Sabahattin Ali İle Söyleşi

Sayı 1- Çeşni (Şubat 2003)

ÖNDEYİ

Sevgili okur,

Bundan 96 yıl önce (25 Şubat 1907) dünyaya gözlerini açan, kırk bir yıllık biyo-sosyal; yirmi iki yıllık yazın yaşamı olan; bu dönem içerisinde, kültür, sanat ve politik tarihimize yüzün üzerinde öykü, yetmişten fazla şiir, terkib-i bend, mesnevi, şarkı, on altı edebiyat yazısı, kırk bir politik makale, yirmi iki çeviri, üç roman katan; yapıtları İngilizce, Fransızca, Lehçe, Romence, Rusça, Sırpça, Slovakça, Çekçe ve Macarca’ya çevrilen; öğretmenlik ve dramaturgluk yapan, özellikle öykücükte gelenekselden gerçekçiliğe geçişi en bilinçli ve başarılı biçimde sağlayan, politik ve aydın kişiliği, evrensel düzeyde kültürel birikimi ile ülkemiz yoksul ve geri bırakılmış halkının bağımsızlık, demokrasi, özgürlük tarihinde ve sanat yaşamında önemli bir yer edinen ve rol oynayan “FIRTINA GİBİ GELİP, BİR YILDIZ GİBİ KAYAN” günümüzde bile birçok özellikleri ile aşılamayan “AYDINLIK BİR BAŞ” güçlü bir kalem olan SABAHATTİN ALİ, İNADINA YAŞIYOR (1)

Sabahattin Ali’yi anmak ve günümüzü anlamakta/anlatmakta bize önemli katkı sağlayacak görüşlerini almak için genelde sanata, sanatçıya, özelde edebiyata, aydına,  iç ve dış politikaya (AB ve ABD) gençliğe  ilişkin  sorular  sordum; yazıları ile yanıtladı

– Sayın Ali, son günlerde ülkemizi ve insan olarak hepimizi ilgilendiren olası emperyalist bir savaşa ilişkin tartışmalar, kararlar ve görüşmeler  var. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?

(…) Bizim bildiğimize göre, bundan 84 yıl kadar önce (1919’da)  Mustafa Kemal, Ürdün şeklinde bir bağımsızlık ve özgürlük kabul etmediği için Türk Milletinin başına geçip silaha sarılmıştı. Halbuki o zaman bize önerilen barış şartları, bugün Ürdün’ün elde ettiği bağımsızlık şartlarından çok daha hafifti.

Çünkü bizim bildiğimize göre, müstakil bir memleketin toprakları üzerinde, ister general olsun, ister teknisyen, ister üniforma giysin, ister sivil, ister yaya dolaşsın, ister jeep otomobiline binsin, yabancı bir devletin ordusuna mensup birlikler, devamlı vazife ile bulanamazlar.

Bizim bildiğimize göre, müstakil bir memleketin topraklarından bir karışı bile askeri amaçlarda kullanılmak için, yani üs olarak, barış zamanında yabancı bir devletin kara, deniz, hava kuvvetlerinin veya teknik personelinin emrine verilemez.

Bizce müstakil bir memleketin başında bulunanlar oraya yabancılar tarafından değil, ister kral, ister cumhurbaşkanı olsun, o memleketin insanları veya o memleketin tarihi tarafından getirilirler.

Acaba Mustafa Kemal’in memleketinde bu kadar kısa sürede istiklal anlayışı bu kadar kökten değişmeler mi geçirdi?

Acaba bu memlekette Ürdün’dekine benzeyen bir istiklalı soğukkanlılıkla karşılayacak olan kimseler mi türedi?

Yetmiş milyon insan, Ürdün gibi müstakil olmamak için genel silaha sarılmaya her an hazırdır. Bu milletin emperyalistler elinde bir kere daha oyuncak olmaya hiç niyeti yoktur. Aksini düşünenler, Damar Ferit’in hüsranına uğramaya mahkumdurlar. (Markopaşa, 1.sayı, Kasım 1946)

– Son yıllarda ivmesi, savunusu gittikçe artan, özelleştirme ve buna bağlı olarak yabancı sermayenin ülkemize gelmesi konusu gündemden düşmemektedir. Özellikle, son iki büyük ekonomik krizin faturası gelen ve bir anda giden yabancı sermayeye bağlanmaktadır. Bu konuda neler söylersiniz?

“İyi de kırk seneden beri şu yabancı sermayeyi defetmek için sarf edilen gayret neydi?

Ve dört sene seferberlikte, ondan sonra üç sene Kurtuluş Savaşı’ında, yabancı sermayenin bizi sürüklediği yarı sömürgeleşmekten kurtulmak için dövüştüğümüz söylendi. Lozan’ın en şerefli tarafı, bizi yabancı sermaye köleliğinden kurtarması idi.

Arkasından yirmi sene, hep bu yabancı sermayeyi silkip atmağa çalıştık. Mini mini Belçika’nın tramvay şirketindeki sermayesinden kurtulunca bayram ettik. İzmir su şirketi yabancı sermayeden kurtuldu diye tören yaptık. Havagazını aldık, sevincimizden zıpladık, elektriği kurtardık, gazeteler sütun sütun yazı yazdık.

Bütün bunların sonu buna mı varacaktı? El açıp davet edecek olduktan sonra, yabancı sermayeyi ne diye düğün bayram kapı dışarı ettik?

Bu işte hangi çıkar gruplarının oyunu var? Dünyayı bir ahtapot gibi sarmaya çalışan emperyalist sermayenin kucağına atılmak, milletin alınterini dolara, sterline satmak isteyenler kim? Gözü doymaz paranın bu korkunç saldırısı karşısında milletini ve vatanını seven her namuslu insan sesini yükseltmeğe zorunludur.

Çünkü bir memlekete girip yerleşen yabancı sermayeyi çıkarıp atmanın, yabancı orduları sürüp denize dökmekten çok daha güç olduğunu, biz Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçıları herkesten iyi biliriz.

– İrtica konusunda neler söyleyeceksiniz? Bir aydın kimliği ile, laik ve anti laik tartışmasına ilişkin görüşleriniz…

Laik bir memlekette bir insanın dinsizlikle itham edilmesi henüz yobazların kökünün kazınmadığını göstermekten başka bir şey ifade etmez.(Yeni Adam, 261. sayı, Aralık 1939)

Gazetelerinde, nutuklarında hep bunu ileri sürüyorlardı. Memlekette rahat nefes almağa bile imkan vermeyen baskılarına bir sebep göstermek gerekince, -ara sıra anarşi olur, düzen bozulur, gibi sözler etseler bile,- asıl bu irtica bahanesini ele alıyorlar, “yobazlığın hortlamasına müsaade edemeyiz” diye yırtınıyorlardı.

Nihayet günün birinde yobazlık, kara kuvvet, yeşil sarık, irtica sahiden hortladı. Ama Menemen’de değil, o eline ayağına köstek vurmak istedikleri halkın içinde de değil… Ankara’da kendi aralarında.

Yirminci yüzyılın ortasındayız. Sesini gündün güne yükselten irtica bağırıyor. Kız okullarını oğlan okullarından ayıralım (Sanki tarlada ve fabrikada da kadını erkekten ayırabilirlermiş gibi.)

“Din dersleri okutalım da şu bozuk ahlakımız düzelsin.” (Sanki kendi ahlaklarında din ile düzelecek taraf kalmış gibi.)

Dünyanın neresinde bir gerilik varsa dört elle sarılıyorlar. Hür ve efendi bir milletin içinde yaşadıklarını unutup uşaklara dalkavukluk ediyorlar. Ankara’nın bir camisinde beş on ihtiyar bir hacı babanın eteğini öpünce utançlarından yere geçecekleri yerde sinsi ve memnun gülümsüyorlar. Çünkü onların kanaatlerince, bu millet  ne kadar uyuşturulursa, kendi hak edilmemiş  ekmeklerini o kadar emniyetle yiyeceklerdir. (Markopaşa, 9. sayı, Şubat 1947)

– Peki Sayın Sabahattin Ali, nedir sizden istedikleri, neden sizlere, sözlü, yasalı, kurşunlu, cezaevli saldırılarda bulunuyorlar? Namık Kemal, Bedrettin Cömert, Nazım Hikmet, Uğun Mumcu, Turan Dursun, Ahmet Taner Kışlalı, Muammer Aksoy, Ruhi Su, Hasan Hüseyin, Cavit Orhan Tütengil, Ümit Kaftancıoğlu, Server Tanilli,Doğan Avcıoğlu, Necip Hablemitoğlu ve diğerleri…

Biz demişiz ki: Bu memleketin bağımsızlığı herşeyden üstündür. Milletin oluk gibi kan akıtarak kazandığı bu bağımsızlığı, siyasi oyunlarına alet edip elden kaçırmayalım. Sömürücü sınıfların elinde oyuncak olmayalım.

Cevap vermişler : Hain, satılmış, bolşevik ajanı!…

Biz demişiz ki: Yabancı sermayeye imtiyazlar vermeyelim, memleketin mali ve askeri işlerine yabancılar burunlarını sokmasınlar. Hem soyuluruz, hem  de bir dünya patırtısı çıkarsa, arada biz eziliriz.

Cevap vermişler: Demokrasi düşmanı, moskova ağzı konuşan kızıl!…

Biz demişiz ki : Halkın selametini (güvenliğini) sağlamakla görevlendirilmiş olanların siyaset oyunlarına katılmaya, halka zulmetmeye, onu dövmeye ve hakın sırtına binmeye, onu tabutluklara kapatmaya hakları yoktur. Bunun önüne geçilsin.

Cevap vermişler: Bozguncu, devlet düşmanı, anarşist

Biz demişiz ki : Yıllardan beridir arkası gelmeyen dalavereler, arsa oyunları, memleket dışına para kaçırma rezaletleri, esrarı çözülmeyen cinayetler, millet malı soygunculuktan alıp yürümüştür. Öte yanda, millet kara sabanın arkasında donsuz didiniyor.  Bu gidişin sonu hayra çıkmaz

Cevap vermişler : Mufsit, tezvirci, komünist!…

Lakin, yüreğimizi ferahlatan cihet şu ki, halk, o iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırmakta hiç şaşmayan varlık, hep bizim tarafımızı tutuyor.

Var olsun…

– Sayın Ali, sanat/yazın alanındaki sorulara geçmeden önce savaş, yoksulluk, yalan, hortumculuk, sömürü, sömürgeleşme istekleri, basında türeyen yeni amerikan, alman dostları, halkın yoksulluk içinde kıvranması vb konularda son sözleriniz, önerileriniz nelerdir?

“LANET OLSUN

Kendi çıkarlarını milletin çıkarlarından üstün tutanlara, kendi hak edilmemiş ekmeklerini yiyebilmekte devam etmek için milletlerini kölelik zincirleri, cehalet karanlığı, korku uyuşukluğu içinde bırakmaya çabalayanlara LANET OLSUN…

Hiçbir fikre inanmadıkları için fikirlere, insanı insan eden duygulara yabancı oldukları için insanlık sevgisine, herhangi bir şeyi bilip öğrenmeyecek kadar beyinsiz ve tembel oldukları için bilgiye ve kitaba düşman olanlara LANET OLSUN…

Halkın arasına girecek, onlarla sarmaş dolaş olacak suratları olmadığı için halkı hor görenler, her zaman ve her yerde kendilerinden daha isabetli davranacak ehliyette olan halk kitlelerini ahmak bir koyun sürüsü, yahut düşüncesiz bir yığın sayanlara, halkın dostluğuna da, düşmanlığına da kulak asmayacak kadar gaflete düşenlere LANET OLSUN…

İnsanların toplu halde yaşayabilmeleri için ilk şart olan hak ve adalet kaidelerini bile kendi iğrenç arzularına alet ederek, aralarında yaşadıkları insan toplumunu korkunç bir düzensizliğe sürüklemeye çalışanlara LANET OLSUN…

Üzerinde yaşadıkları toprakları, boş lakırdı ve gösterişten ileri geçmeyen akılsız, bilgisiz tedbirler ve tedbirsizliklere günden güne bakımsız, verimsiz, perişan bir toprak yığını haline getirenlere, o toprağın üstünde yaşayanları, oralarda eskiden insan gibi yaşamış olan milletin hatırası için yüz karası olacak kadar düşük seviyeler indirenlere LANET OLSUN…

Kendilerini sattıkları devletin sözde dostluğunu kendi milletine mazur gösterebilmek için yurtlarına kavi ve korkunç düşmanlar icat edenlere ve memleketlerini yakın tehlikelere sokmak isteyenlere LANET OLSUN..

– Bu konularda gençliğe önerileriniz var mı?

“Genç Arkadaş

Yurdunu, milletini dünyada her şeyin üstünde tut. Bütün varlığını, bu toprakları şenlendirmek, bu topraklar üstünde yaşayan insanların yüzün güldürmek yolunda harca.

Birbirini boğazlamadan yaşamak isteyen bütün insanlara dostluk göster; kendi çıkarları için dünyayı kana bulamak isteyenlere inanma. Bunları insanlığın, yurdunun ve milletinin düşmanı say.

Yurduna açık ve gizli yollardan girmek ve yerleşmek isteyen yabancılara yüz verme. Seni sömürmek ve köle etmek isteyen böyle düşmanlara karşı kafanla, kaleminde, gerekirse kanınla mücadele et.

Bu millete dayanmadıkları için, herhalde yabancı bir devlete dayanmak gerektiğine seni  inandırmak isteyenlerin sözlerine kanma.

Savunulacak düşünceleri olmadığı için her türlü düşünceye düşmanlık edenleri ve etraflarına sadece kabiliyetsiz, cahil sürüler toplamak isteyenleri arana sokma.

Seni maceralara sürüklemek isteyen gafillere yüz verme. Bu milletin bin bir yarasına merhem olmayı bir yana bırakıp dipsiz maceralar peşinde, yabancı ülkeler zapt etmek hülyalarıyla halkı kırdırmak, bu arada külah kapmak isteyen vicdansızların parlak sözlerine kulak asma. Çünkü sen, büyüklük delisi zevklerin, Hitler kahküllü kaçıkların oyuncağı olamayacak kadar ağırbaşlısın.

Ve hele her şeyin başında, seni aldatarak alçakça işlere oyuncak etmek isteyen düşmanınla, sana hakikati söyleyen dostunu birbirinden ayırmasını bil! Bunu senin zekandan ve namusundan bekleriz.” (Merhumpaşa, 1. sayı)

– Sayın Ali, bir aydın olarak görüleriniz aldık, asıl alanınıza geçeresek, eski yazın (edebiyat) birçok boyutuyla bugün de tartışma konusu olmayı özelliğini korumaktadır;  bu konuda sizin görüşleriniz nelerdir?

Eski yazın her sosyal olay gibi, döneminin ürünüdür. Kitleden uzak kaldığı için ölen o dönemle birlikte ölmüştür. Bizim gibi onunla düşüp kalkmış olanlar da yok olduktan sonra ancak filologlar bu yazın türü ile ilgileneceklerdir. Bugünkü kuşak üzerinde eski edebiyat ruhunun etkisi geçicidir. Yeni şairlerimizin halkla olan ilişkileri ve yazılarının içi, özü, eskiler gibi zevk sahibi bir kitleye hitap ettiği için; halkı fevkindegörmekte, hepsi, tıpkı eskiler gibi, büyük ve kitleyi ilgilendiren meseleler yerine, kendi duygu ve düşünce mozaiklerini yazılarında işlemeye özenmektedirler. Bunun için kendilerini kendilerinden ve kendilerine benzeyen birkaç acayıpten başka okuyan olmadığı gibi, okuyacak olan da yoktur. Bunlar gürül gürül akan yaşam nehrinin yanında vızıldayan ve bu suya ilgileri ancak onu kirletmek şeklinde görülebilen sineklerdir. (Yücel, 8. sayı, Ekim 1935)

– Bugünkü yazınımızı nasıl görüyorsunuz?

Edebiyatta da, yaşamda olduğu gibi, birtakım değişme, kendini sürdürme yolları ile karşı karşıyayız. İleri hamleler, geriye doğru çeken gerici/mürteci kuvvetler dövüş halindedir. Hatta yaşamda ortadan kaldırılması kolay olan gerilikler düşüncelerden böyle kolaylıkla silinemediği ve mürteci ideolojiler çok kere aldatıcı kisvelere bürünmeği yaşamlarının devam ettirmenin bazan başarılı olan bir çaresi gibi kullandıkları için, edebiyatımızda bu ileri-geri çekişmesi daha kuvvetle ve açıkça duyumsanıyor. Bu ileri –geri tanımım kuşak meselesi falan değildir. Yirmi yaşında “geri”ler olduğu gibi, almış yaşında ileriler de vardır. Bu tanım dünyayı görüş, dünyanın devinimine uyuş bakımından yapılmıştır.(Varlık, 65. sayı, Mart 1936)

– Son olarak, okurlar ile yazarlara  ilişkin yargı/düşünce/değerlendirmelerinizi alabilir miyiz?

Kitle için yazdıklarını sanan yazarlarımız en gülünç olanlardır. Kitle ile beraber acı çekmeyen, halkın sevinci ile yüzü gülüp onun isyanı ile şaha kalkmayan, nabzı kitlenin nabzıyla aynı tempoda atmayan adamın kitleye “sen” diye hitapetmesi gülünçten de ileri bir şeydir. Hala köylüyü Amerikalı bir gezgin gibi seyredip onda ya mistik, karanlık bir ruh ve ya ilkel bir hayvan gören büyük romancılarımız var. Halktan bahsediyorum diyen yabancı ve ucuz esprili hikayelerle halkı maskaraya çeviren ünlü yazarlarımız var. Cinsel baskı ve yasaklardan histeriye uğramış yarım eğitimle genç kızlar için yazdığı sulu romanının cildlerine dayanarak kendisine “en çok okunan halk yazarı” sıfatını takan şımarık şarlatanlar var. (Varlık, 65. sayı, Mart 1936)

– Söyleşi için teşekkürler Sayın  Sabahattin Ali, Rahat uyu… Kaygılanma.

Kaynaklar

1.  Oymak, R., Devrimci Öğretmen Sabahattin Ali, Eğitim ve Yaşam Dergisi, Yıl 3, Sayı 10, Güz 98

2.  Oymak, R., Kayan Bir Yıldız, Erde Dergisi, Yıl 1, Sayı 1

3.  Bezirci A., Sabahattin Ali, Amaç Yayınları, 1987

4.  Bayram, K., Sabahattin Ali Olayı, Yenigün Yayınları, 1978

5.  Ali F., A.Özkırımlı, Sabahattin Ali, de yayınevi, 1986

6.  Altınkaynak, H.(der), Sabahattin Ali, Markopaşa Yazıları ve Ötekiler, Cem Yayınevi,1986

7.  Sabahattin Ali, Somut Dergisi, 4 Mayıs 1984 ve 15 Nisan 1983

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir