Ardanuçlu Âşık Efkari ile Söyleşi

Sayı 79 Temmuz 2023

ARDANUÇLU ÂŞIK EFKÂRİ İLE SÖYLEŞİ*

Çorum İlköğretmen Okulunda öğretmenlik yaptığım yılların 1969’uydu. Öğretmenler odasında otururken, koridorda bir tanıdığımın benimle görüşmek istediği iletilmişti. Koridora çıktığımda, Âşık Efkâri ile karşılaştım. Ayaküstü, hoş beşten sonra öğretmenler odasına buyur ettim kendisini ve orada bulunan arkadaşlarla tanıştırdım. Edebiyat Öğretmeni Nesrin Kıhtır, Efkâri’yi ad olarak bildiğini söyledi. Âşık Efkâri, Artvin sınırlarını çoktan aşmış, çok yıllar öncesinde Türk Halk Edebiyatının temel taşlarından biri konumuna gelmiş bir halk ozanıydı.

Arkadaşlar derse girince Efkâri:

“Rasim Hoca! Buraya hem seni görmeye hem de buradaki okullarda konserler vermeye geldim.” dedi.

“Çok iyi ettin! Hoş geldin!” dedikten sonra, “Gel, seni bir de müdürümüzle tanıştırayım. Benim bir saat dersim var. Siz Müdür Bey’le sohbet ederken ben dersimi tamamlarım ve birlikte çıkarız.” diyerek Efkâri’yi Müdür Bey’e götürdüm.

Edebiyat öğretmeni olarak âşık edebiyatına özel ilgisi olduğunu bildiğim Okul Müdürümüz Tayyar Kerman, “Efkâri” adını duyar duymaz yerinden kalktı ve Efkâri’nin içtenlikle elini sıkarak kendisine yer gösterdi.

“Sizin birçok şiiriniz ezberimdedir.  “Fatma Nine” adlı şiirinizi de çok severim.” diyerek söze başladı Müdür Bey. Onlar sohbeti koyulaştırırlarken ben, derse gitmek üzere izin istedim.

Ders çıkışında Müdür Bey’in ‘odasına gittiğimde Efkâri:

“Müdür Bey! Rasim Hoca, benim hemşerimdir. Köylerimiz arasında yalnızca bir saatlik bir mesafe var. Ben buraya hem hemşerimi görmek hem de burada konserler vermek için geldim.” dedi.

Müdür Bey:

“Çok iyi etmişsiniz. Konserlere bizim okuldan başlarız. Ondan sonra, öbür okul müdürleriyle görüşür, sizin için uygun günler ayarlarım.” dedi.

Konuğum, on bir okulda, on bir ayrı ayrı günde konser verdi. Her okulda büyük bir ilgi ile izlendi.

Âşık edebiyatı tutkunu öğretmen arkadaşlar, akşamları bize gelerek Efkâri’yle söyleşme olanağı buldular. Çok hoş saatler geçirdik birlikte.

İki ikiye kaldığımız akşamların birinde Efkâri’ye, âşıklığına ilişkin merak ettiğim soruları sormak ve dinlediklerimi yazmak istediğimi söyleyince, anında anladı amacımı ve:

“Sor bakalım, dedi, sorularını!”

O zaman 69 yaşında olan Efkâri’nin nasıl âşık olduğunu, şiir dünyasını, kendi ağzından, daha derinliğine kavramak için bundan iyi bir fırsat olamazdı. Merak ettiğim, öğrenmek istediğim konulara ilişkin sorularımı sormalı; şiirlerini yöresel ağızla söylemesine takılmadan, asıl, şiirinin özüne, içeriğine, gücüne, anlam derinliğine kulak vermeliydim. Efkâri’nin, dizelerinde sevgi selini nasıl filizlendirdiğini o zaman daha iyi kavramış olacaktım

Şiir söylemeyi de şiirleri üzerinde konuşmayı da çok seviyordu Efkâri. Çocukluğunun nerede, nasıl geçtiğini; nerede, ne zaman ve nasıl âşık olduğunu sormakla başladım sorularıma. İlk sorumu sorar sormaz, delikanlılık ışığı parladı gözlerinde, 69 yaşındaki âşığın.

“Onu mu soruyorsun?” dedi ve şunları anlatarak başladı söze:

“Ben, Âdem Şentürk olarak 1900 yılında, Artvin’in Ardanuç ilçesine bağlı Yolüstü köyünde açmışım dünyaya gözlerimi. Köydeki medresede başladığım öğrenimimi ilçemizin daha önce bulunduğu yer olan Adakale’de sürdürdüm. Sonra araya uzunca bir askerlik girdi.

“Senin de çok iyi bildiğin gibi bizim oralardaki mezralar, yaylalar, ormanlar, Türkiye’nin pek çok yerindekilere benzemeyen güzellikleri barındırır. Özellikle baharda, bakmaya doyulmaz görünümler sergilenir oralarda. Bu güzelliklerin büyüsüne öylesine kaptırır ki insan kendisini, o güzelliklere, kendini unutur adeta.

“Bizim köyün üst yanındaki mezralarda başlayıp İncirli, Cevizli köyleri ile sizin Aşağı Irmaklar’ın güneyinden ilerleyerek ta Suluhan’a dek uzanan ormanın köylere yakın yerlerindeki çam ve köknarlar arasında, ak çiçeklerle yüklü kiraz ağaçları, pembe-beyaz tacını giymiş yaban elmaları çıkıverir baharda karşımıza. Bir başka kuytu yerde, her ağaçtan daha acele davranıp çiçeklenen kızılcık ağacı güler sarı sarı, gelip geçenlere. Çamların, köknarların; kavak gibi geniş yapraklı öbür ağaçların, günün belli saatlerinde güneş görebilen diplerini dağ menekşeleri ve başka çiçekler donatır.

“Öbür mezralar gibi bizim mezrada da toprağın yüzeyini baharda en gösterişli, seyrine doyulmaz, canlı bir yeşillik örter. Kimi otların ve ağaçların filizleri, tüm güçleriyle sürmeye hazırlanır, gürül gürül açmaya başlar yeşillikler içinde ve dallarda yapraklar, çiçekler. Doğa, doğurganlığını haykırır gibidir, var gücüyle. Her mezradaki gibi bizim mezrada da sıklıkla karşılaştığımız kaynak sularının çoğu, çıktığı yerde küçücük bir göl oluşturduktan sonra, üzeri yeşil halı örtülü toprak üzerinden kıvrıla kıvrıla akıp gider, Bu suların çevresi, bin bir renkteki öbür çiçeklerden başka, yüksekçe ve sulak yerlerin çiçeği olan, toprak yüzeyindeki yapraklarının ortasından çıkan düzgün kısa bir sapın tepesinde top top açan koyu pembe renkli, güzel kokulu “tutyalar” ile bezenir. Hava serin; gökyüzü, pırıl pırıl, tertemiz bir mavidir, bu mevsimde.

“Doğanın, bu güzelliklerini kuşanmış olduğu günlerinin birinde, bizim köyün mezrasına gitmiştim. 20’li yaşlardaydım. Orada, Kasımpaşa Pınarı diye bilinen pınarın soğuk, gür suyundan içtikten sonra, sırt üstü uzandığım serin çimenler üzerinde uyuyakalmışım. İşte, ne olduysa o uyku sırasında oldu. İçime sönmek bilmeyen ateşi düşüren bir düş gördüm. Düşümde ak sakalı, aydınlık yüzü ile bir pir geldi yanıma ve dünya güzeli bir kızın elinden bade sunuldu bana. Ben de alıp içtim badeyi. Uyandıktan sonra başımda öyle bir aşk yeli esmeye başladı ki dindir, dindirebilirsen!.. İşte o günden beri, aşk deryasında, bir o yana bir bu yana savrulup duruyorum Rasim Hoca!

“Beni insana, sevgiliye, doğaya ait bütün güzellikler ilgilendirmiştir. Şiirlerimde sevgiliye, doğaya ait bütün güzellikler, tüm insan halleri görülebilir. Sevgilinin perçeminden kaşına, gözüne, kirpiklerine, yürüyüşüne kadar her türlü güzelliğini konu etmişimdir şiirime. Bunlardan birkaçını söyleyeyim sana.” dedi ve şunları sıraladı, art arda:

PERÇEMİN

Takmış süngüsünü, çekmiş kılıcı
Dokunsam canımı yakar perçemin
Kaşın gözün olmuş ona yardımcı
Beni sevdalara sokar perçemin

Sözlerin şekerdir, balı neylerim
Benler sıralanmış, halı neylerim
Dikenin açtığı gülü neylerim
Miski amber gibi kokar perçemin

Kim demiş ki aşk ateşi yandırmaz
Senden başka beni kimse söndürmez
Senin sevdan beni senden döndürmez
Âşık Efkâri’yi yakar perçemin

KAŞLARINA

Duruşun zürafa, bakışın maral
Beni bu sevdaya salan kaşların
Sevdan bu sinemde etmiştir karar
Oldum kıymetini bilen kaşların

Sevdiğim kaşların kalenin burcu
Giriyor canıma gözlerin ucu
Hemen her bakışın başımın tacı
Verdi bu canıma talan kaşların

O siyah saçların daldan aşağı
Cilvesi yamandır belden aşağı
Kâmili indirir yoldan aşağı
Söyletir cahile yalan kaşların

(Âşığa mahlasının geçtiği dörtlüğü söylemediğini anımsatmamış olmalıyım ki o dörtlük, ne yazık, eksik kalmış.)

GÖZLERİN

Ey güzelim seni gördüm göreli
Çıkmıyor hatırımdan kara gözlerin
Öyle kıya kıya baktın gözüme
Açtı bu sinemde yara gözlerin

Layık mıdır beni dertli bıraksan
Ben yanmış kulunu yaktıkça yaksan
Günde yâr yüzüne bir defa baksam
Bulur her derdime çare gözlerin

Görmedim dünyada sen gibi peri
Siyah kaş üstünde yemeni tanı
Sana yâr demiştir âşık Efkâri
Değişmem dünyalık vara gözlerin

YÜRÜDÜKÇE

Yavru ceylan gibi çıktın karşıma
Kara gözlü bakışını sevdiğim
Hayran oldum bakakaldım peşine
Yürüdükçe akışını sevdiğim

Siyah saçlar ak gerdanda dem çalar
Örüldükçe dallarını peçeler
Zülüflerin al yanağın pençeler
Gül göğsünün nakışını sevdiğim

Efkâri’yim yandım seni görünce
Seni methederim ey gülü gonca
Kaşın başka, gözün başka bel ince
İnce kemer takışını sevdiğim

KİRPİKLERİ

Sinen bağdır canan oldu bağbancı
Günde beş yüz defa tüter yakar yar
Kaşları yay çeker gözleri avcı
Kirpikleri bu sineme salar yar

Geze geze bu sinemde yol etti
Bazen viran etti bazen kül etti
Beni saz elinde bir bülbül etti
Ben öttükçe bin naz ile güler yar

Sensiz ben dünyayı n’ederim sevgilim
Bağ iremden gül fidanım sevgilim
Canım sana sarfederim sevgilim
Efkâri’den başka neyi diler yâr

Sözün burasında şunu soruyorum âşığa:

“Durup dururken nasıl söylüyorsun, onca güzel dizeleri? Çoğu şair, saatlerce düşlemekte, saatlerce masa başında düşünüp taşınmakta; sonra uzunca bir süre de yeniden yeniden üzerinde çalıştıktan sonra başkalarına sunulabilecek kıvama getirebilmekte, şiirini. Oysa senin, sazı yakalar yakalamaz, su gibi akıveriyor ağzından dizeler.”

Efkâri, şöyle yanıtladı bu sorumu:

“Bade içtiğim günden bu yana, içimdeki o duru, coşkun ırmak, azalmayı bilmedi bir türlü, Rasim Hoca! Şu yaşımda bile aynı güçle salıyor beni dağa taşa, o coşkun ırmak.” dedi ve şöyle sürdürdü sözlerini:

“Sazımı elime alıp söze başlamaya hazırlandığımda, bir şeycikler gelir, dayanıverir göğsüme. Elimin bazen biri, bazen öbürü titrer, heyecana kapılırım. Bu heyecanımı bir suyun kaynağının bir süre kapanıp, sonra birdenbire akmasına benzetirim. Kaynak, bir kez akmaya görsün; artık yorulmayı, usanmayı unuturum. Aşkımla coşmam için nisanın gelmesi gerek. Hani nisan ayının on beşinden sonra başlayan bir eyyam hava var bizim buralarda.  Ağaçlar tomurcuklanır, çevre canlanmaya başlar ya işte o zaman, o tomurcuklanan, açmaya hazırlanan ağaçlar arasında bir eyyam, buhurdan dolaşmaya, ılgıt ılgıt bir yel esmeye başlar. O, ağaçların altında demlenen semaverin başına oturduğum zaman, ben söylemeliyim, sen de yazmalısın, kitaplar dolusu şiir.”

Sonra susuyor Efkâri, dalıyor bir süre. Düşlerinden ayırmak istemiyorum onu, ben de susuyorum. Bir yerlere bakıyor, bir şeyleri seyrediyor gibi. Neden sonra bana ve konuya dönüyor ve yeniden konuşmaya başlıyor:

“Âşığı bir de dinleyici coşturur.” diyor. “Âşık, dinleyicileriyle coşar, yanar, onlarla söner. Ateşlemek istediğimiz soba dolusu odun için yaktığımız çıra, eğer odunlar yaşsa, yanar ve tükenir. Ama odunlar, ateşlenecek kuruluktaysa, o bir çıra parçasının alevi ile gür bir ateş olur ve bütün odayı ısıtır.

“Âşıklar, iki kısımdır. Bir kısmı Hak âşığı; bir kısmı da Hak âşıklarının söylediklerini taklit eden, eski hikâyeleri anlatan âşıklardır. Biz Hak âşıkları, bize verilen Tanrı ilhamını söze çevirir, onu seslendiririz. Biz, bizi sevmeyenlerin, severek dinlemeyenlerin bulunduğu yerlere kolay kolay gitmeyiz.”

Yeni bir şey sormama fırsat vermeden, bir başka konuya geçiyor Efkâri:

“Yaşımız 69’a ayak bastı. Ama gönül, kendini hâlâ aşka düştüğü günlerde bilerek, beni yoruyor. Oysa ben, düş gezintilerine son vermek istiyorum ve şu şiirleri söylüyorum:

GÖNÜL

Yandım gönül yandım senin elinden
Seni bu sevdadan döndüremedim
Pervane misali yakıldım yandım
Aşkın şem’asını söndüremedim.

Yatarken erenler yettiler bana
Aşkın aynasını tuttular bana
Yâri bir muamma ettiler bana
Çalıştım çözdüm de indiremedim

Kendimi Şirin’e Ferhat eyledim
Çıktım dağ başına çok dat eyledim
Girip dost bağında feryat eyledim
Ben bülbülü güle konduramadım

Efkâri ne vefa bekler dünyadan
Bundan sonra halim görsün yaradan
Dedim gönül vazgeç aşkı sevdadan
Ne kadar dedimse kandıramadım

SEVGİLİM

Güzelde bu kadar benlik olur mu
Gençliğinle kurulursun sevgilim
Gider bu güzellik sana da kalmaz
Hayatına darılırsın sevgilim

Bu geçen günlerin bazısı kıştır
Zevk ile sefası hayaldir düştür
Hayat yaylasının yolu yokuştur
Yavaş yavaş yorulursun sevgilim

Âşık Efkâri’ye gel olma asi
Seni söyletiyor aşkın hülyası
Sende olsa bu aşkımın zerresi
Benim gibi kırılırsın sevgilim

Evet! Gönül, yine sevda peşinde koşuyor, “yâr” deyip coşuyor. Efkâri’nin vücudu ise oturup kalkmaya, yarım saatlik yol gitmeye bile güç bulamıyor. Doğa, yargısını işletmekte; Yunuslara, Karacaoğlanlara kalmayan dünya, Efkâri’ye de kalmayacağını sezdiriyor. Bedensel güçsüzlük, Efkâri’nin de yakasına yapışmıştır. Bu soruna ilişkin yakınmalarını da o özgün deyiş gücüyle dizelere döküyor Efkâri. Sözünün burasında hüzünlü bir duyguya kapıldığını ve o duygu içinde, derin bir iç çekişten sonra şu şiirini söylüyor:

ÇIKAMIYORUM

Boz bulanık nehir gibi çağlardım
Kurudu menbaım akamıyorum
Belime tabanca kama bağlardım
Şimdi bir kayışı sıkamıyorum

Amberler sürerdim saçım tarardım
Kaküllerim bir tarafa kırardım
Elma gibi yanar, bıyık burardım
Şimdi aynalara bakamıyorum

Dağları aşardım hiç yorulmazdım
Efkâri atlıdan geri kalmazdım
İniş yokuş nedir zaten bilmezdim
Şimdi merdiveni çıkamıyorum

Konya Turizm Derneğinin düzenlediği Âşıklar Bayramında önceleri, birçok kez ödül alan parlak bir yarışmacı; sonra da jüri üyesidir Âşık Efkâri.

Halk şiirinin çok yönlü temsilcilerinden biri olan Efkâri’nin Âşıklar Bayramındakiler dışında Şavşatlı Âşık Sefilî (hocası), Yusufelili Âşık Huzurî, Bayburtlu Âşık Burhanî, Âşık Yakup, Ardanuç’un Kapı köyünden Ate Nine ile atışmaları da bu alanın seçkin örneklerindendir. Koşma, türkü, methiye biçiminde de birçok güzel şiiri vardır.  Aşağıdaki “Fatma Nine” ve “Türkü” adlı şiirler de Efkâri’nin halk edebiyatımızı zenginleştiren pek çok şiirinden ikisini oluşturmaktadır.

FATMA NİNE

Tavuğuma atma taşı
Onlar bizim evin kuşu
Öldüreceksin nunuşu
Ayıptır bu sana karşı

   Nine nine Fatma Nine
Tavuğa taş atma nine

Kıracaksın bacağını
Yıkacaksın ocağımı
Ürkütme tavukçuğumu
Ağlatırsın çocuğumu

   Nine nine Fatma Nine
Kaşlarını çatma nine

Kıracaksın kanadını
Kıramadım inadını
Behey meşenin odunu
Söyle zararın adını

   Nine nine Fatma Nine
Tavuğa taş atma nine

Misafiriz köyünüze
Uyamadık huyunuza
Akamadık suyunuza
Nasıl ziyan verdik size

   Nine nine Fatma Nine
Tavuğa taş atma nine

Eştiyseler samanını
Kestirelim ziyanını
Gel ikna edeyim seni
Ne olur incitme beni

   Nine nine Fatma Nine
Tavuğa taş atma nine

Efkari’nin budur bahsi
Senin olsun yumurtası
Ortak olsun civcivisi
Koy senin olsun hepisi

   Nine nine Fatma Nine
Tavuğa taş atma nine

TÜRKÜ

Yüce dağlar, yeşil yarlar senindir.
Davarı yaylaya sür çoban kardeş
Buzlu sular, gök pınarlar senindir
Şu yanık kavala vur çoban kardeş

Sesini ağaçlar, taşlar elesin
Sunalar saç gibi bele dolasın
Koyun başkaldırsın, kuzu melesin
Erisin kuzeyde kar çoban kardeş

Âşık hayranınız her daim sizin
Vefasız canandan koparsa izin
Başıboş gönlünü düşünmeksizin
Güttüğün sürüye kor çoban kardeş

Efkâri der çoban mesleğin metin
Hoşuma gidiyor işin âdetin
Eğer âşıklara varsa hizmetin
Keçeni altına ser çoban kardeş

Bu söyleşinin üzerinden yıllar geçtikten sonra bir gün, Türk Folklor Araştırmaları dergisinin Temmuz 1980 sayılı 12. sayısını karıştırırken acı haberi ileten şu duyuruyu okudum:

“Ardanuçlu âşık Efkâri’miz, 15 Mayıs 1980 günü, 80 yaşında Bursa’da yaşama gözlerini yummuştur.”

____________________

*Bu yazı, Ardanuçlu Âşık Efkâri’nin 20. ölüm yıldönümü dolayısıyla Artvin Kültür Derneğinin yayımlamakta olduğu Atabarı dergisine gönderildi. Ne yazık ki yer darlığı gerekçesiyle orada kısaltılarak yayımlandı. Bu yazı, o metnin gözden getirilmiş biçimidir.

Not: Âşık Efkâri’nin özyaşamı ve şiirlerine ilişkin geniş bilgi için A. Emin Arslan’ın Türk Folklor Araştırmaları dergisinin 1966-1968 ve 1969 yıllarındaki 199., 203., 206., 211., 214., 217., 220. sayılarında yer alan yazılarına başvurulabilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir