bir kızım. Okulu bitirdim, kariyer yapıp evleneceğim daha… İnanmıyorum.”

İşe başladığında birlikte çalıştığı bazı arkadaşları emekli oluyor ya da emekliliği düşünüyordu. “Ya ben? Emekli olursam ne yaparım? Anneciğim ve ilk aşkım babamla…”

Anne ya da baba ve ecel… Babanın kaybı ayrı dertler, annenin kaybı ayrı… Anne kaybedilmişse baba yeniden evlenmeye çalışır. “Ah baba!… Anneme ve hele de bana nasıl yaparsın bu ihaneti? Annemin yatağında babamla birlikte yatan yabancı bir kadın varken bu evde nasıl kalırım? Babam evlenmek için benim evden gitmemi mi istiyor yoksa?”

“Evlenmeliyim. Sadece kendi çabamla olmayacak galiba bu iş. Eşe dosta da haber salmalıyım, bana birini bulmaları için. Allah kahretsin! Bütün iyi adamlar evli. Evlenmemiş doğru dürüst biri yok. Bekarların bir kısmı hayatta dikiş tutturamamış insanlar. Ne haltlar karıştırmış, nasıl da düzensiz disiplinsiz yaşamışlardır kim bilir. Bu yaştan sonra aile disiplinine girerler mi acaba? Neden evlenmemişler acaba? Şimdiye kadar bir kadın onu evlenmeye değer bulmamış olabilir mi? Bir bildikleri olmalı. Boşanmış olanlar var. Biraz işe yarar olanlar da çocuklu. Ne yani, çocuklu bir adamın bilmem kaçıncı eşi mi olacağım? Hiç bile! Ama diğerleri de kaşarlanmış, maganda, hödük, hayatını beyhude geçirmiş, yaşam enerjisi bitmiş… Benim gibi bir altın madalya onlara takılır mı? Ben kimlere hayır demiş biriyim. Allah’tan reva mı bu şimdi? Öte yandan, birisine basamak olmadıkça onun bana merdiven olmasını nasıl bekleyebilirim?”

“Neyse, evlenmeliyim. Belki bebek yapar ya da bir kimsesiz çocuğu sahiplenirim. Olmasa bile evde tek başına kalmamalıyım, bir can yoldaşım olmalı.” Televizyondaki evlilik programları dikkatini çekiyor. O da ne? “Benim yaşımdaki kadınlara 60 yaşındaki erkekler talip oluyor. Yelkenleri indirsem iyi olacak. Anlaşıldı, bu yaşta çöpsüz üzüm bulmak zor. Ama benim iyi bir düzenim, sevdiğim işim, arkadaşlarım, dostlarım var. Bari düzenimi bozmayacak biri olsa. Şehir değiştiremem. Hatta evi bile değiştirmesem, gelse, yanıma yerleşse, içgüveysi gibi. Bu yaştan sonra alışkanlıklarımı değiştirecek enerjim de yok. Ama iktidarı elinden alınmış bir içgüveysiden de nasıl bir eş olur ki?”

“Genellikle ununu elemiş, eleği asmış kişiler çıkıyor ortaya. Bunlarla hayat geçmez. İdealleri olan “mavi gözlü devlere” de katlanamam. Kendimi birilerinin mücadelesi içinde bulmak istemiyorum. Bahçesinde ebruli açan küçük bir evi olsun yeter. Davetlere ve arkadaşların çocuklarının düğünlerine giderken yanımda bulunan biri olsun yeter bana. Bir de hastalanmaktan, hastayken yalnız kalmaktan korkuyorum, yanımda biri olsun… Çok şey mi istiyorum?”

Çocuklu adamın çocukları sorun yaratır mı? Büyümüşlerdir, çekip gider kendi hayatlarını yaşarlar. Belki de hazır çocuk sahibi olmanın iyi tarafları vardır. Bir düşünmeliyim. Bazıları yuvadan çocuk alıyorlar! Ama?

“Allah kahretsin! Yok işte, uygun birisi yok. Yok! Erkekler de benim düşündüklerimi düşünüyor. Onlar da kendi alışkanlıklarını bozmayacak ama yatağını ısıtacak hatta kendisine bakacak birini arıyorlar. Uzlaşarak ortada bir yerde buluşmak bile bana göre değil. Ben hayatımı hep özgür yaşadım, katlanamamaktan korkuyorum. Evlenmekten vazgeçsem iyi olacak. Hem, evlenmeyi istedim işte. Olmadı, ne yapayım…”

“Gerçekten istedim mi yoksa kendimi mi kandırdım? Keşke onun çığlığına kulak tıkamasaydım. Nasıl da içtendi. Ailesini uzaktan da olsa tanıyordum; aynı kültürdendik. Konuşacak ortak birçok konumuz vardı. Kim bilir nasıl bir perişanlık yaşamıştı… Dinleyip anlamadım bile… Annem derdi ki, sev seni seveni yere yeksan ise… Ya o, ona da ne kadar soğuk davranmıştım. Beni yakından tanımadığı halde neden ısrarcı oldu acaba, bildikleri neydi, sezgileri neden ona bunu yaptırdı? Ah anne, ne olur beni bırakmasaydın da sana danışsaydım. Ben mırın kırın etsem de biraz beni iteleyip, zorlasaydın… Bu kararın sorumluluğunu tek başıma kaldıracak kadar gücüm yok!”

“Akrabalarımı dinleyip onların uygun bulduğu birisiyle gözü kapalı evlensem mi acaba? Nasıl ki her malın alıcısı varsa, her insanın da bir münasibi vardır.” İnternetten mi arasam? Adı bile sahte olan biriyle… Saçmalık!” Anne babası ne kadar da erken evlenmişti. Bildiği kadarıyla gayet de mutluydular. Şimdiki evlilikler neden hep sorunluydu? Ters giden neydi? “Belki de eski evliliklerde çiftler her türlü özelliklerini bildikleri bir çevredendi. Oysa hayat beni bambaşka anlayış, değer yargısı ve aile kültürü olan insanlar arasına savurdu. Benim evlenmem onlarınki kadar kolay değil.”

“Hayatla hep tek başıma mücadele ettim. Erkeklerle ve onların kurallarıyla yarıştım. Yoruldum ama ezilmedim. Erkekleştim mi yoksa? Bundan sonrasında da evlenmesem mi?”

– Ne kadar zor bir şey şu evlenmek…

Bir yerden başlamalı. Başlamak için hiçbir zaman geç değildir.

Ama nereden ve nasıl?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir