Dil Bayramımız Kutlu Olsun

Sayı 76 Ekim 2022

I. Türk Dili Kurultayı’nın toplandığı 1932 yılının 26 Eylül gününü Dil Bayramımız olarak kutlarız.

Mustafa Kemal, bundan 92 yıl önce, 2 Eylül 1930 günü, dil ve Türk dili konusunda şunları yazmıştı:

“Ulusal duygu ile dil arasındaki bağ çok güçlüdür. Dilin ulusal ve zengin olması ulusluk duygusunun gelişmesinde başlıca etkendir.

Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil bilinçle işlensin.

Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”

Bu gereksinimin yüzyıllar öncesinden gelen tarihsel arka-düzleminde yatan ana olgu özetle şudur:

600 yıl önce II. Bayezit, Kemal Paşazade Ahmet’ten yazmasını istediği Osmanlı Tarihini, “Seçkinlere de, halka da tam anlamıyla yararlı olabilmesi için Türkçe söyleyişe uygun olarak açık seçik biçimde anlatılmalı” derken bile kendisi şu dili kullanmaktaydı:

“Havass ü avâma nâfi-i âm olmağçün Türki mekalin minvali üzre rûşen ta’bir ve tahbir oluna”!

Bu örnek, daha XV. yüzyılda Selçuklu ve Osmanlı düzeninin yönetim, bilim ve düşün dilini, Türk halkının anlama olanağının ne denli dışına çıkarmış olduklarını göstermeğe yeter.

Öyle ki, XIV. yüzyılda Aşık Paşa bu konuda acı yakınmalarını şöyle dile getirmişti:

“Türk diline kimseler bakmaz idi,

Türklere hergiz gönül akmaz idi!”

Mesihi takma adıyla yazan bir başka ozan da:

“Mesihi, gökten insen sana yer yok,

Yürü var gel Arap’tan ya Acem’den!”

diyerek dövünmekteydi.

Anadolu Türklüğü, 900 yılı bulan Selçuklu ve Osmanlı yönetimleri dönemi boyunca, Kur’an’ın dili Arapçadır diye sanki ‘Arap dilinin kendisi kutsalmış ya da onda büyülü bir güç varmış; anlamadan da Kur’anı ya da hadisi Arapça olarak söylemek din sahibi olmaya yetermiş’ ya da dinin gereğiymiş gibi dine de, akla da aykırı bir tutum yüzyıllarca sürdürülmüştür. Böylece Türk halkının inancını bilerek oluşturup kendi dilinde tapınması, bilim ve felsefe üretmesi, dolayısıyla Türkçenin gelişmesi de önlenmiştir. Ayrıca baskıcı yönetimler altında edebiyatın sultanlara, vezirlere abartılı övgülere dönüşmesi, bunun için de bol bol Arapça, Farsça sözcükler ve deyimler kullanmanın zorunlu sayılması, yazı dilinin Türkçe sayılmayacak bir nitelik almasına yol açmıştır.

Ancak Türkçenin yoğun biçimde Arapça ve Farsçanın salgınına uğramasına yol açan bir üçüncü temel neden de, Cumhuriyet’in dil ve yazı devrimlerini birlikte yapmasını zorunlu kılan nedendir: Arap yazısının Türk diline hiç uygun düşmemesi ve bu yüzden de birçok sözcüğün Arapçasının, Farsçasının yeğlenmesi ve Türkçelerinin yazın dilinde kullanılmaz olması.

Gerçekten de Türkçe ünlü harflere dayalı olup sekiz ayrı ünlü harfi bulunmasına karşın, Arap dili ünsüz harflerden kuruludur ve yerine göre “a, e, ı” seslerini vermek üzere kullanılan bir tek ünlü harfi vardır: Elif! Buna karşılık Arap dilinde iki ayrı “t”, üç ayrı “s”, üç değişik “h”, iki ayrı “n”, dört ayrı “z” harfi vardır ve Türkçe sözcük kullanılacak olsa bu harflerden hangisiyle yazılacağı belli değildir; oysa Türk abecesinde her ses tek bir harfle karşılanmıştır. Arap yazısında harfler, sözcüklerin başında, ortasında ve sonunda değişik biçimlerde yazılır. Arap yazısında büyük harf – küçük harf ayrımı da yoktur.

Görülüyor ki, Atatürk’ün önderlik ettiği yazı ve dil devrimleri de öteki cumhuriyet devrimleri gibi, Türk ulusal kimliğini oluşturan ve besleyen kaynakların her türlü engellerden kurtarılması ve özgürce geliştirilerek çağdaş Türk ulusal kültürünün gelişmesini sağlamak amacına yönelikti.

Dil ve yazı devrimleri, dilimizi doğru yazılıp doğru okunmayı olanaklı kılan bir yazıya kavuşturarak ve eğitim dilimizi de yabancı diller boyunduruğundan kurtararak Türkçeyi eğitim ve bilim dili yapmıştır. Nitekim Atatürk de “Bizim uyumlu, zengin dilimiz yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir”, “ulusumuzun güzel ve soylu diline kolay uyan bu yazı, bizi az emekle, kolay yoldan bilgisizlikten de kurtaracaktır” sözleriyle bu sonucun bilinçle amaçlandığını belirtmiştir.

Dil ve yazı devrimlerimizi kutlar ve başta Atatürk, emeği geçen tüm bilim, düşün ve yazın insanlarımızı gönülborcu ve saygı duygularımızla anarken, birçoğunu günlük dilde de kullandığımız geometri terimlerini Atatürk’ün kendisinin önermiş olduğunu özellikle anmalı ve sonsuza dek kullanılacak olan bu sözcüklerin her birinin, O’na olan derin bağlılığımızın da sonsuza dek sürecek dayanakları olduğunu belirtelim: “müselles” yerine “üçgen”, “zaviye” yerine “açı”, “şakuli” yerine “düşey”, “müselles-i kaim-üz zaviye” yerine “dik üçgen”, “müselles-i mütesavi-yül adla” yerine “eşkenar üçgen”, müselles-i muhtelif-ül adla” yerine “çeşit kenar üçgen”, “müselles-i mütesavi-yüs sakeyn” yerine “ikiz kenar üçgen” … gibi terimleri Atatürk’ün kendisi yapıp önermiştir. Bunlar gibi yatay, yüzey, boyut, kesit, dar açı, yöndeş açılar, iç ters açı, dış ters açı, dörtgen, beşken, köşegen, yamuk, eğri, eğik, çap, yay, kiriş, teğet, ayrıt, izdüşüm, içbükey, dışbükey, artı, eksi, çarpı, bölü … gibi daha bir çok geometri ve cebir terimlerini yaparak, Arapça ve Farsçalarından dilimizi ve eğitim kurumlarımızı kurtarmıştır.

Türkçemizi özgürlüğümüzün bayrağı olarak dalgalandırdığımız Dil Bayramımız kutlu olsun!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir