Ünlü benzetmede, daha önce hakkında hiçbir bilgileri olmayan, adını bile bilmedikleri “fil”i dokunarak tanımlamaları istenen doğuştan körlerin her biri, filin dokunduğu yerinin bilgisini kullanarak fili tanımlamış, kuyruğunu tutan “süpürgedir”, hortumunu tutan “borudur”, ayağını tutan “direktir” demiş ya, günümüzde birçok kavram gibi eğitim de kişilerin doğru veya yanlış “bildikleri kadarıyla” anlamlandırdıkları bir kavram oluverdi. Dahası, herkes kendi bildiği yanlışlarıyla yaşamaya, bunları uygulamaya koyuluverdi. Bu yazıda, eğitim ve öğrenmenin “ne”liği ile, temel öğrenme koşulları özetlenmeye çalışılacaktır.
Görünüm ve sesler anlam taşır. Onlara bakarak, düşüncemizde anlamlar oluştururuz. Onlara yüklediğimiz anlamlar binişirse, anlaşabiliriz. İşittiğimiz bir sese birimiz kapı gıcırtısı, diğerimiz keman sesi diyorsak; gördüğümüz bir meyveyi birimiz elma, diğerimiz ayva olarak anlamlandırıyorsa, anlaşamayız. Anlaşmanın olmadığı yerde zıtlaşma olur. Zıtlaşma engellemeyi, anlaşma yardımlaşmayı çağırır. Yardımlaşma amaçlara ulaşmayı kolaylaştırır, zıtlaşma engeller. Görünüm ve seslere farklı anlamlar verirsek, amaçlarımıza ulaşmada engelleniriz.
Az okur, sözlük okumayı bilmez, iyi anlamaz, tartışmaz, düşünmez, ses ve görünümlere kulaktan dolma “yarım yamalak” anlamlar yüklersek, bizim anlamlarımız, başkalarınınkinden, ortak anlamlardan farklı olur, anlaşmamız zorlaşır, olanaksızlaşır. Örneğin, tartışma sözcüğü, birçok insan tarafından, “karşıdakinin söylediklerine karşı çıkma, onu yanlışlamaya çalışma, gerektiğinde işi kaba kuvvete, hakarete kadar götürme” gibi olumsuz bir anlamla ilişkilendirilir, tartışma kötü bir şey olarak algılanır, “tartışmayalım” istenir, seslendirilir. Oysa asıl tartışmazsak gelişemez, yanılgılarımızdan kurtulamayız. Tartışmak, “tartmak” kökünden gelir, konuşup yazanların belirttiği anlamları tartmayı, yani düşünüp onlara değer yüklemeyi, onların değerini yakalamayı, anlamayı gerektirir. Tartışanlar, birbirlerinin belirttiği anlamları tartmaya, anlamaya çalışırlar, bilimsel ölçütlerle karşılaştırıp değerlendirirler, değerli bulduklarını benimseyip kabul ederler. Bir tartışma sonucunda, ben, üzerinde tartıştığımız konudaki beş özellikten ikisiyle ilgili bildiklerimi, karşımdakinin aynı ikiliyle ilgili bildiklerinden daha az değerli, daha az gerçekçi bulup değiştirebilirim. Karşımdaki de tartıştığımız bu beş özellikten biriyle ilgili bildiklerini, benim o “bir”le ilgili söylediklerimden daha az değerli, daha az gerçekçi bularak değiştirebilir. Sonuçta ikimiz de tartışmadan yararlanmış, kendimizi geliştirmiş, oluruz. Tartışmasaydık, o konuda ben iki, o da bir yanlışıyla, yanlışlarımızı doğru sanarak yaşamayı sürdürür, o yanlışlarımızın bize getireceği olumsuzlukları yaşar, suçu başkalarına atmaya yönelirdik.
Hemen herkesin “bildiğini” sandığı, bu yazının başlığındaki sözcüklerle ilgili konuşmaya başladığımızda da bunlara az-çok farklı anlamlar yüklediğimizi görürüz. Bu nedenle de bu kavramlarla ilgili konuşma-yazışmalarda kullanılan anlamlar, bu kavramların gerçek anlamlarından kayar, buna bir de az ve yanlış bilgimiz eklenince, söyleyip yazdıklarımız gerçeklerden uzaklaşır. Elmaya armut, nohuta dut diyerek, gerçeği öyle sanarak anlaşamayız.
Öğrenme, sahip olmadığımız bir bilgiyi edinme işidir. Dişimi nasıl fırçalamam gerektiğine ilişkin bir bilgi edinmişsem, diş fırçalamayı öğrenmiş olurum. Her bilgi, gerçek, yanıltmayan bilgi değildir. Diş fırçalamayla ilgili edindiğim bilgi, gerçekçi olabileceği gibi, yanıltıcı da olabilir. İkisi de bilgidir. Daha önce sahip olmadığım bir bilgi edinmişimdir, bunun adı öğrenmedir. Bilmediğim bir şeyi bilir hale gelmenin adı öğrenmedir. Yolda nasıl yürüneceğini, çiçeklerin nasıl sulanacağını, birisiyle nasıl konuşulacağını bilgi olarak edinmişsem, bunlar öğrenmedir. Öğrenme, bilgiye sahip olmadır.
Nasıl, öğrenme öğmek kökünden gelmiyorsa, eğitim de eğmek kökünden gelmez. Ona bu tür anlamlar yakıştırmak yanılgıdır. Eğitim, bilgisini davranış olarak göstermek, bilgisine uygun davranmak demektir. Öğrenmenin nesnesi bilgi, eğitiminki davranıştır. Öğrenme bilmeyi, eğitim yapmayı gerektirir. Yolda yürüme konusunda bir bilgiye sahipsem (doğru veya yanlış, yararlı veya zararlı) öğrenme olmuştur. Bu bilgimi yolda yürürken kullanmıyor, bu bilgimin dediği gibi yürümüyorsam, yürüme konusunda edindiğim bilgi yani öğrenme var, ama ona uygun davranış olmadığı için, yürüme konusundaki o bilginin eğitimi yoktur. “Yolda yürürken ne kadar çok kişiye çarparsam o kadar iyidir” şeklinde bir bilgi edinmişsem, bir öğrenme olmuştur, ama bu bilgimi uygulamayıp önüme gelene çarpmadan yürüyorsam, bu konuda bir öğrenme olmuş, ama ona uygun bir eğitim olmamış demektir.
Öğrenme ve eğitimin olup olmaması ile iyi veya kötü, doğru veya yanlış olması başka şeylerdir. Bir öğrenme veya eğitim, iyi, doğru, uygun… olarak nitelenebileceği gibi, kötü, yanlış, uygunsuz… olarak da nitlenebilir. Kimileri, insanları aldatan bilgileri edinmenin-kullanmanın kötü olduğunu düşünürken, kimileri de “birilerinin kazancı başkalarının kaybıdır, öyleyse kazanmam için başkaları kaybetmeli, bunun için de ben başkalarını aldatmalıyım” diye düşünebilir. Bunlar, öğrenme ve eğitimin ne olduğuyla, nasıl oluşacağıyla değil, nasıl kullanılacağıyla ilgilidir, bunlara takılarak “ne”lik, “nasıl”lık açıklamaları yapmak yanıltıcı olur.
Bir bilginin davranış olarak gösterilmesi şeklinde somutlaşan eğitim, bilinçli bir öğrenmeye dayalıdır. Eğitim kişinin bilinç kazanması, bu bilince dayalı değerler sahibi olması, bilgilerini bu bilinçle ve değerlere uygun kullanması ile olur. Bilinenlerin sorgulanmasını, uygulandığında veya uygulanmadığında oluşacak olası sonuçların neler olduğunun düşünülmesini, bu sonuçların bir değer sistemince “uygun”, “iyi”, “olumlu” olarak betimlendiğinin bilinmesini gerektirir. Bunlar yapılmadan eğitim gerçekleşmez. Nitekim okullarımızın belki de tamamına yakınında yalnızca “öğrenme” yapılmakta, eğitim söz konusu olmamaktadır. Bu yargının kanıtı, insanımızın yaşama biçimidir. Belki de en temel değer olan “hak” konusunda nasıl davrandığımızı düşünün. Hemen her işimizde, hak düzeni yerine güç düzenini nasıl da egemen kılıyoruz. Yıllarca okullarda çevre ve temizlikle ilgili bilgiler edinen öğrenciler, üniversitede bile bulundukları alanları nasıl da çöp deposuna çeviriyorlar, üstelik burunlarının dibinde çöp kutuları varken. Kırmızı ışıkta durulur bilgisi hangi yaya veya sürücüde yok. Tuttuğu takım yenilince stadın sandalyelerini parçalayan, yakan seyirciler bu davranışlarının yanlış olduğunu bilmiyorlar mı. Bir sonraki maçta nereye oturacaklarının bile bilincinde olmayan bu öğrenmiş ama eğitilmemiş insanları hangi öğrenme uygulaması bu hale getirdi. Bilgi edinmenin yeteceği düşüncesi ne kadar yanlış. Tıpkı para kazanmanın yeteceğini düşünmek gibi. Onu kullanabilecek durumda olmayanların elinde paranın neleri nasıl yıktığını bir düşünelim.
Bilinenlerin kişiyi eğitimli yapabilmesinin ilk koşulu anlaşılmasıdır. Eğitim için bu yetmez, anlaşılan bilginin bir değer sistemiyle ilişkilendirilmesi gerekir. Bilginin gelecekteki kullanımını yönetecek olan bu değer sistemi olacaktır. Örneğin kişi temizliğin değerli olduğu şeklinde bir anlayışa sahipse, buna aykırı durumlarda rahatsız olacak, rahatsızlığını gidermek için temiz olmak-davranmak zorunda kalacaktır. Elindeki çöpü yere atmayı düşünen kişi, yeri kirleteceği için rahatsızlık duyacak, temizlik değerine aykırı davranacağı için kendini değersiz hissedecektir. Bu durumda kişi, ya çöpü yere atıp değersiz olmayı kabullenecek, ya da değeri düşük biri olduğunu kendisi de bilmemek için atmayacaktır. Hak kavramını değerli bulan, böyle bir değere sahip kişi, başkasının hakkını yediğinde, ya değersiz biri olduğunu bilip bu değersizliğiyle yaşayacak, ya da kendini değersiz, aşağılık hissetmeden yaşayabilmek için hak yemeyecektir. Özgürlüğün değerli olduğunu bilen, bu değere sahip kişi, başkalarının özgürlüklerine aykırı davrandığında, bu değere uymadığı için kendini değersiz hissedecek, değersiz olmamak istiyorsa, başkalarının özgürlüğüne saygılı davranacaktır. Doğruyu söylemek sizin için değerliyse, yalan söylediğinizde bu değere uymadığınızı, değersiz olduğunuzu düşünürsünüz. Bu düşünce size her fırsatta kendini hatırlatacak, değersiz bir davranışta bulunduğunuzu düşündürüp rahatsız edecektir. Bu rahatsızlıktan kurtulmanın yolu, bu bilgi ve değerinize uygun davranmak, yalan söylememektir.
Değerlere göre davranış seçimi, ya bu değerleri betimleyen, onlara göre oluşturulmuş, insanları dıştan denetleyen yasalarla, zorunlu olarak yapılır, ya da değerleri içselleştirmiş içten denetimli insanlarca istemli olarak gerçekleştirilir. Üst düzeyde eğitilmiş kişiler, ikinci yolu seçenlerdir. Bilgi sahibi insanların bu bilgilerini nasıl kullanacaklarını belirleyen değerler, önce ailede, sonra okulda somut yaşantılar yoluyla kazandırılmalı, değerlere uygun davranışların sergilenmesi kolaylaştırılmalı, özendirilmeli, ev ve okul yaşamı buna göre düzenlenmelidir. Bunları sağlamak çok güçtür ama olanaksız değildir. Bütün özendirme ve kolaylaştırmalara karşın değer dışı yaşam istekleri olursa, bunların hoş karşılanmadığı evde, okulda, toplumda belirgin biçimde belirtilmelidir. Bir şirketin değerlerini stratejik planlarına, bir ülkenin değerlerini yasalarına yazması yetmez, şirket ve ülkenin bunları uygulamaları ve korumaları da gerekir.
Toplum değerleri, mutlak, kalıcı, değişmez değil, yeni durumlar gözetilerek yenilenebilir olarak düşünülmeli, bu yenilemenin mantığı gözetilmeli, sık ve de çabuk değişmenin nesilleri uyuşmazlığa itmesine fırsat tanınmamalıdır. Asıl zorluk, toplumun üzerinde uzlaşacağı bir değerler sistemi oluşturmaktadır. Bunu yasalarla kayıt altına alacak olan yasama organıdır. Günümüzde, örneğin kapitalist (paracı) toplumda en baskın değer paradır. Para için insanlar köle gibi çalıştırılır, alınıp satılır, hasta edilir, öldürülür. Para için her şeyin yapıldığı bir toplumda başka değerden söz edilemez. Tek değeri olan toplumlar, değer yoksuludurlar. Bu düzeyde yoksul olanların mutlu yaşayabilme olanakları da sınırlıdır. Kapitalizmin bu değersizliği, başka değerlerle desteklenerek giderilmelidir
Eğitimin koşullandırma olduğu düşüncesi yanlıştır, çünkü ikisi çok farklı şeylerdir. Koşullanma bir eğitim değil, öğrenme yöntemidir. Daha çok da hayvanlara bir şeylerin öğretilmesinde bir yöntem olarak kullanılır. Koşullanmada bilinç yoktur, bilinen bir uyaranla karşılaşıldığında, bir öğrenmenin anımsanıp yinelenmesi vardır. Oysa bilinçsiz eğitim olmaz. Bu nedenle eğitim, insana bilinç kazandırma işi olarak da tanımlanır. Eğitim, bir bilginin, bilinçli olarak, bir değer sistemince yönlendirilip davranış olarak sergilenmesi işidir. Eğitimli kişi, davranışını bir uyarana bağlı şekilde otomatik olarak yapmaz, bilincine başvurur, bu davranışı yaparsam neler olabilir, bundan kimler olumlu veya olumsuz etkilenebilir, daha başka neler yapabilirim, onların sonuçları neler olabilir.. diye düşünür, bulduklarını tartar, davranışını ondan sonra yapar. Bunların koşullanma ile bir ilişkisi yoktur.
Öğrenme bir araç, eğitim ise amaçtır, çünkü bilmenin amacı yapmaktır. Bir bilgiye sahip olmanın amacı, gerektiğinde onu kullanmaktır. Kullanmayacağımız bir bilgiyi öğrenmek, kullanılmayacak bir ayakkabıyı satın almak, yenmeyecek bir yemeği pişirmek, kaynakları kötü kullanmak olduğundan yanlıştır, akıl dışıdır. Bu nedenle, neden öğreniyorum sorusunun yanıtı, “kullanmak için”dir. Kültürümüz, kullanmayacağı bilgiyi beyninde taşıyanları, sırtında kitap yükü taşıyan uzun kulaklıya benzetmiştir, iyi de yapmıştır. Bir trafik kuralına uymayan “kravatlı” bir sürücüye kuralı kibarca anımsattığımda, “biliyoruz biliyoruz işte” demişti. Yanıtım şu olmuştu: ”Bilmek yetmez, yapmak gerekir”. Bilgi yetmez, ona uygun davranış gerekir. Yaşamın, bilgi sahibi dahil, herkese mutluluk verebilmesi için bilgi yetmez, eğitim gerekir.
Bilgiye ulaşmak artık çok kolay ve çabuk olabilmektedir. .Bu nedenle okullarımızda bilgi aktarıcılığı yapılması hem gereksiz, hem yanlıştır. Bunun belki de en olumsuz yanı, öğreneni anlamadan ezberlemeye götürmesidir. Okulun görevi, öğrenciye bilginin ne olduğunu, yanıltıcı olan ve olmayan bilginin nasıl ayırt edileceğini, bilginin nereden ve nasıl bulunup nasıl kullanılacağını kazandırmak, ona bilgilerini kullanma ortamı ve olanakları oluşturmak, bu olanakları kullanarak bilgileri kullanma deneyimleri yaşatmaktır. Bunun için okulların çevresinden soyutlanmış, çevresini fiziksel ve düşünsel anlamda bir duvarla çevirip kendi içine kapanmış olmaktan çıkması gerekir. Okul, günlük yaşamın her alanının kolaylaştırılmış deneyimlerinin yaşandığı, çevredeki günlük yaşamla iç içe, bilgileri öğrencinin bulduğu, arkadaşlarıyla paylaştığı, birlikte sorguladıkları, birlikte bütünleştirdikleri, deneyerek sonuçlarını gördükleri ve bilgi, uygulama ve bilinç geliştirdikleri, bunları yaparken öğretmenin kolaylaştırıcılığından yararlandıkları, okul sınırlarının dışına taşmış bir yaşam alanı olmalıdır. Böylece, aldatıcı olmayan bilgiler edinilebilir, anlaşılabilir, birinin zoruna gerek kalmadan kullanılabilir, eğitim gerçekleşebilir, “bir topluluğun üyesi,” diye adlandırılan ve birbirini engelleyen bilinçsiz birey yığınları “bir toplumun üyesi” olabilir.
Öğrenmek, bilgiyi beynine depolamaktır. Öğrenilebilecek bilgilerin çokluğu, bunlardan hangilerinin öğrenilmesi gerektiğinin seçimine götürür. Hangi bilgileri beynimizde taşımalı, hangilerini sadece gerektiğinde kullanmak üzere nereden ve nasıl bulabileceğimizi, nasıl kullanabileceğimizi öğrenmeliyiz? Eskiden her bilgi beyinde taşınmaya çalışılır, beynine çok bilgi depolayan değerli bulunurdu. Günümüzde bilgi depolama ve gerektiğinde çabucak bulabilme araçları geliştiğinden, artık beyne çok bilgi depolamak gereksizleşmiştir. Dahası, beyin bir makinadır, depo değil. Onu depo olarak kullandığımız zaman, iyi çalışmasını engelleriz. Bir otomobilin motor kısmını açıp, oradaki boşluklara tabak-çanak, ev-el aletleri, giysi ve benzerlerini depoladığınızı, sıkıştırdığınızı, sonra da motoru çalıştırmak istediğinizi düşünün, neler olabilir? Beyine gereksiz bilgiler değil, onu çalıştırmak için gerek duyduğumuz “yöntem” bilgileri ve günlük yaşamımızda sık kullandığımız bilgiler yerleştirilmelidir. Bir amaç için hangi bilgilere gereksinim duyacağımızı , bu bilgileri nereden ve nasıl bulacağımızı, nasıl değerlendireceğimizi, nasıl kullanacağımızı, beynimizi nasıl daha iyi çalıştıracağımızı kararlaştırmaya yarayan temel bilgiler, burada “yöntem bilgileri” olarak adlandırılmıştır. Okullarımızın ders içerikleri bu doğrultuda değiştirildiğinde, hem ders sayıları, hem içerikleri çok farklılaşacak, okullar öğrenciler için gidilmek istenmeyen yerler olmaktan çıkabilecektir.
Öğrenme, yani beyne bilgi depolama işi, anlama değişkeni açısından, bilinen iki şekilde yapılır: Anlayarak, yani o bilginin taşıdığı anlam bilinerek, söz veya sembolleri anlamlarıyla birlikte depolayarak veya anlamadan, yani o bilginin taşıdığı anlam bilinmeden, sadece söz veya semboller depolanarak. Anlamadan depolama, bilginin amacı olan “kullanma” sonucuna götürmez, bilinçsizce kullansanız da istenen sonucu üretmez. Bilinenlerin kullanılabilirliği, yeni durumlarda değiştirilerek uygulanabilirliği, anlamayı zorunlu kılar. Bu nedenlerle beyne depolanan bilgiler anlaşılarak depolanmalıdır. İşin zor yanı burasıdır, çünkü anlamak çok zor, bir kez anladıktan sonra yapmak çok kolaydır.
Anlayarak öğrenme, öğrenenin bilgi parçalarını tek tek görerek, özelliklerini aralarındaki ilişkileri, nasıl ve neden bir araya getirildiklerini fark ederek, bu ilişkileri kendisi kurarak olur. Beynine depolayacağı bilgi bütününü “öğrenenin” oluşturması gerektiğini savunan bu öğrenme biçimine, yapılandırmacı öğrenme de denir. Bilgi bütününü, öğrenene bir paketle verirseniz, o paket de beyne yerleştirilebilir, ama paket açılıp içindekiler görülmeden, özellikleri, birleşimleri, bu birleşimin neden ve sonuçları bilinmeden o paket anlaşılamaz, gerektiğinde içindekiler kullanılamaz. Öğrenme, bu özellik ve ilişkilerin anlaşılmasıyla olur. Eskiden askerlere kullanacakları silahları söküp taktırırlardı. Böylece onlar, “silah” bütününün parçalarını görüp tanır, söküp takma yoluyla onların ilişkilerini fark eder, çalışma düzenini anlar, herhangi bir nedenle silah çalışmadığında, bu anlama bilgilerini kullanarak onu çalışır hale getirebilirlerdi.
Öğrenme süreci, uzun ve özenli çabalar gerektirir. Bunları basitleştirerek görebilmek için, öğrenmenin beş koşulu aşağıdaki şekilde özetlenmiştir:
1- İlgi
İlgi duymak, bir şeye önem-değer vermek, duyu organlarını ona yöneltmek demektir. İlginç-değerli bulduğumuz şeylerle ilgileniriz, onu ilgilenmeye değer bulduğumuz için onunla ilgili şeyleri öğrenmek isteriz. İlgi, öğrenme isteği oluşturur, o zaman öğrenme istenerek yapılan bir işe dönüşür. İlgi duyulan şeylerin öğrenilip deneyimlendiği okul, istenerek gidilen yer olur. Çocuklarda ilgi doğal olarak vardır. Gördükleri her şeyle ilgilenirler. Aile ve okul, olmazlarla, yasaklarla, korkularla, ilgisizliklerle çocuğun bu ilgisini köreltmemelidir. Olumsuzlukları bile kendisinin görebilmesi için, zararı önleyici deneme olanakları bulmasına yardım etmelidir.
Çocuğun doğal ilgisinin temel kaynağı görsel yaşamıdır, gördükleriyle ilgilenir. Görmediği, bilmediği bir şey insanın ilgisini de çekemez. Aile ve okul, çocuğun doğal ilgisini artırmak ve yönlendirebilmek için ona dikkatini çekecek yeni görseller, bilgiler edineceği varsıl bir çevre sunmalıdır. Ne kadar çok nesne, görünüm ve bilgiyle karşılaşırsa, çocuk, o kadar geniş bir ilgi kaynağı bulmuş olur. Bu da çocuğun yaşam alanını genişletmeyi gerektirir. Çocuk, evin veya okulun duvarları arasına sıkıştırılmamalıdır. Küçüklükten başlanarak, eşyalar, bitkiler, hayvanlar, farklı yaşam biçimleri, gezi, gözlem, masal, öykü… ile beslenerek, çocuğun ilgi birikimi zenginleştirilmelidir. Okuldaki her eğitsel amaç için çocukta birden çok ilgi oluşturulursa, öğrenme kolaylaşır. Çocuğun var olan ilgilerini kullanmak yetmeyebilir, eğitsel amaçlarla ilişkilendirilmiş yeni, çocuğun henüz bilmediği ilgi ögeleri kolaylaştırıcı (öğretmen) tarafından çocuğa tanıtılmalıdır. Kolaylaştırıcı, ilgi zenginliği yaratıcı olmalıdır.
Kolaylaştırıcı, öğrencilerin hepsinin ilgilerini bilmelidir. Bunun için okulun ilk günlerinde öğrencilerin dikkatli gözlemiyle, ilgi testleriyle, aile görüşmeleriyle, arkadaş grubu tanımalarıyla, öğretmen toplantılarıyla… ilgi dökümleri yapılmalı, her ilginin çekici gücü belirlenmelidir. Sınıfın kalabalık olması bu çabayı engellememelidir. Bunun için başta kullanılan zaman, öğrenmenin çabuklaşması ile geri dönecektir. İlgi bilgileri, özel ilgileri yoluyla tek tek öğrencilerin, ortak ilgiler yoluyla da grupların öğrenme amaçlarıyla ilişkilendirilmeli, öğrenme sürecinde araç olarak kullanılmalıdır.
Dil derslerinde nesnelerle ilgileri kullanılarak o nesnelerin sözcüklerinin anlamlarının kavranması, rakam, şekil ve formül gibi soyut görselli derslerde, ilgilendikleri nesnelerin şekilleri, sayısal özellikleri, ilişkileri kullanılarak eğitsel hedeflere ulaşım kolaylaştırılabilir. İlgisi alete yönelenler için her ders birden çok alet kullanılarak zenginleştirilebilir. Örneğin bir fen dersinde, ses ve titreşim oluşumları için sadece fen dersi araçlarıyla yetinilmez, bir kemandan da yararlanılabilir. Müzik dersinde, ilgi duyulan nesnelerle çıkarılan sesler kullanılabilir. Beden eğitimi dersinde, resim, çizim, fotoğraf, ses ilgileri kolaylaştırıcı yapılabilir. Zengin ilgi kaynağı, kolay, çabuk, zevkli, istenerek yapılan, kalıcı, kullanımı kolaylaşmış öğrenmelere götürür.
2- İstek
Kişi bir şeyi isteyerek yaparsa ondan zevk alabilir, onu öğrenmesi kolaylaşır. İstemediğimiz bir şeyi yapmak hem zor gelir, hem o şey iyi yapılmaz, hem de ondan uzaklaşma oluşur, bu da onun kullanımını engeller. Bir şey öğrensek de kullanmak istemeyiz. Kalıcı ve kullanılan öğrenmeler için istekli olmak gerektir. İstekliliği sağlayan bir özellik, ilgidir. İlgi duyduğumuz şeyler hakkında bilgi edinmek isteriz. Bu nedenle kolaylaştırıcı, ilgiyi, istekliliğin bir aracı olarak da kullanmalı, öğrenilecekleri ilginç kılmalıdır.
İstek oluşturmanın başka bir yolu, öğrenilecek olanın kullanma yararlılığının gösterilmesidir. Neden öğrenmeliyim, öğrendiğimi nerelerde kullanabilirim, bu kullanım bana neler sağlar gibi sorulara olumlu yanıt bulabilen kişide öğrenme isteği de oluşur. Kolaylaştırıcı, bu soruların yanıtlarını öğrencilerin bulmasını kolaylaştırmak için hedef bilginin kullanım örneklerinin yer aldığı ön hazırlıklar yapmalıdır. Uygulamalar zevk verici, kişisel amaçlara götürücü, öğrenene kendini gösterme olanağı sağlayıcı, başarılı olarak sonuçlanıcı şekilde düzenlendiğinde, öğrenme isteği de artacak, yeni öğrenmeler de kolaylaşacaktır.
İstek uyandırmak da kolaylaştırıcının işidir. “Öğrenmek istemiyorlar” savunması yerini “öğrenmeyi istemeleri için neler yapmalıyım” sorgulamasına bırakmalıdır. Bunun ilk adımı, öğrencileri tanımak olabilir. Tanıma bilgileri, ilgi ve isteklerinin iyi bilinmesini de içermelidir. Öğrenciler hakkında çok ve gerçek bilgi sahibi olmak kolaylaştırıcının işini kolaylaştırır, öğrencilerin öğrenmeyi istemeleri için nelerin nasıl yapılması gerektiği konusunda ipuçları olur. İnsanları yönlendirmenin temel koşulu onları iyi tanımaktır. Kolaylaştırıcının tanıması, yüzeysel ve gerçekdışı olmamalıdır.
Kolaylaştırıcının öğrencileri bir ilgiye yöneltebilmesi için, önce onun öğrencilerle ilgilenmesi gerekir. Bu ilgi içten, yakın, güven verici olmalıdır. Öğrenci incitilmeden, görünüşüyle, okul içi ve dışı yaşamıyla, istekleriyle, beklentileriyle, güçlü zayıf yönleriyle, korkularıyla, yetenekleriyle ilgilenilmeli, bu tanıma bilgileri, olumlu yönde, onu geliştirici olarak kullanılmalıdır. Kolaylaştırıcı öğrenenle ilgilendikçe, öğrenen de onunla ve onun tanıştırdığı bilgilerle ilgilenecektir. Vermeden alamazsınız, kapitalizmde bile. Öğrenen ve kolaylaştırıcının birlikte gerçekleştireceği etkinlikler, bu ilgilenmeler için mükemmel araçlardır. Ders saatleri dışındaki etkinlikler, bu amaçlar için zengin kaynaklardır.
Zorunlu olarak yapılanlar genellikle istenmez. Ona bir gereklilik ve yararlılık, hele bir de eğlendiricilik eklenirse, öğrenme istekliliği de artar. Hangi yaşta olurlarsa olsunlar, oyun insanları çocuklaştırır, kaynaştırır, eylemci kılar. Oyunun bu gücünden kolaylaştırıcı yararlanır, öğrenme etkinliklerini eğlenmeyi de sağlayacak şekilde düzenlerse, ilgiyi artırır. Oynayarak öğrenmek, hem öğrenme hem eğlenme şeklinde çifte yarar sağlar. Eğlenerek öğrenme zamanı zevkli geçirme, mutlu olma fırsatı da vererek, gelecekteki öğrenmeler için de isteklilik oluşturur. Kolaylaştırıcı, oyunla geçen zamanın gereksiz harcandığını düşünerek yanılmamalıdır. Bir tek bilgi edinip onu kalıcı ve kullanılır yapmak, birçok bilgi edinip kısa süre sonra onları unutmaktan çok daha yararlıdır.
3- Çaba
İnsan en iyi ancak kendi çabasıyla öğrenir. Midemize döktüklerimiz bile, iç organlarımızın çabası olmadan bize yararlı hale gelmez. Öğrenmek isteyen, bunun için çabalamalı, kolaylaştırıcı, öğreneni “çaba” göstermeye isteklendirmelidir. Bu çaba, ilgilenme, istek duyma, dinleme, anlama, okuma, düşünme, tartışma, sorgulama, kurgulama, yapma, sonuçlama şekillerinde olabilir.
Öğrenme çabaları beklenen – istenen sonuçları verebileceği gibi, vermeyebilir de. İstenen sonucun alınması, öğreneni mutlu eder, yeni çabalar için cesaretlendirir. İstenen sonuçlara ulaşılamazsa veya bu ulaşım çok güç olursa, kişi, başarısızlığı veya zorlayıcı güçlüğü yaşamamak amacıyla, yeni öğrenmeler için yeni çabalara yönelmeyebilir. Kolaylaştırıcının, bu olumsuz sonuçların yaşanmaması için önlemler alması gerekir. Bu önlemler, öğrenme çabasının türüne göre değişir. Kişiye başarabileceği bir iş vermek ve sonunda başarısını beğendiğini belli etmek, başarı güdüsü yoluyla onu yeni başarımlara isteklendirir.
Kolaylaştırıcının temel düşüncesi, çaba gösterenin hiçbir zarar görmemesi olmalıdır. Çabalar istenen sonucu vermese bile, öğrenene en azından çabası nedeniyle teşekkür edilmeli, neler nasıl yapılsaydı çaba başarıya götürürdü sorusunun yanıtlarını kendisinin bulması için ona yardım edilmelidir. İlgi ve istekle ilgili birkaç çabaya yukarda değinilmiştir. Diğer çabalardan, örneğin okuma çabası için, okuma araçlarının ilgi çekici olması, yaşa ve bilgi düzeyine uygunluğu, bulma ve okuma kolaylığı, dilinin okuyana uygunluğu, okuma öncesinde dikkate alınmalı, okuma kolaylaştırılmalıdır. Tartışmalarda, eksik ve yanlış bilgisi olanlarım zarar görmeyeceği bir düzen uygulanmalıdır. Tartışma, konu esas alınarak yapılmalı, kişiselleştirilmemeli, tartışanların özellikleri değil, konunun özellikleri tartışılmalıdır. Söylemler, düşünülmesi, saygı gösterilmesi gereken bilgiler olarak belirtilmeli, kanıtlama ve yanlışlamalar taraflarca benimsenmeli, başkalarının söylediklerini düşünme, yanlışlanmadığı sürece onu benimseyip eski düşüncesini – bilgisini değiştirme esas alınmalı, bunun kendini geliştirmeyi sağlayan bir erdem olduğu konusunda öğrenenler ikna edilmelidir.
Çabaların değerlendirilmesi yapılırken, olumsuz yargılar üretilmemeli, olumsuz sözcükler kullanılmamalıdır. Bu amaçla kullanılan bir “dörtlü değerlendirme modeli”, şöyle uygulanabilir: Önce, “neler iyiydi, neden” sorusu yanıtlanır. Her çabanın söylenebilecek olumlu yanları vardır. Bunların önce belirtilmesi ve nedenlerinin söylenmesi, olumlu bir hava da oluşturur. Sonra diğer üç soru yanıtlanır : “ neler olmasaydı daha iyi olurdu, neden”, “neler de olsaydı daha iyi olurdu, neden”, “neler nasıl olsaydı daha iyi olurdu, neden”. Görüldüğü gibi modelde olumsuz hiçbir sözcük yoktur. Bu, çabalayana bir saldırı içermediği için, onun kendini savunmasına da gerek olmaz. Zaten çabalayandan bu aşamada beklenen, söylenenlere karşı kendini savunması değil, onları dikkatle dinlemesi, anlamaya, yararlanmaya çalışmasıdır. Söylemlerin hepsinin “neden” sorusuna yanıt olarak gerekçeleri de belirtileceği için, yarar üretmeleri kolaylaşmaktadır.
Uygulama çabalarının başarısızlıkla sonuçlanıp yeni girişimleri engellememesi için, uygulanacak şeyin iyi anlaşılmış olması gerekir. İlk uygulamanın kolaylaştırıcı tarafından herkesin rahatlıkla görüp anlayacağı şekilde, hiçbir basamağın atlanmadan yapılması iyi olur. Daha sonra, isteklilerin uygulama yapması, bu uygulamaların yukarda anlatılan dörtlü modelle değerlendirilmesi, uygulama sürecindeki olumsuzluklar için kimsenin suçlanmaması, uygulama başarısını artırabilir.
Dinleme çabaları, “anlamaya çalışarak dinleme” şeklinde olmalıdır. Dinleyen, dikkatini dinlediğine vermeli, başka şeye bakmamalı, başka şey düşünmemeli, başka şeyle uğraşmamalı, dinlerken, dinlediği kişiye vereceği yanıtı hazırlamamalı, dinlediklerinde iyi, olumlu, yararlı, alınabilecek bir şeyler aramalıdır. Dinledikleri eski bilgileriyle uyuşmadığında onları reddetmek yerine, eski bilgilerini sorgulamaya öncelik vermelidir. Reddetmeye, söylenenlerin yanlışını arayıp onları vurgulamaya çalışan kişi, dinlediklerinin olumlu, yararlı yanlarını göremez, onlardan yararlanamaz, çünkü onlara değil, olumsuz yanlara odaklanmıştır, dikkati onlara değil, olumsuz yanlara yönelmiştir.
Çabanın önemli bir özelliği de vazgeçmemektir. Elbette bu bir sonuca ulaşmak için, bizi o sonuca götürmeyen yöntemde ısrar etmek değildir. Çaba bizi istediğimiz sonuçlara götürmüyorsa, araçlarımızı veya yöntemimizi değiştirerek sonuç aramalıyız. Elbette, istediğimiz sonucu sorgulamayı da denemeliyiz. İstediğimiz sonuç zarar değil yarar üretecekse, sonuca ulaşana kadar çabamızdan vazgeçmemeliyiz. Olmayacak şey yoktur, ama onları yapamayan insan çoktur. Bugün yapamadığımızı yarın yapabiliriz. Bu bilgiyle yapamadığımızı, bilgimizi çoğaltıp yapabiliriz. Tek başımıza yapamadığımızı, güçlerimizi birleştirerek yapabiliriz, bu koşullarda yapamadığımızı, koşulları değiştirerek yapabiliriz. Koşulların kendiliğinden değişmesini beklemek akıllılık ve gerçekçilik değildir.
4- Ortam
Uygun ortam yoksa kolay bir öğrenme bile gerçekleşmeyebilir, varsa çok zor bir öğrenme bile kolaylaşabilir. Ortam, o öğrenmenin gerçekleşebilmesi için gerekli şeylerin bulunduğu mekandır. Işık, hava, ısı, araç, huzur, korkusuzluk, cesaretlendiricilik, kolaylaştırıcılık, destekleyicilik, somutlayabilirlik, uygulama fırsatı, tekrarlayabilme olanağı, karmaşık olmama, rahatlık, eğlendiricilik, yardım alabilme, isteklendiricilik… ortam özellikleri olarak düşünülebilir.
Öğrenme ortamı olarak yalnızca derslikler kullanılırsa okul ve dersliklerde bu özellikler bulunamayabilir. Okullar, öğrenmek için özel olarak düzenlenmiş ortamlar içermelidir ama bu ortamları sağlamak hem pahalı hem de gereksiz olabilir. Bu ortam yakın çevrede varsa ve yararlanabileceksem, aynı ortamı okulda oluşturmak ekonomik olmayabilir. Ortam uzun bir sürenin çok kısa bir diliminde kullanılacaksa, bunun için harcama yapmak başka gereksinimlere kaynak ayırmayı engelleyebilir. Bu gibi durumlarda çevrenin ortamlarını kullanmak iyi olur. Öğrenmeyi okul sınırlarıyla çerçevelemek, ortamı sınırlamak olduğundan, yanlıştır. Öğrenilecek bilginin doğal ortamı, tehlikelerden arındırılmak koşuluyla, en iyi ortamdır. Yüzme en iyi, su içinde öğrenilir.
Ortam, öğrenmenin gerektirdiği araçları içermelidir. Doğal araç, en iyi araçtır. Trafik lambalarının kullanılması öğrenilecekse, en iyi ortam, bu lambaların bulunduğu kavşaktır. Gerçek araçların bulunamadığı durumlarda, asıllarına uygun maketleri, çok boyutlu bilgisayar görüntüleri, hiçbiri yoksa resimleri kullanılabilir. Çok boyutlu bilgisayar görüntüleri, gerçek aracın daha iyi anlaşılmasını sağlamada kullanılmalıdır. Gerekli araçların eksikliği, ciddi öğrenme engelleri oluşturur.
Nelerin öğrenileceğine ilişkin hedefler belirlendikten sonra, bu işlerin nasıl yapılacağı tasarlanırken, gözetilecek bir öge de ortamdır. Hedeflere ulaşmayı kolaylaştıran bir ortam oluşturulmalıdır. Bu iş, hedefle ortam ögelerinin birebir eşlenmesini gerektirir. Aynı ortam birden fazla hedefe götürmede yeterli olabileceği gibi, bir hedef için bir ortam yeterli olmayabilir. Ortam ögelerini belirlemek için, “bu hedefe ulaşılması için neler gerekir” sorusu sorulur. Öğrenme uygulamasından sonra, oluşturulan her ortamın hedeflere götürücülüğü değerlendirilerek, gelecekteki öğrenmeler için değişiklik yapılmaya çalışılmalıdır.
5- Yardım
Kişi kendi başına da öğrenebilir. Bu, yardımlı öğrenmeye göre daha zaman alıcı, daha zor, pahalı, bazen da olanaksız olabilir. Öğrenmeye yardım edicinin rolü, bu engellerin aşılmasını kolaylaştırmaktır. Bu nedenle öğretmenin çağdaş adı, “kolaylaştırıcı” olmalıdır. Kolaylaştırıcılık, bilgi, deneyim ve öğrenenle uygun iletişim gerektirir. Kolaylaştırıcının neler yapması gerektiğine ilişkin bir yazıya, “Öğretmen Neler Yapmalı” başlığıyla internet aracılığı ile ulaşılabilir.