“Kırklı yaşları geride bırakalı epey olmuştu. Hızla ağaran saçları yılların ne kadar çabuk akıp gittiğini açık seçik anlatıyordu. Kuaföre gitmeyi oldum olası sevmezdi. Elinden geldiğince saç boyası, manikür, pedikür gibi bakımlarını kendi yapmaya gayret ederdi. Son dönemlerde ise hemen her şeyi bırakmış; doğanın akışına kapılarak yaşam döngüsüne adeta başkaldırmıştı.
Okul yıllarında yaşadığı üç beş kaçamağı ve köşe bucak saklanarak, toy delikanlılarla acemi öpüşleri saymazsak, fazlaca tecrübeli de sayılmazdı. Evliliği çok istemişti. Bir kaç girişimi de olmuş, ama her seferi başarısızlık ve hüsranla son bulmuştu. Aslında epey isteyeni olmuştu. Ama armut, sap, üzüm ve çöp detaylarıyla çok meşgul olduğundan bir türlü karar verememişti. Karşısına çıkan erkeklerin çok iyi özellikler taşıdığı yadsınamazdı, ama o istediği tüm vasıfları bir arada taşıyacak erkeği aradığından, hayallerini süsleyen dört beşlik adama kavuşamamıştı bir türlü. Kimi talibi zengin ama çirkindi; kimisi ise parasız ama yakışıklıydı, pek çoğu ise hem kel hem foduldu. Bütün güzelliklerin azı karar çoğu zarar bulunduğu adamları ise, içine sindiremiyordu bir türlü, olmuşken tam olsundu; zengin, yakışıklı, cömert, iyi, dürüst vs. Oysa o da çok iyi biliyordu ki; yaşı ilerledikçe karşısına gelenlerin artıları teker teker azalmaktaydı.
Bu sabah da mutsuz uyanmıştı. Son dönemlerde hep mutsuzdu zaten. En küçük olaydan sürüyle ağlama nedeni çıkarabilirdi. Hafif bir kahvaltı yaptı ve hızla elbise dolabına yöneldi. En iyisi çıkıp dolaşmaktı. Çarşıda bir iki tur atarsa belki bir parça rahatlardı. Elbiselerine baktı uzun uzun. Önce çiçekli kadifeden bir bluzla siyah bir pantolon giymeye karar verdi. Giyindi, ancak beğenmeyip hemen çıkardı. Kırmızı bir kazağa uzandı eli. Bundan da vazgeçerek sarı elbisesini denedi. Pantolon, kazak, entari, bluz karışımları en sonunda yerlerini lacivert bir eşofmana bırakarak arayışı sonlandırdı. Zaten bu sürekli olarak yaşadığı şeydi: Dışarı çıkmaya karar veriyor ve bir sürü kıyafet deneyip deneyip, en sonunda hep muzaffer edasıyla salınan lacivert eşofmana kalakalıyordu. Kıyafeti yok değildi! Her çarşıya çıkışta bir şeyler alıyor, ancak etiketlerini bile çıkarmaya gerek görmeden dolabında saklamayı, hatta biriktirmeyi tercih ediyordu. Dolabı rengârenk bir çiçek bahçesini andırıyordu. Çekmeceleri pırıl pırıl tokalarla, bandanalarla, taçlarla doluydu. Kısacası abur cubur niteliğinde, para verip almaya doyamadığı ancak hiç kullanamadığı bir sürü eşya, kendilerince yaşamını anlamlı hale sokuyordu.
Ayrıca kendini çok hasta hissediyordu son günlerde. Bir sabah mide ağrısıyla, diğer bir sabah baş ağrılarıyla uyanmayı alışkanlık haline getirmişti. Sürekli kendini dinliyor, ilaç kullanmayı sevmediğinden aktarlardan çıkmıyordu. Bitmez tükenmez sorgu ve sualleriyle deli ediyordu insanları. Yok şu ot başıma, yok bu karışım kaşınmalarıma iyi gelir diyerek avunuyordu.
Hayatına anlam katan biri daha vardı aslında: Tarçın. Tarçın kahverengi lekeleri olan uzun ve parlak tüylü dostuydu. Canı, yoldaşı olmuştu bunca yıldır. Ama işin gerçeği asla bir eş ve bir çocuğun yerini tutmuyordu.
“Epey zaman kaybettim, çok daha önce bakmalıydım bir şekilde çaresine” diye dertlendi. Emekli olmadan çabalasaydı işi çok daha kolaydı. En azından arkadaş çevresi daha dolgundu. Birileri ona uygun insanı bulabilirdi belki de. Ama neyse bu kadar düşünmeye değmezdi, hayatta hiçbir şey için geç kalınmış sayılmazdı. Eğer bu yalnızlık zararsa, zararın neresinden dönülse kardı. Pekâlâ, birileri ona uygun insanı bulabilirdi, yeter ki o istesindi! Hatta internette de bulabilirdi hayat arkadaşını ya da televizyondaki evlenme programlarına çıkabilirdi. Akrabalara da haber salardı bu arada, onlar da bakınırlardı, eli yüzü düzgün biri çok rahat bulunabilirdi. Evet evet! Yeter ki, istenilsindi. Elbet onun kriterlerine uyan birileri de olmalıydı, sevip elektrik alabileceği ve onu taşıyabilecek birileri…”
Bu kısmı yorumsuz bırakıp bırakmama konusunda çok düşündüm aslında. Birkaç cümle geveleyip, sözün bittiği yerde, sizleri kendinizle bırakmamın en doğrusu olduğuna karar verdim. Hayatımızın her daim dopdolu, sevgili, saygılı, sağlıklı devamı dileğiyle…
Söylenişi kolay, yaşaması zordur yalnızlığı… Bir başınalığın boşluğunda terk edilmişlik, güvensizlik, mutsuzluk gibi duyguların karışımıdır aslında. Olağan bir yalnız kalma arzusu değildir burada söz konusu olan: İstem dışı, plansız, belki de sonu görememenin kaçınılmaz nihayetidir bu. Telafi etme isteği, geç kalınmışlıklara çare arama, tükenmişliklere söz geçirme umududur belki de. Zordur yalnızlık! Hastalık hastası eder insanı, konuşursunuz kendi âleminizde kendinizle, çocukluk hayallerinizin kibritçi kızı oluverirsiniz.
Sonuç olarak, zamanın kıymetini bilmeli derim ben, gençliğin vurdumduymazlığıyla es geçmemeli hayatı. Çerin çöpün bile zamanı geldiğinde mutluluk nedeni olabileceği bilinmeli. Saniyelerin bile insan hayatını nasıl etkilediği asla unutulmamalı. Hedefleri olmalı insanın. Hedefleri olan insan yalnız kalmaz, yalnızlık tek kişiliktir, paylaşılmaz, ne demişler: “Paylaşılsa yalnızlık, yalnızlık olmaz.”