Hal-i hazırdaki anayasanın, yumağı, evet 12 Eylül 1980 müdahalesi sonrası karılmıştır. Hemen ifade edeyim, bu satırların yazarı, bu yumağa, “Hayır!” diyen küçük dilimin içinde yer alanlardandır.
Şu var ki, bu yumak, yol boyu yüzden fazla defa değişmiş, çok başkalaşmıştır. En son olaraksa, malum (iyiydi, kötüydü, bu arada elbette, oylamaya saygımız saklı olarak, ifade edelim, orası ayrı), 12 Eylül 2010 Referandumu ile, değişmiştir.
Bu bağlamda, yeni anayasa yapma girişiminde bulunmak isteyenelere, şu temel iki soruyu yöneltmek gerekir:
- 1. Mevcut anayasanın bilhassa hangi maddelerinden memnun değilsiniz?
- 2. Bu anayasanın özellikle hangi yaptırımlarını, değiştirmek istiyorsunuz?
Bu sorulara ortada, hiç yanıt yoktur. Bu sorular, ne kadar tuhaf ama işte, soruluyor dahi, değildir.
Esas olaraksa, sözüm ona “insan odaklı anayasa” yaveleri arasında, Özel Yetkili Mahkemeler zemininde, evrensel hukuk ilkeleri ve demokrasinin temel değerleriyle, taban tabana zıt, hafsala dışı bir uygulama sürdürülmektedir…
Bu konuyu bir parça açalım…
“Ozel Yetkili Mahkemeler”in işlemesinde,
- “gizli tanık”,
- öyle ya da böyle, pek çok örneğinin, ortaya çıktığı şekliyle, maateessüf, “çakma belge”,
- dosyaya konulmuş olacak “gizlilik” şerhi dolayısıyla “savunmanın kısıtlanması”,
- insanın, hatta neyle suçlandığını bilmemesi, ortada daha, “iddianame” bile yokken, öyle ya da böyle, biryerlerde imal edilmis olduğu şüphe götürmez olduğu izlenimi, çok yaygın olan, esas itibariyle, kamu vicdanında hiç hir kıymet-i harbiyesi olmayan uyduruk, güya deliller çerçevesinde – her ne demekse – “kuvvetli şüpheli” sayılıp, aylar ve aylar, hatta yıllar ve yıllar boyunca, “tutukluluk” haline duçar edilmesi,
afallatıcı biçimde, gündemdedir.
Söz konusu çerçevenin mimarı en önce, esef etmek gerekir ki, icra ve yasamadır. En iyi deyişle, icra da (icradan iş’ar almadan harekete geçemeyen) yasama da, bu söz konusu resme, seyircidir. Yasamayla icranın, kabul edilmez biçimde, iç içe geçmesinden sonra, şimdilerde, bu topağa, önemli bir boyutu ile, maalesef yargı da katılmış görünmektedir.
Bu durumda; “evrensel hukukun” temel bütün ilkeleri, o arada demokrasinin, “kuvvetlerin ayrılığını” varsayan, temel değerleri ve kavramları, ayaklar altına alınmaktadır; en iyimser deyişle, yargının evrensel hukuk ilkelerinden saptırılmasıyasama eliyle olmakta, ya da yasama yargının özel yetkili mahkemelerin işlemesinde, evrensel hukukla bağdaşmaz kimi uygulamalarına, ne acıdır ki, seyirci kalıyor olmaktadır.
Ne olduğunu tam anlayamamış olmaklığımız sakılı olsa da, soyutta, insan odaklı anayasa arayışlarının”, elbette bâşımızın üstünde yeri vardır… Ancak durum tam da işaret ettiğimiz çizgide iken, sözüm ona insan odaklı anayasa arayışları, keşke yanılsak, tam bir aldatmacadır, giderek, riyadır…
“Yargı bağımsız çalışmalı!”, evet tabii ama, yargının bir defa “bağımsız” çalışmasına, hiç müsaade edilmediği ortadadır… Yargı yasamayla, bizim gördüğümüz, işte bir biçimde, “hukuk dışı” olarak, kalıplanmıştır. Bağımsız yargının, bağımsızolmasının temel koşulu evrensel hukuk ilkelerine uygun olarak çatılmış olmasıdır. Oysa tanrıaşkına, bugünkü durum öyle midir?
Söz konusu çerçevede bir defa, savcı, polisten bağımsız olacaktır. Hakim ise, savcıdan bağımsız olacaktır; savcıya olduğu kadar, tanığa, sanığa, sanığın avukatlarına, giderek şekillenecek kendi vicdanına kulak verecektir. Hiç bir etkeni vicdanının sesinin önüne koymayacaktır… Yargı, herşeyden önce kurum olarak, iç ve dış siyaset kurgularından yalıtılmış olacaktır… Söz konusu özlemler, özel yetklili mahkemeler sürecinde ciddi olarak hasara duçar olmuş, görünmektedir.
Anlattığımız arızalar “yasama” yoluyla giderilmeden; “evrensel hukuka” ve “demokrasinin temel ilkelerine” aykırı yaptırımlar,“ceza muhakemeleri usulâtından” ayıklanmadan; ya da ortada kol gezdigi aşikâr, “çarpık uygulama anlayışının” önüne, yine“yasama” yoluyla ciddi setler çekilmeden; örneğin işte, “kuvvetli şüpheli” kavramı, gayet somut olarak, iyice bir belirlenmeden; belirlenmemiş olduğu bir tarafa, tamamen keyfi ve indî değerlendirmelerin pençesinden kurtarılmadan;“geçerli” – “geçersiz” delil ayırdı vazedilip, bunun en ince ayrıntısına kadar uygulanması sağlanmadan, “yargının bağımsız çalışmasına karışılmamasının, istenmesi”, tam bir yutturmacadır…
Hele bütün bu çarpıklıklar ortada iken, insan odaklı anayasa girişimleri, vurgulayalım, maateessüf, riyadır… Riyaya bilerek bilmeden ortak olanlar, en hafif deyişle, gafildirler…
Hem mevcut anayasanın tam neresine karşı olduğunuzu söylemeyeceksiniz; hem tam olarak neyi değiştirmek istediğinizi de söylemeyeceksiniz; hem öbür yandan, yargıyı yasama yoluyla cendereye alıp, evrensel hukukun en temel ilkelerine, bu arada demokrasinin temel değerlerine aykırı uygulamalara savrulmaktan geri duramayacaksınız; tersine olup bitene, seyirci kalacaksınız; bu çerçevede, çoğu (ortada dişe dokunur hemen hiç bir delil bulunmadığı için), pek muhtemelen masum insanların hapishane köşelerinde yıllarca çürümesine seyirci kalacaksınız, hem de diğer bir yandan, insan odaklı anayasa çığlıkları atacaksınız!..
Allah’tan korkun!..