Evrenin Evriminde İnsan
İnsanın Evriminde Us
Usun Evriminde Dil
Dilin Evriminde Gerçek
Düşünce en kolay, dille karıştırılır.
Devinim (hareket), evrenin, insanın, usun (aklın) ve dilin evriminde; bu dörtlünün oluşumunda ve dönüşümünde büyük bir gerçeklik ve içerik olarak eytişimini sürdürmektedir. Oluş ve yok oluş bu sürecin sonsuz başı ve sonsuz sonudur. Sonsuzluk sürekli bir düzen ve kaos ile sürmektedir. Ne düzen süreklidir ne de kaos. Her düzen, düzenli yapı, nesne, canlı düzenini yitirmek ve kaosa girmek zorundadır. Bu sonsuz zorunluluklar, toplumsal yaşamda, bireysel yaşamda, ekonomik, kültürel yaşamda da böyledir. Kaosa yönelime karşı, düzende kalma, düzeni sürdürme (yaşamda kalma, erkte kalma, etkide kalma, etkenlikte kalma) eğilimine karşın, korkuya, kaygıya karşın, karşı koymaya karşın, kaos önlenemez; yeni bir düzen; yeni bir yaşamda önlenemez. Bu evrensel yasadır. Evrenin ve evrene bağlı olan her olgu (mars, yerküre, molekül, taş, insan, hücre) bu yasanın karşısında sürekli bir devinim, oluş, yok oluş yaşamak zorundadır.
Bu zorunluluklar nedeniyle, güncel gerçeklik varoluş ve yok oluşuyla, tarihsel gerçekliğin sonucudur. Her gerçeklik (insan varlığı da dahil) içinde oluştuğu ve yaşadığı özdeksel (nesnel-maddi) koşullara göre oluşur ve davranır. Bu oluşum ve davranışta insanı ilgilendiren, onu geliştiren bugüne ve bu yetkinliğe eriştiren evrensel olgular ise; us, dil ve bunların ulaştığı çağdaş bilimin deneysel gerçekliğidir.
Dil, usun; us, insanın; insan evrenin ürünüdür. İnsan dili ile evrenin gerçekliğini ve evrenin gerçekliğine bağlı olarak kendi gerçekliğini kavramaktadır. Kavrayış, devinenin devinimlerinin yasalarını bilmektir. Devinen yalnız evren değildir; insan ve insan ussu da devinmektedir. İnsanın, usun devinimi, evrenini devinimiyle sonsuz bir ilişki içindedir. Devinimin temel gücü ise enerjidir. Sonsuz bir dönüşüm ile sınırlı bir enerji. Enerjisi bitenin devinimi de bitiyor. Ancak, enerji bitmiyor. Enerji devrediliyor. Biten yaşayana enerjisini devrediyor. Her bitiş, bir başlangıcı, bir sürmeyi sağlıyor.
Yaşamak, enerji alarak devinmektir. Devinmek, enerji vererek ölüme, yok oluşa, dönüşüme gitmektir. Ölmek, enerjisiz kalarak, devinmemektir. Enerjimiz kadar yaşıyoruz. Alarak yaşıyor, vererek ölüyoruz. Bu ideolojiler, sanatlar, bilimler, felsefeler, cansız nesneler için de böyledir. Nesneli biriktiren ve yayan yaşar, yalanı, gerçeği gizlemeye çalışan biriktiremez, geçici bir süre aldatır ancak ölmeye, yok olmaya mahkum olduğunu da bilir. Umut da yoktur onun için. Tüm bunlar birey yaşamına sığmaya bilir, bir insan teki, bütün oluş ve yok oluşları göremez. Ancak us, usun işleyişi görünmeyenin de bilincinde olmayı sağlayan olağanüstü bir insan gerçekliğidir.
İnsan türü, bireylerinin tümünü değil, ancak türünün sürekliliğini bu gerçeğin bilgisine, evrenin doğru gerçekliğinin bilgisine ulaştığı için yerkürede evrimde elenmedi. Günümüze değin geldi; günümüze değin gelen diğer canlılar doğaya uyum yeteneği ile yaşamda türsel olarak kalırken, insan doğaya uyum göstererek değil, doğayı kendisine uyumlaştırarak, onun yasalarını kavrayıp aşarak tümden kaosa teslim olmadı. Doğa sınırlılığında kurtulup evren gerçeğine yönelmesi de bu bilgi ile gerçekleşti. Bu bilgiyi elde etme gücünü insan türü, US DİZGESİ aracılığıyla elde etti.
Us dizgesi, düşünmeyi sağlayan bir dizgedir; duyular, sinirler ve beyinden oluşan bir dizgedir. Bu üçlünün dizgesel işlemesi, işbölümü ile düşünmeyi başaran insan, evrenin, dünyanın ve kendisinin sırlarını çözmeyi sürdürüyor. Makro ve mikro evren olarak adlandırılan; genişleyen evren ve canlının en küçük oluşturucu birimleri bu çözme alanına girer. 17 milyar önce evren, 7 milyar önce büyük patlamayla dünya, 4 milyar önce ise kendisini kopyalayıp çoğaltan canlılığın yapı taşları, DNA ‘lar oluştu. Evrenin evrimi yanında, canlı yaşamın evrimi de başladı. Oluş ve yok oluş sürdü; sonsuz çeşitlilikte canlı yerkürede yerini aldı; ancak yasa geçerliydi evrimde elenen canlılar yanında, yeni canlılar da oluşmayı sürdürdü. Usu olan karmaşık sinir sistemleri oluşturan canlılar içinde bir tek insan türü, salt usu olan değil, usuyla düşünmeyi becerebilen tek canlı oldu. Diğer usu olan canlılar yaşamda kalmayı becerirken, insan yaşamı ve uzamı dönüştürmeyi, değiştirmeyi kendine göre uyarlamayı da becerdi. Düşünen insan, dönüştüren ve dönüşen insana dönüştü. Evrenin evriminden, canlının evrimine, oradan insanın evrimine geçildi. 7,5 milyon yıl önce, insan evrimi başladı. İnsan evriminde, ayağa kalkmasıyla, özgür kalan ön ayaklar kendisini ve beynin gelişimini sağladı. Hiçbir canlının yapamadığı el becerileri ve bu becerileri örgütlemek, gözlemek ve denetlemek zorunda kalan beyin diğer duyu organlarıyla üst bir örgütlemeye geçti ve karmaşık bir sinir sistemine sahip oldu, insan türü. Eller, diğer duyu organlarıyla beyin aracılığıyla eşgüdüme geçti ve bu beynin olağanüstü büyümesine ve karmaşık algı, işleme, yorumlama, üretme becerisini kazandı.
Bu beceriler, insanı bir üst aşamaya sıçrattı, sorular, sorunlar değişti; evren nedir, insan nedir? Sorularına yanıt aranmaya başladı. Bilgi birikimi yeni olan insan, bu süreçte, salt gözleme dayalı, usa vurmaya dayalı düşünmeyle yetindi. Düşüngü (felsefe), sanat insanının anlama sürecinin, soru ve yanıt sürecinin başlangıcı oldu. Platon’dan, Hegel’e mutlak, idealist akılcılar izlenimlerine ad koymayı beceren atalarını aşarak ortak adlandırmalarla kavramlar oluşturmaya, kavramlarla düşünmeye başladılar. İmge ve kavram gerçeğin yalnızca bir parçası olan ama bütüncül gerçek olamayan, gerçek sanılan bu döneminde beynin gelişimini, işleyişini yetkinleştirdi. Deney öncesi, dönemin kavramları ile yapılan bu usa vurmalar, kavram karmaşasının içinde hep bir tasarlayıcı, bir amaç vardı. İdea dendi, insan aklına verilen bilgi dendi, tanrı dendi tasarlayıcı için. Oysa duyarlı duyu hücreleri sonsuz gerçekliği kavramak için yetersizdi, tasarlayıcı aramanın nedeni de buydu. Usu olmak, usa vurmak, doğadan ve insandan izlenim alıp bunlar arasında bağlantı kurarak, sorular üretip yanıtlayarak doğa ve insan anlaşılmıyordu. Us gerçekliği tam kavrayamayınca, bir üst varlık aranmak zorunda kalınıyordu. Kavramlar, gerçekliğin yerine geçiyordu. Kavranamayan gerçeklik, gerçek olmayan içerikleriyle kavramlara, imgelere aktarılıyordu. Oysa gerçeklik, her boyutuyla maddeydi. Çünkü, usun temel yapı birimleri hücre ve nöronlardır. Beyin bu birimlerle organizmamız üzerinde etkin olmaktadır. Beyin düşünerek, nöron yapılanmaları ile kavramlar oluşturur. Kavram düşünmenin sonucudur ancak, düşünme yetkinliği gerçekliğe varmak için yeterli değil, önkoşuldur. Dış ve iç gerçekliğin duyular aracılığıyla beyindeki izdüşümleri kavrama dönüşür. Bu nedenle, düşünme sürecinde olduğu gibi, kavram üretiminde ve kavramda da maddi gerçeklik, maddi süreç vardır. Sevgi, heyecan, korku gibi duygusal süreçler ile yakalamak, koşmak, tutmak, kaldırmak gibi fiziksel beden devinimleri de usun birincilerde biyokimyasal, ikincisinde ise kas devinimlerine dönüşmesidir. Us kavramlar aracılığıyla, devinimi, kimyasal, biyolojik, kassal biçime dönüştürmesidir. Bu süreçler de maddidir. Arabayı tasarlamak, kavramsal; üretmek kavramın başka maddelere dönüşmesidir. Duygusal, fiziksel dediğimiz her şey özünde ussaldır, düşünseldir, dolayısıyla.
Varolanlar, bizim dışımızda, bize bağlı olmadan da olsa varolanlar, ancak bilmemizde yarar olan, olgular, süreçler, olaylar, ilişkiler ancak us ile bizde varolabilir. Us bütün bunları kavramlaştırırsa, kavramlaştırma da bilimsel boyutluluk, ilişkisellik, gerçeklik içerirse olan bizim için oluş gerçekliğiyle varolur ve bilinir. Biz de ondan yararlanır, ondan sakınır, onu kullanır ya da dönüştürürüz. Ama sonuçta bunlar için onu anlamış oluruz. İşte sanat, felsefe ve bilim, izlenimleri, imge, kavram, sözcük olarak usumuza aktararak evreni, dünyayı, toplumu, bireyi gerçekliliği kavramamızı sağlar. Bilim, süreç ve kavram ağlarıyla, sanat imgesel duyumsatmalarla, felsefe içdüşün süreçleriyle bunu yapar. Görmeyen için, dağ yoktur. Çünkü dağ kavramını usu varetmiştir. Duymayan için, tiz ses yoktur; çünkü duyum sinire, sinir beyine, beyin nörona ulaştıramadığı için kavramlaşamamıştır ve o birey için yoktur. Bu nedenle us, varedendir.
Bütün bu süreçte anlaşılmış olmalıdır ki, kavram kavramı dilsel bir birimdir. Düşünme eylemini gerçekleştiren birey, bu işlemi dil kökenli birimlerle yapar. Düşünme bu bağlamıyla bireysel görünmesine karşın, dil toplumsal bir olgu olduğu, ancak bir toplumsal ilişkiler bağlamında oluşabildiği ve birikebildiği için, dil ve düşünme, us toplumsal bir eylemin bireydeki yansısıdır. Çünkü, birey de, insan teki de, ancak toplumsal ilişkiler ile insan yetilerini kullanabilir. Kaldı ki, dil, ogu olarak, sıkı, kararlı, düzenli ve sürekli insanlar arası etkileşim, ilişki sonucu ortaya çıkmıştır. Gelişimi, sürekliliği de buna bağlıdır. Bu nedenle dil ve düşünce toplumsal usun ürünü ya da toplumsal us, dil ve düşünce olmaksızın olamazdı. Böylesine karşılıklı eytişimsel bir ilişki var arasında.
Günümüzde insana dayatılan ise şudur: “ İnsanın evrendeki durumu, kedinin kitaplıktaki durumu gibidir, görür ve dinler, ama hiçbir şey anlamaz” öyle ise insan için tek gerçeklik, uygulama alanında işine yarayan gerçekliktir. Bu nedenle, dinler insanlara ölüm korkusundan kurtardığı için, ölümsüzlük sunduğu için yararlı bir gerçekliktir. Gerçek, gerçekliğe ne gerek var. Olsa ne olur, olmasa ne olur, bilinse ne olur, bilinmese ne olur? Oysa biliniyor ki, gerçeklik bilinirse, yarar kendiliğinden vardır. Gerçek doğası gereği insan türü için yararlıdır. İnsan ancak gerçeğin bilgisiyle gerçeklikten yararlanabilmektedir. 7,5 milyon deneyim de bunun kanıtıdır.
Ancak, gerçek de çıkarı olmayanlar, terim ve tasarımlarını değiştirir görünseler de, özünde antik çağdan, Platondan kalma idealist kavramlarını değiştirmiyorlar. Bergson ‘ un bilimce yalınlaştırılmış gerçeğin süreçlerini ve bilimin güvenirliğini karmaşıklaştırarak sunduğu bilim düşmanlığı, postmodernist şarlatanların insan anlığına dolaysız anlam aktarımını işlevsiz; amaçlı üretimleri katı, bilimsel gerçekleri sürekli kuşkulu, toplumsal dönüşümü bilinçlerden uzaklaştırıp edilgen insan yaratmak amaçlı sarsıcı radikal söylemlerle soyut düşünce ürünü kuramlar! Yaratmaları, anlamlı her şeyin geriye dönük, geleneksel, tarihsel kuyularda boğma çabaları, tarih yazımsal üstkurgularla,tarihsel gerçekliğin çarpıtılması, insan zihninin bulanıklaştırılması, ”dünya kuytu, ve hoş bir yerdir ve ona karşı doğru, pozitif bir tutum takınıldığında kendisini kişiye uydurarak onu rahat bir yorgan gibi sarar” türü söylemlerle, modernizmin çökertmeye çalıştığı insanı, postmodernist önerilerle uyuşturmaya çabalamaktadır. Modernizm karşıtlığı özünde modernizme karşıtlık değildir. Çağdaş kapitalizmin çok boyutlu çözümlemesini insan usundan gizlemek amaçlı modernizmle işbirliği halinde, zorunlu geleceğe yönelik insan davranımlarını dağıtmaktır. Modernizmle yaratılan yabancılaşmayı, postmodernizmle kalıcı kılmak uğraşısı verilmektedir. Soyut, gerçeklikten türetilmiş kavramlarla örülü metinler ile boğuşan yarı aydınların dil düzeneklerini bozarak, onları modernizmi savunur konuma getirip; evrenin, usun, dilin ve insanın temel, dizgesel gerçekliğini tartışma dünyasından uzaklaştırmaya amaçlamaktadırlar. Başarılı oldukları da söylenebilir. Şimdilik.
Kapitalizmin, yedek lastiği konumundaki liberal ekonomik dizge gibi postmodernizmin içeriği de kesinlikle yeni değildir; yeni olan yeni gibi eski içerikle soyuttan türetilmiş kavramlarla sunuluşudur.
Geciktirmek istedikleri şey, gecikebilir; ancak evrensel yasaların işleyişi durdurulamaz. Onlar da bunu biliyorlar.
Bu süreçlerde, bu oyunlarda, en çok oynanan olgu dildir; çünkü dilsel üretim gerçeğe dayanabileceği gibi, tümüyle soyuttan türetilmiş gerçek dışılığa, kavramsal uydurmaya, nesnelle ilişkilendirilmemiş içeriksiz söyleme dayandırılabilirliği vardır. Sözdizimini uygun kurduktan sonra, içeriğin olmaması sorun yaratmamaktadır. Dilsel gibi görünen, ama anlamsal içeriği gerçeğin değil, yokluğun kurgusuna dayanabilir; ancak insan anlağındaki bilindik kavramlar, olgular, değerler metinlerin içine, başına, sonuna serpiştirilerek tanıdık kılma, sözde ilişkilendirme, yaşamla daha somut bağ kurma oyununu sergiliyorlar. Şimdilik, bilime ulaşamıyorlar; daha çok mimari edebiyat, felsefe, görsel göstergeler, sinema, tv, kütür ve entelektüel dünyanın bunalımlarını aşma gösterisinde koşturuyorlar.
Kapitalizmin neyi başlattığını, bireyde nelerde boşluklar doğurduğunu iyi biliyorlar. Boşlukların doldurulması için uygun biçim oluşturma çabalarını sürdürüyorlar; ancak boşluklar uyuşturucu gibi etkenlerle dolmayacağını, olsa olsa dolmuş gibi duyumsanacağını da bilimden öğrenmişlerdir. Bunu gerçekleştiriyorlar.
En önemli kaynakları, idealist yorumlayış, mistisizim, teoloji, üstkurgu, dil, bilimöncesi ve bilimdışı psişe ve günümüz insanının yabancılaşmış usu.
1960’larda başlayan, ancak dünyada karşılarında derinlikli, güçlü, bilim örgütleri, ülkeler, insanların olduğu dönemde kıyıda köşede eşelenen ama uluslar arası emperyalist sistemin planları çerçevesinde pusuda bekleyen kiralık beyinler; Şili, Türkiye, Arjantin, Yunanistan gibi potansiyel ülkelerdeki askeri darbeler; artdından dünya sosyalist sistemindeki dağılma ile birlikte doğan karmaşa ve boşluğu anında doldurdular. Her birinin ürünü dünya yayın sıralamalarında en üstlerde tutuldu. Yarı aydınlar, yapıtlarını içeriksiz biçimde bellediler ve barlarda başlayan tartışmalar üniversitelere kadar ulaştı. Söz aralarında bilime vurmalar, eytişimsel ve tarihsel özdekçiliğe dokundurmalar giderek saldırıya dönüştü. İçeriksiz yoğun kavramlarla içeriği olana bombardıman başladı. Açık Toplum, sonsuz kuşkuculuk, yorumbilgisi, imaj, imge, hakikatin sorgulanması, biçim ve geriye dönüşler ile etkili olmaya başladılar. Küreselleşme saldırıları ile at başı giden salon oyuncularının gösterisi, liberalizmin dünya halklarında yarattığı yıkımın ayırdına varılması ile düşün dünyasında da karşılığını buldu ve uyanış başta Avrupa olmak üzere, Türkiye’nin de içinde bulunduğu ülkelerin düşüncüleri kısa sürede toparlanarak, alanın boş olmadığını da göstermeye başladılar.