27 Nisan 2018
1952…
Stalin’in öldüğünü haber aldığımızda, çocuk yaşımıza rağmen, içimizde acaip bir ferahlama duyduğumuz günler… Aşağıki Okul’a bir yıl önce, 1951’de başlamış, Kapıcımız Yahya Amca’nın üst tarafındaki tramvaylı yoldan, aşağıya bohça gibi bırakılmamızla beraber, bir türlü sökün etmeyen cumartesi gününü beklerken, her aksam başımıza, gözyaşlarımızı saklamak üzere yorgan çektiğimiz ıssız gecelerin yerini, çoktan, “Kaptan Düdük – Kaptan Düdük” sarmaşmalarında, coşkunun aldığı günler…
Işıltılı biri Sonbahar Sabahı… Yola bakan, arka taraftaki, merdivenin yanıbaşındaki sınıfımızda, Monsieur Masa’nın Fransızca Dersi’ndeyiz… Kapı tıklandı, açıldı. İçeriye, kısa pantolonlu Bahriyeli giysileriyle, yuvarlak yüzlü, güleç bir çocuk girdi, Anneciği’nin elinden tutuyor olarak… Oral Sümbül…
Rusçuklu Baba Yusuf Sümbüloğlu’nu, “anavatan vazifesi” eylemekteyken, Bulgarlar, ‘tutuklamışlar, idama mahkûm etmişler, Plevne Hapishanesi’nde, hüküm mueebbed hapse çevrilmiş olsa da, infaz etmişler (https://www.tbmm.gov.tr/
Anne Nihal Sümbül, iki yetim çocuğuyla yurda sığınıyor…
Yarabbim, nasıl bir travma!…
Çocuk aklımızla olsun, öyküyü duyar duymaz, biz irkiliyoruz… Sevgili Oral’sa bunu, dün sabah son nefesini teslim edinceye kadar, kocaman bir kâbus olarak, ömür boyunca yaşıyor… Hayatta attığı her adımda o kâbusun ağırlığı, fitillediği amansız korkular var… İsyan patlamaları, durmak bilmiyor…
Galatasaray beşiği, O’nu müşfik mi müşfik kollarına, ne denli alsa da… Dipte, son tahlilde görmemek mümkün değil, o kocaman kâbusun izleri hep var…
Sevgili Oral çok başarılı bir öğrenci… Dil derslerimize gelen hocaların ayrıca dikkatini çekiyor… 4. ve 5. sınfılarmızdaki Türkçe Hocamız, Rahmetli Sıtkı Akalın’ının özellikle, dikkatinden, Oral’ın dil dünyasına dönük özel yeteneği kaçmıyor… Sıtkı Hoca, O’nu bu konuda, öve öve bitiremiyor…
**
Yıllar birbirini kovalıyor… İlkokul, Ortaokul, Lise…
Başarılı mezuniyeti sonrasında, 1963’te, Fransız Hükumeti, Oral’ı, Lyon Üniversitesi Fen Fakültesi’nde, eğitim bursuyla, ödüllendiriyor…
Gurbette, o kocaman kâbus sık sık azıyor, Oral’ı ağır bir depresyona çekiyor…
Oral, yurda dönüyor… Buna karşılık kendini hızlıca topluyor… ODTÜ Psikoloji’yi duraksamasız bitiriveriyor…
Doktora için ver elini Frankfurt… Terkedilmiş ve suç eğilimli çocuklar üzerine benzersiz bir doktora yapıyor… O evrede çocukluğunun patlamalı isyan duygularının onda oluşturduğu olgunluğun, doktora dürtüsünde olduğu kadar, doktora tez laboratuvar çalışmasında izlerini gormemek mümkün değil… Kimsesiz çocukların halet-i ruhiyesi; çocuk yaşında üstüne “dağ” gibi çöküvermiş olduğu için, Yetim Oral’in idrak dünyasında, anlaşılmaz katiyen değil…
**
Oral yurda dönüyor, ama boynunda hep aynı demir, sırtında hep aynı taş… O, onları kıramadğı bir tarafa, hayat boyu taşımaya mecbur kalacak olarak…
Ege Üniversitesi’nde Psikoloji Öğretim Üyesi oluyor…
O arada, Sevgili Nurcan Sümbül’le, hayatını birleştirmiş…
Anneciği’nin şu sözleri dün gibi kulağımda:
– Tolgacığım, artık gözüm arkada olmayacak… Oral’a çok iyi bir kız buldum :)) …
Evlilik eşsiz meyvelerini veriyor… Güzeller Güzeli Yasemen Sümbül ve Baba Yusuf Sümbüloğlu’nun adını yaşatacak olan Çakı gibi Delikanlı Yusuf Sümbül Dünya’ya geliyorlar…
İzmir’deler…
Nurcan fırtına gibi bir kız… Ziraat Muhendisliği doktorası, iki çocuk annesi, kusursuz çalışma hayatı…
YÖK evresi, Oral Üniversite’de huzurlu değil… Çocuklar’a daha geniş imkanlar sağlama dürtüsü önde… En çok da, kendisini her gittiği yerde kovalayan kâbusun çıldırtıcı baskısı….
Fransızca, İngilizce ve Almanca’yı, esasen, ana dili gibi biliyor ya… Turizm rehberi olmaya karar veriyor…
O arada, inanılması zor biçimde Japonca öğreniyor… Dört dilde rehberlik belgesi, “cebinde”… Demeye kalmıyor, İtalyanca rehberlik belgesini de cebine koyuveriyor, ki, ikinci bir örneği olmasa gerek…
Psikolojiye merakı sürüyor… Çin’de bir ara akupunktür çalışıyor… Hani Çince rehberlik belgesi almasına ramak var :)) … Aynen öyle…
Nur içinde yatsın, İlkokul Türkçe Öğretmenimiz Sıtkı Hoca’nın teşhisi, milim şaşmaksızın gerçekleşmiş oluyor…
Sultanî Tarihi’nde, Oral’in, diller konusunda sanırım, bir benzeri yok…
Türkî Cumhuriyetler’de konuşulan, ilk bakışta birbirine benzemez Türkçeler’in, ortak köklerini ve buralardan nasıl evrildiklerini ayrıca araştırıyor, onları birbirlerinden çözülmez akraba kılacak önemli bulgulara çıkıyor…
**
Çocukluğunda aldığı beyin yarası, yakasını bırakır mı? Oral, CA… Radioterapi, radioterapi, radioterapi,
**
Şaka gibi… Gün, günden, daha az umut bahşediyor… Oralcık, gece gündüz ve haftlarca ve aylarca, O’nunla beraber ve insan üstü gayretlerle direnen Sevgili Nurcan Sümbül ve yurtdışından koşup gelen Çocuklar’ın ve birbirinden ehil, can doktorların tarife kolay sığmaz gayretlerine rağmen, mum gibi eriyor, eriyor…
– Erdi bahar, sardı yine neşe cihanı, a canım…
Başbaşayken, çocukluğumuzdan beri, terennüm ettiğimiz, bu şarkıyı, gırgırla karışık, terennüm ede ede geçirdik son günleri…
**
Ölmek bazan “kurtulmak” demek oluyor ya… Sevgili Oral, çok yaslı bıraksa da arkasında, kurtuldu… En başta çocuk yaşta yaşamaya duçar olduğu travmadan kurtuldu…
**
Bugün, Cuma, Şişli Camii’nde kılınacak namaz sonrası, O’nu, Feriköy Kabristanı’nda, Anneciği’nin üstüne, defnedeceğiz…
**
Başta Sevgili Nurcan, Sevgili Yasemen ve Sevgili Yusuf ve Sınıf Arkadaşlarımız olmak üzere, tüm yakınlarına, arkadaşlarına, baş sağlığı ve esenlikler diliyorum…
**
Erdi bahar, sardı yine, neşe cihanı!..
Devran durmuyor…
İşte çocukluğumuzun oyuncaklarıyla haşır neşir iken, yaşadığımız sükûnetin bize telkin ettiği ve ne ezelden kopup geldiğinden, ne ebede kadar uzanacak olmasından tereddüt etmediğimiz varlığımızın, şu kısacık ömrümüzdeki “cisim fazı” hitam bulsa da, o görkemli çocukluk sükûnetimizin sonsuzluğunun sarmaladığı evrenin bağrındaki “asıl olan varlığımız”, sürüyor…
**
Nur içinde yatsın, can mevtalarımız… Nur içinde yatsın Sevgili Oral…