Avazım Çıktığı Kadar Susuyorum

Sayı 26- Eğitim, Demokrasi, Mutluluk (Nisan 2010)

Sevgili ve biricik ablam;

Benim için en değerli olan insan, nasılsın? Sen üniversiteyi kazanıp gittiğinden bu yana hayatımda bazı şeyler değişti bu mektupta bu değişen şeyleri yazmak isterim.

Duygularım çok karmaşık abla, kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Kendimi eskiden daha verimli, daha mutlu ve daha fazla yaşam enerjisi bulurdum. Sen gittiğinden beri bu yana kimseye duygularımı, derdimi anlatamıyorum, ablam kendimi yalnız hissediyorum. Hayallerim nargilenin dumanı gibi sadece beni zehirler ve uçup gider. Aklım ile kalbim resmen meydan savaşındalar, ben iki cepheyi birden kaybediyorum, cepheden cepheyi soramıyorum, bu karanlık bet duygularıma geldikleri gibi giderler diyemiyorum.

Bazen her şeyi bırakıp gidiyim diyorum, pes edeyim, havlu atıyım diyorum bu sefer mantığım karşı çıkıyor, bana “van minit “diyor, titre ve kendine gel sen kimin oğlusun diyor, ama…

Korkuyorum ablam, yenileceğimden korkuyorum. Kendim de fark ediyorum gün geçtikçe sessiz, pısırık, duygularımı hep bastıran, tepen biri oldum. Kötü biri olmaktan korkuyorum. Yalnızlaşıyorum bütün cephelerimi kaybediyorum, kendimi böyle düşünmemek için zorluyorum ama olmuyor. Bazen geceleri yatmadan önce lambaları kapatıp, fener yardımıyla duygularımı yazıyorum, yazdıktan sonra babam görmesin, okuyup da üzülmesin diye yırtıyorum. Duygularımı sana anlatmaya, 4. dereceden 50 bilinmeyenli sorun denklemini seninle paylaşmaya ihtiyacım var. Gün geçtikçe sessiz ve içine kapanık olmaktan korkuyorum. Yalnızlığı sever oldum, kendimde cahil cesareti buluyorum. Aslında sen ne büyük bir lütufsun senin gibi bir ablam olduğu için çok ama çok şanslıyım.

Duygularımı anlatmak o kadar zor ki. Ben böyle olmak istemiyorum, isyanlarımı ağlamak istemiyorum, kendimi hep sindirmek istemiyorum. Geceler uzadı. Sorunlarım dörtnala gelen uzak asyadan, bir kısrak başı gibi beni ve düşünmemi soran bu lanet dert benim.

Kendi duygularımı öyle sansürlemişim, öyle tepmişim ki onları kelimeye dökmek çok zor. Ama kendi içimde öyle bir savaş veriyorum ki içimde ki yaşayan deve uyusun diye ninni okuyorum.

Sinirlerim sanki bir ışığa tutulmuşçasına ince, eşi ve benzeri olmayacak bir şekilde ürperiyor bazen. Bakışlarımı aklımdaki sorunların üzerinde gezdirince bir tanıkla karşılaşmış veyahut benliğimin kopup gitmiş bir parçasını tekrar elde etmiş gibi oluyorum. Bazen gözlerim yaşarıyor. Sorunlarımı ruhuma işleyen hafif uğultulu bir ezgi gibi dinliyorum, “DERMANSIZLIK” diye paylıyorum kendimi. Yumruklarımı sıktım ve tekrar, tekrar ve tekrar “DERMANSIZLIK” diyorum. Bu komik duygulardan ötürü kendime “salaksın” dediğim oluyor.

Cadde de bazen gezerken düşünüyorum bunca insanın ne bir derdi ne bir sorunu ne de bir yaşam sıkıntısı var. Omuzlarında hiçbir hayat yükü yok. Bense bu genç insanların hemen yanı başında yürüyorum ama kimse beni görmüyor. Mutluluğun nasıl bir haz verdiğini unutmuştum. Katlanılmaz bir haksızlığa uğradığımı düşünüyordum. Şu son aylar bana karşı neden bu kadar zalim davranmıştı? Her zaman, her yerde en onulmaz eziyetlere hep ben maruz kalıyordum. Ne zaman otursam, ne zaman kafamı boşaltmaya çalışmaya çalışsam hemen ya küçük, önemsiz ayrıntıların veya hayal gücüme sokulup bütün gücümü havaya savuran saçma sapan, lüzumsuz şeylerin hücumuna uğruyordum.

Ne yapacağımı bilmiyorum günden güne kendimi yiyorum. Çaresizleşiyorum karanlığa çığlık atıyorum ama beni kimse duymuyor. Sanki insanlık tarihinin en kanlı savaşının tam ortasında kılıçsız ve kalkansız kalmıştım…

Yaaaa abla, işte böyle gelecek mektubumda böyle şeyler yazmama umuduyla kendine çok iyi bak. Dünün, dününden güzel olsun ablam kendine iyi bak.

Kardeşin

Timuçin  SÖZÜBİR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir