Televizyonda somon balıklarıyla alakalı bir haber izlemiştim. Üretim çiftliğinde büyütülen balıklar, belli bir boya geldiğinde okyanusa bırakılıyor. Bir yıl sonra çiftliğin havuzunda, küçük balıkların arasında birkaç tane iri somon balığına rastlanıyor. Yapılan araştırmalar neticesinde okyanusa bırakılan balıkların geri döndüğü anlaşılıyor.
Somonlar bu geri dönüş sırasında iki deniz geçiyor ve havuzla kanal arasındaki tel ağları patlatarak havuza ulaşıyor.
Havuzun zehirli atık kanalından yüzlerce ölü somon balığı çıkarıyorlar. Programın spikeri şöyle devam ediyor:
— Bir saniyelik hafızası olan balıkların doğdukları yere geri dönmeye çalışmasının arkasında nasıl bir kuvvet var?
Allah’a inancı olan her insanın kabul etmesi gereken bir gerçek var. Yaradan, yarattığı canlı ya da cansız her varlığa bir yere ait olma hissi vermiştir.
Arı sepetinden çıkan bir arı kilometrelerce uçarak birçok çiçekten topladığı özü yine aynı arı sepetine getirir ve bal yapar. Arının sepetinden çıkması ve yine aynı arı sepetine geri dönmesi bir emirle arının hafızasına şifrelenmiştir.
Güneş ısıtır. Deniz buharlaşır. Su buharı göğe çıkar. Bulut olur. Kar olur, yağmur olur. Bir araya toplanır, bir olur, dere olur, çay olur ve denize doğru akar.
Canı olmayan, aklı olamayan suyu doğduğu yere geri dönmeye zorlayan bir kuvvet vardır. Bu dünyanın en akıllı canlısı olduğunu düşünen biz insanlar için de durum farklı değildir.
Doğarız, büyürüz. Büyürken birçok sebepten dolayı doğduğumuz yerden ayrılmak mecburiyetinde kalırız. Bu sebep bazen tahsil, bazen para kazanma çabası, bazen de yeni yerler keşfetme arzusudur.
Fakat biran gelir içimizde bir dürtü bizi geri dönmeye zorlar. Belki çok zengin, belki çok meşhur, belki de çok mutlu olduğumuz halde bulunduğumuz yere gurbet deriz.
Doğduğumuz şehrin hasretini çekeriz. Ölürsek, vasiyetimizde bizi doğduğumuz şehre; hatta büyüdüğümüz köye götürmelerini isteriz.
İnsan bu dünyadan ayrıldığı zaman ne için doğduğu şehrin, köyün topraklarına gömülmek ister. Artık dünyadaki mekânı ne için bu kadar düşünürüz ki, ha ora ha bura ne fark eder. Bir avuç toprak değil mi aslı başı. Sanırım durum o kadar da basit değil.
Ne güzel söylemiş şair:
“Vücudun kim hamir-i mâyesi hâk-i vatandandır.
Ne gam rah-ı vatanda hak olursa cevr ü mihnetten.”
Size göre Türkiye, Paris’ten, Newyork’tan daha güzel olabilir mi?
Bana göre güzeldir. Bana bu duyguyu hissettiren sebep orada doğmuş olmam ve soy ağacımın köklerinin o toprağa bağlı olması.
Tıpkı arı sepetinden çıkıp envayi çeşit çiçekten bal toplayan bir arı gibi, tıpkı buharlaştığı denize geri dönen su gibi, aynı okyanusları bırakıp havuzuna dönen balıklar gibi ben de günün birinde doğduğum şehre geri döneceğim.
Belki ayaklarım üzerinde, belki omuzlar üstünde. Allah bilir!