Kent, kendini akşam paydosunun kollarına bırakırken insanlar değişik yönlere umut dolu adımlar atarak gitmenin sevincini yaşamak isterken, herkesin tek bir beklentisinin “biraz mutlu olmak“ için yüzlerinde parladığını mimiklerinden anlamak mümkündür.
Ama yinede akşamlar yorgun hüzünleri hücrelerinin gözeneklerine bezeyerek akıp giden hayalle gerçeğin buluşma kavşağında kesişerek nemlendirler zamanı havanın kuraklığına inat. Oysa bu kenti ben bütün ifadesizliklerine rağmen aradığım izleri bulmak için seçmiştim. Kuytu bir yalnızlığı şiirsel havaların dışında kalan saatlerde de yaşayarak mutlu olacağımı sanarak yanılmalarıma devam etmiştim. Yalnızlığın pusulu gecelerinde yayılan sislerin artık bir daha benim havamı bulandırmayacağına inanarak geceleri de bir ölçüde sevmeğe başlamıştım.
Yanılmışım her seferki gibi sefaletin koynunda varlıǧı taksitlerle yaşayarak. Oysa bildiğim kadarıyla ölüm bile bir defalıktır yanılmıyorsam. Med – Cezir olayları vurduğu kıyılarımın kumsalını bile tarumar ederken bünyeme indirilen ağır darbelerin öfkesini yüreğime haberim olmadan yazmış. Uyumak için yastığa başımı koyduğumda derin düşüncelerin dalgalarında her gün biraz daha boğularak nefesimi tıkayan zaman, acımasız sevimsizliğiyle en ağır silindirini üzerimden geçirerek kemiklerimi her gün teker teker kırarak sonunda hoşaf artığı ve bir hurda yığını gibi işe yaramazlığımı hesaba katarak beni çöpe atmış zaman denen acımasız serüven. Yüreğimin sesini dinlemeden…
Gözlerimi gökyüzüne diktiğimde ayaz gecenin soğuk rüzgarıyla damlaları yüzüme düşürürken geride bıraktığı iz yüzüme ve ruhuma derin bir tahribatı da saplamıştır. Boğaz tokluğuna yaşanılan bu hayatın bir anlamının olduğunu sanmakla da bir kez daha yanılma payını hesaba katarak kazanılmış bir istatistik sınavının bile geçersizliği geçerli olmuştur. Öylesine bütünlükle ve kararlılıkla üzerine yürüdüğüm hayat bana kendi ihanetini dayatmıştır şimdi. Hiç bir borana eğilmez, hiç bir aşağılamaya yenilmez sandığım yüreğim bir saki kadehle demlenerek sevgisizliğe hapis olmuştur her seferinde… Oysa ben benim, biz insanların aradığı, aradığımız hırsız gürsüz bir avuç mutluluk değil midir?
Gözlerimi kapatıp ağlarken bugün bunu düşünmenin acısını yaşıyorum. Mutluluğu ararken tosladığım kayalar girdaplar diyarını ezeli ve ebedi üstünlüğünü bana sivri uçlarını göstererek istemediğim her şeyi kabullenmek zorunluluğumu dayatarak tercih yapmaya zorlamaktadır. Öylesine bütünlükle ve var gücümle üzerine gittiğim sevgim bile kendi acımasızlığını bana dayatarak hüsranımı da hazırlamaktadır. Oysa ben korkmadan içimden geldiği gibi hayatı ve sevmeyi bildiğimi sanmıştım. Doğal ve içten olmanın içimi bu kadar tahrip edeceğini bilseydim hiç severek kendime zarar vermezdim. Ve böyle acı sonuçlar beni geceleri ay ışığını seyretmeğe zorlamazdı belki de. Kahrını çekmekte olduğum baş belası sevgim her seferinde yüzüme bir yumruk indirerek ayrılığı devamlılık, yalnızlığı ise bir stil olarak şekillendirmek istiyor üzerimde…
Bu kent diyorum artık ahlak diyarından uzak sevgisizliklere ev sahipliği yapan ve yıpratan hayatın bir parçasıdır içimizde yaşattığımız. Kalemler güzeli yazmak için bir ipucu ararken rastladığı tek varlık; hazandır, hüzündür, acıdır, elemdir, inkisardır, tecessüslerden uzak beklentileri olmayan … kendi içindeki çelişkileriyle…
Mutlu olmak için, temiz bir ruha ihtiyaç vardır. Biz insanlar ancak temiz bir ruha sahip olduğumuz zaman gerçek mutluluğu yakalayabiliriz. En güzel mutluluk ise beklenilenin gelmesi için sabretmektir. Bu lütufa sahip olamayanlar mutluluğu ancak hayal edenlerdir.
Çelişkisiz günler sizlerin olsun.