Özge Hanım Cinselliği ile Barışmaya Başlıyor
Uzmanla sorunlarını konuştukça, yabancılaştırıldığı bir yönünü, cinselliğini tüm gerçekliği ile görmeye başlıyor. Geliştirmiş olduğu istenmeyen duygular nedeniyle bir türlü rayına oturtamadığı karşı cinse yönelik ilişkilerini bir düzene sokma yolunda hızla ilerliyor.
Özge Hanım uzmana “Cinsel açıdan yetişkin olmak ne demektir?” diye soruyor.
Uzman, bu soruyu şöyle yanıtlıyor: “Cinsel açıdan yetişkin olmak, çocukluğun egemen duygusu olan ben odakçılıktan ve bağımlılıktan tümüyle kurtulmak demektir. Başkalarının farklılığını birey, ancak o zaman görebiliyor ve tanıyabiliyor. İki cins, ancak o zaman eşit, yakınmasız bir ilişki kurmayı, köle ya da efendi olmadan birlikte yaşamayı becerebiliyor.”
Özge Hanım, burada söze karışıyor: “Bunu uygulamak, söylendiği kadar kolay olmuyor; uygulamada birçok zorluk çıkıyor.” diyor.
Uzman, Özge Hanımın bu görüşüne katıldığını belirttikten sonra şu açıklamayı getiriyor: “E skiden evlilikler, mirasın çocuklara aktarılması ve korunması gibi dışsal etkenlerin etkisiyle aileler arasındaki anlaşmaya dayanıyordu genellikle. Şimdi ise bireysellik yükselişe geçti. Birliktelik kurmak isteyen karşı cinslerin kendi kişisel mutlulukları önem ve öncelik kazanmaya başladı. Bu durum, çiftin kişisel çıkarları ile ortak çıkarları arasında bir denge kurmalarını gerektiriyor. Bunun için çiftlerden, hem kendi hazzını yönetme yeterliğine sahip olması hem de eşiti olan bir yetişkin ile yaşamı paylaşma yeterliğinin bulunması; bu nedenle de odak olmaktan vazgeçmiş ve anne baba olmaya hazır duruma gelmiş olması bekleniyor.
Görüldüğü gibi cinsellik, aile bağlarından bağımsız duruma gelerek başkalarıyla karşılaşmaya olanak tanıyan bir etken oluyor. Birey, bu olanaktan yararlanarak, eşi olmasını düşlediği kişinin; daha geniş anlamda da karşı cinsin duygu ve düşünce dünyasını tanımaya yöneliyor. Bunu başarmasını, bireyin toplumsal ilişkilerde başarılı olma yeterliğine ulaşmış olması sağlıyor.
Karşı cins, çekici olduğu kadar da kaygı vericidir. Karşı cins ilişkileri, çabucak cinsellik savaşlarına, şiddet silsilesine dönüşme gizilgücüne sahiptir. Bu savaşlar çoğu kez, karşı cinsten birinin öbürüne teslim olmasıyla sonlandırılıyor. Böyle bir çözüm, cinsel olgunluğa erişmemiş yetişkinlere özgüdür.”
Nedir, Erkek ve Kadın Cinsel İsteğinin Kaynağı?
Özge Hanım, oturumun başında, “Erkekler, kadınların karmaşık olduğunu, onları hiç anlamadıklarını; kendilerinin ise oldukça yalın ve anlaşılır olduğunu söylüyorlar. Sonuçta sertleşme, mekanik bir olgu.” diyor.
Uzman, bunun doğru olmadığını vurgulayarak şu açıklamayı yapıyor: “Bir erkek için kadını anlamak ne kadar zor ise bir kadın için erkeği anlamak da o kadar zordur. Çünkü erkeğin de penisten başka bir de beyni vardır. İki cins arasındaki farklılık, yararlı ve özeldir. Cinsel istek, bu farklılıklar üzerine temellenmektedir. Kadın ve erkek, cinsel kimliklerini güçlendirmek için bu farklılıkları belirginleştirmişlerdir.”
Özge Hanım, burada söze girerek “Öyleyse erkek arkadaşımın ve benim, cinsel istek konusundaki farklılığımız, oldukça normal. Bu, birbirimizi sevmemizi engelleyen bir etken değildir.” diyor.
Uzman, açıklamasını sürdürüyor: “Cinsel oyunların gerçek amacı, ikiliden her birinin kendi olarak kalmasına izin verip kendi farklılığıyla karşı cinsi uyarmak ve zenginleştirmektir. Farklı konumlarda olan bu iki kişiden her birinin, öbürünü tanıma hakkı vardır.” diyor.
Özge Hanım, “Peki; ama kararı kim verecektir somut olarak?” diye sorunca, uzman, duraksamaksızın belirginlik kazandırıyor konuya:
“Her biri öbürüne, kendi isteğinden bir ölçüde vazgeçme doğru adımını atacaktır. Bunun adı, uzlaşmadır. Bağımsız bir kişilik olduğumuzu aklımızdan çıkarmayarak birlikte uyumlu yaşamayı, ancak bu yolla başarabiliriz.” diyor.
“İşte bu nedenle hiç kuşkusuz, gerçekten kim olduğumu, ne istediğini, ne istemediğimi bilmem ve bunları yaşama geçirmem önemli.” diyor Özge Hanım.
Yetişkinlik Çağındaki bir Kişinin Sevgiyi (Aşkı) Yaşamasına Olanak Tanıyan Birincil Etkenin Ne Olduğunu Biliyor muyuz?
Özge Hanım, bir görüşmenin başında uzmana yine şöyle bir soru yöneltiyor:
“Cinsellikten söz ediyoruz; ama benim için temelde, sevmek ve sevilmek önem taşıyor. Ne ki cinsel istek eksikliğimin, karşı cinsle ilişkimi tehlikeye attığını duyumsuyorum. İtiraf etmeliyim ki beni buraya getiren de budur. Bana kalsa ben, cinsellik olmadan, yalnızca sevgiyle de mutlu yaşarım; ama erkek arkadaşım açısından durumun farklı olduğunu görüyorum.”
Uzman, Özge Hanım’ın yaşam boyu bir erkekle kuracağı ilişkiyle gerçek sevgiyi yaşamak istediğini anlıyor ve ona bunun gerçekte, cinsellik içeren bir bağ olduğunu bir kez daha anımsatma gereğini duyuyor. Diyor ki “Cinsellik dediğimizde, yalnızca cinsellikten söz etmiyoruz. Cinsel birleşmeye, sevgi duygusunun bir anlatımı olarak da bakmamız gerekiyor.”
Bunu duyar duymaz, Özge Hanım, “Bunlar, biraz karışık geliyor bana. Ben, gerçek sevginin ne olduğunu bilmek istiyorum.” diyor.
Uzman, şu açıklamayı yapıyor, Özge Hanımın bu sözü üzerine: “Sevgiyi tanımlamak zor bir şey gerçekte. Çok anlamlı bir terim sevgi. Tanrı için de, anne baba için de, kardeş için de, çocuk için de, çikolata için de kullanıyoruz bu terimi. O nedenle ben, karşı cinse yönelik sevgi için “tutkuyla sevme” ve “cinsel ve duygusal bağ” demeyi yeğliyorum. Şunu da belirtmeliyim: Sevgi olmaksızın, yalnızca cinsel güdülerin doyurulması biçiminde bir ilişki de olabilir; Tanrı sevgisi, anne baba sevgisi, kardeş sevgisi, çocuk sevgisi türü, cinsellikten bağımsız sevgilerin de var olduğu gibi. Sevginin iki karşı cins arasında paylaşımı ise cinselliğin en önemli işlevlerinden biridir.
Anne ile bebek arasında oluşan ilk sevgi deneyimi, bir bütünleşmeyi içeren çok güçlü bir bağdır. Bebek için dokunulmak, okşanmak, yaşamsal bir gereksinimdir. Bunun eksikliği, bebeğin sararıp solmasına, dahası ölmesine bile yol açabilmektedir. Bilinçli olmadığımız, anımsayamadığımız halde, gelecekteki ilişkilerimizin temelini, bu ilk sevgi yapılandırıyor. Karşı cinsle ilişki kurmaya girişen yetişkin, her defasında, bu tür bir bağımlılığı yeniden yaşama korkusuyla karşı cinsle bir kavgaya girişiyor; bilinçdışı olarak ve o kayıp cenneti arıyor.”
Bu açıklama, Özge Hanım’ın belleğinde kendi çocukluk günlerini canlandırmasına neden oluyor. O doğduğunda, annesinin, ailesinden ve arkadaşlarından uzaklaştığını, işini bıraktığını, iki çocukla baş başa kaldığını; babasının, annesinin yanında pek yer almadığını; annesinin o dönemde bir depresyon geçirdiğini itiraf ettiğini; bütün bunlar yüzünden emde annesinin, kendisiyle sağlıklı bir ilişki kuramadığını; ama buna karşın, yaşamakta olduğu sorunlarından, annesini sorumlu tutmadığını; annesinin onu çok sevdiğini anlatıyor uzmana.
Ergenlikte İşlerin Karışması, Neden Kaynaklanıyor?
Uzman, bir sonraki görüşmede Özge Hanıma şu gerçeklerden söz ediyor. Diyor ki “Çocuk, büyüdükçe başkalarına açılması, onlarla arkadaşlık kurması ve ilk aşklarını yaşaması için gerekli olan özgüveni, anne babasından gördüğü sevgi ve ilgi aracılığı ile kazanıyor. Bu kazanım gerçekleşse bile ergenlikte işler, yine de karışıyor. Bu dönemde yoğun biçimde ortaya çıkan cinsel dürtüler, anne babayla kurulmuş olan içten yakınlığı ortadan kaldırırcasına patlıyor. Bu köklü değişimde birincil rolü oynayan, cinselliktir. Aileye duyulan, cinsellikten bağımsız sevginin yerini cinsellik içeren, karşı cinse yönelik sevgi alıyor. Bu durum, anne baba çemberinin parçalanmasının ve çocukluk ilişkilerinin yerine geçecek olan, cinsel bir eş arayışıyla dış dünyaya açılımın bir habercisi oluyor.”
Sözün burasında Özge Hanım, şunları söylüyor: “Ben, cinselliğin yalnızca bedensel birleşme olduğunu düşünürdüm. Cinselliğin gerçekte ne olduğunu şimdi anlıyorum. Demek ki cinsel isteğimin olması gerekiyor ve bu, benim için çok önemli. Her şey tümüyle çözüme kavuşmuş olmasa bile, bunu anlamak, yine de içimi rahatlatıyor.” diyor; ardından şunu ekliyor: “Kafamı kurcalayan bir şey daha var: İlişkinin ilk zamanlarında isteğim çok güçlü olduğu, yoğun bir cinsel ilişkiye girme isteği duyduğum halde, şimdilerde daha çok, duygusal, duyarlı bir yakınlık kurmaktan hoşlanır oldum. Birbirini seven çiftin arasında cinselliğin olması, mutlaka gerekli midir?”
Uzman, Özge Hanım’ın etkin bir yaklaşım içinde olduğunun ve işi kavrayışının kanıtı niteliğindeki bu sorudan sevinç duyuyor ve bir sonraki görüşmeye dek, bu soru üzerinde bir kez daha derinlemesine düşünmesi için Özge Hanım’ı yüreklendiriyor.
Uzmanla bir araya gelindiğinde Özge Hanım diyor ki “Son görüşmemizde size sorduğum soruları sormakta hiç de yalnız olmadığımı anladım. Erkek arkadaşım da bana, başlangıçtaki yoğunlukta bir isteği artık duymadığını itiraf etti. Şimdi beni çok daha fazla seviyor. Bunun böyle olduğuna inanmak istiyorum.”
Tutku Nedir?
Uzman, sözüne şöyle başlıyor: “Günün birinde, bize tümüyle yabancı olan biriyle karşılaşıyoruz. Bu kişi, bilinçdışımıza bombardıman etkisinde kimi işaretler yayıyor ve bizi sevişmeye kışkırtıyor. İşte bu durumda aklımızın pusulasını şaşırtan, cinsel içgüdümüzdür. Bu içgüdü bizi, tanımadığımız “eşsiz” bir kişinin kollarına atılmaya zorluyor ve bunun “büyük aşk” olduğuna inandırıyor bizi. İşte böyle bir ilk karşılaşmada açılışı yapan, ansızın düşen bir yıldırımdır tutku.
Eros’un gücü olmasaydı, ailemizden olmayan bir yabancıyla bu kadar yakın bir ilişki kurmayı kabul edemezdik. Tüm kurmaca aşk yapıtlarının bu büyülü anları dile getirdiğini biliyoruz. Bunlar, gerçekten büyük aşk öyküleri midir? Bunlara cinsellik öyküsü demekle cinselliğe, hakkını tanımış olmaz mıyız? Buna tutku desek bile, bizi endorfinle sarıp sarmalayan bu deliliği, olması gereken yere yerleştirmek durumundayız. İyi ki bu tutku, sürüp gitmiyor; yoksa bizi tüketebilir. Cinsellikteki sıkıcı engellerin de ancak, bu tutkulu isteğin gücü ile azaltılabildiğini unutmamalıyız. Başlangıçta yoğun biçimde istediğimiz kişi, daha sonra, gerçekten sevdiğimiz kişi durumuna dönüşebiliyor.”
Tutku, Duygusal Bağlanmaya Nasıl Dönüşüyor?
Özge Hanım, yine soruyor: “Peki; ya sonra? Sevgi, bağlılık, cinsel istek… Sonra nasıl olacak?”
Özge Hanım’ın bu sorusuna uzmanın yanıtı şu oluyor: “Tutkulu dönem, her şeye karşın çok önemlidir. Çiftin birlikteliğinin kurulmasına, bu tutku olanak sağlıyor. Bu dönem boyunca sevgililerin yaşadığı çok yoğun duygusal paylaşımlar, güçlü bağlar yaratıyor. Âşık olanın eli kolu bağlanıyor. Zaman geçtikçe bu kendiliğinden istek, yoğunluğunu yitiriyor. Buna karşılık, duygulanım artıyor. İşte tam da burada, cinselliğe verilen değer ve gösterilen ilgi devreye giriyor. Cinselliğe değer verilmediği, ilgi devreye sokulmadığı durumda tutku, aşamalı olarak sönüyor ve geriye yalnızca sevecenlik ve duygulanım kalıyor.”
Özge Hanım, “Sonuçta bu, o kadar da kötü değil.” diyor.
Bunun üzerine uzman, “Ancak, bunun sizi memnun etmesinin önünü kesen iki etken vardır.” diyerek bu etkenlerin neler olduğunu belirtiyor:
“Birinci etken, diyor, herkeste var olan cinsel güdüdür. Bu güdü, uzun süre uykuda kalmış olabilir ve bir gün bir karşılaşma gerçekleştiğinde uyanabilir. Beklenmedik uyarılmalar, bir yıldırım aşkı yaratabilir. Bu durumda isteklerimiz tutuşur, silahsız kalırız. Bu, cinselliğimizin var olduğunu hesaba katmanın, bizim için gerekliliğini gösterir. Bastırılmış dürtü ve isteklerin geri dönüşü sancılı olduğu gibi, bu sürecin yönetimi de zordur.
İlişkilerini yalnızca duyarlı duygulara dayandırmış olan çiftin karşılaşabileceği ikinci engel ise şudur: Yaşam, masallarda anlatıldığı gibi sürmüyor. Kişi, gündelik yaşamı bir yetişkinle paylaşırken, görünürde ağırlığı olmayan belli bir saldırganlık ortaya çıkabilir. İkili, sahip oldukları akla karşın, bu saldırganlığın yükseliş gösterdiği anlarda onu durdurmaya çalışırken, tüm dünyanın acılarını üzerlerinde duyumsadıkları görülür. Bu yükü onların üzerinden alma gücü, yalnızca cinsel ilişkide bulunmaktadır.”
Cinsel İlişki Niçin Değerli ve Önemlidir?
Uzman, görüşmeyi şu sözleriyle başlatıyor: “Kişi, cinsel isteğin önemini ve değerini kabul edince, isteklerini, seçtiği karşı cinsle paylaşmak üzere ortaya çıkarma gücüne de sahip olacaktır. Onun da ötesinde, aralarında karşılıklı bir uyum içinde, sevginin, saygının ve güvenin de bulunduğu kadın ya da erkek, karşısındakinin, kendi eşiti olduğu duygusunu yaşayacaktır. Bu durumda cinsel yaşam, olumlu bir duygu yaratacak; bu duygu da ikili arasındaki bağı güçlendirecektir.
Dinledikleri karşısında, dalıp gidiyor Özge Hanım. Uzman susunca, dalgınlığından sıyrılarak şunları söylüyor: “Hiç bu açıdan bakmamıştım bu işe. Ben her zaman, sevgi ve cinselliğin iyi bir karışım olmadığını düşünmüşümdür. Sizin bu açıklamalarınızdan anlıyorum ki duygusallık ve cinsellik, birlikte var olmakla kalmıyor, uzun ömürlü bir ilişkinin de temelini oluşturuyor.”
Özge Hanım, bunun ardından, şu soruyu soruyor: “Peki; ya her şeye karşın tutkulu öyküler yaşamak istiyorsak?”
Uzman, şöyle yanıtlıyor Özge Hanım’ın bu sorusunu: “Eğer sıklıkla eş değiştirmeyi kabul ediyorsanız bu, olasıdır. Çünkü bu, aynı zamanda, duygusal bir ilişki kurmaktan vazgeçmeyi içerir. Bu yolu seçenler de vardır. Onların dışında kalanların birçoğu tutku ve duygunun bir arada olmasını umuyor; ancak ne yazık ki bunun gerçekleştirilemeyeceğini anlamakta gecikmiyorlar.”
Özge Hanım, çok önemli bir konuda bilinçlenmeye başladığını fark ederek ayrılıyor oturumdan.
Kadınla Erkek Arasında Cinsel İşlev Açısından Nasıl Bir Farkı Vardır?
Özge Hanım’a bu sıralar, bir arada yaşama ve birliktelik kurma kuramı, belirsiz gelmeye başlıyor. Yakın arkadaşlarına sorduğunda, bu kakış açısının farklı ve çok cinsel olduğu sonucuna varıyor. Bunun üzerine uzmana bir kez daha, “Kadınlar ve erkekler arasında, cinsel işlev açısından nasıl bir fark var? diye soruyor.
Uzman, şunları anlatıyor: “Cinsel ilişki süresi, iki cins için aynı değil. Erkekte uyarılma, çok hızlı oluyor ve erkek, rahatlamak için baskıcı bir biçimde cinsel birleşme ve orgazm arayan bir gerilime giriyor. Kadında ise uyarılmanın gerçekleşmesi, ağır bir gidiş gösteriyor. Elbette o da uyarılmayı ve isteğinin doyumunu bekliyor; ama bu durum, ivedilik taşımıyor. Kadınlar için genellikle olumlu bir bağlam zorunluğu söz konusudur. Bu da erkeğin onu rahatlatması ve ona güven vermesi ile gerçekleşebiliyor.”
“Bu, doğru.” diye onaylıyor Özge Hanım; ancak bir soru takılıyor kafasına: “Erkekler, rahatlama ve güven yoksunluğu duymazlar mı?” diye soruyor.
Uzman açıklık getiriyor soruya: “Bu durum, yüzyıllardan beri, erkek şiddetinin altında kurban durumunda olan kadınların bilinçaltlarına işlenmiş bulunuyor. O nedenle onlar, cinselliklerini, erkeklerine güvenebilecekleri bir ilişkide yaşama gereksinimi duyuyorlar. Bu güvenli ortamı, duygular ve sevecenlik yaratıyor. Bugün ise kadınlar, kendilerinin birer cinsel doyum aracı olarak değil; bir birey olarak görülüp beğenilmeyi bekliyorlar. Sevgilisi baskı yapsa da duygusal bir ilişki varsa bu, kadının korkusunu yatıştırıabiliyor.”
Erkekler de Duyarlı mıdır?
Bu kez, “Erkekler de duyarlı mıdır?” diye bir soru soruyor Özge Hanım.
Uzman açıklıyor: “Erkekler de duyarlıdır. Zorlanma, onlar için ölümcül bile olabilir. Sertleşme yitimi, erken boşalma, sıklıkla bu zorlanmanın nedeni olarak yaşanır erkeklerce. Onun için erkeklerin korkuları daha farklıdır. Erkekliğinde bir kusur olmasından korkma, erkeği “eşit olmama” amacına yöneltebilmektedir.
Eğer sevgilisi doyum sağlamış görünüyorsa sorun yaşanmıyor. Kimileri için duyarlık, bir kaygı kaynağı bile olabiliyor. Yaşananlar, cinselliğin ve duyguların birbirini tamamladığını, birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğuna tanıklık ediyor. Sevmek ve sevilmek arasındaki dozu bulmak, kolay değil. Bu dengeyi ancak, cinsel olgunluk kazanmış olan kişiler sağlanabiliyor.”
Özge Hanım, “O halde bizim hâlâ birbirimizi sevdiğimizi düşünmekte haklıyım.” diyor, oturumun bitiminde.
Uzmana başka pek çok soru daha soruyor Özge Hanım. Uzman, soruların tümüne, Özge Hanımı inandıracak yanıtlar veriyor ve Özge Hanım, nerelere takılıp kaldığının ayrımına vardıkça, takıntılarından bir bir kurtulmaya başlıyor. Çok ağır yasakları içselleştirmiş olduğunun farkına vardığını söylüyor uzmana. Uzman da yaşadığı sorunların, bir yazgı olmadığını anımsatıyor ona. Özge Hanım, bu engelleri aşmak için gerekli zekâya, akıl yürütme gücüne sahip bulunuyor. Ayrıca, sorunlarını aşma kavgasını vermede yalnız da değildir; sevgilisi, kendisini yakından destekliyor.
Günümüzde toplum bizden, yol haritamızı kendimizin belirlememizi sağlayabilecek olgunlukta bir davranış bekliyor. Seçimlerimizden ve yaşamımızdaki başarılarımızdan ya da başarısızlıklarımızdan, kendimiz sorumlu tutuluyoruz. Elbette eğitim ortamı ve kültürel çevre, çocukluğumuzdaki temel etkenler arasında yer alıyor. Ama ondan sonra, görev bize düşüyor. Cinsellik de bu görevlerimiz arasında yer alıyor.
Özge Hanım, bütün bunları anlamış olmakla önemli bir gelişim gerçekleştirdiğini düşünüyor. Sınırlamalar, suçluluk, başarısızlık ve anormallik duygusu gibi karabasanları yaşamından çıkarma yolunda önemli çaba gösterme; cinselliğe hakkı olan önemi ve değeri verme kararlılığı içinde, uzmanıyla sürdürdüğü görüşmelere son veriyor.
Erkek arkadaşıyla da paylaştığı yeni düşünceleri sayesinde onunla da daha uyumlu ve daha doyurucu bir ilişki sürdürmeye başlıyor. İkisi de anlaşmazlık nedenini ve suçu, öbürünün üzerine atma tuzağına düşmekten uzak durmaya özen gösteriyorlar.
Son görüşmenin sonunda Özge Hanım, üzerine e-posta adresini yazdığı bir kâğıt uzatıyor uzmana. “Eğer sizin için zor olmayacaksa sizden, üzerinde çalıştığımız temel konuların ve birlikte vardığımız sonuçların bir özetini yazılı olarak bana göndermenizi rica ediyorum. İyileşmeyi sürdürürken bu özet bana güven verecek ve ayrıca içerikte yitip gitmemem için saklayabileceğim bir yol haritası işlevini görecek.” diyor.
Uzman, bunu yapabileceğini belirtiyor.
Sıcak bir teşekkürle uzmanından ayrılırken, ikisi de oldukça duygulu anlar yaşıyorlar.
Esinlenilen ve yararlanılan kaynak: Chislaine Paris. Cinselliğin Önemi. Ayrıntı Yayınları. İstanbul, 2013