Erasmus Öğretim Üyeliği ve Duisburg’da Türkçe Eğitimi

Sayı 43- Temmuz 2014

Geçmiş yıllarda, üniversitede değişik ortamlarda öğretim üyesi arkadaşlarla sohbet ederken arkadaşların bazıları, yurt dışına gittiğini, orada ders anlattığı söylerdi. Bu konuşmalar, geçen yıla kadar pek ilgilimi çekmezdi, önemsemezdim. Geçen yıl, -ABD’den dönüşte- kendi dünyamızdan farklı dünyaların olduğu, başka başka yaşam tarzlarının başka başka mekânlarda gerçekleştiğini daha belirgin hissetmeye başladım. İnsanlara salt insan olarak bakabilme becerisinin her türlü olumsuz telkinlere karşın belleğe ve yüreğe yerleşmesine aracı olan yolculuktu benim için yurt dışı.

Her ulus ya da her kültür hayata başka bir açıdan bakış açısının ipuçlarını sunmaktadır bize. Bu ipuçlarını o kültür ortamına girdiğinizde daha iyi algılayabiliyorsunuz. Çok gezen mi çok okuyan mı bilir polemiğine girmeden her iki bakış açısının da birbirini bütünlediğini söylemek mümkün. Üniversitelerde çok okuduğunu (!) varsaydığımız öğretim üyelerinin bilgi ve birikimlerini bütünleyecek önemli bir işlevi üstlenmektedir bence Erasmus programı.

Erasmus programından akademik camiada çalışan herkes yararlanabiliyor. Öğretim üyesi hareketliliğinde herhangi bir ön koşul da yok. Sözleşme imzalanan karşı bir üniversitenin varlığını saymazsak. İkili antlaşmanın olduğu üniversitenin ilgili bölümünden bir kabul yazısıyla işe başlıyorsunuz. Kendi alanım Türkçe eğitimi olduğu için Türkçe eğitimiyle ilgili Avrupa’da gideceğim üniversiteleri araştırmaya başladım. İsveç’te, Bulgaristan’da gidebileceğim yerler vardı ama ben tercihimi “acı vatan”dan yana kullandım.

Duisburg-Essen Üniversitesinde Türkçe Eğitimi Bölümü vardı. Bölüm başkanına (Işıl Uluçam-Wegmann) attığım e-postaya hemen yanıt verildi. (Burada şu durumu belirtmeden geçemeyeceğim: Yurt dışında insanlar e-postalarını okuyup e-posta aracılığıyla iletişimi işlevsel olarak kullanmaktadır. Bu durum özel olduğu kadar resmî yazışmalarda da geçerli. Böylece bürokrasinin hantallığı da en aza inmiş oluyor.) Bölüm başkanının yönlendirmesiyle Bölüm’ün Erasmus koordinatörü Berin Hanım’la yazışarak bütün süreci tamamladım. Emekliliğe ayrılacak Berin Hanım hakkında söylenecek pek çok olumlu şey vardır elbet. Fakat en kısa tanımla o, Duisburg-Essen Üniversitesinde Türkçenin burç komutanıdır.

Yazışmaların olumlu sonuçlanmasının ardından 27-31 Ocak 2014 tarihleri arasında Türkçe Eğitimi Bölümünde (Turkustik) en az 5 saat ders vermek üzere görevlendirildim. Daha önce yurt dışına çıkmanın vermiş olduğu özgüvenle eşim ve 5 yaşındaki oğlumla bu geziye çıkmanın yararlı olacağına kanaat getirdim. Genel ağ üzerinden onların da rahat edebileceği 1+1 daire kiraladım Oberhausen’da. Üniversitenin kampusunun olduğu Essen’e 10 km uzaklıktaki bir yerleşim yeriydi internetten edindiğimiz bilgilere göre. Derslere girecek, çevreyi gezecek ve orada da kalacaktık.

Almanya’ya Köln üzerinden gitmeye karar verdik. Köln havalimanı daha kullanılışlı ve araba kiralayacağımız akrabalarımızın olması da cabasıydı. Bindiğimiz Köln uçağı yurt dışı uçağı görünümünde değildi. Yolcuların neredeyse tamamı Türk’tü, Türkçe konuşuyorlardı. Kendi kendime düşündüm. Sadece THY’nin Almanya’nın 13 farklı yerleşim yerine günün farklı saatlerinde uçuşu vardı. Türkiye’nin pek çok ilinden daha işlevsel bir taşımacılık gerçekleştiriliyordu. Diğer firmaları dahil etmiyorum…

Köln’e indiğimizde kiraladığımız araçla Oberhausen’a yola çıktık. Çok yoğun yağmur yağışı ve havanın kararması dolayısıyla çevreyi gözlemlemek mümkün değildi. Navigasyon yardımıyla bulduğumuz kalacağımız ev, bir çiftin internet üzerinden kiraladığı eviydi. Çifte, geleceğimiz saati söylediğimiz için bizi bekliyordu. Çiftin bizi özellikle uyardığı nokta çöplerin tasnif edilerek atılması gerektiğiydi. Plastikler, camlar, kâğıt türevi atıklar farklı farklı kutulara atılmalıydı. Bu doğal olarak onlarda yıllar önce yerleşmiş bir alışkanlıktı.- Bizde de yerleşmesini umduğumuz bir davranış. Bizde insani yan daha ağır basıyor sanırım. Çöp toplayan insanların geçimleri daha elzem, çöplerin tasnifine nispetle- Geri dönüşüm sürecinin gelir getiren bir süreç olduğunu daha önce tecrübe etmiş biri olarak bir hafta boyunca çöplerimizden gelir de elde ettik. Su şişeleri, bira şişeleri marketlerdeki makineler aracılığıyla alışveriş çeklerine dönüştü. Bu sistemin biran evvel Türkiye’ye de gelmesi kaçınılmazdır.

Duisburg-Essen Üniversitesi kampusu bizim Türkiye’deki üniversite kampusları gibi kentten soyutlanmış bir yapıda değildi. Kentin içinde, girişinde özel güvenlik görevlilerinin olmadığı herkesin ama herkesin her yerine rahatlıkla girebildiği bir yerdi. Derslikler, kantinler, otoparklar… vb. Aynı özellik yani halkla üniversitenin bütünleşmesi Amerika’da da vardı. Oğlum Toprak özellikle kantinini çok beğenmişti. Kantinde bulunan lambalardan taburelere kadar her ögenin bir albesi vardı. İnsanı yormayan bir yapısı, bir yaşam alanı özelliğinin yanı sıra çoğu öğrencinin Türkçe konuşması da kantini cazip kılan özelliğiydi sanırım onun için.

Almanya’da öğretmenlik mesleği çift bilim dalında uzmanlaşmayı zorunlu kılıyor. 5 yıllık bir yükseköğretimin sonunda örneğin hem Türkçe hem de matematik öğretmeni olabiliyorsunuz. Ya da ne bileyim hem tarih hem de Almanca öğretmeni olabiliyorsunuz. Derslerine girdiğim öğrenciler de Türkçe öğretmenliğinin yanı sıra kimi matematik kimi tarih öğretmenliği eğitimi alıyordu.

Öğrenci profili ve verilen derslerin içeriğine geçmeden önce şunu itiraf etmeliyim: Almanya’da -en azından Duisburg-Essen Üniversitesinde- Türkçe eğitimi, kendi üniversitemizden daha disiplinli ve işedönük verilmektedir. Öğrenciler, 3 ya da 4. kuşaklar. 50 yıl önce dedelerinin çektiklerini Dağlarca’nın dizelerine yansıyan unsurları pek tatmamış olabilirler. -ki onların da çektiği belki daha büyük acılar vardır kim bilir?- Ya da başka bir açıdan baktığımızda acıların olgunlaştırdığı bir kitle. Okuyan, tek yönlü değil çok yönlü okuyup eleştiren, eleştirel düşünceyi okumalarının temeline alan bir kitle. Tabii onları bu doğrultuda yönlendiren öğretim üyelerinin varlığı başarıyı kendiliğinden getiriyor. Öğrencilerimin sesletim sorunlarını dahi 4 yıllık bir eğitimle halledemediğim benim için Almanya’da böylesi bir kitleyle karşılaşmak umut vericiydi. Öğrenciler sorduğunuz soruları yanıtlamak şöyle dursun sorulara daha uzmanlık isteyen yorumlar yapması Türkçenin emin ellerde olduğu duygusunu veriyor. Bizdeki gibi Türkçe bir para kazanma aracı olarak görülmüyor, bir sevdaya, üretime dönük bir uğraş alanına evrilmiş durumda. Üniversitede Türkçe eğitiminin ileri düzeyde olmasının bence iki düzlemde açıklaması olabilir. Bir, öğrencilerin kendi kültür aktarım araçları olan dili sahiplenmeleri; onu yüceltmek için ellerinden gelen gayreti göstermeleri; iki, onları yönlendiren öğretim üyelerinin donanımı. Bu donanım Türkçe sevdasının tecessümüne aracı olmaktadır.

Örneğin ders konuları koşullar uygunsa gerçek mekânlarda gerçekleştirilmekte. Benim de orada olduğum bir zaman diliminde dersin birinde öğrencinin sunumu, Bölüm öğretim üyelerinin katılımıyla Ruhr müzesinde gerçekleştirildi. Bu müze geçmişte işletilen bir maden ocağıymış. Yakın çevrenin tanıtımı temeline dayanan derste, öğrenci konuyu hem en ince ayrıntısına kadar araştırmakta hem de araştırdıklarını aktararak kendini ifade etme becerisi kazanmaktadır. Müzeyi gezerken dikkatinizi çeken en önemli nokta, Almanların geçmişlerine olan saygısının ne denli yüksek düzeyde olduğuydu. Zira müzede bütün Alman coğrafyasından Alman kültürüne ait ne kadar unsur varsa gözler önüne serilmekteydi. Hoşgörüsüzlüğün hat safhada olduğu kendi mezhebinden olmayanların camilerinin dahi yerle bir edildiği günümüz dünyasında Almanların Hitlere ait her türlü ögeyi müzede sergilemeleri hoşgörünün bir yansımasıdır bence. Onun haricinde müzede dikkat çeken bir diğer unsur orada çalışan Türk işçilerinin görüntüleridir. Bu görüntülere bakarken hep Dağlarca’nın şiiri gelmiştir aklıma. Ne güzel, ne yalın dile getirir o Dağlarca dizelerinde acı vatanın acımasızlığını:

Almanların kendi kültürel değerlerine bağlılığı bence sanayi alanında da kendine göstermektedir. Bu gezide kiraladığımız arabayla Amsterdam’a gittik. Essen-Amsterdam arası doğaya olan saygıyı bütün çıplaklığıyla görebilirsiniz. Doğaya ait her unsur, fabrikalara rağmen korunmuş. Almanlar sanayilerini olduğu gibi devam ettirmekte. Fabrikaların bacaları sürekli tütmekte. Beyaz beyaz fabrika bacaları yol boyunca hiç bitmedi. Bu fabrika bacaları üretim temelli bir sanayinin devam ettiğini gösterir. Almanya bence ABD’nin aksine dış kaynak kullanımında (outsourcing) gelenekçi bir yaklaşım sergilemiştir. Örneğin Amerika’da benim kaldığım Binghamton’da (40 bin nüfuslu bir yerdir) IBM’in kurduğu fabrika atıl durumdadır. Çünkü söz konusu şirket daha ucuz işgücüyle Uzak Doğu’da iş yapmaktadır. Buna benzer binlerce örnek verilebilir. Almanya’nın sadece dışarıdan görünen bacalarına ve insanlarının disiplinli yaşamına bakarak ekonomisinin geleceği biçimlendireceğini söylemek mümkündür.

Son olarak Almanya’ya yolu düşecek Türkler Almanya’da hiç sıkıntı çekmezler. Çünkü gittiğiniz her mekânda bir Türkle, Türkçe konuşan biriyle karşılaşmanız olası. Ayrıca dönerin bütün çeşidini tatmanız da mümkün.

                           

ALMANYA’DA ÇÖPÇÜLERİMİZ

                              Nasıl geçtin de boz bulanık sellerden? 
                              Haberim mi aldın esen yellerden? 
                              Yadigar mı da geldin bizim ellerden? 
                              Gül-ü reyhan gibi koktun birader 
                              Gül-ü reyhan misali koktun birader

Gün ışır ışımaz, alın yazımız parlar, 
Ne alın yazısı,  el yazısı be! 
Sökemeyiz ki biz, ilkokul aydınlığı bile gösterilmeyenler 
Biz, pis yöneticilerin mutsuz kişileri, 

 

Süpürürüz yaban ellerin sokaklarını; pis el, pis yürek!

Sığmazken atalarımız güne, yarına, 
 

Düşmüşüm ben, düşmüşüm ben el kapılarına

Daha  üçyüz yıl önce, omuzlarımızda gök yarısı bayraklar 
Eğilirdi bu ülkenin burçları uygarlığımıza, 
Şimdi  ta Bünyan’daki üç çocuk, ağızları açlıkla büyümüş 
Şimdi ta Ereğli’deki dört çocuk, gözleri açlıkla iri iri 
Alır karanlıklar ardından göderdiğim kara lokmasını

Sığmazken atalarımız güne,yarına, 
Düşmüşüm vay, düşmüşüm ben el kapılarına

Ne duruyoruz be kardeş, aylık bin yeşil mark 
Varalım dağılalım kartal Anadolu’dan yeryüzüne 
Beyler altın uykularından uyanmak üzere, haydi 
                                                yollarını temizliyelim 

 

Al güneşten bile utanmadan; pis el, pis yürek

Sığmazken atalarımız güne, yarına, 
Düşmüşüm vay, düşmüşüm ben el kapılarına

                      

                               Söz:Fazıl Hüsnü Dağlarca 
                             Ezgi: RUHİ SU 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir