Bilimsel bakış, görünendeki ya da gösterilendeki gerçeği görmektir. Görünen ve gösterilen Avrupa Birliği: uygar ülkeler, gelişmiş ülkeler, dünyayı düzenlemek, güzelleştirmek; dünyaya ekonomik, kültürel, demokratik özürlükler taşımak isteyen ülkeler birliğidir. Kısaca AB olarak kullanılan bu kavram, ülkemizde bir sopa, bir tehdit, bir ölçüt, bir güç, bir amaç, bir hedef; ulaşılması güç bir mucizeler dünyası olarak gösterilmektedir. Bu öyle akıl almaz bir biçimde yapılmakta, öyle soyutlanmakta, öylesine dayatılmaktadır ki..Sanki, bu AB, bir tanrısal yaratı, eşi benzeri olmayan bir yapı, tarihi ve bugünü, geleceği olmayan bir cennet ütopyasıdır.
Neredeyse, anneler, çocuklarına; “şşşt uslu dur, yoksa AB bizi almaz ha” ya da ödevini yap yoksa AB’ye söylerim bak!” diyecekler.
Bir tümce kurup, bir söz söylemeye başlayan, ilk kez konuşmayı öğrenmiş gibi, AB sürecindeki Türkiye diye başlamaktadır.
Beyninin düşünme yetisini tümden yitirmiş, bürokrat, siyasi, yazar, aydın, akademisyen, gazete köşe yazıcıları hep bir ağızda şöyle haykırıyorlar; “Biz Türkiye ülkesi ve insanları, işte bugünler için varolduk. Bizler, bir gün AB’ne tam üye olmak, o birliğin içine girmek için bugünlere geldik. Biz Ergenekon’dan bu nedenle çıktık. Orta Asya’dan bu nedenle dağıldık dört bir yana, biz Osmanlı İmparatorluğunu bu nedenle yıktık ve bu nedenle bağımsızlık savaşı vererek bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurduk. Bütün bunları, bu AB’ne girmek için yaptık. Kürtler, kurtulmak için, bugüne değin, bu birlik için beklemişler. Türkler, bugüne değin, bu birliğe giremedikleri için işkence görmüş, açlık çekmiş, yoksullaşmışlar. 12 Mart, 12 Eylül, hep bu birliğe girmediğimiz için yapılmış. Ermeniler bu nedenle soykırıma uğramışlar. Türkiye’deki Hıristiyanlar her şeye bu birlik için katlanmışlar. Müslümanlar, laik demokratik, karma ekonomili zulmü hep bu Avrupa Birliğine bir gün nasıl olsa gireriz, türbanımızı takar, özgürce ibadet ederiz ümidiyle beklemişler.”
Yani, özcesi, Atatürk bu ülkenin gençlerine, 19 mayıs bayramını, bu günler için armağan etmiş. “Tek gerçek yol gösterici bilimdir” demesi, aslına tek yol gösterici AB’dir demek istemesinin bir başka söylenişidir.
“Şu metrisin önü bir uzun alaaaaaannnn.
Bir tek seni sevdim AB
Geriiiisiii yalaaaaaannnn….”
Ancak, bilim bu görünen, gösterilene ilişkin gerçeği, başka biçimde göstermektedir.
Gerçekte, görünen artık bilime gerek kalmaksızın görünebilecek gerçek boyutları ile ortadadır ama…
Yine de birkaç gösterilen, birkaç gizlenen, birkaç gerçek göstererek AB’yi tanıyalım.
Avrupa Birliği, Avrupalı işçiler, Avrupalı, aydınlar, Avrupalı bilimciler, Avrupalı köylüler, Avrupalı kadınlar, Avrupalı bürokratlar, Avrupalı askerler tarafından düşünülen, tasarlanan, uygulamaya konulan bir birlik, bir yapı değildir. Onların hiçbir böyle bir tartışmaları olmamıştır. Öyle olsaydı, şimdi AB anayasası için, Fransa’da olduğu gibi, halka sormazlardı.
Avrupa Birliği, Avrupa sermayesinin, uluslarüstü sermaye’nin ördüğü bir birliktir. Amaçları, Avrupalı ya da uluslarötesi şirketlerin dünya yüzeyinde yaşayan devletlerde, bölgelerde, topraklarda onların kazançlarını engelleyebilecek her türlü, ideolojik, ekonomik, toplumsal, ülkesel, askeri, politik olguyu ortadan kaldırmak. Bu stratejinin genel adı; serbest piyasa ekonomisi, liberal ekonomi…açımlanması ise, sermayenin önünde, gidişinde, gelişinde, organizasyonunda, karında sınır, gümrük, kanun, insan vb türden hiçbir önleyici öğe kalmamalı..
Yani o şirketler, dünyayı, öncelikle özellikli olan Türkiye’yi ve diğerlerini tam sömürge yapmak. Bunu kimi yerlerde, silah zoruyla yapmaktadırlar. Örneğin, Irak gibi..
Türkiye’de ise direniş olmadığı, Türkiye’nin onların şirketleri ile işbirliği içinde olan işbirlikçi sermaye “silaha gerek yok, siz dışardan biz içerden bastıralım, tam sömürge yaparız Türkiye’yi” demeleri ile AB birliği süreci başlatılmıştır, sürdürülmektedir. Ne zamana, nereye kadar mı? Tam sömürge Türkiye yapılana, Türk silahlı kuvvetlerini de Avrupa sermayesinin silahlı jandarma gücü yapana dek.
Zaten Fransız yetkili, 20 Mayıs 2005 tarihinde açıkladı: Hürriyet başyazarı, Ertuğrul Özkök’ün köşesinden aktarıyorum.
“‘Fransa Cumhurbaşkanı Chirac’a yakınlığı ile bilinen bir düşünce kuruluşunun başkanı.’
Açıkladığı formül de şu:
AB ile üyelik müzakereleri 15-20 yıl sürecek; sonucu da belli değil. Oysa imtiyazlı ortaklığı gecikmeden oluşturmak mümkün. Bunun için, Türkiye’nin tam üyelikten vazgeçmesi de gerekmiyor. İki paralel müzakere süreci yapılabilir.
Türkiye’ye tam üyelik sürecinde ne kadar ekonomik yardım sağlanacaksa imtiyazlı ortaklık için de bu rakama yakın bir meblağ sağlanır.
İmtiyazlı ortaklıkta sınırlarımızın korunması için birlikte önlemler alındıktan sonra Türklere karşı vize uygulaması yumuşatılacak.
Türkiye, üretim maliyetlerini büyük ölçüde artıran AB standartlarını uygulamaktan kurtulur. Bu sağlık, çevre ve işyeri standartları, yeni 10 üyenin GSYİH’lerinin yüzde 3-4’üne ulaşmıştı. Türkiye için bu meblağ yaklaşık 9-12 milyar dolar olacak.
Türkiye, Avrupa savunma ve güvenliği konusunda oy hakkına sahip olarak Savunma Bakanları Komitesi’ne üye olur.”
İşte işin özü, sözü, gözü bu sevgili vatandaşlarım….
Sevgili Türkler, Kürtler, Ermeniler, Rumlar, Çerkezler, ab’ciler, ab’ci özgürlükçü solcular, işte AB’den umut bekleyen, insan haklarcılar.
İşte zavallı halkım, “yahu bu Avrupa sokakları nasıl temiz, sağlık sistemi nasıl düzenli” diyenler.
Bir gerçeği daha ortaya çıkarıyor bilim. Ve diyor ki; onların sokakların temizliği, sizin sokaklarınızın kirliği pahasınadır. Onların bilim ve teknolojik gelişmişliği, bizim bilimsel ve teknolojik geriliğimiz pahasınadır. Onların insan haklarının gelişmişliği bizim insan haklarımızın çiğnenmesi pahasınadır.
Bizi, abd ve ab emperyalizmine, imf’ye bağlayan bizdeki işbirlikçiler bizim temel kaynaklarımızı onlara sömürü olarak aktardıkları için biz böyle kaldık.
Sizi, en çok şöyle kandırıyorlar: sol meclis sayfasından aktarıyorum…
Aradan geçen süre içinde Türkiye’nin önüne sürekli yeni koşullar konurken, bu koşulların ne oranda yerine getirildiğini saptamak üzere “ilerleme” raporları hazırlandı.
Yüzlerce sayfalık bu raporların içeriği konusunda, halkımızın, son derece sistemli bir şekilde, yanlış bilgilendirildiğini saptamak durumundayız.
Türkiye’deki militan AB’ciler, bu raporlarda neredeyse sadece insan haklarından ve demokrasiden söz edildiği izlenimini yaratmaya çalıştılar. Türkiye’nin AB üyeliğine taraftar olmakla birlikte daha sıkı bir şekilde pazarlık yapılmasını isteyerek “onurlu üyelik”ten söz edenler ise, meseleyi “azınlık hakları” tartışmalarına indirgeyerek, aynı yanılsamanın güç kazanmasına yardımcı oldular.
Oysa gerek Kopenhag Kriterleri’nin ağırlıklı bölümü, gerekse AB tarafından hazırlanan Türkiye raporlarındaki en uzun bölümler, başta “serbest piyasa” kurallarının mutlak olarak benimsenmesi olmak üzere iktisadi dayatmalar içeriyor. Örneğin, milyonlarca tarım emekçisini sefalete itecek olan “tarım reformu”nun ardında AB’nin bulunduğundan neredeyse hiç söz edilmiyor.
Diğer taraftan, insan hakları ve demokrasi ile ilgili tartışmalar da, yanıltıcı biçimlerde yürütülüyor. AB’nin kendi insan hakları ve demokrasi sicili üzerinde hiç durulmazken, Türkiye’ye yönelik dayatmalardaki seçmecilik de tartışma konusu yapılmıyor.
Bir emperyalist birlik olarak AB’nin askeri hedefleri ve bu hedeflerle bağlantılı olarak Türkiye’ye verilecek görevlerden de hiç söz edilmiyor.
Kısacası, halkımız yanlış yönlendiriliyor.”
Başta işbirlikçi basının [para ile yazı yazan yazıcılar] yalanlarına kuşkuyla bakıp, Avrupa’da neler olup bittiğini görmeye çalışırsanız, orada işsizliğin arttığını, çalışma saatlerinin artırıldığını, demokrasiden uzaklaşıldığını, eski sömürgelerinde asker bulundurduklarını, sayılarını artırdıklarını göreceksiniz.
Sonuç olarak Avrupa Emperyalist Birliği, emperyalist yanını, ki gerçek yanıdır, sürekli gizlenmekte. Raporlarda bu yanı açığa çıkaran unsurlar halka bildirilmemektedir. Avrupa Emperyalist Birliği, bir bilimcimizin dediği gibi, tam bir bataklıktır.
Bataklığa kim girmek ister, cennet bir vatan varken!..
Bizi bataklığa çekmek isteyenler, bizi batırarak kazanç elde edecek olanlardır…
Evet, tek yol gösterici bilimdir… Bilime bakmak, bilimle görmek, bilimle anlamak gerek…