Bilim ve Üniversitelerimiz

Sayı 48- Ekim 2015

Üniversiteler meslek yüksek liseleri değillerdir. Üniversitelerin birincil amacı mezunlarını meslek sahibi yapmak değildir. İnsan meslek lisesine giderek ya da usta çırak ilişkisi içerisinde bir meslek sahibi olabilir. Üniversitelerin asıl amacı bilimsel bilgi üreterek bilimsel gelişimi sağlamaktır. Bunun gerçekleştirilebilmesi için bilim insanı yetiştirebilmek gerekir. Üniversitelerde eğitim gören gençlerin bilime hevesli, bilimsel ahlaka uygun, zeki ve çalışkan olanları bilim insanı olarak yetiştirilmelidirler.

Düşünsel emek en güç iştir. Çoğu insan bir konu üzerine yoğunlaşarak derin düşünmeyi gerçekleştirmekten, bir sorunu çözmeye çalışmaktansa saatlerce televizyon izlemeyi, dedikodu yapmayı, hatta boş boş oturmayı tercih eder. Bu nedenle odaklanmayı ve sürekliliği sağlamak güçtür. Bilimsel ortam bilim insanın bu yoğunlaşmayı yaşamasını kolaylaştırıcı bir ortamdır. Böyle bir ortamda bilim insanı yetişir ve gelişir. Üniversitelerimiz ne yazık ki yukarıda tanımladığımız gibi bir bilim ortamı yaratmamaktadırlar. Bunun temel nedeni üniversitelerimizin bilim değil siyaset merkezleri olmalarıdır. Özellikle son yıllarda siyasi otorite üniversiteleri kendini haklı gösterme aracı olarak kullanmaktadır. Bugünkü siyasi yapı üniversiteleri kendi aracı olarak kullanmaktadır fakat üniversitelerimizdeki bilim dışı ortamın yaratıcısı onlar değillerdir. Üniversitelerimizin gitgide bilim dışı yerler haline gelmesindeki en büyük neden bilim insanı değil kul köle yetiştirmeyi amaçlayan akademik sistem ve idari yapılanmadır.

Üniversitelerimizdeki idari yapılanma tamamen yönetici konumunda olana kayıtsız şartsız itaati gerektirmektedir. Bu sistemin sıra düzenli yapısının yozlaşmanın asıl nedeni olduğunu düşünüyorum. İki bin on beş yılında 5 yaşındaki çocuklarla yaptığım bir çalışmada, verdiğimiz görevi yapması halinde kendisine ödül vereceğimizi söylediğimiz çocuklar, ödül vadetmediğimiz çocuklara göre iki kat daha fazla kopya çektiler. Bu çalışmayı daha üst sınıflarla yapsak herhalde sonuç değişmezdi. Ödül dışarıdan denetlenen bir şeydir. Kişi ödüle odaklandığında, yapması gerekenden kopar. Yani aslında kendisi olmaktan uzaklaşır. Çünkü önündeki işi yaptığı zaman bir şeyler öğrenecek ve kendini geliştirerek daha fazla kendi olacaktır. Fakat ödüle odaklandığı zaman yapacağı işe vermesi gereken gücünü bölmektedir. Bu nedenle ödüle odaklanan kişinin asıl hedefi işi gerçekleştirmek değil ödülü almaktır. Bu nedenle kişi ödülü denetleyene bağımlı hale gelir. Ödül ceza ile birlikte sıra düzenli sistemlerin vazgeçilmez aracıdır. Şimdi bizim üniversite sistemimizin nasıl oluşturulduğuna bakalım.

Bilim insanı olmak üzere seçilen araştırma görevlilerinin kölelerden çok farkları yoktur. Araştırma görevlilerinin belli bir görev tanımı yoktur. Yani vardır ama yoktur. Görev tanımlarının sonunda amirlerinin uygun gördükleri işleri yaparlar gibi bir ifade vardır. Amiri tuvalet temizle derse, temizlemek zorundadır. Şimdi böyle bir yapı içerisinde araştırma görevlisi ilk olarak neyi öğrenmektedir? Üstlerini hoş tutmayı öğrenmektedir, çünkü ödülü ve cezayı onlar denetlemektedirler. Araştırma görevlisinin amacı bilim insanı olmak değildir. Araştırma görevlisinin amacı bir an önce doktorayı bitirmek ve böylece akademik basamakta yükselmektir. Doktorayı bitirebilmesi için de doktora danışmanını ve jürisini tatmin etmelidir. Örneğin, dini hikâyelerin çocuklarda yarattığı travmatik etkileri incelemek isteyen bir araştırma görevlisi büyük olasılıkla yaşamı boyunca araştırma görevlisi kalmayı garanti edecektir. Çünkü üniversite sistemimizde önemli olan bilim değildir, önemli olan üstlere itaat ve onları memnun etmektir. Aslına ÖYP sistemi bu usta çırak ilişkisini kırmakta bir miktar etkili olabilir diye düşünüyorum.

Araştırma görevlilerinin hukuki olarak pek hakları yoktur. Devletimiz odacılarına sağladığı hukuki hakları yetişmekte olan bilim insanların esirgemiştir. Üniversite sistemimizde doktorasını tamamlamış bir bilim insanın da çok fazla hakkı yoktur. Araştırma görevlilerin sözleşmeleri her yıl, yardımcı doçentlerin de iki yılda bir yenilenmelidir. Bu neye göre düzenlenmiş belli değildir. Bilim insanları diğer memurlardan ayrılmışlardır. Diğer memurların sahip olduğu iş güvenliğine sahip değillerdir. Hocalarının veya üniversite yönetiminin hoşuna gitmeyen konuları araştırırlarsa kovulabilirler. Ne kadar bilimsel bir ortam değil mi?

Yukarıda belirtilen hukuki garabetin ötesinde akademisyenlik ve bilim insanlığının çok farklı şeyler olduğunu da bilmemiz gerekiyor. Ödüle odaklanmış, kariyer basamaklı sistem bilim insanı yetişmesini güçleştirmektedir. Bugün çoğu yardımcı doçent bir an önce doçent olabilmek için yayın ölçütlerini yerine getirmeye çalışmaktadır. Tıpkı deneyimizdeki ödül vaat edilen çocuklar gibi bu insanların amacı doçentlik için gerekli ölçütü karşılamaktır. Yoksa bilimsel bir bilgiye ulaşmak değildir. Bu nedenle etik değerler yerlerde sürünmektedir. Para ile makale yayınlatanlar, kendisinin yerine başkasına makale yazdıranlar, verileri kafadan uydurarak inanılmaz sonuçlara ulaşanlar üniversitelerimizde azımsanmayacak sayılardadırlar. Hedef bir an önce yüksek unvanı ve onun getireceği itibara ve paraya kavuşmaktır. Bu hedef uğruna her şey yapılabilir. Hocalara yağ çekilebilir, siyasi bağlantılar kurulabilir, yönetimin sıcak bakmadığı hocalar hakkında muhbirlik yapılabilir, aklınıza gelebilecek ve gelemeyecek her türlü ahlaksızlık yapılabilir. Bir kez profesör olunca nasılsa kimse size ahlaksız diyemeyecektir çünkü o zaman onların ağızlarının paylarını verebilecek noktada olacaksınızdır.

Yukarıda betimlemeye çalıştığım yapının bilim ile hiçbir ilgisi olmadığını düşünüyorum. Bu yapının değişmesi için üniversite sistemimizin eşitlik temelinde örgütlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü eşitlik sıra düzeni ortadan kaldırmaktır. İlkemiz eşitlik olursa sıra düzenin yarattığı erdemsizliği azaltabileceğimizi düşünüyorum. Üniversitelerimizin şu şekilde örgütlenmesi gerektiğini düşünüyorum.

1. Profesör, doçent, yardımcı doçent unvanları kaldırılmalıdır. Kişinin kendi çabası ile ulaştığı son unvan doktor unvanıdır. Bu nedenle doktordan başka bir unvan kalmamalıdır. Doktor maaşları eşit olmalıdır. Kişinin çalışmaları doğrultusunda ek gelir olanakları yaratılabilir. Teşvik sistemi öğretimdeki, öğrenci yetiştirmedeki başarıyı, topluma sağlanan hizmet gibi unsurları da kapsayacak şekilde genişletilmelidir.

2. Araştırma görevlilerinin görev tanımları belirlenmelidir. Araştırma görevlileri bilimin dışında işlerle uğraştırılmamalıdırlar. Okulun hizmetlisi muamelesi görmelerini engelleyecek yasal düzenlemeler sağlanmalıdır. Doktorayı bitirdikleri okul akademik yaşantılarını devam ettirecekleri okul olmamalıdır. Danışmanlarının keyfi uygulamaları bu şekilde azaltılabilir. Araştırma görevlilerinin iş güvencesi olmalıdır.

3. Unvanlar kaldırılır ve maaşlar eşitlenirse araştırma görevliliğine gerçekten bilimle uğraşmak istemeyenlerin başvuruları azalacaktır.

4. Doktorası tamamlayan hiçbir bilim insanı araştırma görevlisi olarak çalıştırılmamalıdır. Kadro kararları okul yönetiminin keyfine bırakılmamalıdır. Otomatik yükselme yapılmalıdır. Bilim insanının özgürlüğünün sağlanmasında bu önemli bir uygulamadır.

5. Rektörlerin yetkisi sonsuz fakat sorumluluğu olmayan yönetim şekline son verilmelidir. Yöneticiler yaptıkları her şeyden sorumlu olmalıdırlar. Örneğin bir bilim insanının her ay alması gereken maaşın bir bölümü gasp ediliyorsa. Bu soruna neden olan yöneticiler, yarattıkları ekonomik yıkımı kendi ceplerinden karşılamalıdırlar. Eğer böyle bir sorumluluk getirilirse keyfi uygulamalar azalacaktır.

6. Kitapçısı bile olmayan şehirlerdeki üniversiteler kapatılmalıdır.

Bu öneriler üzerinde çalışılarak daha ayrıntılı ve kapsamlı bir yönetmelik oluşturulabilir. Temel ilke eşitlik ve özgürlük olmalıdır. Böylece sıra düzenin neden olduğu keyfilik ve adaletsizlik azalır. Gerçekten bilim insanı yetiştirebilir hale gelebiliriz. Aksi halde bütün gün araba alım satımından başka bir şey konuşmayan, formasyona önce karşı çıkıp para gelince hemencecik susan, paradan ve hava atmadan başka bir yaşamı olmayan, körlerle sağırların birbirini ağırladığı fakat evrensel bilime hiçbir katkı sağlamayan bu modern medrese sistemi sürer gider. 

  •  

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir