İnsan hakları ancak evrenselse anlam kazanır. Çeşitliliğin canı cehenneme.
“İnsanların kapalı yerlerde yaşadığı zaman artık geçti. Kimse taş çağında yaşayamaz. İnsanlar durumlarını bilerek seçimlerini yapabilir, her zaman da yeniliği seçerler. Yenilik, özellikle kültürel çeşitliliğin kaybı demektir.”
Yeni bilimsel bulgular ve teknikler müthiş ilerlemeler sağlasa da bazen fikirler ilkel kalır. Kültür farklılığı adına vahşi kural ve uygulamaları kabul edemeyiz, başkalarını küçük görmeye izin verilemez. Ama aynı zamanda onların davranışlarındaki bize insanlık dışı gelen şeylere saygı göstermeye de bizi kimse zorlayamaz. (1)
Bilinebilen tarihinden beri insan kavramının bütün zamanlarda geçerli bir tanımı,içeriği, işlevi olmadığı gibi, bu kavramın göstergesi olan varlığın haklarına ilişkin de böyle bütün zamanlarda geçerli hakları olmamıştır. Biyozoolik, biyososyal, sosyalpsikolojik, ekonomipolitik, biyofiziksel, tarihsel ve bireysel bir varlık olan insan bu yanlarının tümünün birden etkileşimsel olarak evriminin bir yerinde/aşamasında/durağındayız. Tarihsel ve evrimsel bir evren, bu evrende aynı şekilde tarihsel ve evrimsel bir dünya, bu dünyada tarihsel ve evrimsel bir canlı olan insan, kendisini çevreleyen,kendisinin çevrelediği canlı cansız tüm varlıklar olgular ile uzak yakın bir ilişki içindedir. Bir anlamda onların karmaşık bir uzantısı, diğer yandan onlarla etkileşimsel bir ilişki içindedir. Etkileniyor, etkiliyor, değişiyor, değiştiriyor.
İnsanın evrimsel/tarihsel gelişiminin değişiminin ileriye, yeteneğe, incelmeye doğru olduğu, doğru kabul edilse bile. Onun en parlak, en etkin, en dikkat çeken beyin gelişimi için bugün tam olarak nereye vardığı, gelecekte nereye yönelebileceğine ilişkin verilerin olup olmadığını yaygın olarak bilemiyoruz. Çünkü, insanın haklarının yanında, günümüzde, hayvan hakları, doğa hakları vs. savunulur duruma gelmiştir.
Hayvan ve doğanın bileşenleri insana karşı korunmakta, savunulmakta ama insan hakları hayvan ve doğaya karşı değil, kendine karşı savunulur konumdadır.
İnsanlığın bilinen tarihi, insanın insana kıyım tarihidir. İnsanın insan için bulduğu, geliştirdiği, kullandığı her bilgi, her aygıt, her düşünce insana karşı kullanılmıştır. İnsanın ürettiği, insana yararlı her olgu, insan denen türün tümünün yararlandığı bir konuma/duruma hiç gelmemiştir.
İnsan, insanı kime karşı, neye karşı koruyacak, haklarını kullanmasını sağlayacaktır?
Hangi insan/insanlar, insanın haklarını kullanmasını engellemekte, onları çiğnemektedir?
Dinler mi? Devletler mi? Şirketler mi? Mezhepler mi? Irklar mı? Güçlüler mi?
Gerçekte insanın tarihinde, insan hep korunmak zorunda kalınmıştır. Ancak, bu korunma, kollanma işi, ilk yasa yapıcılar, yasa açıklayıcılar, ilk dinler, ilk toplumsal düzenleyicilerle başlamış, modern devletlerin anayasalarına kadar girmiş, uluslar arası örgütler aracılığı ile de küreselleşmiştir.
Bütün bunlar görünüşe, ilk göze, ilk bilgiye dayanan olgulardır.
Yaşam hakkı, en başta gelen, en temel, en belirleyici hak olmasına karşın, savaşlar bu temel hakkın en köklü ihlali olmuştur.
Ancak, sığ filozoflar,bunu “insan insanın kurdudur” diye açıklamışlardır.
Gerçek böyle midir? Tartışmalıdır. Tarih bilinci buna en yetkin yanıtı vermiştir.
Ancak önemli olan, gerekli olan günceldir. Güncelin insanı, güncelin insanının hakları.
İnsan hakları: Kadın hakları/çocuk hakları/yaşlı hakları/dil hakları/din hakları (kültür hakları)vs gibi dallanıp budaklanmıştır.
Yaşam hakkı: beslenme, barınma, dinlenme, düşünme, paylaşma, sevişme, gezme; sanata, kültüre, bilime ulaşma, yararlanma : tüm bunları haz alarak mutlu olarak yitirme kaygısının korkusu baskısı olmaksızın yaşama hakkıdır.
Bu gün hakları kullanma, kullanabilme; bu haklardan mahrum kalma, bu hakları kullanamama’yı belirleyen en temel etken, toplumların sınıfsal ayrımlarıdır. Bu ayrımda, insanın bu sayılan temel haklarının sınırlarını belirleyen, insan sayısına göre çok az sayıda şirketlerdir.
Devletler, bu ayrımda, üretenin değil, üreten araçlara, sermayeye sahip olanların devletleridir. Dolayısıyla, en büyük hak ihlalleri en örgütlü en silahlı yapılar olan devletlerce gerçekleştirilmektedir.
Günümüzde yukarda sayılan tüm hakları kullanmanın ilk ve temel koşulu, soyut PARA olgusuna sahip olmaktan ya da sahip olunan miktardan geçmektedir. İnsanların ne kadar para sahibi olacaklarına ise devletler karar vermektedir. Devletlere bu kararı ise en çok biriken parası olan, mal, para, değer üreten araçlara sahip olanlar yani sermayederler, patronlar, şirketler karar vermektedir. Doğal olarak, insan haklarını çiğneyen, insana insanı, insana doğayı, insana kendisini bir yük, bir zulm haline getiren ve temel haklarını kullanmasını önleyen ya da tümüyle yok eden temel güç şirketler ve onların devletleridir.
Yani, kısaca, İNSAN HAKLARI, İNSANIN SATIN ALABİLME GÜCÜ ORANINDADIR.
Satın alabilen, onu satandan alacaktır. Satan ise, sermaye devleti ve sermaye/şirketlerdir. İnsanın temel ve tali haklarını satın alınabilirlikten kurtarmadıkça, hak ihlalleri krizlerle birlikte, sertleşecek,derinleşecek ve insanlar insan olmalarının doğal haklarından mahrum kalacaklardır. Genel olarak yaşama, beslenme, sağlık, eğitim, dinlenme, eğlenme, üretme, sanat, kültür, bilim ile tanışma, onlardan yararlanma gibi hakları bunları satın alması ile sınırlanmıştır. Bu sınıflı toplumda yaşamanın zorunlu sonucudur.
Uluslar arası/küresel insan hakları görünümü ise;
İnsan haklarını savunmak emperyalizmin /emperyalist şirket-ülkelerin eşitsizlik durumunu korumak amaçlı tüm saldırı ve saldırı programlarının önünün kesilmemesi için idealist sloganlarla yüklenmiş yaşam standardını yükseltmek, istikrar, barış ve demokrasi /demoratikleşme gibi gerçek olmayan, muğlak içerikli yalanlarındandır. (2) Köle devletlere, hedef topraklara, bu sloganları dış politika söylemi ile gündeme yerleştirerek yaptırımlar, iç savaşlar, yıkımlar dayatırlar. Bu söylemler, bir hükümeti, bir toplumsal yapıyı, birkaç değeri yıkmak için kullanılmaktadır. Köle devletlerde, köleliğin somut karşılığı olan insan unsuru, yani politikacı, asker, gazeteci, akademisyen vs. aracılığıyla, bu insan hakları odaklı söylem, devlet içinde, insanların düşünme dünyasına etiketlenir. Birey bazlı geliştirilen bu sahtekarlık ve özündeki tutarsızlık, bireyin, bireysel özgürlüğü, toplumun ve bireyin çeşitliliği alt alanlarıyla desteklenerek şırınga edilir. Bütün bunlar eylemli saldırıyı, silahlı saldırıyı, iç savaş ve kanlı süreçleri başlatana ve başlayanları sonuç alınıncaya kadar sürdürülür. Gerçek insan hak ihlalleri bu süreçlerde yaşanır ama onların yayınlarında, konuşanlarında, yazanlarında bu söylemler daha sıklaşır. Yakın tarih, bunların kanıtları ile doludur. Güncel ise bunun en yakıcı gerçekliğini yansıtır. Bu sahte söylemlerin bir diğer adı da Batı Değerleri ya da Amerikan Tipi Özgürlük’tür. Suçlu Devletler olarak ilan edilen topraklara çok yönlü borazanlarca, dünyaya sağır edercesine bu insan hakları seli yollanır. Vahşetler, kan, ölüm, tecavüz, kaynaklara el koyma, hapis, bomba, savaş bunlarla bir ölçüde gizlenmeye çalışılır. Suçlu Devletler olarak dünyaya açıklanan ülkelerde kurulan İnsan Hakları adlı örgüt, dernek, kuruluşlar ise bu sahteliğin içerdeki uzantıları olarak işlev yüklenirler.
İnsan Hakları ihlal ediliyor diye, suçlu ilan edilen devletlerdeki oluşturulan çapulcu sürülerine her türlü silah, bomba, ölüm aracı yardımında bulunulur. O çapulcular her tür cinayeti bu silahlarla işler, katliam üzerine katliam yaparlar.
Birleşmiş Milletler (siz bunu birleşmiş emperyalistler olarak okuyun) bu sahte, kanlı, kirli insan hakları, özgürlük, demokrasi, barış hareketlerini onaylayan, ama saldırı altında olan ülke ve ülke insanlarını hiç dinlemeyen bir savaş ve yalan örgütü olarak işe koşulur ve BM bu işi gerçekten çok yüzsüzce yapar.
Bu katil sahtekarlar, büyük egemenlik kurdukları basın yayın organlarında, askeri sivil ama kendilerinin örgütledikleri darbeleri, insan haklarına saygı, demokratik ilkelere bağlılık ve hukukun egemenliği gibi kendilerine ait olan değerleri, dünyanın dört bir yanına taşıdıklarını söylerler.
İnsanı ve haklarını her an ihlal eden, insanlara olmadık acılar çektirip işkenceler yapan siyasal askeri iktidar ve güçlere istihbarat, bilgi, silah, para akıtarak, plan ve projeler hazırlayarak insanın en temel hakkı olan yaşama hakkını ortadan kaldırırlar, ama onlar bunları insan haklarına saygı ile ve onun için yapıklarını söylerler. Çevre bağımlı, köle devlet içindeki uzantıları olan siyasal askeri sivil güçler de aynı söylemi aynı suçları işleyerek, insanı insanlıktan çıkararak sıkca, utanmazca kullanırlar.
Özcesi, insan hakları, insana haksızlığı gizlemek için kullanılan bir karşı kavramdır. İnsanın yaşam hakkı dahil tüm haklarını ezen geçen güçler, en sık en yaygın en sahtekarca insan haklarına saygı kavram birliğini kullanırlar.
Artık insan hakları onun bileşeni olan tüm doğa ve diğer canlıların hakları ile birlikte savunulur duruma gelmiştir. Çünkü bu küresel sermaye güçleri tüm bileşenleri tahrip etmekte, bu bileşenler arasındaki diyalektik ilişki, her bir bileşenin zararını, doğal işleyiş hakkının bozulmasını diğerlerine de yansıtmaktadır.
İnsan, doğası ve ilişkileri ile birlikte küresel şirketlerin tehdidi ile karşı karşıyadır. Tek ve gerçek çözüm, bu tehdidin kaynağını dünya yüzünden silmekle olanaklıdır.
Son söz, Bertolt Brecht’e ait
GERÇEK ÜZERİNE (2)
Düşünür Bay Keune’e gelen öğrenci Tief şöyle dedi:
“Ben gerçeği bilmek istiyorum.”
“Hangi gerçeği?” diye karşılık verdi Bay Keuner.
“Gerçek ortadadır. Balık ticaretine ilişkin gerçeği mi bilmek istiyorsun? Yoksa vergilere ilişkin gerçeği mi? Sana balık ticaretine ilişkin gerçeği söylediklerinde onların balıklarını daha yüksek fiyata satın alırsan, o zaman gerçeği öğrenemezsin.”
DİPNOT
(1) Andre Langaney, İnsanın En Güzel Tarihi, İş Bankası Yayınları
(2) Noam Chomsky, Yalanlar ve Gerçekler, Sarmal Yayınları
(3) Bertolt Brech, Bay Keuner’in Öyküleri, Mitos Yayınları