Geç Kalmış Bir Yazı

Sayı 17- Savaş ve Uygarlık (Kasım 2007)

Bir bahar günü. Doğa en canlı renklerine büründü bürünecek. Coşku görülmeye değer. Baharda okul bahçesi daha bir görülmeye değer. Kıpır kıpır hareketlilik sanki çocukların ruhundan dağılıyor çevreye. Biz bu enerjiyi çevreden yansıyor diye algılıyoruz.

Öğleden sonra 15.00-16.00 suları. Okul binasından çıkmak istedim. Betonlar boğar. Bahçede bir bank üzerine oturur, Beden Eğitimi dersindeki çocukları izlerim diye düşündüm. Bahçenin kenarında bir bank üzerine yerleştim. Kollarımı bankın etrafına kocaman kocaman uzattım. Tam bir “oh be dünya varmış” hali…

Topraktan beynime enerji takibine başladım ki büyü birden bozuluverdi. Önce enerji trafiğini yitirdim. “İnecek var” dedikten sonra bir bulut üstünden mi desem? Dalgalarla salınan bir sandaldan mı? Yok en iyisi yemyeşil bir dağ eteğinden süzülerek okul bahçesine iniverdim. Kollarımı bankın üstünden çekip ayağa kalktım. Büyüyü bozan görüntüye dikkat kesildim. Bu bir yalnızlıktı. Baharda bir çocuğun yalnızlığıydı. Dördüncü sınıfa gittiğini bildiğim Serkan’ın yalnızlığıydı. Baharda çocuk yalnızlığın ne demek bir düşünün hele… Tahmin gücünüz yetebilecek mi?

Serkan yürüme engelli. Koltuk değneklerine bağımlı yaşıyor. Arkadaşları çılgınlar gibi koşup oynadıkları bahçede öylece kenarda bekliyor. Koşan her çocuğun üzerinde Serkan’ın  gözleri var. Bedeni ile eşlik  edemediği arkadaşlarına gözleri ile eşlik etmeye çalıştığı besbelli. Bunu okuyabildim. Çabasını okuyabildim. Fakat eksik bir okumaydı. Zaman zaman gözleri bulutlanmasaydı tam okurdum. Çocuklar Serkan’ın yanından hızla geçtikçe bulutlarda hızla geçiyordu gözlerinden.

Ağır adımlarla yürümeye başladım.Ne yapacağıma karar vermiştim. Önce bahçe etrafını kendimce turladım. Bir ağaçla ilgilendim. Yere düşen bir kağıt parçasıyla. Daha sonra koşan bir öğrenciyle. Hatta bahçeden bir kiremit parçası alıp kenara bile bıraktım. Amacım yaptıklarımın Serkan tarafından görülmesiydi. Çünkü “onun” yalnızlığına yürüyordum. Doğal olmalıydı her şey. Yapaylık fark edilirdi. İncitir ve ötekileştirirdi.

Yürüyüşüm Serkan’ın yanında noktalandı.

-“Merhaba Serkan!” dedim.

-“Merhaba öğretmenim!” dedi.   (Ne güzel! Gözlerindeki bulutlardan koca bir parça koparak uzaklara gidiverdi.)

-“Neler yapıyorsun bakalım?”

-“Hiiiç, Bedendeyiz.”   (Öğretmenler ısrarlı bir biçimde Beden Eğitimi deseler de, öğrenciler “beden” demekten her zaman gizli bir  keyif almıştır.)

-“…………………………….”

Serkan bilinçli bir çocuktur. Sözcükleri yerli yerinde kullanmaya her zaman özen gösterir . Bence “beden” sözcüğünü bilinçaltı söyletti ona. Bedeninin içinde hapsolmuş, hareketsiz kalmış çocuk ruhunu anlatmak istedi. “Bedendeyiz!”

-“Beden Eğitimi demek istedin sanırım?” diyerek şansımı zorlamak istedim.

-“Evet!” dedi Beden Eğitimi.

Aramızda sözcük oyunları sürerken birkaç öğrenci yanımıza yaklaştı. Neler konuştuğumuzu anlamaya çalışıyorlardı.

-“Haydi!” Dedim. “Tümce tamamlama oyunu oynayalım.”

Amacıma ulaştığımı düşündüm. Serkan ve arkadaşları arasında Beden Eğitimi dersinde bir köprü oluşturmuştum. Artık baş döndürücü bir ortamda yalnız değildi.

Keyifle “tümce tamamlama oyununa” başladık. Dört kişiydik. Üçü öğrenci ve ben. Mutluluğumun yerini düş kırıklığının alması uzun sürmemişti. Yaklaşık 10 dakika sonra oyuncu kadromuzdan ikisi sıkılmıştı. Serkan ve ben bu anın bitmemesi için abartı heyecanlar yansıtmaya bile başlamıştık. Söz gerektiren tüm oyunları sıralasam da diğer öğrenciler isteksiz davranmışlardı. Oyunu bırakmada kararlılık gösterdiler. Oyun ise bir görev olamazdı. Bir şey söyleyemedim. Serkan’a döndüm. O an ne soracağımı unutuverdim.

İki öğrenci Serkan’ın koltuk değneklerini kapıp iki ayrı yöne doğru koşmaya başlamışlardı. Serkan, arkadaşlarını geri çağırıyor, koltuk değneklerini istiyordu. Kırılmalarından korkmuştu. Arkadaşları ise bu değnekleri karşılıklı birer silah gibi tutarak savaş oyununa başlamışlardı bile.

Ne acı diye düşündüm. Serkan’ı hayata bağlayan koltuk değnekleri arkadaşları tarafından (hayali de olsa, özenti de olsa, oyunda olsa) ölüm aracına dönüşmüştü.

Keşke oyuncağını da, gerçeğini de hiç üretmeseler, içinde silah geçen film, çizgi film yapmasalar, hikayeler, masallar, kitaplar silahlardan bahsetmese…

Ne mümkün…

Bu hayalim gerçek olamayacağı için, tüm umudumu yine  Umut Vakfı’na bağlayacağım demektir. Umut Vakfı, anneleri, babaları, öğretmenleri, öğrencileri, amirleri, memurları, kendine insanım diyen herkesi uyarmadı mı? Bu koltuk değneği de olsa, bir ağaç dalı da, oyuncak ta olsa gerçekte…fark etmez. Bireysel silahlanmaya ve de silahlanma isteğine, özentisine son…

Sınıf  öğretmenim; “Lütfen Serkan’ın koltuk değneklerini geri getirin. Arkadaşlarını da uyarın. Biz mutlu günlerden yanayız. Bakın Serkan ne kadar üzüldü. Koltuk değneklerine silah yakıştırması onu ağlatabilir.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir