Babam Oktay Hüseyin

Sayı 23- Prof. Dr. Oktay Hüseyin (Haziran 2009)

“Nasıl bir babaydı” diye sordukları zaman aklıma onu en iyi anlatabilecek üç kelime geliyor: Fedakâr, vefalı, eşsiz!

Mesleğinde olduğu gibi ailede de mükemmeldi. Çocukları çok severdi… Bizim için yaşardı ve son gününe kadar bizim için bir şeyler yapmaya çalıştı. Hep bir eli üzerimizdeydi; rahatımız yerinde mi, bir şeye ihtiyacımız var mı? Aklında hep bunlar vardı. Bir eksiğimiz,  bir hastalığımız bir problemimiz olduğu zaman bunları aklına takar  huzurunu kaybederdi ve problemi çözünceye kadar rahat etmezdi…

Doğduğum günden beri onu kendisi için yaşadığı bir günü hatırlamıyorum.

Hep ailesi için yaşadı. Çocukluğumuzda bizlerle mahallede oyunlar oynardı, kar yağdığı günler sabah işe gitmeden mutlaka kayak kaydırırdı, her tür aktiviteye bizimle beraber katılırdı… Büyüdüğümüzde hep arkadaşımız, sırdaşımız, danışmanımız ve dayanağımız olarak kaldı. Her konuda ona danışırdık, ister aile konusu, ister kariyer ya da eğitim konusu.

Ailede demokrasi olmasını isterdi hep, her şeyin açık konuşulmasını, diğer babalardan farklı olarak asla kendi dediğinin olmasını istemezdi, fikrini nedenleriyle beraber söyler kararı bize bırakırdı. Ona soru sormamızı, fikirlerimizi söylememizi isterdi. Ne zaman ne söylese hep sonunda haklı o çıkardı. İleriyi görme yeteneği vardı sanki geleceği görüyordu, yani sadece mesleğinde teorik değildi, hayatta da teorikti.

Büyüdük, iş hayatına atıldık ama o hala bizi koruyordu… Yağmurlu günlerde, sırf servisten indikten sonra eve kadar beş dakikalık yolda ıslanmayayım diye üşenmeden şemsiyeyi alıp servisten indiğim yerde beni beklerdi… İş çıkışı yolda  bana bir şey olmasın diye gelip beni alırdı. Eve gelince de meyve tabağımı hazırlar tabağımın mutlaka bitmesini isterdi.., İş arkadaşlarım, arkadaşlarım, komşularım bunları gördükçe ve babamı tanıdıkça bana ne kadar şanslı olduğumu soyluyorlardı, bir baba olarak ona hayranlardı.. Gerçekten de etrafımdaki babaları gördükçe, benimkisinden mükemmeli olmadığını anlıyorum… Bizden tek istediği şey okuyup gelişmemizdi. Kendisi son gününe kadar kendisini geliştiriyordu, hâlbuki bana göre buna hiç ihtiyacı yoktu. O bilime ve çalışmaya âşıktı…

Restoranlara gitmeyi sevmezdi, ev yemeğini tercih ederdi, nerede olsa mutlaka yemeye eve gelirdi. Arkadaşlarıyla buluştuğu zaman aynı zamanda yürüyüş yapardı, boş oturmayı hiç sevmezdi. Her günü saate ayarlıydı; yürüyüşleri, yemek saatleri, uyku saati ve çalışma saatleri ayarlıydı. Çok aktifti, sporu severdi, yaşına göre çok dinçti. Onunla yürüdüğüm zaman, hızına yetişemediğim için arkasından koşturmak zorunda kalıyordum, sağlığına çok düşkündü, hayatında grip dışında bir hastalığı olmadı ama ne yazık ki ecel bunlara bakmıyor…

Elinden her iş gelirdi, tadilat, elektrik, evde ne iş varsa, ne bozulsa ustalara güvenmez kendisi zevkle yapardı.

Hiç tembel değildi, çok çalışkandı. Televizyon izlerken bile basında analizler yapardı. Mesela bu kelimenin orijinali nereden geliyor veya bu kişinin başına bunlar geldi sence hatası nerdeydi? “İnsanın hayvandan farkı düşünmesidir” derdi, “TV izlerken bile düşünmek lazım “diyordu. Bildikleri sadece fizik konusuyla sınırlı değildi, edebiyat, tarih ve coğrafyası da mükemmeldi. Hatta yeğenim babamla ansiklopedi oyunu oynardı. Ansiklopedinin rastgele bir sayfasını açar bir soru sorardı, babam da hemen o soruyu cevaplardı…

Babam değişikti, hiç bir şeye bizim gibi bakmazdı. Neye baksa “bu acaba neden böyle” diye düşünürdü ve cevabını bulmadan sakinleşmezdi. Mesela denizin rengi niye bazı yerlerde koyu bazı yerlerde daha açık gibi sorular takılırdı kafasına, bu yüzden her şeyi merak edip çok şey öğreniyordu.

Babam Türkiye’deki eğitimden hiç memnun değildi, hep şikâyet ederdi, en çok da bu konunun kimseyi ilgilendirmediği için üzülürdü. Komşumuzun çocuğunun ders kitaplarının yanlış olduğunu görüp, çocuklara yanlış öğretiliyor diye gidip okul müdürüne söylemişti bunları, hatta yanlışlıkları düzeltirim demişti ama kimin umurunda…

Mesleğine âşıktı ve fiziği merak edenlerle paylaşmak istiyordu. Çok disiplinli ve ciddi olmasına rağmen, çok da şakacıydı. Çok mütevazıydı, sadeydi, giyime merakı yoktu, ne olursa olsun rahat olsun isterdi, hayatında ailesi dışında bir bisiklet ve bildiklerini aktarmak için bir bilgisayara ihtiyacı vardı, başka hiç bir şey ilgisini çekmezdi. Boş zamanlarında arkadaşlarıyla yürüyüş yapar veya bahçede çiçeklerle uğraşırdı… Hatta bazı komşular babamı bahçıvan zannedip onlarında  apartman önlerine biraz bakım yapmasını isterlerdi. Bir gün de üniversiteden arkadaşı gelip mahalledeki çocuklara onu sorunca “he, şu Azeri bahçıvan amcayı mı soruyorsunuz” demişlerdi. Babam, “yok ben bahçıvan değilim, profesörüm” demezdi asla, tam tersi onlarla şaka yapıp bahçıvan olduğunu kabul ederdi.

Kenardan baktığım zaman onu anlayamıyordum bazen. Hayatında ulaşabildiği zirvelere ulaşmış niye emekli olup da dinlenmek yerine hala çalışıyor ve bundan ziyade ne gezmek istiyor ne de eğlenmek! Hep aynı hayat tarzı sürüyor diye düşünüp ona sorduğum zaman“Ben çalışmaktan zevk alıyorum” diye cevap vermişti. Mecburen emekli olduktan sonra kendisini kötü hissedip popüler makaleler yazmaya başladı. Sırf boş durmamak için… Haksızlığa hiç gelmezdi, her düşündüğünü yüze karşı söylerdi ve çoğu zaman böylelikle düşman kazanırdı ama o düşmanlardan bilimine güvenip de korkmazdı.

Çok güçlüydü, hayatında yaşadığı strese ve oğul kaybı acısına  bağlı kalmayarak hep çalıştı ve gelişti. 14 yıl gözünün önünde her gün biraz daha ölen oğlu vardı, hem çalışır hem annemin abime bakmasına yardım ederdi. Onu kaybettikten sonra bütün gücü ile toparlandı ve hayata bizler için devam etti… Bize de hep güçlü olmayı öğretiyordu, depresyona girmemeyi, hayatın kötü ve iyi yanlarına realistçe bakmayı öğretti…

Herkesle, büyük-küçük, değişik meslek sahipleriyle mutlaka ortak dil bulup sohbet ederdi. Sohbet etmeyi çok severdi. Ama sohbet ederken bile kafasında analizler devam ederdi.

İyi bir eş ve baba olmanın yanında, çok düşünceli bir ağabeydi. Maddi durumu zayıf olan iki kardeşine hep el uzatıyordu, onların da her türlü yardımına koşardı…

Apartmandaki fizikte zayıf olan çocuklarla hiç karşılık beklemeden ders çalışırdı, birinin evinde bir şey bozulunca onların da yardımına koşardı. Her zaman her bakımdan herkese yardım eli uzatmıştır…

Ne yazık ki istediği gibi bütün bilimini aktarmaya fırsatı olmadı… Onun bilimine ihtiyacı olanları cevapsız, bizleri de elimiz-kolumuz bağlı bıraktı… Hâlbuki sağlığına ve genetik  asıllarına dayanarak “ben daha en az beş yıl yaşarım” dedi ama birkaç gün sonra, 24 Mart ‘ta oğlu ile aynı günde  hayata veda etti… O gün herkesle görüşmüş, konuşmuş ve keyfi yerinde en son benle konuştu… Ne yazık ki o gün babama “Baba” dediğim son gün oldu. Keşke kalbindeki zayıflığı dikkate alıp doktora gitseydi, belki şimdi hala aramızda olurdu. Ona ihtiyacı olan bunca insanın arkasında olurdu.

Hep bizim için yaşadı bundan sonra ben onun için bir şeyler yapacağım, biraz da son yıllarını rahat bir şekilde, dinlenerek yasasın diyordum. Bunlar için planlar kurdum. Temmuzda yanıma gelecekti ki kısmet olmadı, son gününe kadar bizler için yaşadı hayatını bize feda etti…

Sevgisini öperek veya sarılarak göstermezdi, davranışlarıyla, bizim için yaptıklarıyla gösterirdi. Olgunlaştığımızdan sonra bizleri ne öptü ne öptürürdü, ama onu son gün havalimanında beni uğurlarken öptüm o da beni öptü bunca yıl sonra, sanki beni o gün orda  son defa gördüğünü biliyordu…

Yaşadığı hayat boşa gitmemiş olmalı ki, Azerbaycan, Türkiye ve Rusya’da onun vefatı bilim adamlarını sarsmış ve onun için son bir şeyler yapmaya çalışıyorlar…

Babam hakkında ne kadar yazsam az geliyor, onu anlatmaya yetmiyor, çünkü gerçekten çok değişik insandı, çok özeldi!

Keşke hala aramızda olsaydı…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir