Hükûmetimizin, nasıl bir dış çullanmaya maruz bulunduğunu görmemek için kör olmak gerekir. Önce Irak, sonra Libya, şimdi de Suriye… Gelişmelerden, bunlara karşı koyan tüm içten çabalara saygımız saklı olsa da, acı duyuyoruz… Cumhuriyet Hükûmeti, Bizim Hükûmetimiz’dir ve O’na, hele dış tehditlerle, geriletilmek isteniyorsa, cansiparane, yardımcı olmak, boynumuzun borcudur.
Burada, en önce 24 Mart 2010’da ABD Büyükelçisi, James Jeffrey’nin, Boğaziçi Üniversitesi (BÜ) Kütüphanesi’nde “Fulbright” kuruluşu kanalıyla, ABD’de misafir öğretim üyesi olarak bulunmuş hocalarımıza yaptığı konuşmayı hatırlamak yerinde olur. (Bakınız Yeniçağ, 27 Temmuz 2010, Arslan Bulut.)
Bu çerçevede, açıkça anlaşılmaktadır ki, 12 Eylül 2010 Referandumu – sandığa saygımız mahfuz olarak belirtelim – bir Pentagon Projesi’ydi.
Akla şu soru geliyor, haliyle: O zaman referandumla değiştirilmek istenenlere ne eklenemedi ki, şimdi yeni bir anayasa değişikliği göndemde?
Cevap, emperyallerin bölgedeki çıkarları açısından, bizce, açık olarak şudur: Türk Silahlı Kuvvetleri (burada yol boyu, ortaya çıkmış olumsuz tutumlara ve bunların öznelerine karşı, gayet yerinde sayılabilecek tepkileri, mahfuz tutarak belirtiyoruz, ama işte), bir anlamda, topyekûn edilgenleştirilmeden; Anayasa’da (nihayette, toprak bütünlüğümüze zarar verecek), köklü bir değişiklik yapılamazdı. 12 Eylül 2010’da amaç ise, referandum sonrası yargının, çok endişe ederiz ki, sonrasında, Hükûmet’in de iradesi, ciddi olarak örselenmiş olarak, dönüştürülüp harekete konularak, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yıpratmak ve geriletmekti. James Jeffrey’in, 24 Ocak 2010’da BÜ’de yaptığı konuşmada sergilediği düşünce eklemleri, bu kaygımızı açıkça ortaya koyuyor… Esasen son evrede, MİT Müsteşarı hakkında soruşturma açılmak istenmesi, O’nun giderek tutuklanma olasılığıyla burun buruna gelmesi; kurgulanan senaryonun, Cumhuriyet Hükûmeti’ne de, nasıl zarar verebilecek bir makina olarak yürürlüğe konulmak istendiğini, ele veriyor, düşüncesindeyiz.
Ortada acımasız bir emperyal savaş makinası, giderek bunun içerideki uzantıları, giderek çeşitili kilit insanlarımızı yıpratmaya ve yok etmeye yönelik, dışarıdakilerle kol kola çalışan, bir iftira ve ihanet şebekesi bulunduğu – keşke yanılsak – gün gibi ortada… Cumuriyet Hükûmeti’nin ve TBMM’nin bunların üstüne gitmesi ve gerekli köklü, idarî ve yasal önlemleri geliştirmesi kaçınılmazdır. MİT Müsteşarı konusunda alınan yasal önlem, neden öteki pek çok üst düzey yetkilimizi, örneğin Genelkurmay Başkanı’nı, çakı gibi generallerimizi, subaylarımızı, giderek birbirinden değerli öğretim üyelerini kapsayacak biçimde genişletilmez ki!..
**
Bundan sonra olacaklara dönük derin bir kaygı duyuyoruz:
Ortada daha fol yok yumurta yoktu, ama işte yıllardır söyleyegeldik. Keşke yanılsak, esas olarak İran vurulmak isteniyor; Suriye’nin istenen hizaya çekilmesi böylesi bir şer emelin altlığıdır. Hükûmet’in bu denklemin ayırdında olduğundan şüphemiz yoktur… Hükûmet, İran’la ilişkilerimizde, dış baskılara karşın, önemli ölçüde özenli olagelmiştir. Ancak bugün durum, bilhassa “füze kalkanı projesinin” yurdumuzda tesis edilmesi dolayısıyla, ciddi olarak bir güven bunalımı noktasına gelinmiş olduğunu işaret etmektedir.
Daha taa baştan beri içine sürüklendiğimiz ve bütününü, parçalarının, ayrı ayrı karmaşıklığından ve şaşırtmacı kurgusundan, kolay görememiş olduğumuz “oyun”, bizi, adım adım, ağızdan yel alsın, bir cehennem gazabının, içine içine, çekegidiyor.
Bölgedeki uzun vadeli, emperyal stratejileri, yetkililerimize, anlatma sorumluluğundayız. Kısacası Türkiye bölünmek isteniyor. Gerek Irak’ın Kuzeyi’ndeki, gerek Bizim Güneydoğumuz’daki, gerek Suriye’nin Kuzey Doğusu’ndaki Kürtçüler ise, ağızdan yel alsın, İran vurulurken, ucuz asker olarak cepheye sürülecekler ve maateessüf, bunun hiç ayırdında değiller.
Birçok gerçeği, görseler de, yetkililerimiz söyleyememektedirler. Ama bizler, sorumlu bilim insanları, bunları söyleyegeldik, söylemeye devam edeceğiz. Dediğimiz gibi, Cumhuriyet Hükûmeti’ne, hele böyle bir süreçte alabildiğine yardımcı olmak, boynumuzun borcudur.
Öncesi bir yana, son kırk yılımıza, üstelik tamamen aynı şablonlarla damgasını vurmuş, hin mi hin, emperyal stratejik denklemler, gerçekte hepsi hepsi üç beş satırda özetlenebilecek bir matematiksel terkipte, ortaya gelmekte, ancak buna karşın bölgeyi hâlâ daha hallaç pamuğu gibi savurmaya devam edebilmektedir.
Mesele yalnızca aynı akibete duçar edilmiş güzel insanlarımızın “yakasını”, kanlı emperyallerin oyuncağı olmuş belli şebekelerin, haşre kadar yanacak ellerinden kurtarmak değildir… Mesele, bu topraklarda, canlarını bizler için vermiş mübarek atalarımızın ruhlarını şâd etmeye kilitlenerek, bizler gibi, can çocuklarımızın da, sağlık, afiyet ve hakkaniyet içinde, bekasına, omuz vermektir.
Suriye Oyunu kanlı bir oyundur; bu bataktan bir an önce çıkılmalıdır.