ÖZET
Şapka İnkılabı, Cumhuriyet dönemi inkılapları arasında önemli bir yer teşkil eder. Bu inkılabın ilklerden olması hem halkın nabzını ölçmüş hem de diğer reformlara zemin hazırlamıştır. Atatürk, Kastamonu’ya düzenlediği gezide şapkayla halkın arasına girmiştir. Ardından mecliste de şapka giyilmesi hakkında kanun çıkarılmıştır.
Anahtar kelimeler: Şapka, Fes, Kastamonu, Ulus, Uygarlık, İnkılap.
1 -ŞAPKANIN TARİHİ:
Şapka sözcüğü; Polonezce, czepska (şapka)’dan geliyor. Anadolu Türkçesi’nde şapka sözcüğü 15.yy.’dan sonra kullanılmaya başlanmış. Şapka; giyilen elbisenin kumaşından, fötr veya başka bazı malzemelerden, değişik desen biçimlerde yapılıyor ve kıyafeti tamamlayan bir aksesuar olma özelliği taşıyor.Şapkanın sosyal hayattaki yerini irdeleyecek olursak şöyle özellikleri ortaya çıkıyor; statü sembolü, görünüşe otorite,itibar ve güven veriyor, kıyafetin veya üniformanın bir parçasını oluşturuyor.
Elde bulunan arkeolojik verilere göre, şapkayı ilk kullananlar Mısırlılardır. M.Ö. 3200 yılında Mısır’da erkeklerin başlarında tüyler, kralların taçları ya da perukları üzerine geçirdikleri bezler olduğu biliniyor. M.Ö. 3000 yıllarında Girit adasında yaşayan “Minos”luların başlarında uzun sivri tepeli şapkaları, Asurluların ise yuvarlak şapkaları vardı.
Daha sonraları, şapkanın statü sembolü haline geldiğini görüyoruz. Eski Yunanistan’da şapkayı yoksullar, eski Roma’da ise tam tersine zenginler giyerdi.
Doğu’ya baktığımızda ise, bu bölgede yaşayan insanların şapka takmak yerine saçlarını süslemeyi tercih ettiklerini görüyoruz. M.S. 11. ve 13. yy’ dan sonra Haçlı Seferleri, “Doğu”daki saç süsleme kültürünü batıya taşır. Batılı kadınlar da saçlarını taş ve boncuklarla süslemeye başlar. (1)
Türklerin tarihinde ise şapka önemli bir yere sahiptir ve Orta Asya dönemine kadar uzanır.Bu şapkalar genelde posttan ve keçeden yapılmıştır. Kaşgarlı Mahmut’un “Divan-ı Lügat’it-Türk” adlı eserinde şapka, “börk” kelimesiyle, börk ise dört türüyle kayıtlıdır. (Sukurlaç, kızıklığ, kurutma ve kıymaç). Osmanlı Devletinde de 1826’ya kadar börk kullanılacaktır. Yeniçeriler tarafından sadece törenlerde “üsküf” adıyla giyilecektir. Asker dışında; din, devlet adamları ve padişahlar da ayrı ayrı başlıklarla tanımlanır. En bilinen başlık çeşidi “kavuk” ve “külah” tır.
1826’dan hemen sonra, 2. Mahmut’un Yeniçeriliği kaldırması sırasında Akdeniz’de seferde olan Kaptan-ı Derya Koca Hüsrev Paşa; padişahın Yeniçerilerden hiçbir eser kalmaması konusunda çaba gösterdiğini işitince, Tunus’ta bir miktar fes alıp tayfalarına giydirdi. İstanbul’a döndüğünde askerleriyle padişahın huzuruna başında fesle çıkınca, bu yenilik padişahın çok hoşuna gitti ve eski başlıkların yerini fesin almasını emretti.
Tunus’tan, hemen 50 bin adet fes sipariş edildi. Ancak daha sonra hammaddesi yün olan fesin üretiminin kolaylığı fark edildi ve bir imalathane kuruldu. 1828’de çıkartılan bir kıyafet nizamnamesiyle de fes resmi başlık oldu. Daha sonra genişleyen Feshâne Fabrikası, bütün ihtiyacı karşıladığı gibi devletin ilk yünlü mensucat fabrikası haline geldi. Cezayirli denizcilerin İstanbul’a taşıdığı fesi, bir dönem Türk denizcileri ve kadınlar da kullanmıştır. (2)
Osmanlı Devleti zamanında başlığın özel bir yeri vardı. Saray ve saraydaki yüksek rütbeli subaylar 43 çeşit farklı başlık giyerlerdi. Hiç kimse kendine ait olmayan rengi ve şekli kullanamazdı. Hükümet ve devlet görevlilerine ayrılan başlık sayısı 27 idi. Sadrazamdan, vezir habercisine kadar herkesi şapkalarından tanımak mümkündü.
2-ŞAPKA İNKILÂBI NEDEN YAPILDI ?
Kurumsal değişim gerçekleştirmiş bütün devrimlerin kültürel değişimi de beraberinde getirmiş olması, Atatürk reformlarının da hareket noktasını oluşturmuştur.Nitekim reformların kültürel alandaki yansımaları, Cumhuriyet öncesi dönemde onlara karşı çıkışın temel nedenlerinden biri olmuştur. (3)
Şapka kanununun, Cumhuriyet dönemindeki reformlar içinde ilklerden olması, onun topluma daha sonra yapılacak reformların sembolik bir öncüsü olduğunu göstermektedir. Şapka kanunu yoluyla halk, psikolojik olarak değişime hazırlanacaktı. İkincisi olarak muhtemelen şapka kanunu, tepkilerin ölçüsünü ölçecek bir barometre işlevi görecek, bu sayede toplumun reformlara tahammül sınırı ölçülerek , reformların çapı ve düzeyi tespit edilecekti. Üçüncü olarak kıyafet, kendi başına insan davranışına da etki edebilirdi. Kıyafetin taşıdığı sembolün anlamı insanın psikolojisine etki ederek onu yönlendirebilirdi. Geleneksel giysiler, doğu toplumlarının sembolü olarak aynı zamanda batının ve batıcıların bakış açısından geri kalmışlığı hatırlatan bir karaktere sahipti. Reformcu devlet adamlarının bakış açısından mistisizmle ve kadercilikle özdeşleşmiş doğu kıyafetleri giyen bir toplumun, o kıyafetleri giydiği sürece, kendisiyle özdeşleşen ruh halini terk etmesi mümkün olmazdı. Batının ruh halini ve davranış biçimini benimsemenin yollarından biri, batı insanının psikolojisini temsil eden giysileri giymekti. (4)
Atatürk Devrimi, “tümden değişim” i başlattığı için, diğer bazı siyasi devrimlerden ayrılır. Sadece iktidarın değişim ya da ekonomik ilişkilerin yeniden düzenlenmesini hedefleyen devrimlerden ayrımla; hem bunları ve hem de toplumu, hatta toplumdaki bireyin anlamını, ilişkilerini, düşüncesini, davranışını yani kısacası özünü değiştirmeyi amaçlamaktadır. (5)
Atatürk’e göre şapka; çağdaş olma, evrensel medeniyete katılma, kafaların içini hurafelerden kurtarıp bilimsel düşünceye açma yolundaki çabaları destekleyen ve simgeleyen bir adımdı. Atatürk, yüzyıl önce halka benimsetilen fesi, Türklük veya İslamlık simgesi olarak görmeyecek kadar tarih bilgisine sahipti. (6) Falih Rıfkı Atay da bu konuda şunları söylemiştir: “Mustafa Kemal, bir tatlı su Türk’ü değildi. Fes ve şapkanın medeniyet demek olmadığını elbet biliyordu. Fakat, başlık değiştirmenin din ve iman değiştirmek olmadığını göstermek istedi”. Orhan Koloğlu da Şapka inkılabının kafanın dışına değil içine yönelik olduğunu ifade etmiştir. ( 7 )
Şapka devriminin temel felsefesini kavrayamamış olanlar, Atatürk’ün yaptığı kılık- kıyafet devrimine bir “Gardrop Devrimi” demişlerdir. Oysa ki kıyafet devriminden önce sarık, fes ve peçe, halk tarafından âdeta İslâmiyet’in bir parçası olarak kabul edilmekte idi. Laik ve uygar bir ulusun kıyafetini, dinsel inançlara bağlamak gerçekten yersizdi.” (8)
Atatürk, kişinin maddi yaşam koşullarını değiştirip düşünce tarzına şekil vermek yanında, “Düşünce tarzını” değiştirmek suretiyle onun maddi yaşam koşullarını geliştirmek ve uygarlığa eriştirmek yolunu dener. Atatürk, Türk insanının maddi yaşam geleneklerini, devrimler yaparak (Örneğin; şapka devrimi, kıyafet devrimi, harf devrimi v.s. gibi) değiştirmek suretiyle onun düşünce tarzını geliştirmek istedi. (9)
Atatürk’ün şapka inkılabını yapmasındaki maksadını şu sözlerinden çıkarmak mümkündür: “Baylar ulusumuzun giymekte bulunduğu ve bilgisizliğin, aymazlığın, bağnazlığın, yenilik ve uygarlık düşmanlığının bir simgesi gibi görünen ‘fes’i atarak onun yerine, bütün uygar dünyanın kullandığı şapkayı giymesi ve böylece Türk ulusunun uygar toplumlardan anlayış yönünden de hiçbir ayrılığı olmadığını göstermesi gerekiyordu.” (10)
Şapka giyilmesi hakkındaki kanunun gerekçesinde de Adliye Encümeni Mazbatasında bu durum kesin olarak belirtilmiştir. “Türklerle batı milletleri arasında bir “alamet-i farika” olan mevcut serpuşun değiştirilerek yerine medeni ve modern toplumların müşterek serpuşu olan şapkanın giyilmesi gerekiyor.”
Atatürk bu konuda Nutuk’ta der ki: “Fesin kaldırılması zorunluydu. Çünkü fes, kafalarımızın üstünde; bilgisizliğin bağnazlığın, uygarlık ve her türlü ilerleme karşısında duyulan nefretin bir simgesi gibi oturuyordu.” (11)
Kurtuluş Savaşında Mustafa Kemal, sivil giyindiğinde çoğu kez “kalpak” giyerdi. Diğer “Kuvay-ı Milliyeciler’in” de Mustafa Kemal’e uymalarıyla kalpak, Anadolu’dan ve “Ulusal Savaş”tan yana olanların bir tür simgesi olmuştur. Bununla birlikte, 1. Büyük Millet Meclisindeki “İkinci Grup” üyeler arasında fes ve sarık da oldukça yaygındı. (12)Şapka İnkılabının gerekçelerinde birini de bu etken sayabiliriz.
Şapka İnkılabına bir de ulusalcılık açısından bakmak gerekiyor. “Ulus devlet” temeli üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde “ulusal” başlık bulunmuyordu.
Bu konuyla ilgili Mustafa Kemal 19 Mayıs günü Samsun’a vardığında , kendisini karşılayan halk topluluğunu gözlemleyen bir İngiliz subayı, şu gözlemleri not etmişti: “Karşılamaya gelen halkın kiminin başında fes, kimininkinde kalpak, kimininkinde sarık, kimi başına bir bez parçası bağlamış; kiminin sırtında aba, kiminde cepken, kiminde yelek; kimin bacağında şalvar ,kiminde pantolon, kiminde uzun beyaz külot; kiminin ayağında çarık, kiminde yemeni, kiminde iskarpin, kiminde potin… Demek ki bunlar henüz ulus değil!…”
Mustafa Kemal, bir ulus olmanın, dış görünüş konusunda de çağdışı baskılardan özgürleşmeyi zorunlu kıldığını biliyordu. (13)
Burada asıl sorun ulus-devlet oluşturma çabasıdır. Çünkü bireysel irade, ulusal iradenin temel taşıdır ve ulus devlette; ulusal irade ile bireysel irade arasında ikinci derecede bir otorite kabul edilmez. Farklı dinsel kimliği ifade eden giysiler, toplumun “milli duygu” etrafında birleşmesi yönünde bir engel sayılmakta, kaynaşmayı önlediği kabul edilmektedir. (14) Şapka inkılabıyla ulus-devlet oluşum süreci tamamlanabilir, oluşturulan ulusal üst kimlik aile toplumdaki bütün bireyler, dinsel ayrımlardan arınarak, ulusa ait olma duygusunu yaşayabilir.
Fesin yasaklanması ve yerine şapkanın konmasıyla; gerek değişik din ve mezhepten, gerekse değişik görüşten yurttaşlar arasında Müslüman-Müslüman olmayan ayrımı yapılması da son buldu. (15) Cumhuriyet reformlarıyla gelen şapka ve kravat, moda unsuru olmanın ötesinde; dinsel, etnik ve toplumsal (kentli-köylü) farklılıkları eritip ortadan kaldıran bir nitelik kazanış ve devlete sadakati gösteren bir laiklik üniforması haline gelmiştir. (16)
3- ŞAPKA İNKILÂBI
Şapka İnkılabı yapılmadan önce şapka, yer yer kullanılmaya başlanmıştı.Tanzimatla başlayan, Meşrutiyetle artan “Batıcılık” akımının etkisiyle, özellikle İstanbul Pera’da, Levanterler’in ve gayrı Müslimlerin öncülüğünde zaten pantolona, iskarpine, yeleğe, gömleğe rastlanmaktaydı.Hatta şapka giyen Müslüman Türkler vardı. (17) 20.yy’ın başında Osmanlı’nın parçalanmasının son aşamasında propaganda aracı olarak örneğin Balkanlar tarafında şapkanın fese zaferi ve üstünlüğü gündemde tutuluyordu.Oysa arada sırada Türk, Arap, Hint’li Müslümanların batıyı ziyaret edenleri, kafalarına şapka geçirmekte hiçbir sakınca görmüyorlardı. 2. Dünya Savaşı sırasında başkumandan vekili Enver Paşa’nın orduda güneş siperlikli “Enveriye” adı verilen bir başlık getirmesi, değişim yolunda ilginç bir adımdı. Kurtuluş Savaşı sırasında da Milli Mücadelecilerin, Atatürk’ün modalaştırdığı yan çevrilmiş kalpak kullanmaları, fesin modasının geçmekte olduğunun işaretiydi. (18)
Hakkı Kılıç, 1915 yılında yazdığı “Son Cevap” adlı risalesinde, şapka giymenin hiçbir sakıncasının olmadığını belirtmemiştir. 2. Meşrutiyet’in batıcı düşünürlerinden Abdullah Cevdet ise laikliği, latin harflerini, kadın haklarını açıkça savunmuş, Sirkeci’de şapka ile gezmiştir. (19)
M. Kemal’in şapka inkılabından çok önceleri (7-8 Temmuz 1919), Erzurum ve Sivas Kongresi arasında Mazhar Müfit ile olan bir mülakatı; bize, şapka konusunda görüşlerini çok güzel bir şekilde yansıtır.
Erzurum Kongresi sona erdikten sonra Mustafa Kemal ve arkadaşları her gün ve her gece bir araya gelerek yapılan çalışmaları değerlendiriyor ve Sivas Kongresine sunulacak belgeleri hazırlıyorlardı.Yine böyle bir gece Gazi Paşa ile İbrahim Süreyya Yiğit, baş başa vermiş çalışıyorlardı. Paşanın aklına Mazhar Müfit geldi. Emir eri Ali ile haber gönderip onu da odasına çağırttı.Bir ara Süreyya bey, Paşaya şöyle bir soru yöneltti:
“Paşam, başarıya ulaştıktan sonra da iş bitmiyor. Memleketin sonsuza dek çalışmaya ve devrimler yapmaya ihtiyacı var. Neler yapmayı düşünüyorsunuz?”
Mustafa Kemal bu soru üzerine Mazhar Müfit’e, gidip odasından not defterini getirmesini söyledi. Sonra da;
“Şimdi not et bakalım”, dedi. “Ama defterin bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar gizli kalacak. Bir ben, bir Süreyya, bir sen bileceksin. Şartım bu. Önce tarih koy: 7-8 Temmuz 1919. Sabaha karşı. Şimdi yaz.
Bir: Zaferden sonra hükümet biçimi Cumhuriyet olacaktır.
İki: Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince gereken muamele yapılacaktır.
Üç: Tesettür (örtünme) kalkacaktır.
Dört: Fes kalkacak, uygar milletler gibi şapka giyilecektir.”
Bunu duyunca Mahzar Müfit’in kalemi elinden düştü. Paşa, “Neden durakladın?” diye sordu. “Darılmayın ama Paşam, sizin de hayalperest yanlarınız var”
“Bunu zaman tayin eder, sen yaz.
Beş: Latin harfleri kabul edilecek.”
“Paşam yeter…yeter. Cumhuriyet ilanını başaralım, üst tarafı kolay”
Mazhar Müfit, bundan sonra defterini kapayarak koltuğunun altına aldı ve ayağa kalkarak,
“Paşam sabah oldu”, dedi. “Siz oturacaksanız hoşça kalın.” (20)
Görüleceği üzere M. Kemal, şapka devrimini çok önceleri kafasında tasarlamış ve bunu gerçekleştirmek için uygun zamanı beklemiştir.
Gazi, bu çeşit devrimlerle entelektüel Jön Türkler zamanında yalnız düşünce alanında kalmış olan planlarını gerçekleştirmişti.
Doğu ve Güneydoğu’daki isyanların bastırılmasından sonra Mustafa Kemal Atatürk yurdun her tarafından gelen heyetleri kabul ediyordu. Bu heyetlerin bir kısmını Mustafa Kemal, İsmet İnönü’ye havale ediyordu. Ancak, Kastamonu’dan gelen heyeti haber aldığında, “bu heyetle ben görüşeceğim” dedi. Buna şaşıran Saffet Arıkan, anılarında, Atatürk’ün şapka inkılabını Kastamonu’da gerçekleştirme kararını ve bunun sebebini kendi sözleriyle, kısaca şöyle özetliyor: “Niçin Kastamonu’yu seçtiğimi bilmezsin. Dur, anlatayım. Bütün vilayetler beni tanırlar; ya üniformayla veya fesli, kalpaklı sivil elbiseyle görmüşlerdir. Yalnız Kastamonu’ya gidemedim. İlk önce nasıl görürlerse öyle alışırlar, Türkiye beni öyle görür, yadırgamazlar. Üstelik, bu vilayetin hemen hepsi, asker ocağından geçmişlerdir., itaatlidirler, münistirler. Bunun için şapkayı orada giyeceğim” der. (21)
İlk denemeyi kendisi yaptı. Gazi çiftliğinde beyaz bir Panama şapkası giyerek, traktör üstünde resim çektirdi. M. Kemal Atatürk, 23 Ağustos 1925 tarihinde sekiz gün sürecek Kastamonu gezisine başlamış; İnebolu, Devrekani, Taşköprü, Seydiler, Küre ve Daday ilçelerini ziyaret etmiştir.
Sembolik düzeyde laikleşmenin bir gereği olarak devreye sokulan şapka devriminin Kastamonu’dan başlatılması da bir plan dahilinde gerçekleşir. Çünkü eğer düşündüğü olursa; Anadolu’nun bu mutaassıp şehrinde görümünü halka kabul ettirebilirse, diğer bölgelerde kabul ettirmek çok daha kolay olacaktır.Bunun için şapka devrimini İzmir’den başlatma tekliflerine, İzmirlilerin şapkaya alışık olduklarını, dolayısıyla orada şapka giymenin pek anlam ifade etmeyeceğini; dikkatlerin daha çok giysileri ve şapkası üzerinde yoğunlaşacağına inandığı bu Anadolu şehrini seçtiğini belirtir. (22)
Gece bütün Kastamonu halkı, fener alayı yaparak Gazi’nin evi önüne gelmiş, Gazi de onları çıkıp selamlamıştır. Ertesi gün belediye dairesinde Kastamonu halk teşekkülleri ve kazalardan gelen heyetlerin kabulü sırasında Gazi ile şehir esnafından bir terzi arasında şapka devriminin ilk açık söylenişi sayılması gereken şu konuşma geçti:
Gazi-(terziye elbisesini göstererek) Bu elbiseler, ucuz ve düz milletler arası kıyafet mi?
Terzi ve diğer esnaf – Evet milletler arasıdır.
Gazi – İşte görüyorsunuz, bu elbiseler ucuzdur, basittir, yerli malıdır.Aynı elbiseler kumaşından bir de kumaş serpuş yaparsınız.
Gazi – (Esnaftan başka birine) Fesini gösterir misin?
Fesin üstünde bir sarık vardı, altından da bir takke çıktı.
Gazi devam etti:
“İşte takke, üzerinde fes, onun üstünde de ağbani sarık… Bunların hepsinin ayrı ayrı parası yabancılara gidiyor. Bunu söylemekten maksadın şudur: Biz her açıdan medeni insan olmalıyız. Çok acılar gördük, bunun sebebi dünyanın durumunu anlayamayışımızdır. Fikrimiz, zihniyetimiz tepeden tırnağa kadar medeni olacaktır. Şunun bunun sözüne önem vermeyeceğiz. Bütün Türk ve İslam alemine bakın. Zihniyetlerini fikirlerini medeniyetin emrettiği değişim ve yükselişe uydurmadıklarından ne büyük felaket ve ıstırap içindedirler.
Bizim de şimdiye kadar geri kalmamız ve en nihayet son felaket çamuruna batışımız bundandır. Beş altı sene içinde kendimizi kurtarmışsak; bu, idaremizdeki değişimdendir.Artık duramayız, ne olursa olsun ileri gideceğiz; çünkü mecburuz. Millet açık olarak bilmelidir: Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona kayıtsız kalanı yakar, mahveder. İçinde bulunduğumuz ailede layık olduğumuz mevkii bulacak ve onu koruyup sürdüreceğiz. Refah, mutluluk ve insanlık bundadır!”
Gazi Kastamonu’dan İnebolu’ya geçti. Türk Ocağında, milli kıyafetin iyileştirilmesi için bütün memleketi kapsayan bir hitapla daha açık, daha kesin sözlerini söyledi:
“Efendiler, Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk halkı medenidir. Tarihte medenidir, gerçekte medenidir. Fakat ben sizin öz kardeşiniz, arkadaşınız, babanız gibi size diyorum ki Türkiye Cumhuriyeti halkı fikriyle, zihniyetiyle medeni olduğunu ispat etmek ve göstermek zorundadır; medeniyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı aile hayatıyla, yaşayış tarzıyla, medeni olduğunu göstermek zorundadır. Kısacası medeniyim diyen Türkiye’nin gerçekten medeni olan halkı baştan aşağı dış vaziyetiyle de medeni ve olgun insanlar olduklarını fiilen göstermek zorundadırlar.Bu son sözlerimi açıkça ifade etmeliyim ki, bütün memleket ve dünya ne demek istediğimi kolayca alsın. Bu açıklamalarımı, bir sualle yöneltmek istiyorum, soruyorum:
“Bizim kıyafetimiz milli midir ? (Hayır sesleri)
“Bizim kıyafetimiz medeni ve milletlerarası mıdır? ( Hayır, hayır sesleri)
“Size katılıyorum…Tabirimi mazur görünüz, altı kaval üstü şişhane diye ifade olunabilecek bir kıyafet ne millidir ve ne milletlerarasıdır.”
“O halde kıyafetsiz bir millet hiç olur mu? Arkadaşlar, böyle nitelendirilmeye razı mısınız? (Hayır, hayır, asla sesleri) Çok kıymetli bir cevheri çamurla sıvayarak aleme göstermekte mana var mıdır? ve “bu çamurun içinde cevher gizlidir fakat anlayamıyorsunuz” demek isabetli midir? Cevheri gösterebilmek için çamuru atmak gerekli ve doğaldır. Cevherin korunması için bir kutu lazımsa, onu altından veya platinden yapmak gerekmez mi? Bu kadar açık gerçek karşısında tereddüt caiz midir? Bizi tereddüde sevk edenler varsa, onların ahmaklığına alıklığına hükmetmekte hala tereddüt mü edeceğiz?
Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırıp canlandırmaya gerek yoktur. Medeni milletlerarası kıyafet, milletimiz için layık bir kıyafettir. Onu giyeceğiz. Ayakta iskarpin veya potin, üstünde pantolon, yelek, gömlek, kravat, ceket ve doğal olarak bunların tamamlayıcısı olmak üzere başta “siperi şemsli serpuş”, bunu açık söylemek isterim, bu başlığın ismine “şapka” denir.
Şapkaya itiraz edenler vardır. Yunan başlığı olan fesi giymek caiz olur da şapkayı giymek neden olmaz? Ve yine onlara ve bütün millete hatırlatmak isterim ki, Bizans papazlarının ve hahamlarının özel kılığı olan cüppeyi ne vakit, ne için ve nasıl giydiler?”
Gazi, İnebolu’dan tekrar Kastamonu’ya geldi. Bu arada bazı kazaları ziyaret etti. Her yerde yeni devrim ve reform esasları üstünde fikirleri aydınlattı. Kastamonu’da Halk Fırkası bahçesinde, halktan binlerce insanla tekkelere, zaviyelere, dervişler ve tarikatlara dair konuşurken söz şapkaya geldi:
“İnebolu’da ve diğer bazı yerlerde söyledim. Bugünün meselesi gibi görüleceğinden burada da bahsetmek isterim. Her milletin olduğu gibi, bizim de milli bir kıyafetimiz varmış, fakat inkar edilemez ki taşıdığımız kıyafet o değildir. Mesela karşımda kalabalığın içinde bir zat görüyorum. (Eliyle işaret ederek) Başında fes, fesin üstünde bir sarık, sırtında bir mintan, onun üstünde benim sırtımdaki gibi bir ceket, daha alt tarafını göremiyorum. Şimdi bu kıyafet nedir? Medeni bir insan bu acayip kıyafete girip dünyayı kendisine güldürür mü?
Devlet memurları ve bütün millet kıyafetlerini düzelteceklerdir. Sağlık açısından ve her açıdan denenmiş medeni kıyafeti giyeceğiz. Bunda tereddüde gerek yoktur. Asırlarca devam eden gafletin acı derslerini tekrarlamaya takat yoktur.”
İşte şapka devriminin ilk uygulama safhası böyle geçti ve bu nutuklar, devrimin ilk beyannameleri kıymetini aldı. (23)
Artık “şapka” sözcüğü ağızdan çıkmıştı. Haber ajansları, bütün bu demeçleri yurdun dört bir yanına yaydılar
Gazi, Ankara’ya dönüşünde şehrin dışında , görevlilerden kurulu bir gurup ve kendi dostları tarafından karşılandı. Hepsinin başında şapka vardı. Yunus Nadi’nin şapkasını beğendi ve yoluna devam etmeden önce kendisininkiyle değiştirdi. Bu andan sonra, toplumun üst tabakalarında moda çabucak değişti. Şimdi bunun , yasa yoluyla bütün millete yayılması gerekiyordu. (24) Konu Millet Meclisine bir kanun teklifi olarak getirildi. 25. 11. 1925 tarihinde TBMM’de “Şapka Kanunu” kabul edildi. Bundan önce çıkan bir kararnameyle,din işleriyle görevli olmayanların dini kıyafet ve işaretle dolaşması yasaklandı. 1 Eylül 1925’te Ankara’ya dönen Mustafa Kemal, 2 Eylül 1925’te Bakanlar Kurulunu toplayarak üç önemli kararname çıkarttı. Bunlar:
a- Tekke ve zaviyelerin kapatılmasına ilişkin kararname
b- İlmiye sınıfının kılığına ilişkin kararname
c- Devlet memurlarının kılığına ilişkin kararname (25)
Şapka Giyilmesi Hakkında Kanunun maddeleri şunlardır
Kanun no: 671 25. 11. 1925
Madde 1. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri ile genel ve yerel idare ve bütün kurumlara mensup memur ve müstahdemler , Türk ulusunun giymiş olduğu şapkayı giymek mecburiyetindedir. Türkiye halkının da genel başlığı şapka olup, buna aykırı bir alışkanlığın devamını hükümet engeller.
Madde 2. Bu kanun yayın tarihinden itibaren geçerlidir.
Madde 3. Bu kanun Büyük Millet Meclisi ve Bakanlar kurulu tarafından icra edilir. (26)
Meclisten çıkan yasayla bütün erkeklerin şapka giymesi istendi, fes giymek suç oldu. O sırada ülkede yeteri kadar şapka yoktu, binlerce insan ya açık başla ya da Avrupalı şapkacıların piyasaya sürdüğü çeşitli başlıkları giyerek dolaşıyordu. Ancak yerli şapka fabrikaları tam randımanla çalışmaya başladıktan sonra herkes şapka bulabildi. Fabrikalar halk için kumaştan, kopçalı kasketler yaptı. Böylece namaz kılarken secdeye yatabiliyorlardı. Ayrıca, kasketi ters giyenler de vardı. Kastamonu terzilerinin hepsi kasket terzisi oldu.
Şapka inkılabının uygulanması ile birlikte başta Atatürkçü öğretmenler olmak üzere, pek çok aydın Kıbrıs Türk’ü de şapka giymeye başlamıştır. Bu arada lise talebeleri de şapka giymek istediklerini ilgililere duyurmuşlardır. (27)
5- ŞAPKAYA KARŞI ÇIKANLARIN TEPKİLERİ VE GEREKÇELERİ, ATATÜRK’ÜN BUNLARA CEVABI VE ALINAN ÖNLEMLER
Şapkaya tepkiler din örtüsü altında geldi. Yenilik karşıtları gülünç denebilecek iddialar ileri sürerek, sözde İslam savunucusu rolü üstlenerek şapkayı Atatürk’ün, dolayısıyla genç Cumhuriyetin “dinsizliğini” belgeleyen en önemli delil olarak ileri sürdüler. Şapka inkılabı, 1925 yılından beri Atatürk inkılaplarına muhalif kitlelerin sembolü haline gelmiş; Atatürk ve inkılaplarını benimsemeyenler, geleneksel yapının bütün dejenere haline rağmen devamından yana olanlar, sözde din adamaları ve gerici çevreler; hep şapkayı dillerine dolamışlar, şapkayı batılılaşmanın,dolayısıyla Hıristiyan kültürünün simgesi olarak değerlendirmişler, şapka giymeyi de İslam’dan çıkmak, Hıristiyanlaşmak , hatta dinsizleşmek olarak yorumlamışlardı. Oysa ki Atatürk tüm inkılaplarda olduğu gibi, şapka inkılabında da Türk toplumuna “çağdaş olan”ı göstermek ve iddiaların aksine başa örtülen şeyin, şapkanın dinle herhangi bir ilgisi bulunmadığı gerçeğini topluma anlatma amacındaydı. Atatürk şapka inkılabının nedenleri ile ilgili şu sözleri söylemiştir:
“…Şapka giydirdim anlasınlar ki insan, kisve ile din değiştirilmez ve dini,herhangi bir kisveye alet etmez!. Kısa bir zamanda bunu anlayacaklardır. Din ile kisvenin farkının ne olduğunu idrak edeceklerdir. Ben bu hesapları bir “Gardrop” mevzuu üzerinde duracak kadar basit görmüş veyahut üzerinde durarak, onu inkılap kabul etmiş bir insan değilim. Şapka giydikten sonra bu iş ayrı, o iş ayrı diyecekler. Anlayacaklar ki, şapka giymekle kimse dinini değiştirmez”. Atatürk, “Din ve şapka arasında bir bağlantı yoktur” dese de inkılap karşıtları, onun gibi düşünmüyor ve halkı inkılaplara karşı örgütleyip ayaklandırmanın sloganı yaparak “şapka geldi, din elden gidiyor” yaygarası çıkardılar. (28)
Halkın şapkaya tepkisinin bir diğer nedeni ise şapkanın biçiminden kaynaklanıyordu. İslam’da ister sivil, ister asker kesiminden olsun, baş giysilerinde kenar çıkıntısı bulunmazdı. Zira bu çıkıntı, mümine namaz kılarken alnının yere dokunmasına engel oluyordu. Bir başka söyleyişle şapka, namaz kılmanın, yani Müslüman olmanın işareti olarak algılanmaya müsait bir başlıktı. (29)
Şapka Yasa Tasarısı, Büyük Millet Meclisince görüşülürken, taslağın Anayasaya aykırı olduğunu ileri süren Bursa milletvekili Nurettin Paşa’ya zamanın adalet bakanı Mahmut Esat (Bozkurt) şu yanıtı veriyordu: “Hürriyetin nasibi, irticanın elinde oyuncak olmak değildir… Ülkenin çıkarlarına olan şeyler hiçbir zaman Anayasaya aykırı olamaz, olmaması belirlenmiştir (mukayyettir).” (30)
Bu kanun elbette ki hemen benimsenmedi. Şapka Kanununun çıkmasıyla birlikte Erzurum, Rize, Sivas, Maraş, Giresun, Kırşehir, Kayseri, Tokat, Amasya, Samsun Trabzon ve Gümüşhane gibi illerde protesto olayları yaşandı. (31)
İstiklal Mahkemeleri, TBMM’nin çıkardığı laiklikle ilgili iki yasaya karşı yükselen tepkileri kovuşturmaya başladı. Bunlar; şapka iktisası (giyilmesi) ve tekke ve zaviyelerin seddi (kapatılması) kanunlarıydı. Yasaya göre; şapkadan başka bir başlık giymekte direnmenin cezası üç aya kadar hafif hapis iken, kanunu protesto hareketleri, sistemin meşruluğuna karşı yönelen idamlık suçlar sayıldı. (32) Şapka, İstiklal Mahkemelerinin en önemli konusu haline gelir.
Aslında Cumhuriyetin ilanı, hilafetin kaldırılması, şer’iye mahkemelerinin kapatılması, hıyanet-i vataniye yasasına “dinin politikaya alet edilemeyeceği”nin eklenmesi gibi girişimler yüzünden kabaran tepkiler, şapka olayını bahane edindiler. (33)
Din adına resmi binaların duvarlarına asılan ve halkı, yeşil sancak altında gösterilerde bulunmaya çağıran pankartlar, bu davranışı körüklemişti. (34) Emniyet kuvvetleri ve mahkemeler, öfkeyi bastırmak için var güçleriyle çalışmaya başlarlar. Şapka aleyhinde olanlar veya her ne gerekçeyle olursa olsun şapka giymeyenler mahkemeye sevk edilir. Birçok kimse sürgün veya on-onbeş yıla varan hapis cezalarına çarptırılır. Hatta idama kadar varan cezalar verilir. Rize’de 8, Maraş’ta 7, Erzurum’da 4 kişi idam edilir. (35) Bir başka kaynakta da Rize’de 8, Sivas’ta 3, İskilip’te 2, Menemen’de 28, çeşitli yerlerle beraber toplam 78 kişi idam edildiği geçmektedir. (36)
Mustafa Kemal Atatürk, şapka inkılabından sonra şu görüşleri belirtmiştir:
“Baylar, Takrir-i Sükun Yasasının yürürlükte ve İstiklal mahkemelerinin, çalışmakta bulunduğu süre içinde yapılan işleri göz önünde getirecek olursanız, meclisin ve ulusun güven ve inancının tam yerinde kullanıldığı kendiliğinden anlaşılır.
Yurtta girişilen büyük ayaklanma, cana kıyma eylemleri ortadan kaldırılarak, sağlanan dirlik ve düzenlik, elbette kamuyu sevindirmiştir.
Baylar; ulusumuzun giymekte bulunduğu ve bilgisizliğin, aymazlığın, bağnazlığın, yenilik ve uygarlık düşmanlığının simgesi gibi görülen “fes”i atarak; onu yerine , bütün uygar ülkeler halklarının kullandığı şapkayı giymesi ve böylece Türk ulusunun uygar toplumlardan , anlayış yönünden de , hiçbir ayrılığı olmadığını göstermesi gerekiyordu. Bunu, Takrir-i Sükun Yasasının yürürlükte bulunduğu sırada yaptık. Bu yasa yürürlükte olmasaydı yine yapacaktık. Ama, buna, yasanın yürürlükte oluşu da kolaylık sağladı denirse, bu çok doğrudur. Gerçekten, Takrir-i Sükun Yasasının yürürlükte bulunuşu, kimi gericilerin kamuoyunu geniş ölçüde ağulamasına (zehirlemesine) olanak bırakmamıştır. Gerçi bir Bursa milletvekili, bütün yasama görevi boyunca hiçbir zaman kürsüye çıkmamış ve hiçbir zaman mecliste ulus ve Cumhuriyet yararlarını savunmak için bir tek söz bile söylememiş olan Bursa milletvekili Nurettin Paşa, yalnızca şapka giyilmesinin, “temel haklara, ulusal egemenliğe ve kişisel dokunulmazlığa aykırı işlem” olduğunu ileri sürmüş ve bunun, “halka uygulanmamasını sağlamaya” çalışmıştır. Ama, Nurettin Paşa’nın, ulus kürsüsünden alevlendirebildiği bağnazlık ve gericilik duyguları; en sonu birkaç yerde ve birkaç gericinin, İstiklal Mahkemelerinde hesap vermeleriyle söndü.” (37)
DİPNOTLAR
1- www. hurriyetim.com.tr/ agora /article/asp
2- www. senocak.com tr/ turk /sapka_c. htm
3- Şaban SİTEMBÖLÜKBAŞI, “Kültür Devrimleri Yönüyle Atatürk Reformları”, Türkiye Günlüğü, Yaz 1996, sayı:56, s. 62
4- Şaban SİTEMBÖLÜKBAŞI, a.g.m., s. 69
5- Şener AKSU, “Atatürk Devrimi Sürecinde Kıyafet Devrimin Yeri”, Atatürk’ün Cumhuriyetin İlanından Sonraki Hedefleri Sempozyumu 4-6 Haziran 1998- İzmit, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu,Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara-1999, s.123
6- Turhan FEYZİOĞLU, “Türk İnkılabını Temel İlkesi: Laiklik”, Atatürk Yolu, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara-1995, s. 207-208
7- Bkz.Orhan KOLOĞLU , “Şapka Devrimi Kafanın Dışına Değil İçine Yönelikti”,Toplumsal Tarih Dergisi,Cilt: Sayı:83 Kasım 2000
8- Turhan OLCAYTU, Dinimiz Neyi Emrediyor, Atatürk ne yaptı? Devrimlerimiz İlkelerimiz, 8. Baskı, Ajanstürk basın ve basım, Ankara, s. 65
9- İlhan ARSEL, Şeriat Devletinden Laik Cumhuriyete, Teokratik Devlet Anlayışından Demokratik Devlet Anlayışına, Kaynak Yay., 5. Basım, İstanbul Ocak-2004, s. 714-715
10- Filiz KESKİNKILIÇ, “Hukuksal Bir Yaklaşımla Kılık- Kıyafet Devriminin Değerlendirilmesi”, T.C. Genelkurmay Başkanlığı-Atatürk Haftası Armağanı, Genelkurmay Başkanlığı Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Genelkurmay Basımevi, Ankara-2000, s. 269
11- Seçil ERDEN, “Kültürel Batılılaşma”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Ansiklopedisi, 3.cilt, “Modernleşme ve Batılılaşma”, İletişim Yay., s. 387-388
12- Toktamış ATEŞ, Türk Devrim Tarihi, 8. Basım, Der Yay., İstanbul-1999, s.342
13- Özer OZANKAYA, Cumhuriyet Çınarı, 4. Baskı, Ankara-1999, s. 456-457
14- Şener AKSU, a.g.m., S. 125
15- Özer OZANKAYA, a. g. e., s. 459
16- Seçil ERDEN, a. g. m., s. 388
17- www. senocak. com. tr/ turk/ sapka_c. htm
18- www. tarihvakfi.org.tr /tolumsaltarih/ tt83/ makale2. asp
19- Hakan UZUN, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Süreklilik”, Avrasya Etüdleri, s. 17
20- Hıfzı TOPUZ, Gazi ve Fikriye, 6. Basım, Remzi Kitabevi, İstanbul Ocak-2002, s. 141-142
21- www.tbmm.gov.tr / tutanak /donem 22/ yil 1 / bas / b113m ( TBMM Tutanak Dergisi, 30. 07. 2003, 113. Birleşim, Dönem:22, Cilt: 25, Yasama Yılı: 1)
22- Ahmet Cemil ERTUNÇ, a. g. e., s. 158
23- Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri, 4. Cilt, 3. Basım, Kaynak Yay., İstanbul Haziran-2001, s. 234-238
24- Lord KINROSS, Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu,Altın Kitaplar Yayınevi, 12. Basım, İstanbul Aralık 1994, s. 484
25- Toktamış ATEŞ, a. g. e., s 343
26- Turhan OLCAYTU, a. g. e., s. 66
27- Ali NESİM, “ Kıbrıs Türkleri’nde Atatürk İlke ve İnkılapları, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt: 5, Mart 1989, Sayı: 14, s. 325
28- Sinan MEYDAN, Bir Ömrün Öteki Hikayesi- Atatürk, Modernizm, Din ve Allah, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 2. Baskı, İstanbul Ekim -2003, s. 342-343
29- Ahmet Cemil ERTUNÇ, a. g. e., s.156-157
30- Toktamış ATEŞ, a. g. e., s. 343-344
31- www.istanbul.edu.tr / 4. boyut / dosyalar / habibe_ongoren. htm
32- Cumhuriyet Ansiklopedisi 1923-2000,Cilt 1 1923-1940, Yapı Kredi Yay., 4. Basım, İstanbul Ocak-2004, s. 61
33- www.tarihvakfi.org.tr/ toplumsaltarih/ tt83 / makale2. asp
34- Lord KINROSS, a. g. e., s.485
35- Ahmet Cemil ERTUNÇ, a. g. e., s.159
36- Büyük Larouse Sözlük ve Ansiklpedisi,Milliyet Gazetesi, 21. Cilt, İstanbul
37- Mehmed Zeki DİREK, İslam ve Atatürk Devrimleri, s.138-139.