“Mankurtlaştırma” kelimesi üzerine fikir ileri sürmek gerekirse Türkçemizde kullanımına pek rastlamadığımız bir kelimedir. Ancak; manası, içeriği yönünden bulunduğumuz durumu, yaşam tarzımızı ve düşünce yapımızı kapsayan büyük bir şemsiye gibidir. Ama kitaba (Mankurtlaştırma Süreci) başlık atılacak kadar geniş mi ya da daha böyle anlamı bilinen bir kelime olsa daha iyi olur muydu diye düşünüyorum bazen. Ya da başka ne olabilirdi diye düşünüyorum. Kitap başlıklarının merak uyandırıcı, ilgi çeken ve içeriğe uygun olmalıdır. Mankurtlaştırma kelimesi de gerek sıra dışı bir kelime oluşu ve gerekse de içeriğiyle olan uyumu açısından gayet iyi bir başlık olduğuna okuduktan sonra karar verdim.
Kitabın içeriğinden bahsedecek olursak, kitap ulusallık, ulusal bilince ya da ulusal değerlere sımsıkı sarılmayı ve öze sahip çıkmayı ısrarla dile getirmiş. Başkalarının hizmetçisi olmamamız gerektiğinden, bilincin ve bilinçli davranmanın öneminden ve artık “okumak” gibi bir gerçekle yüzleşen gençlik istemektedir. Doğru olanı da önermektedir. Şu ana kadar çok okudum ama; hiç bu kadar altını çizerek ve not alarak bir kitap okuduğumu hatırlamıyorum. Hiçbir kitabı da bu kadar yanımda taşımadım. Kitabın hacmine göre çok uzun bir sürede okudum, evet ancak, kitabın her bir sayfası kafamda ayrı bir merak ve ayrı bir hayret uyandırdı. Bu yüzden de en yavaş okuduğum kitaptı. Aslında genelde çok güzel olan kitapları bir solukta okunan kitaplar olduğu tezini de çürüttüm böylece…
Kitabın oluşumu için çok emek sarf edilmiş, çok araştırma yapılmış ve bilgiler kaynakçasıyla birlikte sunulmuş. Bu zaten bir kitabın en hoşuma giden yanıdır. Sunduğu bilgileri doğrulamak adına ve okuyucuyu ikna etme adına hemen kaynak sunmuş. Bu arada, Cumhuriyet gazetesinde bayağı bir alıntı yapılmış. Bu, kaynak olarak aklımı kurcaladı. Gazete alıntıları bana pek tatmin edici kaynaklar olarak gözükmüyor. Her zaman taraflı davranabileceklerini düşündüğümdendir belki de. Nasıl günümüz medyasındakilerle, gerçekteki olaylar birebir uyuşmuyorsa, gazete bilgilerinin de yanıltıcı olabileceğini düşünüyorum Ama bunun yanında tabii çok değerli kaynaklar da var. Bu kadar alım neden yapılmış da dedim ilk bakışta ama alınan bilgilerin çok önemli olduğunu görünce sustum. Böylece kitap aynı zamanda başka kitapları okuma merakı da getiriyor aynı zamanda. Bir merak uyandırıyor. Acaba dedirtiyor… Ve dahası araştırıyor.
Kitaptaki bilgiler, üniversite 3. sınıf öğrencisi olduğumun farkına varmamı ve bir bakış açısı kazanmamı sağladı. İlk başta her şeyi yanlış anlattığını düşündüm ve sanki her şeyi ben doğru biliyorum havasındaydım. Ancak; okudukça sanki bildiğim her şey bir anda altüst oldu. Bazı gerçeklerle yüzleşmek zorunda kaldığımı hissettim. Aslında bizim bir sorunumuzda gerçeklerle yüzleşememedir. Dünyamızın altüst olacağı korkusudur. Elif Şafak “Aşk” romanında diyor ki; “dünyanın altüst olmasından korkma, nereden biliyorsun dünyanın altının üstünden daha iyi olmadığını!” Öyle bazen. Gerçek güzelliklerin ortaya çıkması için suların bulanıp durulması gerekiyor. Kitabı okurken öyle oldu ki, bu kadarı da olmaz, abartılı dediğim şeyler oldu. Hala bazı şeyler var; ancak yazar kaynaklarla desteklediği için ve de araştırdığımda büyük çoğunluğun beynimde oturduğunu hissettim.
Bir de kitap bazı kavramların ayrımını güzel yapmış ve hangi kavramların neyi karşıladığını net bir şekilde ortaya koymuş. Örnek verecek olursak, modern olmak –Batıcılık-Çağdaşlık Atatürkçülüğün gerçek manası, laikliğin gerçek manası, dindar-dinci vb. benzeri kavramlar kitapta çok güzel bir şekilde anlatılmış ve kelimeler tam manasına bürünmüşlerdir. Kafalardaki kavram karmaşası da son bulmuştur. Bu aslında şuna benzer; çok güzel bir kumaş vardır güzel de bir elbise dikersin ama kime diktiğini bilmezsen hiçbir mana ifade etmez. Eğer o kişiye büyük gelirse kişi içende boğulur, küçük gelirse de vücudun yarısını fazlalıkmış gibi hisseder ve rahat davranamaz… Sonuçta her iki durumda da kişi rahat davranamaz ve olduğundan kötü gözükür. Oysa elbise kişiye göre biçilse kişiyi çok güzel eksiksiz gösterir. Kelimeler de böyledir. Kelimeler anlamıyla bütünleşmeli ve ona göre kullanılmalıdır. Bildiğimiz gibi dili yanlış kullanmak yanlışa götürebilir. Kitapta kavramlar tam manasıyla verilince, okur yeterince tatmin oluyor. İ
lk başta tabii böyle düşünerek başlamadım. Yazarın çok pinpirikli, aşırı kuşkucu, saplantılı olduğunu düşündüm, özellikle de Batı’ya karşı. Hatta öyle oldu ki Batı düşmanlığının bu kadarına da pes dedim. Batı’nın işi gücü yok da bizimle mi uğraşacak, dedim. Kayıtsız davrandım. Ancak okudukça hak verdim, hak verdikçe okudum, notlar aldım ve araştırdım sonunda haklı olduğunu gördüm. Sorunun yazarda değil, kendimde olduğunun bilincine vardım. Çok iyi niyetliyiz, hem de aşırı…
Kitabı okurken kendimi eleştirdim. Daha iyi bir eleştirel bakış açısı kazandığımı ve ne kadar az okuduğumun farkına vardım. Eleştirmeyi ve eleştirel bakmayı aşılayan bu kitaba ve yazarına bir Türk evladı olarak çok müteşekkirim. Kitap aynı zamanda baştan aşağı eleştiri kitabı niteliğindedir. Kitabın üzerine kitap yazılabilir. Yani ne söylesek azdır. Ancak en çok hoşuma giden bölüm “ Şu Çılgın Türkler” üzerine yazılmış olan bölümdür. Her şeyi özetliyor o bir cümle aslında. O da şu bölüm;
Özakman’ın; “Sevr antlaşması Yunanlıların vahşeti, bazı arkadaşlarımızın duygusal olduğu, dar görüşlü din çevrelerinin tutumu, tersine çevirmeye yetmez. Çevirmeye çalışanlar başını tarihe çarparlar” (s. 158)! Cümlesine vermiş olduğu yanıttır. “Kendi kültür kaynaklarımıza (doğuya) döndüğümüzde başımızı tarihe çarpacakmışız! Halbu ki Batıcılaşmaya başladığımızdan beri her gün kafamıza balyoz iniyor!
Balyoz gibi inecek bir cevap olduğunu düşünüyorum.
Başka çok güzel bölümleri, hoşuma giden bölümleri var ancak söylediğimiz gibi ne kadar yazsam az geleceğini düşünüyorum.
Ayrıca kitabın yazarının dersime giren bir hocamız olması da benim için büyük bir avantajdır. Sonuçta hangi kitabı yazarıyla birebir istediğimiz zaman tartışabiliyoruz…
Kaynak: Çınar, İkram. Mankurtlaştırma Süreci. İkinci baskı. Ankara: Anı Yayıncılık. 2009.