Okumak Üzerine

Sayı 39- Temmuz 2013

Çok seviyorum okumayı, okurken bambaşka dünyalarda kaybolmayı. Küçüklüğüm annemin okuduğu masal ve öykü kitaplarını ezberleyerek geçmiş. Ezberleyip gelen gidene sözüm ona okurmuşum! Bilmiş bilmiş bakınır, dinlenip dinlenmediğimi incelermişim. Sonrasında da hep kitaplar olmuş dünyamda. Onlarla mutlu olmuşum. Hep okumuşum, okutmuşum…

YAĞMUR…

Hava ılık, bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyor… Ben yağmuru ve yağmurdaki hüznün kalplere inişini dinlemeyi seviyorum. Yağmur, sıcacık çay, elbette ki sevgili… Ve sevgiliyi beklemenin doyulmaz güzelliği…

ZOR SANAT…

Çok zor ve ağır sanattır evlilik! İki kişinin, yabancı iki insanın bir araya gelip hayatlarının geri kalan kısmında el ele mücadele verip, mutlu bir şekilde yola devam etmeleri apayrı bir sanattır! Eğer seçiminiz yanlış insansa ya da talihiniz yanlış insanla sizi bir araya getirdiyse işiniz zor.

Ben tesadüflere inanmam! Bir şekilde hayat eşlerimizle bizleri birleştiriyor. Talih mi? Doğru zaman mı? Doğru insan mı? Bilemiyorum. Bazen ilk denemede tekleyenler sonradan mutluluğu yakalayabiliyor, bazılarıysa noktayı koyuveriyor tereddütsüz. Kimisi ikinci evlilikte aradığını buluyor, kimileriyse üç hatta dört diyor… Bazıları bir şeyleri kurtarmak için çocuklara sığınıyor. Ki bana göre en kötüsü de bu… Yepyeni bir cana sığınarak ve umarak asla düzeltemezsiniz bazı şeyleri. Siz siz olarak kabul görmelisiniz ki mutlu olabilesiniz. Ha kendiniz için doğurmak istiyorsanız o başka! Hodri meydan! Buyurun doğurun! Ama önceleri minicik bebeğin, sonraları da “Evlat” sevgisine ve varlığına, bir şeyleri düzeltmek adına sığınmaya kalkmayın. “Çocuğumuz için katlanmalıyız” triplerine kapılmayın… Hayat sürüyle yaşanası güzellikler barındırıyor. Neden değerli olan değil de değerlinin gölgesine sığınan olalım? Haksız sayılmam değil mi?

ÖYLESİNE…

Yazarken, ne kimseciklere gönderim yapmak derdim ne de cezalandırmak. Ama duyuyorum ki, pek çoğumuz kendilerinden parçacıklar buluyormuş yazılarımda. Sevindim aslında, ne mutlu bana! Çok güzel bu durum, iyilikleri ve güzellikleri kendilerine mal edebilenler benim için en büyük hoşluk. İnsanlar kendilerini buluyorlarsa anlatımlarımda, ben pek çok insandaki gizemi yakalamış ve çözmüşüm demek ki… Sorun, kötülükler ve çirkinlikler faslında başlıyor. Ama inanın ona buna çemkirir bir görünümden kaçınmak adına her sözcüğü cımbızlar oldum. Dostlar, düşmanlar ya da hiç bir şey olmayanlar, kimseyle işim yok. İnsanları seviyorum, yazmayı seviyorum, yazıyorum. Eğitişime, sizlere merhaba diyeli de tam 6 yıl olmuş… Ne çabuk geçmiş zaman… Anlamadım hiç koşuşturmaktan!

İNAT…

Beni bilen bilir, bilmeyen de tanıdıkça anlar… Yani zamanla anlar. Küçüklüğümden beri böyleymişim. Öyle bir damar var ki aman derim! İyi insan olma yolunda azimliyim, çalışmayı çok severim, güzellik dilerim, yararlı olmak isterim. Ama bir tarafıma basmayagörün. İnanmadığımı telaffuz etmem. İnandığımı da açıkça söylemekten asla çekinmem. Gereksiz emir ve yasaklardan nefret ederim! Hani kasan türden olanlarından, kasan ve kastıran hatta zorla hayatlara sokulanlardan… Mecburiyetlerden de nefret ederim. Örneğin zorla birisiyle görüşülecekse, hiç aramayın beni! Ancak seversem yaparım, ararım, sorarım. Ha diyeceksiniz ki sevgi emek ister, sabır ister. Doğrudur, sevgi kolay elde edilmez, uğraş gerektirir. Özveri ister. İnanın bu oluşum için elimden geleni yaparım. Hatta bir akrabamın deyimiyle “Etrafta fır dönerim”. Seversem, benimsersem, sevilmek ve benimsenmek için harikalar yaratırım. Olumlu, ılımlı ve sevecen yaklaşırım. Ama! Aynı emek ve özeni kendim için de beklerim. Aksi halde de “Böyle gelmiş böyle gider” der ve yine bildiğimi yaparım. Vefa da çok önemli benim için, nankörlüğe gelemem, nankör insanı sevmem. Ezmem, “Zalim olmam ama mazlumu da pek oynamam!” Biliyorum tersim, gıcığım, ama ne yapalım?

MEMLEKET HAVASI…

Annem Ege’li…”Yerlisi” deriz ya, işte onlardan. Babam İstanbul’lu… Aslen göçmeniz, Yunanistan Göçmeni. Bilmem kaç kuşak önce gelip yerleşmiş bizimkiler İstanbul’a. İstanbul-Ayvalık, Ayvalık-İstanbul hep bir şekilde hayatımda olmuş. Bebekliğimse doğu’da geçmiş, babamın görevi nedeniyle… Sanırım bu yüzden doğuya da batıya da çok büyük bir sevgim var. İstanbul’a aşığım, Ege benim hayatım. Doğu ve güneydoğu’da destan yazarım, apayrı sevdalıyım. Şimdilerde ufaktan ufağa, yepyeni bir hava başladı bende ki, değmeyin gitsin! Henüz anlamlandıramıyorum. Tanımakla karışık, azıcık kuşku ve anlama, birazcık da manalandırma çabasındayım. Bakalım, bekleyelim ve görelim. Hem nasıl derler? “Mevlam neyler, neylerse güzel eyler!

CEMİLE…

Cengiz Aytmatov’un Cemile’sini yeni bitirdim. Hayret! Nasıl olmuş da okumayıp atlamışım bu kitabı? Tek sözcükle nefis bir anlatım! Cemile ve iç dünyasında kopan fırtına o kadar gerçek ve bizden… Sevdanın ve karşılıksız, çıkarsız sevmemin yalın anlatımı, abartı ve gösterişten uzak, sıkmadan kasmadan sarıveriyor okuyucuyu. Bu kadar kısa bir metinde bu denli çok şey anlatmak kaç kişiye nasip olur ki? Klasikleşmek böylesi bir şey demek ki! Tavsiye ederim. “Okunası kitaplardan” derim…                                    

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir