ÖZET
Öğretim programında belirtilen amaçlara ulaşmak sınıflarda yapılan etkinliklerin niteliğine bağlıdır. Bu ise öğretmenin sınıfı yönetmedeki etkililiğini gündeme getirir. Öğrenme için birçok şeyin olumlu olması yetmez. Öğretmenin öğrencileri tanıması gerekir. Bu tanıma hem öğrenciyi birey olarak hem de onu bir grubun üyesi olarak tanımadır.
Sınıfa yansıyan özellikler bakımından derslikte birçok grup bulunabilir. Bunlar düzey ve ilgi grupları olarak ayrılabileceği gibi daha ayrıntılı olarak hazır bulunuşluğuna, başarı düzeyine, öğrenme hızına, uyum derecesine, korunmaya muhtaçlığına, özel eğitim ihtiyacına, hastalıklarına, suç işleme eğilimlerine, davranış bozukluğuna, katıldıkları akran grubuna göre de sınıflandırılabilirler.
Öğretmen sınıf yönetimindeki başarısını artırmak için öğrencilerin hangi grup/gruplar içinde yer aldığını ve bu grupların özelliklerini bilerek, psikolojik danışman ve ailelerle işbirliği yaparak eğitim çalışmalarını sürdürmelidir.
Giriş
Sınıf yönetimi, eğitim-öğretim çevresi nasıl düzenlenmeli ki, bütün öğrenciler işlenen konunun tamamını öğrensinler sorusuna cevap arar. Bir başka deyişle, bütün öğrencilerin sınavlarda tam puan alması için eğitim durumlarının düzenlenmesidir.Oysa yapılan ölçme ve değerlendirmelerde her öğrenci tam puan alamaz. Bunun anlamı sınıfı etkileyen değişkenlerden bazılarının öğrenme kayıplarına yol açtığıdır. Öğrencilerin kişisel özellikleri de öğrenme kayıplarına yol açabilir. Aşağıda sınıftaki bazı özel grupların sınıfa getirdikleri özelliklerinin sınafa yansıması üzerinde durulmaktadır.
Sınıflarda bir ya da birden çok özelliği olan, değişik gruplarda yer edinebilen öğrenciler bulunmaktadır. Değişik gruplar, öğrencilerdeki bireysel farklılıklardan ve birbirini tamamlayan ortak algıya sahip olan öğrencilerin yakınlaşmasından kaynaklanan bir olgudur. Her özellik ya da nitelik bakımından benzeşik (homojen) öğrencilerden oluşan sınıf bulmak olanaksızdır. Seçme sınavıyla öğrenci alan okullarda bile sınıflardaki öğrenciler benzeşik değildir. Örneğin Anadolu Liseleri, Fen Liseleri ya da üniversitelerde benzer puan türüne göre birbirine çok yakın puanla aynı sınıfa yerleştirilen öğrenciler bile benzeşik olmazlar. Dolayısıyla her sınıfta farklı gruplar vardır. Gruplar özelliklerini sınıfa da taşır ve öğrenme sürecini etkilerler.
Aşağıda görüleceği gibi öğrenciler, sınıfa yansıyan özellikleri bakımından sınıflanarak benzer özellikler gösteren ve gruplaşanlar tanımlanabilir, öğretmenin sınıf yönetiminin amaçları bakımından bunları nasıl değerlendirileceği üzerinde yorum yapılabilir.
Hazır bulunuşluk düzeyine göre öğrenciler
Sınıftaki öğrenciler, “hazır bulunanlar”, “geçiş dönemindekiler” ve “yeterince hazır bulunmayanlar” olarak sınıflandırılabilir. Hazır bulunuşluk bireyin önceki öğrenmeleri, ilgi tutum, güdülenmişlik düzeyi, yeteneği ve genel sağlık durumunu kapsayan bir kavramdır[2]. Öğrenciler, uygun çevresel ortam bulamadıklarında, gizilgüçlerini beklenen oranda geliştiremez ya da farklı oranlarda geliştirebilirler. Bunda zekâ, yetenek gibi bireysel giriş davranışlarındaki farklılıkların da etkisi olabilir. Sonuçta sınıfta farklı hazır bulunuş düzeyinde öğrenciler bulunur. Örneğin ilköğretim birinci sınıfta ilk günlerde bazı öğrenciler kalem tutamaz, doğru tümceler kuramazken, bazılar okuma yazmayı öğrenmiş, çok sözcüklü tümceler kurabilir haldedir. Elbette bu düzey farklılıkları sınıf yönetimine türlü biçimlerde yansıyacaktır. Öğrencinin hazır bulunuş düzeyini bilmek onun neleri öğrenmesi gerektiğini ve nasıl öğreneceğini öğretmeyi sağlayacaktır. Bunu bilmeden yapılacak eğitim, en azından, önceki öğrenmelerle bağlantı kurulamayacağından, öğrencide beklenen erişi sağlanamaz.
Başarı düzeyine göre öğrenciler
“Üstün başarılılar”, “orta düzeydekiler”, “başarısızlar” gibi kesin çizgileri belli olmayan bir sınıflama yapmak mümkündür. Bu sınıflama aleni değil, öğretmenin kafasındadır. Öğretmenin kafasındaki bu sınıflamayı öğrenciler değişik biçimlerde hissederler. Onlar da kendilerini “çalışkanlar”, “tembeller” olarak sınıflar ve kendilerini de bunlardan birinin içine yerleştirir. Sınav sonuçları ise bu tür sınıflamaları resmileştirir.
Öğrencinin başarı düzeyini ailenin sosyoekonomik durumu, zekâ, ön öğrenmeleri, okula ve derslere karşı tutumu gibi birçok şey etkiler. Ancak dikkat edilmesi gereken, bir öğrencinin bütün derslerde, yaşamın tüm alanlarında başarısız olamayacağıdır. Öğretmen öğrencinin başarılı olduğu alanları bularak ya da ona buldurarak gelişmesini sağlamayı amaçlamalıdır.
Başarı sınıflaması genellikle öğretmeni ve öğrencileri etkiler. Başarısızlar arasında yer alan bir öğrenci zamanla durumunu kanıksar ve başarmak için gereken performansı gösteremeyebilir. Öğretmenin de beklentisi o yönde gelişirse, öğrencinin oluşan bu “kast sistemini” aşması adeta olanaksızlaşır. Çünkü bu arada öğrenci akademik benlik tasarımını yapmıştır. Öğretmenin yüksek beklentisi olmaz ve öğrenciyi başarısızlığa iten sebepler ortadan kaldırılmazsa öğrenci çaresizliği öğrenerek bunun kaderi olduğunu düşünür.
Sınıflarda hem yetenekli hem de başarılı öğrenciler bulunur. Bazen yetenekliler uygun çalışma ortamı ve güdü bulamadıklarından, öğrenmeyi bilmediklerinden yeterince başarılı olmayabilirler. Bazen de aslında konu alanında yetenekli olmadıkları halde iyi güdülendikleri ve çalıştıkları için başarılı olan öğrenciler vardır.
Zeki ve yaratıcı öğrenciler öğretmenlerin beklediği standart davranış kalıplarına uymaz ve genellikle öğretmenler bu öğrencileri yaramaz, ilgisiz, zekâ özürlü olarak nitelerler. Bu yaklaşım diğer öğrencileri kalıpladığı gibi zeki ve yaratıcı öğrencilerin de ilgi ve güdülerini yok ederek eğitim dışına itebilir. Öğretmen zeki ve yaratıcı öğrenciyle uyumsuz olan öğrenciyi ayırabilmelidir.
Öğrenme hızına göre öğrenciler
“Hızlı öğrenenler”, “normal hızda öğrenenler”, “ağır öğrenenler” olarak kesin sınırları belli olmayan bir sınıflama yapılabilir. Bu durum bireysel ve sosyo ekonomik düzey farklılıklarından kaynaklanabilir. Bazı öğrenciler konuyu hemen kavrarken, bazıları tekrarlar yoluyla, öğrenmeyi daha geniş zamana yayarak, başka yöntem ve teknikleri işe katarak ancak kavrayabilirler. İşlenen konuları bazı öğrenciler dinleyerek, bazıları daha görsel ağırlıklı oldukları için okuyarak, görerek kavrarlar. Bunlar sınıflarda farklılıklar yaratır ve öğretmenin dersi yönetmesini etkiler.
Uyumsuz çocuklar
Uyumsuz çocuklar, kendi benliğiyle ve çevresiyle dengeli ve etkili ilişki kurma, geliştirme ve sürdürmede güçlük çeken, bu yüzden gelişmeleri sekteye uğrayan ve çevresindekilerin olağan ilişkileriyle düzeltilemeyen davranış kalıplarına sahip olan çocuklardır[3]. Bu çocuklar çok çabuk sinirlenen, huzursuz, aşırı kıskanç, aşırı hırslı, utangaç, korkak, güvensiz, hassas okula ilgisiz ve derslerde başarısızlık özelliklerinin bazılarını ya da birkaçını sürekli gösterir.
Bazı öğrenciler elinde olmayan nedenlerden ötürü arkadaşlarıyla anlaşmakta zorlanabilir, sorun yaratabilir ve çevrelerinde istenmeyen kişi olurlar. Zeki ama sosyal uyumsuzluğu olanlar, bedensel olarak normal, ruhsal olarak uyumsuz olanlar, beden-ruh-zeka-sosyal bakımdan iyi, okulda uyumsuz olanlar ve beyin özürlü (havale, travma, doğumdan..) olan uyumsuz öğrenciler sınıflarda bulunabilir. Bunlardan bazıları özel eğitim okullarına gönderilirken, durumu normal eğitim içinde sürdürebilecek olanlar her sınıfta bulunabilirler. Bu öğrencilerin bazıları ilköğretim sonrası eğitime devam etmeyebilirler.
Uyumsuzluk, biyolojik, psikolojik, sosyoekonomik, bedensel, kalıtımsal ve eğitimsel kaynaklı olabilir. Öncelikle uyumsuzluğun kaynağı bulunmalıdır. Sorunun kaynağı bilinirse çözümü kolaylaşır.
Korunmaya muhtaç çocuklar
Bazı çocuklar çok değişik nedenlerden dolayı korunmak zorunda olabilir. Örneğin, yetiştirme yurdunda kalanlar, sokak çocukları, çalışmak zorunda olan çocuklar, öksüz ve/veya yetim çocuklar, anne babası ayrı yaşayan (boşanmış, başkalarıyla evlenmiş) çocuklar, ailesi yoksul olan çocuklar (çocuğuna bakamayacak durumda), anne babası tutuklu olanlar, anne babası kötü ün yapmış olanlar ve anne babası yurtdışında olan ya da ebeveynleri sürekli seyahat gerektiren işte çalışan çocuklar bu gruba girer. Bu özellikleri taşımayan öğrencilerle aynı sınıfta bulunan çocuklar ilgi ve dikkat çekmek için meşru olmayan, abartılı davranışlar sergileyebilirler. Normal davranış kalıplarını gösteren modellerden yoksunluk ve sevgi gereksinimi de buna kaynaklık edebilir.
Güvenlik gereksinimi olan çocuklar da bu grupta sayılabilir. Bunlar, düşmanı olan, tehditler alan aile çocukları ve kaçırılma riski olan çocuklardır. Bu çocuklar içinde bulundukları güvensizlik ortamından etkilenerek korku ve kaygılarıyla sınıfa gelirler. Kimseye güvenemediklerinden arkadaşlık kurmada, işbirliği yapmada, birileriyle dayanışma içinde olmada sorun yaşarlar. Bu çocukların aileleri de benzer kaygılar içinde olduklarından yeterli aile desteği de bulamazlar.
Özel eğitime gereksinim duyanlar
Bir okuldaki öğrencilerin yaklaşık % 14’ü herhangi bir tür ve dereceyle özel eğitime gereksinim duyduğu, yani otuz kişilik bir sınıfta yaklaşık dört öğrencinin potansiyel özel eğitime muhtaç çocuk olduğu belirtilmektedir [4].
Sınıf yönetiminde başarı için öğretmen özel eğitime gereksinim duyan öğrencilerin sorunlarına empatiyle yaklaşması, sorunları kendi sorunu gibi düşünebilmesi gerekir.
Özel öğrenme güçlüğü olan öğrenciler; öğrencinin bilgi ediniminde, bilginin örgütlenmesi ve davranış olarak gösterilmesinde güçlük yaşayan ve bunun ortaya çıkardığı sorunlara sahip öğrencilerdir.
Öğrenme güçlüğü bireyden ve çevreden kaynaklanabilir. Bireyden kaynaklanan nedenler arasında zekâ geriliği, gelişimsel bozukluklar, duygusal özürler, duygusal sorunlar, nörolojik özürler, ortopedik özürler, hiperaktivite ve dikkat eksikliği ile süreğen hastalıklar sayılabilir. Çevreden kaynaklanan nedenler ise aile içi çatışmalar, sosyokültürel yetersizlikler, ekonomik dezavantaj, travma sonrası stres bozukluğu, okul-öğretmen kaynaklı sorunlar ve eğitim programından doğan güçlüklerdir[5]. Öğrenme güçlüğü erkeklerde kızlara oranla üç ilâ on kat daha fazla görünmektedir. Ancak Vinci, Edison, Einstein, Rodin, Picasso ve Walt Disney’in de öğrenme bozukluğu olan kişiler olduğu unutulmamalıdır.
Özel eğitime gereksinim duyan diğer gruplar ise; eğitilebilirler, öğretilebilirler, üstün yetenekliler, görme engelliler, işitme engelliler, konuşma engelliler ve ortopedik engellilerdir.
Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre engelli nüfusun genel nüfusa oranı % 14’tür. Engel gruplarına dağılımı ise; görme % 0.2, işitme % 0.6, ortopedik % 1.4, zihinsel % 2.3, uyumsuz % 1, süreğen hastalık % 1, konuşma güçlüğü % 3.5, üstün ve özel yetenekliler % 2, korunmaya muhtaç % 2’dir.
Hasta öğrenciler
Öğrencilerin sınıf içi davranışlarını sınıf dışından kaynaklanan birçok sebep etkileyebilir. Bu sebeplerden biri de onların sağlıklarıdır. Çocuklar kalıtsal bazı engellerle ya da doğum sırasında geçirilen travmalara bağlı olarak sakat doğabilirler. Doğum sonrasında çevresel etkenlerle süreğen ya da geçici hastalıklara sahip olabilirler. Bu durum onlarda fiziksel ya da ruhsal izler bırakabilir. Bu etkiler çocuk öğrenci olarak okula geldiğinde sınıfa taşınır.
Hastalık, kaza ve yaralanmalar çocuklarda genellikle ruhsal örselenmelere yol açar. Ruhsal örselenmede ona yol açanın şiddeti, çocuğun gelişim aşaması ve bireysel dayanıklılığı etkilenmenin derecesini belirler.
Hastalıklar bakımından iki farklı durum vardır; süreğen (kronik) ve geçici, tedavi edilebilir hastalıklar. Geçici ya da tedavi edilebilir hastalıklar ateşlenme, grip, zatürree, bronşit gibi hastalıklar ya da ameliyatla giderilebilecek rahatsızlıklardır. Süreğen hastalıklar ise böbrek hastalığı, kanser, şeker, astım ve sara gibi hastalıklardır. Süreğen hastalıklarda öğrencilerin derse devamında da sorunlar ortaya çıkar. Hastalıklara göre çeşitli sorunlar yaşanabilir. Örneğin astımlı öğrenciler nem oranı yüksek olan günlerde, ilkbahar ve sonbaharda polenlerin yoğun olduğu zamanlarda sıkıntı yaşarlar. Sınıf ve tebeşir tozu onları rahatsız eder.
Çocuk sağlığı ve hastalıkları alanındaki çalışmalar, tüm çocukların yüzde 18’inde duygu ve davranış sorunları olduğunu gösterir… Kronik hastalığı olan çocuklarda ise bu tip sorunlar yüzde 20 oranının üstüne çıkar… Eğer kronik hastalık sonucu fiziksel yetersizlikler söz konusu ise ruhsal sorun olasılığı daha da artar [6]. Gençlerde (14-22 yaş) de buna yakın bir oran bulunmaktadır. Gençlerin yaklaşık yüzde 15-17’sinin çeşitli kaygılarla bunalımlı bir dönem yaşadıkları ortaya konmuştur [7].
Hastalık süresince öğrenci okula gelemez ve derslerden geri kalır. Sınıftaki hasta öğrencinin ciddi biçimde derse güdülenememe sorunu bulunmaktadır. Doğrusu hasta öğrencilerin yatarak, dinlenerek tedavi görmesidir. Ancak devamsızlık ya da derslerden geri kalma kaygısı öğrenciyi okula taşıyabilir. Rengi solmuş, halsiz, öksürüp hapşıran, dersle/konuyla ilgilenmeyen bir öğrenciyle ders işlemek hiçbir öğretmeni mutlu etmez. Bu bağlamda değerlendirilebilecek bir durum da ayakta ilaçlı tedavi gördüğü için derse gelen öğrencidir. Bazı ilaçlar yoğunlaşma (konsantrasyon) kaybı ve uyku haline yol açmaktadır. Öğrencisinin sağlığıyla ilgilenen ve onun aldığı ilaçların yan etkilerini bilen öğretmen böylesi öğrencileri yakınında bulundurmalı ve gözlemelidir.
Hasta haliyle okula gelen öğrenci eğer bulaşıcı bir hastalık taşıyorsa, diğer öğrencilere de bulaştırma riski vardır ve bu risk oldukça yüksektir. Ayrıca hastalık sadece hasta olan öğrenciyi değil, diğerlerini de üzüntü, acıma ve hastalanma korkusu yoluyla etkiler. Öğretmen, arkadaşlarının hastalığına üzülen öğrencileri de yatıştırmalı, hatta bundan yararlanarak fırsat eğitimi yapmalıdır. Bunlar dersin amacına ulaşmasını, dolayısıyla sınıf yönetimini etkiler.
Şişmanlık, enerji alımının enerji tüketiminden daha fazla olması ve bedende yağ dokusunun artmasıyla ortaya çıkan tıbbi, psikolojik ve sosyal sorunlar çıkaran bir hastalıktır. Özellikle ergenlik çağındaki çocuklar üzerinde ciddi kalıcı etkiler yaratmakta, sorunlar sınıfa da yansımaktadır.
Engelli, hasta ya da benzer farklılıkları olan öğrencilerin aynı sınıfta bulunmaları (kaynaştırma) sadece sorunlar yaratmaz. Aynı zamanda öğrenme fırsatlarına da yol açar. Engelli ya da süreğen hastalıklı öğrencilerin soyutlanmaları önlenir, diğer öğrenciler de toplumda bulunan farklı özellikteki insanları tanıması sağlanır.
Suç işlemeye eğilimli çocuklar
Bu çocuklar zorba, saldırgan, şiddete eğilimli çete ve kliklerdeki öğrenciler, tutuklu, hükümlü ve suç işlemeye yatkın olan, öylesi bir potansiyeli bulunan öğrencilerdir.
İnsan kalıtım ve çevrenin ürünüdür. İnsan yavrusu büyüdükçe kalıtımla getirdiği gizilgüçler açılımını yapar. İçinde yaşadığı çevrenin kültürünü eğitim yoluyla özümseyerek insanlaşır. Bu süreçte kalıtımdan gelen biyolojik ve fizyolojik özellikler hatta iç salgı bezlerinin salgıladığı hormonlar bireyin davranışlarına yön verir. Bazı kişilerin daha kolay suç işlemesinin ya da suç işlemeye eğilimli olmasının kalıtımsal nedeni, bazı bireylerin diğerlerinden farklı özelliklerle doğmasıdır.
Kişilik, huy, mizaç, yetiştirilme tarzı, ailenin sosyo-ekonomik düzeyi, yaşam koşulları, çocuğun model aldığı kişinin niteliği, medya, değerler sistemi gibi birçok çevresel etken de çocuğu suç işlemeye eğilimli yapabilir.
Aslında hiçbir çocuk “bir suç bulsam da işlesem” arayışında değildir. Suça itilmiş, haksızlığa uğramış, istismar edilmiş, bastırılmış, duyguları örselenmiş, isyankâr ve öfkesini kontrol edemeyen çocuklar kolaylıkla kendilerini suçun içinde bulabilirler. Sınıfa yansıması bakımından ilk dikkati çeken zorba davranışlardır.
Okul zorbalığı, bir ya da birden çok öğrencinin kendilerinden daha güçsüz öğrencileri kasıtlı olarak rahatsız etmesiyle sonuçlanan ve kurbanın kendisini koruyamayacak durumda olduğu bir saldırganlık türüdür. Okul zorbalığı, tekme atma, tokat vurma, itme, çekme gibi fiziksel, sataşma, alay etme, dalga geçme, kızdırma, hoşa gitmeyen isim takma, küçük düşürücü sözler söyleme gibi sözel, dedikodu ve söylenti çıkarıp yayma, arkadaş grubundan dışlayarak yalnızlığa terk etme gibi dolaylı ya da para veya diğer eşyalarını zorla alma, almakla tehdit etme, eşyalarına zarar verme gibi davranışlardır[8]. Okullarda zorbalığa uğrayan öğrencilerin oranı % 4 ile % 50 arasında değişmektedir.[9] Hem zorbalık yapan hem de zorbalığa uğrayan öğrencilerin önemli bir bölümünü erkekler oluşturmaktadır.[10]
Şiddet ve zorbalığa uğrayan öğrenciler için okul kaygı verici, korku yaratıcı, mutsuzluğun hakim olduğu itici bir yer haline gelmektedir. Buna maruz kalan öğrencilerin akademik performansı düşmekte, özgüvenleri sarsılmakta, özsaygıları olumsuz yönde etkilenmekte, okuldan kaçma ve devamsızlık yapma davranışları görülmektedir.
Saldırganlık, şiddet ve zorbalığın sonuçları konusunda okul personeli ve veliler bilgilendirilmeli, duyarlıkları artırılmalı, önleyici disiplin çalışmaları yapılmalıdır. Rehberlik servisi ve psikolog gibi uzmanlardan mutlaka yardım alınmalıdır.
Davranış bozukluğu olanlar
Davranış bozuklukları tikli öğrenciler, sabırsızlar, muhalifler, kötü söz söyleyenler, hareketlerini kontrol edemeyenler, psikotikler ve nevrotikler olarak sınıflandırılır.
Gençlerde davranış bozukluğu ailesel, sosyokültürel, psikolojik, sosyal, biyolojik ve psikodinamik etmenlerden kaynaklanır. Canat [11] bu etmenleri özetle şöyle açıklamaktadır:
Ailesel etmenler, genelde kentli, düşük sosyoekonomik düzeyden gelen, parçalanmış aile çocuklarında davranış bozukluğu artar. Aile üyelerinin çocuğa karşı gösterdiği tutarsız ilgi ve hoşgörü de davranış bozukluğuna yol açmaktadır. Hiçbir biçimde sınır konmamış çocuklar gerekli kuralları, dürtü ve duygularını denetlemeyi öğrenmede yetersiz kalmaktadırlar. Bu durum gençlik döneminde saldırgan, yıkıcı ve disiplinsiz davranışlarla kendini göstermekte, genç reddedilmektedir. Bu sonuç da davranış bozukluğunun gelişmesine yol açar.
Sosyokültürel yoksunluk, çocukların toplumda meşru yollardan gereksinimlerini karşılayamamaları ve statü elde edememelerine, böylece onları toplumun onaylamadığı yollardan amaçlarına ulaşmaya sevk etmesidir.
Psikolojik etmenler, çocukların rol modelleri zayıf ve genellikle değişken olduğunda toplumsal normları benimsemede yetersiz kalmalarıdır. Karmaşık ve çapraşık aile ilişkilerinin egemen olduğu aile ortamları bunun nedenidir.
Sosyal etmenler, travmatik ve düzensiz bir aile ve sosyal çevre davranış bozukluğu oluşturan nedenlerdendir. Davranış bozukluğu çevreden öğrenilir.
Biyolojik etmenler, kalıtım ve çevre etkileşimi de davranış bozukluğuna yol açar. Ayrıca biyokimyasal özellikler de etkili olur. Beyin omurilik sıvısında seratonin ve plazmada dopamini noradrenaline çeviren dopamin enziminin azlığı ile saldırganlık, yineleyici suç davranışı gibi sonuçlar oluşur.
Psikodinamik etmenler ise saldırganlığın kaygıya karşı bir savunma olarak geliştirilmesi ya da üstü kapalı mazohistik eğilim veya karşıt fobi ve saldırganla özdeşim yapmakla ilgili ortaya çıkan davranışlardır.
Davranış bozukluğu aniden ortaya çıkmaz. Önceden basit belirtiler gösterir. Belirtileri akranlarını tehdit, fiziksel saldırı, acımasızlık, yetişkinlere sözle sataşma, öfke, zıtlaşma, sürekli yalan söyleme, hırsızlık…[12] gibi davranışlardır. Davranış bozukluğu olan öğrenciler arkadaşları ve öğretmenleri tarafından sevilmez ve dışlanırlar. Bu öğrencilerin kurduğu arkadaşlıkları sürdürebilme konusunda desteklenmesi ve spora yönlendirilerek deşarj olmaları sağlanmalıdır. Elbette bu duruma yol açan nedenleri ortadan kaldırmak, psikolojik yardım sağlamak ve aile desteği almak çok önemlidir.
Akran grupları
Öğrenciler siyasi gruplar, çeteler, ilgi grupları, takım taraftarları, hemşehriler, kızlar, erkekler gibi ortak noktalarına göre de sınıf içinde gruplaşabilirler. Bunlar bazen okulda ancak daha çok okul dışında oluşan gruplardır. Sınıfta da varlıklarını duruma göre ortak tavır alarak gösterebilirler. Okulun düzeyine göre bu grupların niteliği ve daha görünür oluşu değişebilmektedir.
Akran grupları, öğrencinin yakın çevresini oluşturan ve onun kişiliğinin gelişiminde önemli rolü olan yaşıtlarından oluşan gruptur. Özellikle ilköğretimin ikinci kademesinden itibaren daha çok görünür olmaya başlar ve her yaşta bireyin gereksinim duyduğu işlevleri karşılar. Akran gruplarının olumlu ve olumsuz işlevleri vardır.
Hartup, sağlıklı gelişim için her çocuğun iki tip ilişkiye gereksinim gösterdiğini öne sürmüştür; dikey ve yatay ilişkiler. Dikey ilişki, çocuğun kendisinden daha fazla sosyal güç ve bilgiye sahip olan biriyle ya da yetişkinle kurduğu bağdır. Bu ilişki eşit değil, tamamlayıcı özellik gösterir. Yatay ilişki ise, çocuğun gelişim düzeyi kendisine benzeyen biri ya da akranı ile kurduğu bağdır. Bu ilişki eşit ve dengeli bir özellik gösterir [13]. Dolayısıyla öğrencilerin bir grubun içinde yer alması doğaldır. Dahası buna gereksinimleri vardır ve hiçbir gruba giremeyenlere de dikkat etmek gerekir.
Gruplar, öğretim sürecini olumsuz etkileme potansiyeline de sahiptir. Ancak sınıf ortamlarında, öğretmen-öğrenci ve öğrenci-öğrenci etkileşimi sonucunda yaşanan duygular ve öğrencilerin bunlarla baş etmede kullandıkları bu yöntemlerin neler olduğu ve neden kaynaklandığını anlamaları, grup etkileşimlerini olumluya dönüştürmede önemli fırsatlar sağlayabilir[14].
Sonuç
Yukarıda sıralanıp kısaca betimlenen gruplara başkaları da eklenebilir. Aynı derslikte çok zengin ve çok yoksul aile çocukları, sosyal statü farklılıkları, kültürel farklılıkları (dinsel, mezhepsel, etnik, köylü, kentli) olan öğrenciler bulunabilir. Elbette bunlar bir takım çekişme hatta çatışma durumları yaratabileceği gibi yeni öğrenme fırsatları da yaratabilirler. Örneğin yetişkinliğinde toplumda bir arada yaşayacağı kendisi gibi olmayanları tanıyabilir, empati kurmayı öğrenebilir, daha üst amaçlar için (ulusal konular gibi) uzlaşma ve dayanışma içinde olmaları gerektiğini öğrenebilirler. Bunu başaracak olan okulun eğitici personelinin kapsamlı bir insan ve toplum bilgisidir. Tabii ki, eğitimciler veli, psikolojik danışman ve rehberlik hizmetlerini de yanına almalıdırlar.
Sınıflar toplumun küçük örneğidir. Toplumda kimler, hangi özellikleriyle varsa onların benzerlerini sınıflarda bulabiliriz. Yukarıda sıralanan ve kısaca özellikleri açıklanan gruplar, özelliklerini sınıfa yansıtır ve bu yansımalar öğretmenin sınıf yönetimi tarzını, amaç ve işleyişini etkilerler. Öğretmen, bir üyesi olduğu sınıf örgütünün amaçlarına ulaşmasına rehberlik eden bir lider olarak, onların sınıf içinde nasıl davranış gösterebileceklerini bilmelidir. Bu grupların ya da bu gruplara girebilecek bireylerin özellik ve davranışlarını bilmeyen, kestiremeyen öğretmenin sınıf yönetimi davranışı büyük olasılıkla olumsuz etkilenecektir. Böylesi bir sonuç sınıftaki herkes için istenmeyen sonuçlar doğurur. Sınıf yöneticileri, öğrenci tanıma tekniklerini kullanarak öğrencilerini tanımak ve grup dinamiğinin gruplar üzerinde yarattığı etkinin farkında olmak durumundadırlar. Öğretmenler, olumsuzlukları ortadan kaldırmak ya da azaltmak için aile ile birlikte rehberlik servisinin yardımını almalıdırlar. Temel bir yaklaşım olarak sonuçlarla uğraşmak yerine, o sonuca yol açan sebepleri bulup, sebebi ortadan kaldırmaya çalışmak benimsenmelidir.
KAYNAKÇA
Akınoğlu, Orhan. 2002 “Sınıfta Grup Etkileşimi” Sınıf Yönetimi. (Ed. Zeki Kaya) Ankara: Pegem A Yayıncılık.
Canat, Saynur. 1999. “Adolesanlarda Davranış Bozukluğu”. Ben Hasta Değilim: Çocuk Sağlığı ve Hastalıklarının Psikososyal Yönü. (Ed.: Aysel Ekşi) İstanbul: Nobel Tıp Kitabevleri.
Çağlar, Doğan. 1981. Uyumsuz Çocuklar ve Eğitimi. İkinci baskı, Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi.
Çetin, Filiz. 2001. Çocuklarda Sosyal Beceriler. İstanbul: Epsilon Yayıncılık.
Ekşi, Aysel. 1999a “Giriş”. Ben Hasta Değilim: Çocuk Sağlığı ve Hastalıklarının Psikososyal Yönü. (Ed.: Aysel Ekşi) İstanbul: Nobel Tıp Kitabevleri.
_____ 1999b “Adolesans Döneminde Uyum ve Davranış Sorunları”. Ben Hasta Değilim: Çocuk Sağlığı ve Hastalıklarının Psikososyal Yönü. (Ed.: Aysel Ekşi) İstanbul: Nobel Tıp Kitabevleri.
Korkmazlar, Ümran. 1999. “Özel Öğrenme Bozukluğu (Öğrenme Güçlükleri)” Ben Hasta Değilim: Çocuk Sağlığı ve Hastalıklarının Psikososyal Yönü. (Ed.: Aysel Ekşi) İstanbul: Nobel Tıp Kitabevleri.
Pişkin, Metin. “Okul Zorbalığı: Tanımı, Türleri, İlişkili Olduğu Faktörler ve Alınabilecek Önlemler.” Kuram ve Uygulamada Eğitim Bilimleri. 2 (2) Kasım 2002.
Sarı, Hakan. 2003. Özel Eğitime Muhtaç Öğrencilerin Eğitimleriyle İlgili Çağdaş Öneriler. İkinci baskı, Ankara: Pegem A Yayıncılık.
Senemoğlu, Nuray. Gelişim, Öğrenme ve Öğretim. Ankara: Ertem Matbaacılık. 1997.
Yavuzer, Halûk. Çocuk ve Suç. Sekizinci Baskı. İstanbul: Remzi Kitabevi. 1996.
[1] Bu yazı Okullarda Şiddet ve Çocuk Suçluluğu: Eğitim ve Şiddet (Ed. Ş. Şule Erçetin) Hegem Yayınları. 2006. adlı kitapta yer almıştır.
[2] Senemoğlu, Nuray. Gelişim, Öğrenme ve Öğretim. Ankara: Ertem Matbaacılık. 1997. s. 14.
[3] Çağlar, Doğan. Uyumsuz Çocuklar ve Eğitimi. İkinci baskı, Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi. 1981. s. 13.
[4] Sarı, Hakan. Özel Eğitime Muhtaç Öğrencilerin Eğitimleriyle İlgili Çağdaş Öneriler. İkinci baskı, Ankara: Pegem A Yayıncılık 2003. s. 3.
[5] Korkmazlar, Ümran. “Özel Öğrenme Bozukluğu (Öğrenme Güçlükleri)” Ben Hasta Değilim: Çocuk Sağlığı ve Hastalıklarının Psikososyal Yönü. (Ed.: Aysel Ekşi) İstanbul: Nobel Tıp Kitabevleri 1999. s. 285
[6] Ekşi, Aysel. “Giriş”. Ben Hasta Değilim: Çocuk Sağlığı ve Hastalıklarının Psikososyal Yönü. (Ed.: Aysel Ekşi) İstanbul: Nobel Tıp Kitabevleri. 1999a. S. 1
[7] Ekşi, Aysel. “Adolesans Döneminde Uyum ve Davranış Sorunları”. Ben Hasta Değilim: Çocuk Sağlığı ve Hastalıklarının Psikososyal Yönü. (Ed.: Aysel Ekşi) İstanbul: Nobel Tıp Kitabevleri 1999b. s. 144.
Pişkin, Metin. Okul Zorbalığı: Tanımı, Türleri, İlişkili Olduğu Faktörler ve Alınabile cek Önlemler” Kuram ve Uygulamada Eğitim Bilimleri. 2 (2) Kasım 2002. s. 536.
[9] Pişkin, 2002. agm. s. 539.
[10] Pişkin, 2002. agm. s. 541.
Canat, Saynur. “Adolesanlarda Davranış Bozukluğu”. Ben Hasta Değilim: Çocuk Sağlığı ve Hastalıklarının Psikososyal Yönü. (Ed.: Aysel Ekşi) İstanbul: Nobel Tıp Kitabevleri. 1999. s. 160-162.
[12] Canat, Saynur a.g.e. s. 162.
[13] Çetin, Filiz. 2001. Çocuklarda Sosyal Beceriler. İstanbul: Epsilon Yayıncılık 2001. s. 22.
[14] Akınoğlu, Orhan. 2002 “Sınıfta Grup Etkileşimi” Sınıf Yönetimi. (Ed. Zeki Kaya) Ankara: Pegem A Yayıncılık 2002. s. 123.