Modern Mitoloji

Sayı 58- Nisan 2018

“Adalet, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik tanrıçalarıyla modern mitoloji

ve

Ütopik koyun kafalılık!

Kimi zaman insanı, kimi zaman bireyi, kimi zamanda toplumu anlamak uğraşına düşeriz. Ya yaşananlar ya da yaşanamayanlar bizi buna sürükler. Bireyin gündüz yaşayıp, gece yaşadıkları üstüne düşünmesi gibidir, bu uğraşı.

Dünyada, bölgemizde, ülkemizde son onlu yılların en kanlı, en karmaşık, en çatışmalı, en tartışmalı, en mutsuz günleri yaşanmaktadır. Birkaç yıl arayla, yıkılıp yokedilen, dağıtılıp kanlı kaosa sürüklenen ülkelerden sonra, beklendiği gibi ateş yuvarlana yuvarlana, hazırlana hazırlana ülkemize yaklaştı ve dokundu. Kültürel, dinsel, eğitsel, ekonomik, politik ve ahlaki dağılma, çürüme, çöküş yaşadığımızı kimse yadsıyamaz.

Bütün bunlarla bağıntısı çok iyi bilinen belki de yüzyılın en büyük silah üretim ve  satışlarının yapıldığı günleri de yaşıyoruz. Çevre bir ülke olarak, satıp savma, üretimsiz tüketme, tarımsal üretimi kotalama gibi geleceği büyük ölçüde tehdit eden uygulamalar ile emek sömürüsünün kölelik dönemi aratmayan taşeronlaştırma, sendikasızlaştırma ile insan yıkımı yaşıyoruz. Toplumsal ayrışma, denetimsiz bölünme, çatışma, iç hesaplaşmalar ile boğuşan, yorulan, tükenen toplum.

Bunlar görünen, herkesce bilinen, yaşanan gerçekliklerdir. Ama sık yinelen bir bilimsel önerme vardır: “Gerçek görüntüden ibaret olsaydı, bilime gerek kalmazdı.” İşte anlamak dediğimiz de budur, görünen gerçeğin görünmeyen kaynağı. Bu kaynak kuramdır (teoridir). Görünen pratik gerçeklik, o gerçekliği açıklayan kuram ile buluşursa, bütüncül gerçekliğe ulaşılır ve gerçeklik görüntüsü ve kaynağı ile anlaşılmış olur. Sonrası, ne yapacağına karar vermekle ilgilidir, bu karar vermeyi de kolaylaştıran bir bağıntıdır.

Dahası, bize gösterilen, söylenen; gördüklerimiz, duyduklarımız çoğu kez, gerçeğin tam tersidir ve yalan ve yanlışlarla yoğrulmuştur. Bunu için de kurama ihtiyaç var.

Bu amaçla, çeşitli bilimcilerin birbirleriyle kuramsal yazışma, tartışma ve bulgularından sözeden bir alıntıar kümesi derleyerek paylaşıyorum. Yararlı olması umuduyla..

Devlet gücünün ekonomik gelişme üzerindeki tepkisi üç türlü olabilir. Aynı yönde etkili olabilir ve  o zaman gelişme daha hızlıdır; etki ters yönde olabilir, o zaman uzun vadede her büyük ulusta kendi kendini yıkar; ya da eknomik gelişmenin belirli doğrultularda ilerlemesini engeller ve onu başka doğrultulara yöneltir. Bu son durum ensonu kendisinin daha önceki iki durumdan birine indirger. Ancak açıktır ki, ikinci ve üçüncü durumlarda politik güç, ekonomik gelişmeye büyük zarar verebilir ve büyük enerji ve malzeme savurganlığına neden olabilir.

Buna bir de, fetih ve ekonomik kaynakların acımasızca yok edilmesi durumunu eklemek gerekir.  Bu durumlarda bütün bir yerel ya da ulusal ekonomik gelişme mahvedilebilir. Bugün böyle bir durum çoğu kez, en azından büyük halk topluluklarında karşıt sonucu verebiliyor. Uzun erimde yenilen taraf çoğu zaman, ekonomik politik ve moral bakımından yenenden daha kazançlı çıkıyor.

Böylece hukuktaki gelişimin izlediği yol büyük ölçüde önce ekonomik ilişkilerin yasal ilkelere doğrudan dönüştürülmesinden doğan çelişkileri yok etme ve uyumlu bir yasa sistemi kurma çabasını, sonra da bu sistemi, daha ileri çelişkilere sürükleyen dah abüyük ekonomik gelişmenin etkisi ve zorlaması ile onda durmadan yaratılan bozulmaları içerir.

Havada, daha yükseklerde süzülen ideoloji alanlarına, dine, felsefeye vb gelince, bunlar , tarihsel dönemlerde hazır bulunan ve de benimsenen ama bugün palavra deyip geçebileceğimiz tarih öncesi bir birikime sahiptirler. Doğa, insanın kendi varlığı, ruhlar, gizemli güçler vb. İle ilgili bu yanlış görüşlerin temelinde ise çoğu kez sadece olumsuz ekonomik öğe bulunur; tarih öncesi dönemin düşük ekonomik gelişme düzeyi, doğa üzerine yanlış görüşlerle bütünleşmiş ve kısmen koşullanmış ve hatta bu yanlış görüşlerden doğmuştur.

Ve ekonomik zorunluluk, doğa üzerine olan ve gitgide artan bilginin başlıca itici gücü olsa da ve bu durum hala devam etse de, bütün bu ilkel budalalıklar için ekonomik nedenler uydurmaya çalışmak hiç kuşkusuz pek bilgiçce bir davranış olurdu. Zaten bilim tarihi, bu gibi budalalıkların yavaş  yavaş temizlenmesinin ya da daha doğrusu bunların yerine daha yeni ve daima daha az saçma bilgilerin konulmasınının tarihidir. 

Ve bunun içindir ki, ekonomik bakımdan geri kalmış ülkeler felsefede (dinde) başrolü oynayabilirler.

İnsanlar tarihlerini kendileri yaparlar ancak, şimdiye değin, ortak bir plana uyarak ortak bir istençle ya da hatta kesin belirlenmiş bir toplumda değil. İstekler çatışır, ve işte bu nedenledir ki, bu tür bütün toplumlar zorunluluk tarafından yönetilirler ve bunun tamamlayıcısı ve görünüş biçimi devinimdir. Burada gene kendi ağırlığını daima devinim aracılığı ile koyan zorunluluk, önünde sonunda ekonomik zorunluluktur. İşte burada, etkili adamlar denilen konuya dokunmak gerekiyor. Şöyle şöyle bir adamın ve kesinlike o adamın,. Belli bir ülkede, belli bir zamanda ortaya çıkması, hiç kuşkusuz tamamen rastlantıdır. Ama böyle bir adam bir nedenle etkisizleşirse bile, onun yerinin doldurulması için bir gereksinme doğacaktır ve böyle birisi bulunacaktır. Napolyon’un, şu kendine özgü Korsikalı’nın,kendi açtığı savaşla tükenmiş Fransa Cumhuriyeti’nin zorunlu kıldığı askeri diktatör olması bir rastlantıydı; ama Napolyon olmasaydı, bu yeri bir başkası doldururdu; bunu şu da kanıtlar ki, zorunlu hale gelir gelmez daima böyle birisi bulunmuştur.

İNSAN, HAYVAN, DOĞA TOPLUM

Doğadaki herşey arasında uyum, çatışma, mücadele ve ortaklaşma olduğu gibi, tümüyle aynı olmasa da toplumlarda da benzerdir.

İnsan ve hayvan toplulukların arasındaki temel fark, hayvanların olsa olsa ancak toplayıcı olmalarına karşın insanların üretici olmaları gerçeğinde yatar. Bu biricik ama esaslı ayrım da tek başına, hayvan topluluklarına ait yasaların insan topluluklarına aktarılıvermesini engeller.

Bu nedenle insan yalnız varolmak için değil, hayatta kalmak için de mücadele eder, zevkleri artırmak için de ve daha düşük zevkleri daha yüce zevkler için bırakmaya hazırdır.

Belli bir aşamaya varınca insan üretimi öyle bir düzeye ulaşır ki, yalnız zorunlu nesneler değil-başlangıçta sadece azınlığa mahsus olsa da- lükse giren nesneler de üretilir. Var olma mücadelesi böylece, zevkler için mücadeleye, sırıf yaşama araçları içini değil, gelişme araçları, toplumsal olarak üretilmiş gelişme araçları için mücadeleye dönüşür, işte bu aşamada, hayvanlar aleminde devşirilen kategoriler geçerliliğini yitirir.

3.

TARİH, TOPLUM, EKONOMİ

Tarihimizi kendimiz yaparız ama, her şeyden önce çok belirli ön olaylar ve koşullar altında.

Düşünce sürecinin kendisi, koşullardan doğup geliştiğine göre ve kendisis doğal bir süreç olduğuna için, gerçekten kavrayıcı düşünce daima aynı olmak zorundadır ve düşüncenin yapılageldiği organın gelişmesi de dahil, gelişmedeki olgunluğa bağlı olarak ancak yavaş yavaş değişebilir. Bundan başka her şey saçmalıktır.

Toplum, insanların karşılıklı eylemlerinin bir ürünüdür. Üretim, ticaret ve tüketimdeki gelişmenin belli bir aşamasında, buna tekabüleden toplumsal biryapı, bir aile örgütlenmesi, toplumsal bir düzen ya da sınıflar, tek sözcükle, buna tekabül eden sivil bir toplum bulursunuz.  Devlet ise bu verili toplumun resmi özetidir.

Tarih öyle biçimde oluşur ki, nihai sonuç daima , borçak bireysel istenç arasındaki çatışmalardan doğar, bu istençlerden her biri de hayatın bir sürü özel koşullarınca oluşturulmuştur. Böylece birbirleriyle kesişen sayısız güçler, tek bir sonucu,tarihi olayı, oluşturan sonsuz paralelkenarlar dizisi vardır. Bu da yine, tümüyle bilinçsiz ve istençsiz işleyen bir gücün ürünü olarak görülebilir. Zira, her bireyin istediği, diğerlerince engellenir ve ortaya çıkan, hiç kimsenin istemediği bir şeydir. Tarih şimdiye kadar işte böyle doğal bir süreç biçiminde ilerlemiştir ve aslında aynı hareket yasalarına bağlı olmuştur.

Şimdi şu anda yaşamakta  ve davranmakta olan toplum, kendilerinden önce oluşan, kendi eserleri olmayan, bir önceki kuşağın ürünü olann toplumsal biçim tarafından belirlenir. Üretici güçler geliştiği ölçüde, toplumsal ilişkiler ve toplumsal davranışlar da gelişir ya da tersi olur, ki bu durumda,

Özgürlüğün iyi  yanlarını değil, köleliğin de kötü yanlarını değil, köleliğin iyi yanlarını üretmek, söylemek ve yaymak işte bu toplumsal ilişkilere denk gelen bir yandır. Ya da kölelikten söz etmeden, taşeron sistemi gibi yöntemlerle kölelik yaşatılmaktadır.

Aslında bu akılalmaz çürük çarık söylemlerin nedeni ekonomik uygulamalardır. Uygulama, pratik ne ise, teori, kültür ve politik söylemde de kendisini haklı çıkarmak için ona uygun olmak zorundadır.

İnsanların ürettikleri, tükettikleri ve değişim yaptıkları bütün ekonomik biçimler geçici ve tarihseldir. Her yeni üretim biçimine uygun bütün ekonomik ilişkileri de değiştirirler.

Bugün üretici güçlerin gelişmişlik biçimi, kendi sömürü araçlarınca engellenmeye başlanmıştır. Kendi ürünleri kendilerini engellemeye başlayınca, ondan kurtulma yolları aranmaktadır. Yavaş ve yıkmadan bunu becermek istiyorlar.

SON SÖZ

Yaşanan herşey, kendi doğal sürecini yaşamaktadır. Müdahale, bilinçli olursa, süreç hızlanır ya da yavaşlar ama değişmez… Kuşkusuz hedef konularak, bilimsel olarak, kavramlaştırıp anlaşılarak mudahele edilebilirse. Çünkü bilimsiz, bilgisiz müdahele ve anlama çabası, ütopuk kaoslara, kontrol edilemez yıkımlara neden olabilir….

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir