Yakın zamanda özel dershanelerin hazırladığı KPSS’ye yönelik deneme sınavlarından birine girdim. Sınavın başlangıcında cevap kâğıtlarını dağıtan sekreter, oldukça bıkmış bir halde, kâğıtlardaki isim sütunlarına “Memati Baş, Polat Alemdar, Abdülhey” yazanların sonuç kâğıtlarını vermeyeceğini üzerine basa basa söyledi. İlk anda bu durum oldukça komik göründü. İnsan niye girdiği sınavda kâğıda başkasının ismini yazar ki, hadi yazdı diyelim, neden sahte olduğu ayan beyan ortada olan bir ismi seçer? Aradan zaman geçti ben bu konuyu unutup gittim derken e-posta adresimde konu ile ilgili iletiyi gördüm. Evet, neden üniversiteye gelmiş, hem de Eğitim Fakültesinde okuyan, yarının öğretmeni koca koca insanlar sınav kâğıtlarına başkalarının ismini yazıyorlardı? Uzun süre düşündüm bunu, kendimi onların yerine koymaya çalıştım –moda tabirle empati kurdum- sonunda vardığım sonuç şu oldu: Özgüven eksikliği.
İnsanlarda yoğun biçimde kendine güvenmeme sorunu var. Evde ailenin fazlasıyla koruyarak ya da aşağılayarak büyüttüğü, ilk duyduğu sözcük “yapamazsın”, ilk duyduğu cümle “ Ben sana söylemiştim” olan çocuk, okula başladığında öğretmeninden ve diğer çocuklardan da benzeri sözleri sık sık duyuyor. Ne yazık ki biz kendi başına bir şeyler başarmaya çalışan insanları ya da hakkını savunan bireyleri sevmeyen bir toplumuz. Durum böyle olunca aynı çocuk çevreden de farklı tepkiler görmeden, bilinç altında başaramayacağına yönelik belirgin bir alışıyla büyüyüp gidiyor. Peki ne oluyor bu çocuk? Sihirli değnek yardımıyla ya da Allah’ın lütfuyla bir anda düzelecek değil ya, kendisine sığınacak, arkasına saklanacak bir liman aramaya başlıyor işte. Kendisinden daha güçlü!, kendisinin yapamadığını yapan, kendisinin sahip olmadıklarına sahip gördüğü kişiyi idol (put) olarak seçiyor kendine. Ancak bu aşamada devreye işin daha önemli boyutları dahil oluyor.
Kim güçlü?
Neye göre güçlü?
Güçlünün belirleyicisi kim?
Garip olan şu ki, çocukların güç sembolleri çok fazla değişmiyor, sanki hepsi bir tornadan çıkmış gibi aynı güçlüyü seçiyorlar kendilerine örnek olarak. Yapılan araştırmalar, ilköğretim öncesi çocukların “Örümcek Adam”ı ve Sihirli Annem dizisinden Betüş’ü” kendilerine örnek olarak seçtiğini söylüyor. İlköğretim sıralarında bu isimlerin yerini Harry Potter alıyor. Lise yıllarına gelindiğinde ise erkekler; Polat Alemdar, Memati Baş gibi mafya dizisi kahramanlarını ya da Hasan Şaş, Alex, Nauma gibi ünlü ve medyatik futbolcuları seçerken, kızlar Hülya Avşar, Deniz Akkaya gibi magazin programlarından, ana haber bültenlerine kadar günün 24 saati ekranlarımızı süsleyen ahlak abidesi(!) isimleri model alıyor, onlar gibi davranmaya, onlar gibi görünmeye çalışıyorlar. Peki neden bu isimleri seçiyor gençler kendilerine model olarak?
Gençlerin kendilerine model olarak seçtikleri isimleri kategorize edecek olursak başı; mankenler, şarkıcılar, futbolcular, dizi ve sinema oyuncuları çekiyor. Hepsi güzel, yakışıklı, zengin; altlarına son model arabalar çeken, marka kıyafetler giyen, her gece ayrı mekanda eğlenen, canlarının istediği gibi gezip tozan, her istediklerine anında sahip olabilen insanlar, kısacası rüya gibi bir hayat yaşıyor bu adamlar. Gençlerin ilgisini çekmesi son derece normal hele de medya bu durumu insanın gözünün içine içine sokarken, gençler bal görmüş arı gibi yapışıyor sanal kavanoza!
Garip olan şu ki, bu güzel ve yakışıklı aynı zamanda ünlü olan kimseler yaptıkları işlerden ziyade bozdukları işlerle gündeme geliyorlar. “İnsanın köpeği ısırması haber” diyen medya, bilinçli bir biçimde, yeri geldiğinde sanal gündemler yaratarak, bu idollerin iyi ya da doğru yaptıkları davranışları göstermek yerine, toplumun ahlak ilkelerine ve yaşam biçimine aykırı unsurları normal bir şeymiş gibi göstererek alıştırıyor, uyuşturuyor sanki. Ülkede ekonomik bunalım yaşanıyormuş, varsın olsun, Kaya- Hülya çifti çocuk yapacak mı daha önemli! Burnumuzun dibi Irakta savaş var, varsın olsun, yeter ki Tarkan sevgilisinden ayrılmasın! Gümrük birliğinden milyon dolarlarca zarar ediyoruz, olsun; Alex golünü attıktan sonra! Çocuklarımızı terör yok ediyor, n’apalım, Devlet var, sahi Gülben hamile kalabilmiş mi?
Toplumumuz normalde tepki gösterilecek, çirkin sayılan olaylara bırakın tepki göstermeyi gülüyor artık. Dans yarışmalarından, sabah programlarına kadar birçok kanalda cinsiyeti belirsiz insanlar sunuculuk yapıyor. Kınıyorsanız “Ayyy ne gericisin, Avrupa aştı bu olayları” deniyor kızgınlıkla, anormal olan senmişsin gibi. Eşler arasında yaşanan ilişkiler tamamen ortada, bir kanalda evlilik teklifi, bir kanalda nişan, gerdeğe canlı yayında girecekler RTÜK’ten korkmasalar, tepki gösterirsen cevap hazır; “Sevenlerimiz böyle istiyor.” Dakikada 1000 merminin atıldığı, kanın gövdeyi götürdüğü diziler, istedikleri kadar gençlerin psikolojisini bozsun, cevap var “izlenme rekorları kırıyor” Mankenler günlük sevgili değiştiriyor, göstermelik; reklam aşkları yaşıyor, içip dağıtıyorlar, “bu işi parayla yapanlar sizden namuslu” deseniz tepkileri hazır “terbiyesiz, biz işimizi yapıyoruz”. Nasıl bir işse bu!
Sonra 15-16 yaşında çocuklar birbirini öldürmeye başladıklarında, liseli pornosu organize hal aldığında, gençler arasında alkol ve uyuşturucu kullanma oranı yükseldiğinde saygıdeğer medyamız ahlak timsali olarak duyarlı olmaya çağırıyor insanları! Timsah gözyaşları işte.
Bunun bilinçli bir biçimde yapıldığını görmemek için kör olmak gerek. Türk Millî Eğitim temel kanununun 2.maddesinin son fıkrasında, Türk Millî Eğitiminin “uzak amacı” şöyle belirlenmiş:
“Bir yandan Türk vatandaşlarının ve Türk toplumunun refah ve mutluluğunu arttırarak; öte yandan milli birlik ve bütünlük içinde ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı desteklemek ve hızlandırmak ve nihayet Türk ulusunun çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı, seçkin bir ortağı yapmaktır.”
Medyanın ve onu yönlendiren çevrelerin uzak hedeflerini ise ben yazayım:
“Millî birlik ve beraberlik duygularından arınmış, toplumsal sorunların yerine magazinsel sorunları kendine dert edinen, tembel, duyarsız, amaçsız insan yetiştirmek”…