Kadın içsel dünyasını anlatan yazı dizisi yapmak istedim. Her sayıda yepyeni bir yansıma! Beğenilip beğenilmediğini okuyucu yorumlarına göre düzenleyip gelecek yazılarda sürdüreceğim…
Belki de bir saatten fazla olmuştu uyanalı. Ama bir türlü kalkmak gelmiyordu içinden. Gözleri tek noktada, beyninde uçuşan düşünceler karmakarışıktı. Mutfaktan gelen mis gibi kahve kokusuyla kendine geldi. Geç saatlere kadar oturmayı alışkanlık haline getirmiş olan kızı, kahvesini içmeden ayılamazdı. Bu sabah da her zamanki saatinde kalkmış ve canhıraş kahvaltıyı hazırlamıştı: “Ne olurdu bir kez de hazır bulsaydım, anne yemeği yeseydim” diye düşündü sessiz sitemlerle. Bunalımdaydı annesi, biliyordu. Özellikle babasından ayrılması, daha doğrusu babasının ikinci evliliği yıkım olmuştu onun için. Asla tahmin edememişti olacakları. Oysa çok uyarmıştı dostları: “Bak kızım, bırakma kocanı, gün gelir unutur seni. Yenisine bağlanır. Bu işler böyledir. Karşıdan bakar durursun!” “Yok” demişti, “Asla olmaz böyle şey! Sadi beni asla unutamaz ve benden vazgeçemez. Her zaman onu yanımda bulacağımı biliyorum ben. Evliliğimiz bitse de o hep benimle olacak!”
Oysa hiçbir şey düşündüğü gibi olmamıştı. Sadi evlenmişti. Doğal olarak da her geçen gün biraz daha uzaklaşmıştı ondan. “Çocuklarımız var bizim, beni ve onları ihmal edemez, bir şekilde ben kaçırmayı bilirim rahatlarını.” diye düşünse de pek becerememişti huzur kaçırmayı. Çünkü Sadi sevmişti yeni evliliğini ve eşini. Kabullenmesi çok zor olsa da gerçekler kaçınılmazdı. Ama beynindeki tek bir hücre dahi onay vermiyordu gerçeklere. O vazgeçilmez bir kadındı, üstelik çok da güzeldi. Hala on sekizlik kız gibiydi. İstediği zaman, istediği şekilde Sadi ona dönerdi, yeter ki istesindi. Yeni eş de neyin nesiydi?
Aynaya doğru yürüdü ve gülümseyerek baktı. Birden o sıcacık gülümseme dondu ve yerini elli yaş kırışıklıklarını olabildiğince göz önüne seren bir yansımaya terk etti. Yansıma hıçkırıklara boğuldu, hıçkırıklar gözyaşlarında yok oldu. Evet, elliyi aşmıştı. Menopoza gireli ise yıllar olmuştu. Ama olsun! Aslanlar gibi iki evladı vardı onun. Hem zamanın en güzeli değil miydi? Elbette yaşlanacaktı, önemli olan güzel yaşlanmaktı, zamana karşı koyamazdı ki! Beyninde gelgitler; az da olsa teselli etti kendini… Ama biliyordu ki yalnızdı, yapayalnız! Tek başına ve mutsuz! Kızının yaptığı kahve ile avunamayacak kadar boş ve anlamsızdı yaşam!
Zordur yalnızlık… Kaldırım kenarında büzüşmüş kedicikler bana hep yalnızlığı hatırlatır. Bilmem bunun sebebini. Belki de kalbe dokundururcasına bakışlarıdır beni etkileyen; aç, üşümüş, tırsık bakışlar… Ama her kedi insan, her insan kedi misali yalnız işte.
Kalabalık içinde, coşkulu kahkahalarla nasiplenmiş yalnızlıklardır bunlar aslında. Kokteyl gibi harmanlanıp katılmak istersiniz seremoniye. İstemekle kalmaz, katılırsınız da. Bir süre idare eder, kotarırsınız belki, “sizinleyim, bakın ne hoş, mutluyuz” dercesine götürürsünüz yalancıktan gülümsemelerinizle. Ama saatler günleri kovaladıkça batmaya başlar her şey. Çünkü mutluluğunuz kristal bir kadeh gibi narindir. Kırılması kolay, onarılması imkânsız. Elinizden kayıp gitti mi biter her şey. Parçaları bir araya getirmeye çalışmanız beyhude bir uğraştır. Yapamazsınız. Bir tarafı düzeltirken diğer taraf çöker gider. Temelsiz bina inşa etmeye benzer bu çaba.
Ortalık toz duman, hatta yangın alırcasına yüreğinizi sis kaplar. İs kokar her yer. Katran karası alır başını gider yanı başınızda, usulcacık. Sisli, puslu ve isli günler bırakmaz artık yakanızı. Bir zamanlar o sizi çok mutlu eden çocuk bakışlar bile huzur bulmanıza yetmez. Fırtınalar kopar içinizde. Kendi kendinize konuşursunuz. Anlatamazsınız, anlamazlar! Duyuramazsınız, duymazlar! Zaten ne anlatmak, ne de anlaşılmaktır isteğiniz. Yalnızca gitmek istersiniz. Uzaklara, ötelere bir yerlere… Gitmek, belki de hayata çalım atarcasına kaçamaklar üretmek çözümdür belki de… İçiniz kor gibi yanar, alev alevdir bakışlarınız bile. Gitmek istersiniz öylesine, tereddütsüzce… Sessiz, ani kaçışlarla, hayatınızı değiştirmek adına, rüzgârla işbirliği edercesine.
Aklımıza şöyle bir soru gelebilir: Acaba yalnızlığı yenebilir miyiz? Hayatımıza şekil ve güzellik katarak, yeniden yönlendirebilir miyiz? Ya da başka deyişle, kırgınlık ve yenilgilerimize sünger çekip, yeniden doğabilir miyiz?
Kaçmak yerine, varlığımıza devam deyip, yalnızlığımızın üzerine üzerine gidip, onu alt edebilmek yapılabilecek en güzel savaşım olmalı bence. Yalnızlığımız abartılı olmadığı sürece, inanın hoş olacaktır. Yeteri kadar ve gerektiği yerde yalnız olmak da bir zevktir. Aşırısı, her şeyde olduğu gibi bizi boğar, hatta sinsice yok eder. Oysa hayatı güzelliklerle ve sevgiyle doldurmak, üretken olmak, kısacası doludizgin yaşamak en iyi çözüm değil midir sizce de? Sindiremediğimiz mutluluğu hak eden insanlarla değil, yalnızlığımız ve mutsuzluğumuzla olmalıdır bizim kavgamız!