Bilimsel gelişmelerin her geçen gün hızına erişilmez bir durum kazandığı günümüzde güzel sanatlar aracılığıyla eğitimin yerini dolduracak nitelikte bir teknoloji, bir yöntem konulamamıştır. Geçmişin derinliklerine göz attığımızda iki değer insanlık tarihiyle özdeştir. Bunlardan ilki çocuktur: “Çocuk insanın babasıdır” der bir İngiliz şair; ikincisi sanattır ki tarih öncesi mağaralardaki duvar resimleri, binlerce yıl öncesi insanların ellerinden çıkmıştır.
Bu çalışmada güzel sanatların, eğitim açısından en işlevsel türlerinden biri olan tiyatronun çocuğun eğitimindeki yeri ve önemi üzerinde durulacak, söylediklerimiz örnek metin incelemesiyle somutlaştırılacaktır.
Çocuk edebiyatı deyimi iki sözcükten oluşmaktadır. Çocuk ve edebiyat. Edebiyat, duygu, düşünce, hayal ve izlenimlerin sözlü ve yazılı olarak güzel ve etkili bir biçimde anlatılması sanatıdır. Edebiyat, sözcüklerle yapılan bir güzel sanat, bir dil sanatıdır.
Ansiklopedik Eğitim Sözlüğü‘nde çocuk, “iki yaşından erinlik çağına dek süren büyüme dönemi içinde bulunan insan yavrusu” ya da “henüz erinlik dönemine erişmemiş kız ya da erkek” diye tanımlanmaktadır.
Psikoloji ve biyoloji bilimlerinin araştırmaları ışığında çocukluk çağı kesinlik taşımamakla birlikte üçe ayrılabilir:
1. İlk çocukluk çağı: 2-6 yaş oyun çağı
2. İkinci çocukluk çağı: 6-12 yaş okul çağı
3. Son çocukluk çağı: 12-15 yaş ergenlik öncesi (Kantemir)
Çocuk edebiyatı: Çocukluk çağında bulunan kimselerin, olay, düşünce, duygu ve hayallerine yönelik, usta yazarlar tarafından özellikle çocuklar için yazılmış olan ya da geleneğin oluşturduğu üstün sanat nitelikleri taşıyan sözlü ve yazılı ürünlere verilen addır.
Çocuğun ruhsal gelişiminde; yaşama gücü ve sevinci kazandırmak, yaratıcı düşünceyi geliştirmek, dil gelişimini sağlamak, kendilerini ve başkalarını tanımada yol göstermek, zamanı en iyi biçimde değerlendirmek gibi beceriler, edebiyat aracılığıyla gelişir.
İlerleyen bilimin ürettiği teknoloji günümüz toplumunun yapısını değiştirmiştir. İnsanlar arasındaki iletişimi hızlandıran bu değişim bir yandan da insanlar arasındaki samimîyeti ve sıcaklığı ortadan kaldırmak gibi olumsuz bir işlevi de üstlenmiştir. Toplumun bütün tabakalarını etkileyen bu ortamda özellikle çocuklarımızın ruhsal gelişimini duygusal gelişimle koşut yürütmemiz gereken eğitim çizgisinde, elimizde bir can simidi vardır: Sanat.
“Gerçekçi bir eğitim ilim ve sanatın ayrılmaz işbirliğine dayanmalıdır.” diyen Suut Kemal Yetkin’in, sanat ve çocuk üzerine sözlerini şu biçimde özetlemek mümkündür:
İnsanda köklü bir gereksinime cevap veren sanatın, kişiliği eğiten en önemli etkenlerden biri olduğunu akıldan çıkarmamak gerekir. “Sanat eğitiminin amacı, sanat için eğitim değil, sanatla eğitimdir.” Bu durumda yapılacak ilk iş, küçük yaşlardan itibaren insanı sanat eseriyle karşı karşıya getirmek, uyuklama halindeki estetik duygusunu geliştirmektir. Bu ilk eğitim denemelerinden sonra öğrenci, sanat eserinin kendisiyle baş başa kalabilir. Bu noktada sanat eseriyle öğrencinin arasına giren engelleri birer birer kaldırmak, sanat eserini saflığı ve özelliği içinde görmesi için ona yardım etmek gerekir.
Öğrencilere, sanat eserinin görülenlerin, okunanların, izlenenlerin bir tekrarı olmadığını, onlarla kurulan yeni bir yapı olduğu gerçeğini türlü örnekleriyle göstermek, yapılacak ilk iş olmalıdır.
Genel olarak eğitimin amacı, çocuğun psikolojik tipini ortaya çıkarmak ve her tipe doğal çizgisi içinde gelişme, kendi biçimini bulma imkânını vermektir. Eğitim konusunda özgürlüğün gerçek anlamı budur. Bu nedenden dolayı, çocukların eğitiminde sanatın paha biçilmez bir önemi vardır. Çünkü bireysel psikolojinin ilk ve en doğru işareti sanattır. Çocuğun eğilimi ve yönü belli olunca, kendi kişiliği biçimini buluncaya kadar, sanat disiplini ile geliştirilebilir.
Yarının teminatı olan çocuklarımızı, eksiksiz ve tam yetiştirmek istiyorsak, akılcı ve nesnel düşüncenin gelişimini; hayal gücünün ve kişisel dünyanın gelişimi ile dengelemek; bilimle sanatın temelinde yaratıcılık yattığına göre, her iki güçten de çocukları ve gençleri faydalandırmak zorundayız. Yükselmenin şartı iki kanatla uçmaktır.
İlköğretim ikinci kademede, sınıf içerisinde herhangi bir tiyatro metninin işlenmesi sürecinde şu ilkeler göz önünde bulundurulmalıdır. Dersin işlenişinde öğrencileri özendirme, onlarda esere karşı, özellikle tiyatroya karşı ilgi uyandırılmalıdır. Onların yaratıcılıklarını ortaya çıkarmak amacıyla oyundaki kişilerin konuşmaları öğrencilere paylaştırılmalı ve her öğrencinin kendi konuşma metnini ezberlemesi istenmelidir. Daha çok, istekli öğrencilere görev dağılımının gerçekleştirilmesi göz önünde tutulmalıdır.
Eğitim-öğretim süreklilik arz eden bir süreç olduğu göz önünde tutulduğunda öğrencilerin geçmişte öğrendiklerinin bu derste pekiştirilmesi gerekmektedir. Öğrenci, daha önce, bir biçimde diğer edebî türlerle roman, öykü, anı… vd. ile tanışmış, onları kavramış olduğu varsayılmaktadır.
Metnin okunması öncelikle öğretmen tarafından gerçekleştirilmelidir. Daha sonra görev taksimi yapılmalı, her öğrenci kendisine verilen konuşmayı öğretmenin denetiminde okumalıdır. Gerekli düzeltmeler genel okuma bittikten sonra yapılması daha sağlıklı sonuçlar verecektir.
Metnin vermek istediği ana tema öncelikle öğrenciye sezdirilmelidir. Genel masajı öncelikle kavrayan öğrencinin parçaları çözmesi onlara anlamlar kazandırması daha kolay olacaktır.
Bilinmeyen sözcüklerin anlam çalışmaları sınıf içinde gerçekleştirilmelidir. Bunlar öğrenciye ödev olarak verilip ezberletilmeye çalışılmamalıdır. Öğrenciler bilinmeyen sözcükleri ve deyimleri metne bağlı olarak tam kavradıktan sonra kendi konuşmalarında ve yazma çalışmalarında kullanmalıdır. Aynı kökten gelen sözcükler ve değişik tarzda aynı anlamı taşıyan deyimler geçmiş öğretim çalışmalarına bağlı olarak hatırlatılmalıdır. Bu sayede öğrenciler, sözcükleri ve deyimleri özümseyecektir. Aksi takdirde sözcükler ve deyimler sınıfın duvarları arasında sıkışıp kalacaktır.
“Metnin ana teması nedir?” gibi bir sorunun yanıtı öğrenciden istenmemelidir. Her şeyden önce unutulmamalıdır ki ana dili öğretimi, özellikle edebî metinlerin öğretimi sanatın incelikleri ve güzellikleriyle sunulmalıdır. Her metin, yazarın ya da şairin kaleminden çıktıktan sonra artık herkesin malıdır. Yazar ya da şairlerin eserleri üzerindeki mülkiyet hakkı okuyucunundur artık ve elbette öğrencilerimiz de birer okuyucudur.